Etiket arşivi: Hacı Bektaş Veli

Muharrem orucunda gelen Alevi nefreti

authorTURAN ESER

“Alevilere yönelik saldırıları, ayrımcılığı, dışlamayı ve nefret söylemini cesaretlendiren asıl kaynak; bizzat devletin dinsel, ideolojik aygıtları ve siyasi iktidar tarafından üretilen Alevi politikaları ve söylemleridir.”

Muharrem orucunda gelen alevi nefreti

Aleviler sessiz, sedasız ve şatafattan uzak Muharrem orucunun ilk gününde oruçlarını açmak için bir araya geldikleri Cemevlerinde saldırıya uğradılar. Saldırılar eş zamanlı olarak Ankara’nın üç ilçesinde bulunan cemevlerine düzenlendi. Bir Alevi kadın bıçaklandı ve hastaneye kaldırıldı.

Yezid’e lanet okunan bir günde, belli ki, planlanmış ve tasarlanmış bir organizasyon ile Alevilere ve cemevlerine saldırıldı. Aleviler her zaman olduğu gibi, yine Anayasa’da güvence altına alınan “can ve mal güvenliğinden” mahrum bırakılmıştır. Madımak otelinde korunmadıkları ve katledilmeleri devletçe izlendiği gibi.

  • Maraş’ta, Çorum’da, Malatya’da yok edilmeleri engellemediği gibi.

Çünkü Aleviler kimsesizdi, sahipsizdi! Eşit yurttaşlık haklarından mahrumdular!

Ulusal Güvenlik Politikalarından sorumlu İçişleri Bakanlığı, söz konusu Ramazan orucu olduğunda, “Ramazan ayının huzur ve güven ortamında geçmesi için” genelge yayınlarken, Alevilerin “Muharrem ayı orucu huzur ve güven ortamında geçmesi için genelge” yayınlamaz!

Ama laikliğe aykırı işlerle uğraşıyor.

Ne yapıyor; Cemevlerine ziyaretler düzenliyor ve rapor hazırlatıyor. 81 il valiliğine gönderdiği genelgede “Muharrem ayında Yas-ı Mateme ortak olma ve oruç açma lokmalarına vali ve kaymakamların da katılımıyla Cemevi yöneticileri, vakıf veya derneklerdeki vatandaşlar ve kanaat önderleriyle birlikte olunması” gibi bir talimatta bulunmak suretiyle, Cemevleriyle kurdukları ilişki biçimin merkezine, Alevi asimilasyonu ve oylarını elde etmek hedefler koyuyorlar.

Oysa “laik devlet” adına kamu hizmeti yürütenlere “inanç işlerine katılın” talimatı verilmez. Cemevlerine ve kurum yöneticilerine “güvenlik politikası” gözlüğünden bakmaz! Bu tavır laikliğe aykırıdır. Din, vicdan ve inanç özgürlüğü ilkeleriyle bağdaşmaz. İnanç ve Matem orucu gönül ve sivil hayatın işidir. Bir emir, talimat ve devlet müdahalesiyle yaşanmaz.

İçişleri Bakanlığı Matem orucu düzenlemez ya da 16-17 ve 18 Ağustos’ta yapılan geleneksel Hacı Bektaş Veli Anma etkinliklerine karşı, valilere talimat vererek, bindirme kıtalarla, Hacı Bektaş ilçesinde 15 Ağustos’ta alternatif AKP Hacı Bektaş Veli Anma etkinliği organizasyonuna girişmemeli.

Hacı Bektaş Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve Alevi kurumlarının ortaklaşa hazırladığı geleneksel etkinliklerin güvenliğini sağlamalı ve geçmişte olduğu gibi hükümet olarak, bu etkinliklerde mevcut olan protokollerdeki yerlerini alabilirler.

Dolayısıyla İçişleri Bakanlığı bir Alevi asimilasyon politikasına değil, Alevilere yönelik, ayrımcılık, nefret, saldırılar ve linç girişimlerine karşı bir “güvenlik politikasına” ve hükümet olarak da Alevilerin eşit yurttaşlık ve eşit haklar talebine karşı hukukun evrensel değer ve ilkelerine uygun bir eşitlik politikasına sahip olmalıdır.

Ankara’da Cemevlerine yönelik saldırılara “meczubun biri” ya da “bunlar ferdi ve münferit olaydır” diyerek geçiştirilecek kadar basit değildir. Belli ki bir provokasyon yaratmak, toplumsal çatışma ve kutuplaşmaları derinleştirmek isteyen odaklar var. Aleviler bugüne kadar kendileri üzerinden geliştirilmeye çalışılan tüm provokasyonlara izin vermediler ve bu girişimleri boşa çıkardılar. Fakat manidar şekilde (AS: anlamlı biçimde) Alevilere yönelik, saldırı, nefret söylemi, linç girişimi ve katliamlarda yer alanlara “cezasızlık ilkesi” uygulandı! Devletçe korundular ve kollandılar!

NEFRET VE AYRIMCILIK SÖYLEMİ ŞİDDET ÜRETİR

Alevilere yönelik saldırıları, ayrımcılığı, dışlamayı ve nefret söylemini cesaretlendiren asıl kaynak; bizzat devletin dinsel, ideolojik aygıtları ve siyasi iktidar tarafından üretilen Alevi politikaları ve söylemleridir.

Ankara’nın üç ilçesinde yaşanan saldırılar, özellikle Alevilerin bir arada yaşadığı bölgelerde iktidar tarafından çoğunluk inancı üzerinden sosyal baskı mekanizmaları ve dinci gericiliğe dayalı tahakküm kurulmaya çalışıldığı da sır değildir.

Devletin eğitim sistemi, resmi din anlayışı, iktidar siyaseti ve iktidar vesayeti altına alınmış yargı üzerinden üretmiş olduğu ayrımcılık ve ötekileştirme, Sürgü kasabasında ramazan davulu ve tekbir eşliğinde “Sürgü Alevilere mezar olacak” gibi nefret söylemi ile ya da dün Ankara’da yaşandığı gibi Muharrem orucunun ilk gününde gelir. Fakat bu saldırlar arasında fark yoktur. Hepsi aynı makro ayrımcılık ve nefret söyleminden beslenmiştir.

  • Madımak otelinde insan yakanlar aynı politikalardan cesaret almışlardır!

MEZHEPÇİLİK TOPLUMSAL BARIŞA ZARARDIR

Her yurttaşın cam ve mal güvenlik hakkı vardır. Alevi diye ayrımcılık yapılamaz. Alevilere yönelik sosyal baskı mekanizmaları AKP döneminde daha da güçlendi. Son dönemlerde Alevilere yönelik olumsuz ve çirkin gelişmeleri, AKP’nin kindar ve dindar gerici neslin yetiştirilmesine ilişkin politikasının sonuçları olarak okumak gerekir.

Hükümet ve Diyanet sürekli “Cemevi ibadet yeri değildir” ya da “camiden başka ibadet yeri yok, Aleviler camiye gelin” diye ideolojik fetva verirse, mahallenin davulcusu da, mahallenin dindar ve kindar nesli de, Alevilerin dini inançlarına saygı göstermek yerine, inançsal farklılıklarından ötürü baskı uygulamayı, nefret söylemine ya da fiziki saldırıya sığınır!

Malatya’da 3 Hıristiyan dindar, kindar ve milliyetçi gençler tarafından katledilmiştir. Farklı kimliklere yönelik nefret ve kindarlık politikası bu saldırıların cesaret kaynağıdır. Sistematik şekilde Alevi nefret ve ayrımcılığı siyaseti üretenler, “bunlar Alevi”, “Dedeleri yargıdan temizleyeceğiz” diyerek, Sivas katliamının faillerini savunarak, Alevilere karşı sürekli ve aktif şekilde nefret propagandası yürüten İslamcı medya ve cemaatler, bu topraklarda arzu edilen eşitlik hukukuna dayalı toplumsal barışa izin vermiyorlar.

Ankara’da Alevilere ve Cemevlerine yönelik saldırı ve tehdit ortamına karşı sessiz kalmamalı. Hak, adalet ve vicdan sahibi herkes saldırıya uğrayan cemevlerinin yanında yer alarak, toplumsal barışı inşa edecek dayanışma örgütlenmelidir. Elbette sadece dayanışma yetmez. Başta eğitim sistemi ve müfredatlarında ayrımcılık, nefret söylemi, şiddet dili, etnik ve dinsel milliyetçilikten arındırılmalıdır. Farklı ama eşitlik hukuku içinde birarada yaşamanın olmazsa olmaz önemine dair radikal kararlar alınmalıdır.

Devlet, hükümet, TBMM, yargı ve siyasi partiler Alevilere yönelik baskı, ayrımcılık ve nefret üreten politikalarla yüzleşmelidir.

  • Aleviler yalnız değildir.
  • Alevilere ve cemevelerine yönelik saldırının tüm sorumluları yargı önüne çıkarılmalıdır.

Cemevlerine saldırı, farklılıklara tahammülsüzlüğün dışa vurumudur. Bu tahammülsüzlüğü üreten politikaların, toplumsal kutuplaştırmaya sığınanların nasıl bir kin ve düşmanlık ürettiğini, beslediğini ve kolladığını göstermektedir.

Alevilerin ne kadar ciddi ve büyük bir tehdit ve tehlike altında olduklarını
bir kez daha gözlerimizin içine sokarcasına göstermiştir.

Bu saldırıların gerçek sorumlularının sadece saldırıyı düzenlediği için gözaltına alınan kişi olmadığının, bu türden saldırılarının ortaya çıkmasına ortam ve iklim hazırlayan, cesaretlendiren, bu saldırıların üzerine yeterince gitmeyen, cezasızlık ilkesini uygulayan, bu türden saldırıları örtbas etmek isteyen ve sorumluluklarını yerine getirmeyen herkes bu saldırıların suç ortağıdır.

Aleviler her türlü sinsi provokasyonlara ve yeni katliamlara fırsat vermemek için bilinçlidir, uyanıktır, örgütlüdür ve sağduyuludur.

Dolayısıyla bu saldırıların siyasi sorumluları da, Alevilere yönelik ayrımcılık, nefret ve saldırılara kalıcı tedbirler almakla mükelleftir.

Halil Çivi şiiri : KİMLİK

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

KİMLİK

Düşüncesi çağdaş, insanı fakir,
Alevi soyundan gelen bir canım.
Her çağda her derde deva bir fikir,
Üretip söyleyen çağdaş insanım.
Xxx
İnsanlığın insan kalan özüyüm,
Adem, Musa, Muhammed’in iziyim,
Aklın ve bilimin somut yüzüyüm,
Bilim bahçesidir benim mekânım.
Xxx
Kerbela’da su vermedi, vurdular,
Her fırsatta kılıç çekti, kırdılar,
Tarih boyu benden hesap sordular,
İnancım uğruna çok aktı kanım.
Xxx
Enel-Hak deyince astılar beni,
Din dışı saydılar, kestiler beni,
Öldürüp kuyuya bastılar beni,
Nesimi göründüm, yüzdüler tenim.
Xxx
Sarı saza teller takan benidim,
Derdini türküye döken benidim,
Zalimlerden yaka silken benidim,
Bir ölüp bin doğan yüce soydanım.
Xxx
Ozan oldum boynuma ip taktılar,
Aydın oldum düşüncemden korktular,
Madımak’ta diri diri yaktılar,
Fikrim ölmez kül olsa da bedenim.
Xxx
İnsanlıktan yüce bir değer bilmem,
Zalimin, zorbanın yanında olmam,
Pir Sultan nesliyim , baskıdan yılmam,
İnancım uğruna çok aktı kanım.
Xxx
İslam’ı insanlık mayası bildim,
Biçimi bıraktım, özünü aldım,
Türkçe dua ettim, Türkçe saz çaldım.
Hacı Bektaş Veli muhibbindenim.
Xxx
İnsanlıktan geldim, insanla varım,
Sevgiyi en büyük erdem sayarım,
Kadını, erkeği eşit tutarım,
Yunus Emre oldu fikir sultanım.
Xxx
Helal olmayana uzanmaz elim,
Kini, iftirayı söylemez dilim,
Harama çözülmez, sağlamdır belim,
Böyle emretmiştir ahlakım, dinim,
Xxx
İnsana muhabbet vardır özümde,
Tüm ırklar, inançlar birdir gözümde,
Eğrileri bulamazsın sözümde,
Özü, sözü bir olana hayranım.
Xxx
Türkmen Aleviyim, Türk’ün hasıyım,
Türk dilinin ustasıyım, sesiyim,
Kemal Atatürk’ün öz bendesiyim,
Türkiye’dir ezel, ebet vatanım.
Xxx
Demokrasi benim özgürlük aşım,
Laikliği özümsedim, yurttaşım,
Al Bayrağa dost olanla kardeşim,
Yurdumun uğruna şehit yatanım.
Xxx
Halil Çivi kov hatayı sözünde,
Ayrımcılık yoktur senin özünde,
Büyük Atatürk’ün bilim izinde,
Gidenlerin yollarına kurbanım.
Xxx


12.07.2001 Nazili / AYDIN
Prof. Dr. Halil Çivi

‘Kürt sorunu’ mu, ‘Kürt’ü sorun etmek mi?

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı

'Kürt sorunu' mu, 'Kürt'ü sorun etmek mi?

Anadolu, yerleşmek ve yaşamı sürdürmek için çok zor bir coğrafyanın, aynı zamanda çetin bir kültürel yaşamın adıdır. Onlarca kültür ve uygarlığın gelip geçtiği, her birinin belli bir iz bıraktığı bu coğrafya, ısmarlama ve yapay hiçbir topluluğun millet olmasına izin vermez. On binlerce yıllık geçmişi vardır. Zor tutunulan bu topraklarda kök salabilen çok nadir milletler ve kültürler olmuştur. En erken tarih olarak Antikçağ’dan başlasak ilk önce felsefenin beşiği olan Anadolu ile karşılaşırız.

Dünya tarihinde felsefenin doğduğu toprakları içine alan Anadolu’ya salt nüfus ve askeri güçle tutunmak; yalnız bu yolla millet olabilmek mümkün olmamıştır, olmayacaktır. Hele derme- çatma bir lisan, dış kaynaklı kışkırtma ve büyük bir milletin asli , doğal parçası iken parçalanarak bütünlüğe ulaşma hayali ile tarihin hiçbir döneminde millet olunamamıştır.

Anadolu, İslam öncesinden başlayarak Türkleşmiş, İslam’dan sonra da Türkleşme süreci devam etmiştir, etmektedir. Nüfus yoğunluğu ve askeri dehanın yanında, dünyanın en güçlü dillerinden olan Türkçe, on binlerce yıldır biriken Türk kültürü, çeşitli Türk devletleriyle somutlaşan Türk uygarlığı ve bağrında her kültürü, ırkı ve dini ustalıkla uzlaştıran bir Türk yaşam felsefesi, Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk’ün bu topraklara, bir daha sökülmemecesine kök saldığı temel etmenlerdendir.

Türk, Anadolu’da geçmiş ve halihazırdaki bütün kültürlere Türk hoşgörüsü, Türk adaleti ve hakkaniyeti ile yaklaşmıştır, öylece yaklaşmayı sürdürmektedir. Türk bayrağı altında, Cumhuriyet’imizin sağladığı adalet, hakkaniyet, eşitlik ve kardeşlik, sınırlarımız içindeki her bireyi çepeçevre sarmakta, kucaklamakta ve selamlamaktadır.

Anadolu toprakları çetindir. Her aklına esen topluluk, köklü bir milletin asli parçası olarak kalmadıkça burada kendine ne bir toprak parçası, ne bir bayrak ne de bir sınır tayin edebilir. Büyük Türk milleti, onu oluşturan parçalarından meydana gelir. Irk, kan, kafatası ya da bölgesel farklılık savları ile büyük millete rağmen parçayı büyütmek, Anadolu coğrafyasının hiçbir hayalci topluluğuna nasip etmediği bir rüyadır. Çünkü Anadolu sıradan bir yerleşimle tutunulacak topraklardan oluşmaz.

Felsefe burada doğdu; dünya tarihinde ilk bilimsel girişimler burada ortaya çıktı. Ayrıntılar bir yana, felsefe ile Hıristiyanlık uzun süre burada kapıştı, çarpıştı, barıştı, karşılıklı etkileşti. İslam medeniyeti Anadolu’yu mesken edindi, yine Anadolu’dan tüm Ortaçağ’a, hatta modern çağa seslendi. Dinler, kültürler, çok çeşitli topluluklar, göçler derken Anadolu, ancak Türk milleti gibi büyük bir milletin inisiyatifine, insafına, öngörüsüne, kimliğine ve idaresine teslim olabilirdi. Nitekim yakın tarihe bakarsak, Selçuklular, Osmanlılar ve en son Cumhuriyet Türkiye’si ile artık en zor sınavlardan geçilerek bugünlere geldik.

Türkleşme sanıldığı gibi sadece askeri ve idari bir süreçle açıklanamaz. Anadolu Ahmet Yesevi, Abdal Musa, Kaygusuz  Abdal, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedreddin, Seyyit Nesimi, Otman Baba, Karacaoğlan ve Fuzuli gibi Türk irfan ve ilim kahramanlarının maddi – manevi eğitimleriyle, mücadeleleriyle Türkleşme sürecinin mayasıyla yurt olmuştur. Atatürk Cumhuriyeti, Türkleşmenin en son ve en temelli senedi, ifadesi ve sonucu olmuştur.

Türkleşme, hangi ırktan ve dinden olursa olsun, bu süreçte harcı olan her isimli isimsiz kahraman kişi ve  toplulukların ortaklaşa inşa ettikleri maddi-manevi Türk kültürünün adıdır.

  • Kürt sorunu yalanı, büyük Türk milletini, parçalarına ayırarak Anadolu’daki köklerini söküp atma projesidir. Milletten aşirete, devletten başıboş yığınlara dönüştürmektir.

Her din, ırk ve kültürü büyük bir millet çatısı altında eşit ve adil bir şekilde toplayıp bir arada tutan Türklük, herhangi bir etnisiteye, dine ya da bölgeye referansla ortaya çıkmamasına rağmen; ırkçılıkla, ayrımcılıkla suçlanarak tarihsel gerçekliklerin üstü örtülmek istenmektedir.

Oysa Anadolu’da Türklük dışında bir millet tanımı kaçınılmaz olarak bir ırkı ya da dini temel almak zorundadır. Herkesin milleti olan Türk milleti, “Kürt Sorunu” kışkırtıcılığı ile başlayan, insanları etnik kökenlerine göre sınırlayıp sözüm ona her ırksal yığın için devlet olma projesi dayatan postmodern ırkçılık söylemleriyle gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Anadolu topraklarında Türk’e ve Türklüğe muhalif her    sav, ırkçılık ve dincilikle maluldür. Irkçılık ve dincilikle devlet ve millet teşkil edildiği tarihte görülmüş değildir.

Kürt sorunu yapay ve dış destekli bir söylemdir. PKK terör örgütü bir Kürt kalkışması değildir ve olmamıştır. İçeride ve dışarıda Kürt sorunu yalanını, kışkırtıcılığını üstlenen aparatlara bir bakın. Bunlar, başta PKK terör örgütü, onu destekleyen Türkiye düşmanı bazı emperyalist ülkeler ve içeride onların temsilciliğini yapan haraç mezat, ucuza satılmış kuklalardır.

  • Kürt, Türk milletinin asli üyelerindendir ve büyük çoğunluğu bayrağına, vatanına ve devletine yürekten bağlıdır.
  • Sorun, Kürt varlığı değil, Kürt’ü sorun edenlerin varlığıdır.

Eğer hayat pahalılığı, eğitim – öğretim sorunları, sağlık ve güvenlikle ilgili zorluklar varsa bunlar herkes için geçerlidir. Bölgesel kalkınmışlık ve refah farkları Türkiye’de yalnız belirli yerlere özgü değildir. Kaldı ki isteyen istediği bölgeye gidip yerleşebilmekte, işini, geleceğini tayin edebilmektedir.

Kültür mü dediniz? 

Kürtleşen Türkler ve Türkleşen Kürtler gerçeği, Türk kültürünün etnik ırkçılığa dayanmadığını; büyük millet olmanın komplekssiz, özgüvenli olmak anlamına geldiğini gösterir. Türk kültürü, tarih boyunca farklı topluluklar arasındaki devasa kültürel geçişleri, kendini zenginleştirerek karşılayabildi ise, aynı millet içindeki benzeşik kültürel öğelerin geçişlerini daha kolay karşılayabilir, karşılamaktadır.

Aynı köyde bile bazı kültürel farklar olabilir. Köyü mü bölelim? Türkçe konuştuğu halde Karadeniz ağzı, Ege ağzı, Orta Anadolu ağzı farklıdır; o zaman ağızlara göre mi sorun yaratalım?

Kürt sorunu safsatasını  öne sürenler iki amaç güderler: Birincisi büyük Türk milletini ırk ırk, mezhep mezhep parçalamak ve emperyalistlerin ağızlarına uygun lokmalar haline getirmek. Bu misyon, dışarıdaki sahiplerine dönük bir amaca dayanır. Ama içeriyi ihmal etmezler.

İkincisi, ülkenin hayati çıkar ve sorunlarını unutturmak, önemsizleştirmek.

Mavi Vatan, deniz yetki alanlarımız, Ege adalarındaki çıkarlarımız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin korunması, Karabağ’ın Ermeni katillerden arındırılması…. Tek kelimeyle Cumhuriyetimiz ve bağımsızlığımızın gerektirdiği ulusal çıkarlarımız, Kürt sorunu söyleminin ajanlarınca “yayılmacılık” olarak damgalanır. Oysa Kürt insanın derdi ülke menfaatlerini kendi adına çiğneyenlerin başarısını dilemek değildir. Her akıllı Türk vatandaşı bilir ki, ülkemizin ve milletimizin çıkarına olan her şey, kendisinin de çıkarınadır.

Sorun, Kürt sorunu” değil, “”Kürt sorunu var” diyenlerdir

PKK’nın resmî giyimli siyasi temsilcileri Kürtlerin vicdanında asla yer bulmamıştır ve bulamayacaktır. Diyarbakır anneleri ile şehit anneleri, Kürt sorunu var diyenlerin asıl sorun olduklarını açıkça ortaya koymuştur.

Kürt sorunu var diyenler, şark kurnazıdır. Dillerinin altında Kürt’ü sorun olarak gördüklerini milletçe fark ediyoruz.

Kürt’ü sorun görmek, hem Kürt üzerinden, hem de Kürt adına ırkçılık ateşini harlamaktır.

Sorun olan Kürt değil, Kürt’ü sorunlaştırıp büyük Türk milletine tuzak kurmaktır.

Türk milleti aynı tuzağa iki kez düşmeyecektir.

E. AMIRAL TÜRKER ERTÜRK : ELİNE, BELİNE, DİLİNE


E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

ELİNE, BELİNE, DİLİNE..

Geçtiğimiz Pazar Milli Anayasa Forumu’na konuşmacı olarak katılmak için Balıkesir’in Edremit ilçesinin Çamcı köyündeydik. 250 hanesi ve 700 nüfusu olan Çamcı, bir Alevi Tahtacı köyü.

Tahtacıların ataları, Moğol baskısı nedeniyle yurtları olan Horasan’dan 11. yüzyılda Anadolu’ya göç etmişler. Bunlar genellikle Akdeniz’de Toroslarda, Ege’de Kazdağları ve dolayına yerleşmiş olup ormancılık ve ağaç işleri ile uğraşan Oğuz Boyuna mensup Türkmenlerdir.

Tahtacı olarak adlandırılmaları 7. Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethi öncesinde gemilerin yapımı için Kaz Dağları’ndaki köylerden
bu Türkmenleri getirtmesi ve kullanması ile başlamıştır. Bu tarihten sonra Osmanlı Donanması’nın ağaç ve kereste ihtiyacını hep onlar sağlamıştır. Özellikle 7 Ekim 1571’de bizim İnebahtı Batılıların Lepanto dediği, 30 bin denizcimizi ve 300’e yakın gemimizi (Kadırga, Kalite ve Kırlangıç tipi tekneler) yitirdiğimiz savaştan sonra
Osmanlı Donanması’nın tekrar yapımı için çok aktif rol oynamışlardır.

Şeyh Edebali

Bölgede 9 Tahtacı köyü var. Çamcı, doğası, insanı ve onun konukseverliği ile çok güzel bir köyümüz. Tiyatrosu bile var! Üniversite mezunu ve aydın bir insan olan Çamcı Muhtarı İsmail Öztürmen, Oğuzların Üçok kolundan geldiklerini ve aynı koldan gelen Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman (Otman) Beyin kayınbabası Şeyh Edebali ile
kan bağlarının olduğunu anlattı.

Ne yazık ki Çamcı ve çevresinde yoksulluk egemen. Zeytincilikle geçinmeye çalışan bölge, AKP’nin gayri milli tarım politikaları nedeniyle bitirilmiş durumda. Artık zeytin
ve onun yağı para etmiyor. Siz İstanbul ve Ankara gibi yerlerde bilmiyorum zeytinyağını kaça alıyorsunuz? Burada tam tamına 5 TL. Kimi yerlerde zeytini toplamıyorlar çünkü giderini bile kurtarmıyor.

Böyle olmasına karşın, bölge insanı ülkemizin sorunlarına çok duyarlıydı!
Forumun açık havada planlanmasına ve 2 saat öncesinde yağmur başlamasına ve gittikçe şiddetlenmesine karşılık yaklaşık 1250 – 1500 arasında insan gelmişti
bizi dinlemeye.

Herkes Milli bakış açısına sahipti

Altınoluk, Küçükkuyu, Zeytinli, Akçay, Burhaniye, Ayvalık, Güre, Bandırma, Balıkesir ve Çanakkale’den CHP’li, İP’li, DSP’li, MHP’li insanlarımız bu kötü hava koşullarında akın etmişlerdi Çamcı’ya. Burası Alevi köyüydü ama toplananların çoğunluğu Sünni’ydi. Ama kimsenin mezhepsel derdi ve yaklaşımı yoktu, herkes
Milli bakış açısına sahipti ve emperyalist işgale ve onların işbirlikçilerine karşı direnmeye ve savaşmaya yeminliydi.

Emin olun bu namüsait koşullarda yani ıslanarak ve üşüyerek, hiç kimseye en popüler bir sanatçımızın konserini bile izletemezdiniz. Sanırım bunun bir nedeni var!
Ortam, devletin sınırsız olanakları ile düzenlenen yediğinizin önünüzde yemediğinizin arkanızda olduğu 7 bölgede yapılan işbirlikçi ikna salon toplantılarına
hiç benzemiyordu.

Biz de dilimizin döndüğünce ve birikimimizin yettiğince emperyalist projeyi,
işbirlikçi AKP iktidarını ve niçin “yeni anayasa” peşinde olduklarını anlatmaya çalıştık.

Dervişin zikri ne ise fikri de odur

Erdoğan, CHP Genel Başkanı’nı eleştiren bir konuşmasında Hacı Bektaş Veli’ye
gönderme (atıf) yaparak; 

  • “Ellerine hakim olamadılar çaldılar,
    bellerine hakim olamadılar kaset ortada,
    dillerine hakim olamadılar cüruf saçıyorlar..” diyor.

Erdoğan, Hacı Bektaş Veli’nin sözlerini ve felsefesini hiç anlamamış.

Ülkemizin ve bölgemizin insanlarına ve tüm Müslümanlara düşman olan emperyalist projeyi anlayamadığı ve onun eşbaşkanı olduğunu göğsünü gere gere anlattığı gibi.

1209’da Horasan Nişabur’da doğan Hacı Bektaş Veli’nin “Eline, beline ve diline hakim ol” özdeyişindeki “el, bel ve dil” Erdoğan’nın anladığı el, bel ve dil değildir.

Hele beli cinsellik olarak algılamak neyin nesidir?
Dervişin zikri ne ise fikri o mudur?

Felsefi içeriğinde insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve eşitlik olan

Hacı Bektaş Veli’nin sözlerindeki “El” ülkedir, yurttur, vatandır.

Aynen Türkeli, Rumeli ve yabancı eller dediğimiz gibi.

Bel” soydur, soptur, millettir.

Dil” ise konuştuğumuz dil Türkçedir.

Gelecek ay 736. yılını kutlayacağız. 13 Mayıs 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey

  • “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergahta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dilde söz söylemesin!” diyor.

Birleşmek gerek canlar!

Bu sözün söylenmesinin nedeni Anadolu’da Selçukluların hüküm sürdüğü o zaman sanat dili Farsça, devlet dili Arapça ama halkın dili Türkçedir.

Karamanoğlu Mehmet Bey, bu çelişkiyi ortadan kaldırabilmek bu özlü buyruğu vermiştir.

Gerçekte bu topraklarda halkın dilini devlet bürokrasisine ve sanata egemen kılan ve
bu üçlü çelişkiyi ortadan kaldıran Mustafa Kemal Atatürk ve önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’dir.

11 yıldır iktidarda bulunan Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarları “Eline” (Ülkesine), “Beline” (Milletine) ve “Diline” (Türkçemize) sahip çıkmış mıdır?

Elimizi vicdanımıza koyarak verebileceğimiz tek yanıt,
değil korumak düşmanlık etmişler ve etmeye devam etmektedirler.

“Birleşmek gerek canlar!” bunların arkasındaki emperyalizm güçlüdür.

Gün kavga değil, birlik günüdür.

Zaman bizi zenginleştiren farklılıklarımızı değil ortak paydalarımızı konuşma ve
yüceltme zamanıdır.

Saygılar sunarım.
16.4.13