Etiket arşivi: “Cumartesi Anneleri”

Çığlık

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com
 
13 Eylül 2023, Cumhuriyet

Çığlık, hançereden çıkan tiz ses demektir.

Sevinç çığlıkları atıldığı da olur ama genellikle, korku, dehşet, çok büyük üzüntü ifadesidir.

Daha çok bilinçsizce, içten gelen, doğal bir dışavurumdur.

Sadece insana da özgü değildir.

Hatta denebilir ki hayvana, hayvansıya, insan öncesine aittir.

Günümüz insanına, bize, önceki zamanların insansılarından gelmiştir.

Bütün canlılara aittir.

Bizim işitme yetimizin dışında olsa da en küçük canlıların bile mutluluk ya da mutsuzluk çığlıkları attıklarını düşünüyorum.

Çığlık biz insan türünde artık büyük ölçüde mutsuzluk anlatımı olmuştur.

Günümüz insanı ona çığlık attıracak mutluluklardan gitgide uzaklaşmaktadır…

Çığlık denildiğinde akla öncelikle Norveçli ressam Edvard Munch’un (Manç) gerçekten ölümsüz tablosu geliyor.

1863 doğumlu dışavurumcu Munch bu tabloyu 1893’te, otuz yaşındayken yapmış.

Tablonun Norveççe adı “skrik”miş. Sözlükte karşılığı “bağırmak” olarak veriliyor. Rusça bağırma, bağırış (krik) sözcüğüyle bağıntısı olmalı.

Doğrusu içten gelen bağırma olmalı. Yani çığlık.

Renklerin de çığlık atarcasına birbirine karışmış olduğu tabloda, bir köprü üzerinde, başı avuçları arasında, bedeni sağa eğrilmiş, sapsarı yüzünde ağzı ve gözleri dehşetle açılmış, cinsiyeti belli olmayan, fakat yaşlı olduğunu düşündüren, saçsız bir insan figürü var.

Arkada renk lekeleriyle yapılmış, ona doğu yürüyen iki insan figüründen biri şapkalı, öteki başsız gibi.

Bu figürlerin simgesel bir anlamları olduğunu sanmıyorum.

Anlam, çığlık atan figürün kendisidir.

Dehşetle açılmış gözleriyle nereye bakıyor, ileride gördüğü nedir?

Bunu bilmiyoruz.

Ressamına sorma şansımız olsa sanırım, “Bu bir resimdir, siz nereye baktığını düşünüyorsanız orasıdır” diyecektir.

Fakat yanıt ne olursa olsun, tablodaki “Çığlık”, içten kopup gelen bir acının ifadesi olarak hep orada olacaktır.

Değerli şair arkadaşım Ahmet Özer’e, bu sütunda yayımlanan “Ayıptır, Günahtır, Zulümdür, Suçtur” başlıklı yazım, Munch’ın “Çığlık”ını anımsatmış.

Şöyle yazıyor: “Yazın Munch’ın çığlığı gibi. Günümüz toplumuna ayna tuttun. Birçoğumuzun sesi oldun. Umarım bu ses yankılanır ülke düzeyinde.

Aslında, elinizde tutmakta olduğunuz ya da belki internetten okuduğunuz gazetenin her sütunundan, her köşe yazısından, her haberin her satırından çığlıklar yükselmede.

  • Bunlar kanayan bir ülkenin bastırılması, duymazdan gelinmesi gitgide olanaksızlaşan çığlıklarıdır. Bizler, bu çığlıkların sözcüleriyiz.

Bunlar

haksız yere cezaevlerinde zulmedilen namuslu, vicdanlı, yurtsever insanların ve yakınlarının;
– açlığa mahkûm edilen emekçinin ve emeklinin;
– besinsiz, okulsuz, geleceksiz büyüyen çocukların;
– sömürgeleşen bir ülkenin ümitsiz gençlerinin;
– cumartesi annelerinin,
– katledilen kadınların,
– ekilmeyen biçilmeyen tarlaların,
– yakılan ormanların,
– zulmedilen hayvanların,
– kapatılan ya da satılan fabrikaların;
– taşıyla, toprağıyla, yeraltıyla, yerüstüyle, her şeyiyle yağmalanan, yok edilmekte olan bir ülkenin

çığlıklarıdır.

Bizler, bu ülkenin şairleri, yazarları, vicdanlı insanları; bu çığlıkları, içimizden kopup gelen kendi çığlıklarımızla buluşturarak yansıtıyoruz, yansıtmaya devam edeceğiz.

Çünkü

Bütün bu çığlıkların tek bir büyük çığlığa dönüşerek kötülüklerin kökünü kazıyacağından, onları silip süpüreceğinden, ülkeyi aydınlıklara taşıyacağından kuşku duymuyoruz.

Çünkü her zaman, mutlaka, böyle olmuştur, böyle olacaktır.


Ebrar’a sataşmak6 Eylül 2023

Silahlar kadar tehlikeli

Elbette ciddiye alınmalı.

Elbette, bu inisiyatifin arkasında “Barışçıl ve demokratik haklarını kullanmak isteyen, hatta en temel anlamda itirazını, protestosunu, muhalefetini yazılı ya da sözlü dile getirmek isteyenlere karşı ‘Resmi’ güvenlik güçleri ile yetinmeyip, paramiliter, gayrı resmi, merdivenaltı, yasadışı örgütlenmeleri de sevk etme amacı” bulunduğunu hesaba katmalı.

Ancak, 107,000’in üzerinde olduğu iddia edilen bu “Kayıtdışı silahlar” meselesinden daha elim ve daha vahim bir olguyu da unutmamak gerek:

  • Faşizan yönetimin, “itirazı, muhalefeti, hoşnutsuzluğu” bastırmak için kullandığı “yasal ve hatta hukuki görünümlü şiddet”in, bir ateşli silahın namlusundan çıkacak mermi kadar öldürücü olmasını kastediyorum.

Meselâ, 700’üncü haftalık buluşmalarını gerçekleştirmek isteyen Cumartesi Anneleri’nin üzerine tüm şiddetiyle giden Devlet’in, insanları yaka paça saçlarından sürükleyerek içeri atmalarını ve hâlâ yargılıyor olmalarını kastediyorum.

Meselâ Somalı, Ermenekli madencilerin en temel haklarını, emeklerinin karşılığını alamadıkları için yaptıkları eylemin, “her görüldüğü yerde” acımasız şiddetle bastırılmasını ve hatta mahkemelerde sürüm sürüm süründürülmelerinden söz ediyorum.

MeselâHES’lere (Hidro Elektrik Santralı) ve JES’lere (Jeotermal Elektrik Santralı), taş ocaklarına karşı mücadele eden köylülerin toplandıkları her yerde, ses getirdikleri her eylemde karşılarına dikilen jandarmanın şiddetini de görelim diyorum.

Meselâ, her grev girişimini, her toplu sözleşme ve hatta sendikalaşma mücadelesini resmi-gayrı resmi şiddetle bastırmak isteyen patronların Devlet’le el ele uyguladığı baskı, zulüm ve şiddeti kastediyorum.

Meselâ, kadına (ve diğer – erkekten farklı – tüm cinsel yönelimleri olanlara) karşı, taciz, tecavüz, işkence, cinayet ve her türlü ayrımcılığa karşı protesto eylemlerinde zuhur eden resmi Devlet şiddetine dikkat çekiyorum.

Meselâ, Üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerkliğine, öğrencilerin birer robot, birer “eşya” birer emir eri olarak görülmelerine, akademisyenlerin birer “sıradan devlet memuru” muamelesi görmelerine karşı eylem yapanlara yönelik acımasız muameleyi de unutmayın diyorum.

Meselâ, İstanbul Güngören Tozkoparan’daki örnekte görüldüğü üzere, insanların “Kentsel dönüşüm” adı altında, zorla evlerinden yuvalarından atılmalarını protesto etmek için seslerini çıkardıklarında en ağır şiddete maruz bırakılmalarını örnek veriyorum.

Meselâ, Adıyaman’da yabancı tütün tekellerinin istekleri doğrultusunda (AS: isteklerine karşı durarak) üç beş dönüm tarlalarını koruyabilmek adına itiraz eden çiftçilerin haklı taleplerinin boğulmak istenmesini kastediyorum.

Meselâ, halkın en temel hakkı olan haber alma ve bilgilenme hakkının sağlanması için gecesini gündüzüne katarak çalışan yazılı ve görsel medyanın fedakar emekçilerine hem alanda haber toplarken, hem de kağıt üzerinde bürokratik ve yasal sistemi kullanarak uygulanan baskıları da hesaba katmak gerek diyorum. Muhabire uygulanan fiziksel şiddet kadar, Basın İlan Kurumu’ ndan RTÜK’üne ve Basın Savcılıklarına kadar Devlet’in her türlü baskı aracının kullanılmasına da iyi bakın, diyorum.

Yani… Bütün bu saydıklarım ve benzeri baskıların da, en az “Bir gün bir yerde halka karşı ateşlenmesi muhtemel” o “kayıp silahlar” kadar öldürücü-ölümcül işlevi olduğunu
anlamak gerek.

Demokrasi ile Faşizm arasındaki o uzlaşmaz çelişkinin ve o yüzlerce yıllık tarihi mücadelenin “Faşizm” tarafındaki araç-gereçleri, sadece “ateşli, uzun ya da kısa namlulu silahlar”la sınırlı değildir.

Kendileri, bir twitter mesajına, bir satır yazı içeren pankarta, bir makaleye, bir kitaba, meydanda veya salonda atılan bir slogana bile “ölümcül silah” muamelesi yapan faşistler, Devlet’in vatandaşlar arasında adaleti ve hukuku koruma amaçlı olarak kendi envanterinde bulunan milyonlarca “Resmi- Beylik Silahı” bile yeterli görmeyerek, yandaşlarına el altından silah dağıtıyor olabilir.

Ama, bunun kadar önemli olan şey, “zihinlerdeki faşist ve demokrasi düşmanı zehrin” öldürücülüğüdür.

Onu da, çıkarılan her bir kanun ya da kararnamede, her mahkeme kararında, her idari işlemde, her yasakta görebilmek mümkündür.

Mücadelemizi, her anlamda “Faşist silahlanmaya” karşı bütüncül olarak görmek gerekir.
===========================================
Dostlar,

Sn. Zafer Arapkirli dostumuz çok deneyimli, birikimli, yürekli ve yurtsever bir gazetecidir. Meslek deneyimi 40 yılı aşkındır ve doğrultu tutarlılığını özenle korumayı bilmiştir.
Cuma günleri Cumhuriyet‘te yer alan haftalık makalelerini düzenli olarak bu sitede paylaşıyoruz. Son günlerde, yoğunlaşan ve ağırlaşan gündem nedeniyle krttv.com.tr‘de de ek makaleler yazmaya başladı. Kamuoyunu uyarmaya çabalıyor vargücü ile..

Hem ülkemizin başına çorap örmeye çabalayan – ören ve giderek meşruluk zemininden savrulan iktidar kesimlerini hem de başlarına çorap örülmeye çalışılan tüm Türkiye’yi.

Yazdıkları ve yazının teması olağanüstü önemli hatta kritiktir :

  • 107 bin silah kimlerde ve nerededir?
  • Böylesi bir operasyonun iktidarın bilgisi dışında yapılması olanaksız olduğuna göre, AKP iktidarı bunu neden yapmıştır?
  • Varsayalım ki, olağanüstü saflıkla, AKP = RTE bilgisi dışında bu operasyon yapıldı ise bile (!?); şimdi bilgileri içindedir; DER – HAL / İVEDİLİKLE ne yapmışlardır, ne yapacaklardır?
  • Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığı, açıkça suça karışan / suç işleyen AKP iktidarı için neden hemen harekete geçmemektedir?
  • TBMM’den hızla bir yasa çıkarılarak bu silahlar ve mühimmat geri çağrılmalı, silahları teslim edenlere yasal işlem yapılmamalıdır; bir tür dolaylı aftır bu.
  • Toplanan silahların hepsinin balistik incelemesi yapılmalı ve işleyeni belirsiz (faili meçhul!?) bırakılan ya da belirli adam öldürme dosyaları ile ilişkilendirilmelidir.
  • Muhalefet hiç olmazsa bu yakıcı sorunda ORTAK davranmalı ve ülkemizin ana gündemi yapılmalıdır.
  • Uluslararası toplum / kurumlar, ülkemizde can güvenliği kalmadığından ve bir silahlı darbeye bizzat meşruluğunu yitiren iktidar tarafından hazırlanıldığını not etmeli ve
  • EN TEMEL HAK OLARAK YAŞAM HAKKININ AÇIK – YAKIN POTANSİYEL İHLALİ – İHLAL TEHDİDİ karşısında gerekli, adımları atmalı ve ülkemizde olası bir BOĞAZLAŞMA – KİTLESEL KIRIM – İÇ SAVAŞ ve faşist – dinci şeriat devleti ilan edilmesine yeltenilmesi riski ortadan kaldırılmalıdır.
    ***
    Bu yazımızın, yine bu gün sitemizde yayınladığımız, Sayın Dr. Merdan Yanardağ‘ın çok kritik İÇ SAVAŞ makalesi ile birlikte okunmasını dileriz. O makalenin altında da kapsamlı katkılarımız olmuştu.İç savaş! – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

    Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

Hıyanet

Hıyanet

Yeliz KORAY
ABC Gazetesi, 
13..11.18
“İnsani duygularla..” demişken;

‘Müslüman olmak için önce insan olun’ deseydin.
Hangi elle yemek yenilmesinin günahına değil de;
Sayıştay raporuna takılsaydın keşke..
İçi boşalan Telekom’a yandaşa peş keş çekilen fabrikalara, limanlara, santrallere,
talan edilen arsalara, ormanlara…
Halkbank’a, Zarrab’a, Mehmet Cengiz’e!
“Babalar gibi satanlara” kul hakkını hatırlatsaydın keşke!
*
Ejder meyveli smoothie’ 
içenlere su zamlarını, saraylarda oturanlara doğalgaz faturalarını,
milyarlık çanta takanlara pazar torbalarını, uçaklara, makam arabalarına, gemilere doymayanlara ucuz ekmek kuyruğunda bekleyenleri gösterseydin keşke!

Allah ile aldatmayın” deseydin..
Hak deseydin, hukuk deseydin, emek deseydin…

Aladağ’da ölen
Ensar’da taciz edilen
Soma’da yetim kalan çocukların davasına sahip çıksaydın keşke!

“Ziyaret” demişken..
SMA hastası çocukların bir damla ilaç için yalvaran ailelerini de ziyaret etseydin keşke.
Ya da evladını aradığı için dövülen, ‘paçoz’ diye hakaret edilen ‘Cumartesi Anneleri’ni..

Hemen her gün kocaları tarafından dövülen, bıçaklanan, vurulan kadınları
tacize uğrayan çocukları
eziyet edilen hayvanları,
Mazlumları ve tüm mağdurları…
*
Donarak ölen askerlerin, iş kazasında ölen işçilerin ya da tren kazasında ölen canların taziyesine,
Haklarını aradığı için dövülen işçilere,
gerçekleri yazdığı için cezaevine tıkılan gazetecilere,
anneleriyle birlikte gün sayan hapis çocuklara da gitseydin keşke!

Rock müzik yapıyor diye işinden atılan imamı,
KHK ile ihraç edilen askeri, polisi, öğretmeni, hakimi…
“Geçinemiyoruz” diye ağlayan emekliyi, memuru, asgari ücretliyi, çiftçiyi de ziyaret edip;
-Aç mısınız? diye sorsaydın keşke!
***
Velhasıl..
“Konuştuklarından değil sustuklarından da sorumlusun aslında”
Sana göre “İnsani duygularla yapılan bir ziyaret” olsa da!
Tarih yazacak; bu düpedüz hıyanet!

ŞARBONLU ADALET

ŞARBONLU ADALET

 Emre KONGAR

Cumhuriyet, 04.09.2018

Yeni Adalet Yılının, Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi’nde
açılışıyla, ithal hayvanlardan bulaşan şarbon olaylarının yayılması aynı zamana rastladı. 
Aslında her iki olay arasında yakın bir ilişki var: 
Adaletin bağımsızlığını yitirerek siyasal iktidarın emrine girmesi, Demokratik ve Laik Sosyal Hukuk Devleti’nin bütün kurumlarını savunmasız bıraktı ve tahrip etti. 
Medya özgürlüğü yok edildi. 
Sivil Toplum Kuruluşlarının güçleri tırpanlandı. 
Bağımsız medyanın, meslek kuruluşlarının ve bütün STK’lerin, kamuoyunu bilgilendirerek ve bilinçlendirerek, özellikle de bağımsız yargı aracılığıyla, kamu yararı adına kullandıkları denetim fonksiyonları ortadan kalktı… 
İktidarın yandaşlara peş keş çektiği ekonomik yağma, bir yandan arsa talanı yoluyla kentleri yaşanamaz hale getirirken öte yandan ithalat, ihracat ve çeşitli hizmetlerde yapılan yandaş kayırmaları sonunda, bütün denetimler ortadan kaldırıldığı için, halkın yaşamı ve sağlığı tehlikeye girdi
Bütün bu denetimlerin son mercii olan Yüksek Yargı da siyasal iktidarın etkisine girince, ülke artık, insan yaşamını ve sağlığını bile tehdit eden yolsuzluklara teslim oldu.
***
Şarbon olayları üzerine bir meslek kuruluşunun yaptığı açıklama bu konudaki en güzel örnektir: 
Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB), ithal hayvan seçimlerinde 6 aydır Tarım ve Orman Bakanlığı’nın veteriner hekim görevlendirmediğini belirtti. 
“Hayvan seçimlerinde veteriner hekim görevlendirilmemesi ithalat lobisinin talebiydi. Hayvan seçimleri ithalatçı firma tarafından yapılmaktadır” dedi.
***
Adli Yıl açılışı dolayısıyla din ağırlıklı mesajlar dikkati çekerken, iktidardan övgüler de yapıldı. Bu övgülere karşılık uzmanlardan eleştiriler de geldi. 

Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen:
 

“Örneğin Cumartesi Anneleri yıllardır barışçı bir eylem yapıyor ve geçtiğimiz günlerde büyük bir saldırıya maruz kaldılar. Hangi AİHM kararında var bu? Zorla kaybedilenlerle ilgili Türkiye’nin mahkûm olduğu bir dolu AİHM kararı var. Bu dosyalarla ilgili en ufak bir soruşturma yapılmamış, cezasızlık egemen oldu.
Bu yalnızca bir örnek. 
Türkiye, tutuklamalarla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki kişi güvenliğini ihlal ettiği gerekçesiyle de birçok başvuruda mahkûm oldu. İktidar ancak halka başka bir hikâye anlatarak iktidarda kalabilir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum parlak bir durum değildir. ‘OHAL sona erdi’ diyorlar. OHAL fiilen devam ediyor, OHAL’in bütün keyfiliği devam ediyor. OHAL sürekli bir hal almıştır. Türkiye şu an Cumhurbaşkanı kararnameleri ile yönetiliyor. Hesap verebilirlik yok çünkü bir hükümet yok ortada. Hesap sorulmasını engelleyen bir sistem var.” 

Eski İstanbul Barosu Başkanı
 Turgut Kazan: 
“Şu andaki yargı Fethullahçı yargıdan
 daha kötü. Bunu onları aklamak için söylemiyorum. Fethullahçı yargı sahte de olsa delil uyduruyordu. Şimdi delil de yok. Örneğin Osman Kavala’nın avukatı olsam ne yapacağım? Buna cevap yoksa Avrupa Birliği konusunda konuşmaya da hakları yok. 
‘Yargı vardır’ diyenlere söylüyorum bunu: Üç tane Man Adası davası açıldı. Bir gecede 3’ünün de yargıcını değiştirdiler. Bunu kime anlatacaksın? Yargının FETÖ’den kurtulduğunu, bağımsız olduğunu söylüyor Volkan Bozkır. 10 aydır Kavala hakkında iddianame hazırlanmadığını görmüyor mu?”
***
Sonuç olarak bağımsızlığını yitirerek hastalanan yargı, insanların da hasta olmasını engelleyemiyor: 
DİREN BAĞIMSIZ YARGI… 
DİREN DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI!

Erdal ATABEK : Meydanların İktidarı…


Dr. Erdal ATABEK

erdal atabek

Meydanların İktidarı…

Meydanlar her zaman iktidarlara karşıttır.
Yandaşlar meydanlara doluşup bağırışmaz. Onlar destekledikleri iktidarın nimetlerini bölüşmekle uğraşırlar. Ama iktidarın karşıtları, kendileri gibi olan, kendilerinden olanların toplaştığı meydanlarda seslerini duyurmaya çalışırlar.

Fransa’da Concord Meydanı.
Çin’de Tiananmen Meydanı.
Mısır’da Tahrir Meydanı.

Adnan Menderes Beyazıt Meydanı ile çok uğraşmıştı. Bozmaya çalıştı, olmadı.
Oradan başlayan kitle gösterileri de kendisinin sonu oldu.

Taksim Meydanı, Türkiye’nin kültür ve politika tarihidir.
Ortasındaki Cumhuriyet Anıtı, Ata’ya başvurma noktasıdır. Şimdi onarım bahanesiyle kapatılan Atatürk Kültür Merkezi, herkesin bir etkinlikle katıldığı yerdir. Çevresi yüksek yapılarla dolmuş da olsa Gezi Parkı, meydandan başlayan İstiklal Caddesi, aşağıya doğru inen ünlü mağazaları, lokantaları, birahaneleri ile özel bir anlamı vardır.
Çiçek Pasajı her zaman ilgi çeken bir buluşma mekânıdır. Daha sonra “Cumartesi Anneleri” de bu caddede toplanacak, kayıplarını herkese hatırlatacaklardır.

Taksim Meydanı’ndan bu iktidar hiç hoşlanmadı. Taksim’e cami yaparak duruşunu değiştirmek istediler. Hâlâ da bu proje gündemdedir. Gezi Parkı’nı kaldırıp
Taksim kışlası bahanesiyle alışveriş merkezi yapmanın peşindeler.

Camilerle AVM’lerin birlikte duruşu da ilginçtir ve İslamın kapitalizmle nasıl uyuştuğuna
işaret etmektedir. İbadet ile ticaret hangi din felsefesi ile açıklanıyor, bilmiyorum. İslamın sadeliği ile günümüzün lüks içindeki dindarları aslında bağdaşmıyorlar,
ama hiç de yadırganır görünmüyor.

Siyasal iktidarlar zayıfladıkları ölçüde ‘meydan muhalefeti’nden korkmaya başlarlar.
Bu korku da onları meydanları kapatmaya götürür. Silivri’de duruşmayı izlemeye gelen, tutuklularla dayanışma göstermek isteyen kitlelere yapılan zulme varan şiddet gösterilerinin nedeni de bu korkudur.

1 Mayıs 2013’te Taksim Meydanı’nda yaşananların nedeni de budur.
İktidar, meydan muhalefetinden korkmaktadır.

Zayıflayan siyasal iktidar, toplumu kapalı salonlara, gireni çıkanı belli mekânlara sokmaya çalışır. Meydanlara çıkıp da muhalif olduğunu haykıran kalabalıkların toplumu etkilemesinden korkar.

Bu korku da iktidarı şiddet göstermeye yöneltir. Öfke-şiddet-saldırı zinciri elbette kendi
karşıt tepkisine yol açar.

Peki, iktidar zayıflamış mıdır? Yaptırılan anketler oy oranında düşme olduğunu göstermiyor.

Buna karşın iktidarın zayıfladığını nerden çıkarıyoruz?
Evet, iktidar zayıflamıştır ve zayıflama sürmektedir. Çünkü artık herkes, AKP’ye
oy veren yandaşları da, Türkiye’nin bu iktidarla bölünmeye götürüldüğünü, bunu da Amerika’nın “BOP Projesi” gereğince yapıldığını görüyor. Ordu’nun başında görev yapmış generaller “terörist” suçlaması ile hapislerde tutulurken
Abdullah Öcalan’ın “İmralı” kod adıyla gizlenerek
“müzakere edilen devlet adamı” kabul edildiğini görüyor.

Bunları AKP’liler de görüyor. “Akan kanlar dursun”, “Anneler ağlamasın” gibi herkesin
kabul edeceği sloganların arkasında nelerin yapılmakta olduğunu herkes görüyor.
Tek sesi çıkmayan “izlemeye devam eden pasif CHP’ye karşın” toplum olan bitenin farkında.

Meydanların iktidarı sandıklara akıp sonucu değiştirmeden elbette iktidar değişmez,
ama bu işler de böyle gitmez. Sandıkların sonucu da hiç beklenmedik zamanda değişecektir.

Türkiye, ne yapılsa Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden ayrılmayacaktır.

  • Mustafa Kemal Atatürk yenilmeyecektir…

(Cumhuriyet, 06.05.2013)