Etiket arşivi: Aydınlar Dilekçesi’

Emre Kongar “Diktatöre milli irade ve anayasa dersleri” ve çağrışımlarımız..

Diktatöre milli irade ve anayasa dersleri

Prof. Emre Kongar

Bütün diktatörler baskı rejimlerini sözde “Millî İrade” kavramına dayarlar!
Unutmayalım, Sovyetler Birliği çökmeden önce Komünist Parti, güya serbest seçimlerde,
daima %90’dan çokoy alırdı.
***
Türkiye “Millî İrade” kavramı ile, İsmet İnönü sayesinde, ülke Çok Partili Rejim’e geçtiğinde tanıştı.
Demokrat Parti, “Millî İrade” sayesinde iktidara geldi; ama ne yazık ki,
Demokrasi’yi hazmedemedi…

Demokratik bir rejimde, bir iktidarın, başta ifade, muhalefet ve basın özgürlükleri olmak kaydıyla, bütün temel hak ve özgürlüklere uygun davranması gerektiğini kulak arkası etti:
Demokrat Parti ve onun çizgisini izleyen sağ iktidarlar hiçbir zaman kendileri gibi düşünmeyenlerin temel hak ve özgürlüklerine inanmadılar;
demokrasiyi yalnızca kendileri için istediler:

Seçilmiş olmayı, her istediklerini yapabilmek, özellikle de ifade, muhalefet ve
basın özgürlüklerini sınırlamak ve kısıtlamak için yeterli saydılar ve sürekli olarak
Demokrasiyi yozlaştırdılar.

Sağ iktidarların bu eksiği, 1961 Anayasası’nın getirdiği kuvvetler ayrımı, yargı bağımsızlığı ve Anayasa Mahkemesi gibi güvencelerle giderilmek istendi ise de, yine sağ iktidarlar ve
1961 Anayasası’nı beğenmeyen askerlerin ittifakı ile bu Anayasa, 1971’de hacamat edildi
(AS: 35 maddesi değiştirildi “..bu Anayasa bol geldi..” anlamında sözler ettiği için..)
80’de ise tümüyle devreden çıkarıldı.
***
1980 darbesi bir kâbus gibi ülkenin üzerine çöktüğünde, Aziz Nesin’in öncülük ettiği bir grup aydın, sonradan “Aydınlar Dilekçesi” adı ile anılacak bir metin hazırladı ve
bunu dönemin “Seçilmiş Diktatörü” Kenan Evren’e verdi.

Evrensel değerlere göre hazırlandığı için her zaman geçerliliğini koruyan ve koruyacak olan
bu metin, özellikle bugünlerde yeniden gündeme getirilmeyi hak ediyor.

Bakın sağ iktidarlar tarafından saptırılan “Millî İrade” kavramını nasıl tanımlamışız bu metinde:

  • “Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder.
    Kimsenin siyasal kanı ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın
    dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür.

    Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavra bağlıdır.
    Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır.
    Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel hakları yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz.
    Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini
    güvence altına almaktır.

    Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir.
    Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken Anayasa,
    demokrasinin engeli olur.
    ***
    Bu “Millî İrade” ve “Anayasa” anlayışı, yalnızca bugüne değil, yeni anayasa dayatmaları bağlamında, yarına da ışık tutmaktadır!

=============================================

Evet dostlar,

Prof. Emre Kongar üstadımız, Kürsüde ders verircesine ya da bir bilimsel metin (Kitap, makale) yazarcasına demokrasi ve özgürlükler kuramı ile diktatörlük bağlamını çok özlüce ve
ustaca işlemiş.

Dileyelim, Türkiye’de de yazının muhatapları gerekli iletiyi alsınlar..

Tayyip bey, gündemden düşmek istemiyor.. Ne pahasına olursa olsun gündemi elinde tutmak ve kendi belirlemek istiyor. 37 yurttaşımızın yaşamına mal olan (ayrıca 100+ yaralı!) korkunç olaydan ve istifayı gerektiren çok ağır sorumluluktan da sıyrılıyorlar “hamdolsun“. (!).

Hemen ardından “terör” tanımını genişletmeyi gündeme getirdi.. Vahşettir bu öneri!
Türk Ceza Yasasında ve Terörle Mücadele Yasasında yer alan tanımların neresi yetersiz??
Bu yasalarla TSK’nın emekli Genelkurmay Başkanı, muvazzaf orgeneralleri bile
“terörist” yaftası ile hapishanelere tıkılmadı mı??

Ağzını açan, “terör örgütüne destek – terörü teşvik” suçlaması ile hapse atılmıyor mu??
Son olarak İstanbul’dan 3 akademisyen, Tayyip beyin hedef gösteren konuşmasının ardından tutuklanmadı mı?? Nerede kaldı ifade özgürlüğü?? Bu 3 akademisyenin görüşlerini
kesinlikle paylaşmıyoruz ancak, yaklaşık 250 yıl önce kadim Voltaire‘nin vurguladığı üzere;

– Görüşlerinizi paylaşmıyorum ama onları dile getirme özgürlüğünüz – hakkınız uğruna
canımı bile verebilirim..

İşte Fransa’yı Fransa yapan, Büyük 1789 Devrimini hazırlayan bu özgürlükçü kavrayıştır.

Bu 3 yurttaşımız, serbest bırakılmalı ve eğer yargılanmayı gerektiren bir durum varsa tutuksuz yargılanmalıdırlar. Demokrasi, en aykırı görüşlere bile tahammül göstermeyi ve özgürce
ifade edilmelerini güvencelemeyi gerektirir.
Tayyip bey, bilinçaltındaki baskıcı özlemeleri gemleyememekte, dışavurmaktadır.

Ayrıca, 24 Temmuz’dan bu yana TSK ve polisin PKK’ya karşı verdiği yurtsever, özverili ve
çok başarılı savaşımın (mücadelenin) 300’ü aşan şehidini de istismar ederek “muazzam bir başarıdan” söz etmek ve kalkıp bu başarıyı ancak Kurtuluş Savaşı veya Çanakkale Zaferi ile karşılaştırılabilir ilan ederek kendine pay çıkarmak, akıllara seza bir faciadır. Erdoğan,
öyle anlaşılıyor ki, son zamanlardaki çok olumsuz gelişmelerden ciddi travma almıştır ve zedelenen egosunu onarma gereksinimlidir.
PKK’ya AÇILIM İHANETİ ile göz yummak değil midir bu PKK kalkışmasının ve bunca şehidin ve yıkımın??
Uydu politikalarla Suriye’de iç savaşa körüklemek değil midir turizm ve Rusya’ya dışsatımda, ortadoğuyla (komşularla) ticarette çöküşün nedeni ve
Suruç – Reyhanlı – Sultanahmet ve 3 kez Başkentteki katliamların nedeni??
Bunların sorunluları, ne yaparlarsa yapsınlar yargıda hesabını vereceklerdir;
büyük panik ve telaş bundandır ama boşunadır.. Hesap mutlaka görülecektir..

Bu çok ağır suçun yasal ve politik hesabını vermek gerekirken bir de olağanüstü pişkinlikle muazzam başarı edebiyatı ile halkı yönlendirmeye çalışmak, ancak kendine özgü AKP –
R.T. Erdoğan mantığı ve kişiliği ile olanaklı olsa gerektir!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nun,

  • Terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık yapan asıl sizsiniz!
    içerikli haykırışları, tarihe gerekli notu düşmüştür..
    *****
    Tayyip bey, Azerbaycan heyetiyle görüşmede “fiilen Başkan” gibidir. Başbakan ortada yoktur. Varılan anlaşmaları teknik düzeyde ayrıntılarıyla açıklayan ve Bakanlarla imzalayan,
    12. CB Erdoğandır.. Başbakan’ın yetki gaspı artarak ve yerleştirilerek sürdürülmektedir. Anayasada olmayan yetkileri sorumsuz Cumhurbaşkanı fiilen (de facto) kullanmakta ve
    Güçler Ayrılığına dayalı parlamanter rejimi bilerek ve isteyerek başkalaştırmaktadır.
    Bu açıkça Anayasayı çiğneme (ihlal) suçudur. Çünkü hiç kimse kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz!
  • “..Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” 
    (Anayasa md. 6/son)Göz yuman ve suça katılanlar da birlikte sorumludurlar… Başta Başbakan ve ilgili Bakanlar..
    *****
    Erdoğan, şu üniversite diplomasını, eğer varsa, neden göğsünü gere gere ortaya koymuyor??
    Marmara Üniversitesi neden “kişisel veridir” diye kamuoyunu yakından ilgilendiren bu soruyu yanıtlamaktan kaçıyor?? Çok mu baskı altında?
    YSK neden resmen sormuyor ve gereğini yapmıyor??
    TBMM, Yargıtay C. Başsavcılığı, birkaç yiğit savcı, Türkiye Barolar Birliği,
    muhalefet partileri??Sular giderek ısınıyor ve AKP – RTE kaçınılmaz sona sürükleniyor..

    Kulaklarımızda Ludwig van Beethoven’in ünlü 5. Senfonisinin perküsyonları uğulduyor..

Sevgi ve saygı ile.
18 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Turgut Kazan: Aydınlar Dilekçesi’nden yargılanırken böyle linç edilmedik

 

Turgut Kazan: Aydınlar Dilekçesi’nden yargılanırken böyle linç edilmedik

Turgut Kazan: Aydınlar Dilekçesi'nden yargılanırken böyle linç edilmedik

http://www.radikal.com.tr/turkiye/turgut-kazan-aydinlar-dilekcesinden-yargilanirken-boyle-linc-edilmedik-1498560/15/01/2016 13:24

1984’teki ‘Aydınlar Dilekçesi’ne imza verdiği için o dönem kovuşturmaya uğrayan
İstanbul Barosu eski Başkanı Av. Turgut Kazan, o günün koşullarıyla, bildiri imzaladıkları için soruşturmaya uğrayıp gözaltına alınan akademisyenlerin bugünlerde başlarına gelenleri karşılaştırdı:
“O dönem ne gözaltı oldu, ne odamız arandı…”

Haber: İSMAİL SAYMAZ – ismail.saymaz@radikal.com.tr / Arşivi

RADİKAL – Türkiye’de 1984 yılında 12 Eylül dönemindeki insan hakları ihlallerine karşı
yazar Aziz Nesin’in öncülüğünde verilen “Aydınlar Dilekçesi”ne imza koyduğu için yargılanan ve beraat eden eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, o gün yaşadıkları ile bugün 1128 akademisyenin yayınladıkları bildiri nedeniyle oluşan iklimi karşılaştırdı.
Kazan şunları söyledi:
“Bir kere biz sanıklar olarak hiç bu kadar telaşa kapılmamıştık. Ama bugün bu bildiriyi imzalayanların inanılmaz bir panikle bizi aradığını görüyorum. Bakın, o günlerde Kenan Evren bize idam cezası bile verdirebileceğini düşünmüştü. Çünkü sıkıyönetim savcısından brifing almıştı. Fakat böyle bir linç ortamı yaratılmamıştı –ki zaten yaratılamazdı. Çünkü linç ortamında insanlar linç edilir. O günlerde Başbakan Turgut Özal bile ‘Bu ülkede insanlar dilekçe verebiliyorsa ve bu haber olabiliyorsa bu ülkede demokrasi var demektir.’ diye açıklama yapmıştı. Bakın, o günlerde bugünkü gibi işe yeraltı dünyası karışmamıştı. Türkiye Barolar Birliği Başkanı da yargılama sırasında bizim avukatlığımızı üstlenmişti.
Ne evimizden gözaltına alındık, ne evimizde, büromuzda arama yapıldı. Savcı bile telefon etti, ifadeye çağırdı. 
Zaten ifade de, gırgır gibi bir şeydi, muhabbet eder gibi ifade vermiştik. Yargılama sırasında da başımıza bir iş gelmedi. Çünkü yargılama gösteri gibiydi, demokrasi gösterisiydi ve beraatla sonuçlandı.”

“Peki, 32 yıl sonra bugün neden böyle oldu?” sorusuna karşılık Kazan,
Türk Ceza Kanunu’ndaki “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasını düzenleyen 299. maddeyi hatırlatarak, “Onu söylersem 299 olur..” dedi.

“Benzerliklerden biri de şudur: O dönemde Aydınlar Dilekçesi‘nde hiç muhafazakar ve mukaddesatçı imza yoktur. Onlar imza vermiyordu. Çünkü bunu komünist işi sayıyorlardı.
Bize bir Kenan Evren, bir de onlar karşı çıkıyorlardı. Dilekçe önce ve sonrasında ‘Komünistler ortalığı karıştırmak istiyor’ diye yazıyorlardı. Dikkat edin, bugün de aynı tepkileri veriyorlar.”

======================================

Ne diyelim Dostlar,

Birşeyler söylersek TCK 299’a girer mi? Cumhurbaşkanına hakaret etmiş olur muyuz ?
Ya da 1128 akademisyene dahil mi ediliriz??

Hayır hayır.. ürküye (paniğe) gerek yok..
Türkiye, yaşadığı tüm ağır sıkıntılara karşın serinkanlılığını korumalı, koruyabilmeli.
Türkiye çok deneyimli bir devlet elbette. Bu sorunlarını da dengeli politikalar ve uygulamalarla aşacak, aşmalı.

Daha somutu, HUKUK DEVLETİNİN VAZGEÇİLMEZ GEREKLERİDİR..
Akademisyenler toplumun öncü kesimleridir.
Okur, yazar, düşünür ve paylaşırlar..
Anayasada da bu bağlamda özel hüküm vardır :

Anayasa md. 130/4             :

“Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler.

Ancak, bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü
ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez
.”

Anayasa ilgili maddede önce özgürlük alanını tanımlamakta, hemen ardındn da “ancak” diye başlayarak temel kısıtını net biçimde koynaktadır.
*****

Türkiye, Doğu ve Güneydoğu’da son derece ciddi bir meşru savunma içindedir.
Bu savunma yer yer, etnik bölücü terör örgütü PKK saflarında yabancı kökenli hainlere
karşı da verilmektedir! Yitirilen canlarımzın sayıca haddi var hesabı yok! Her gün birkaç güvenlik gücü şehidi, sivil yurttaşlardan can yitikleri, gaziler veriyoruz.. Yöredeki çok sayıda masum insan, etnik bölücü Batı maşası örgütün vahşi baskısı ile Devletin meşru savunma yapan güçlerine karşı insanlık dışı biçimde kullanılmaya çalışılıyor..

Doğrudan polis karakollarına, jandarma – asker kışlalarına ağır silahlarla, roket atarlarla saldırı ne anlama gelmektedir? Dahası, polis lojmanlarını doğrudan hedef alarak masum sivil ve çocukları öldürmek ne demektir??

Oysa Uluslararası Cenevre Sözleşmelerinde savaş hukukunun temel kuralları tanımlanmıştır.

35 yıldır her bakımdan kapsamlı Batı destekli etnik bölücü örgüt, bu meydan okuma cesaretini neden bulmaktadır? Neden uluslararsı toplum, örneğin PKK’nın bu yöre halkına karşın, onların desteklemediği kalkışmasını gayrı meşru terör eylemi ve insanlığa karşı suç olarak ilan etmemekte, tersine desteğini sürdürmnektesdir? Neden ABD hala PKK – PYD için Suriye’de “kara gücümüz” demektedir? Neden Kandil’e kara harekatımızı engellemektedir?

BM-GK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) neden girişim içinde değil??
Sahi Türkiye, bu bağlamlarda ne denli atak dış politika izliyor??

Bir tesellimiz var ki, AİHM, Güneydoğuda sokağa çıkma yasağı hakkında tedbir konulması istemini (HDP eşbakanı tarafından) sanırız 5. kez reddetmiş ve Türkiye Devletinin güvenlik güçlerinin gereken tüm özeni göstereceğine ilişkin güven duyduğunu belirtmiştir.
Eh onu da yapmasaydı bari AİHM!..
(Bilindiği gibi Anayasa mahkemesi de sokağa çıkma yasağına tedbir istemini reddetmişti.. HDP’den bireysel başvuru sonrası AİHM’ne gidildi yeniden..)

*****

Türkiye’de, son verilerle yüz bine çok yakın sayıda Üniveriste öğretim elemanı vardır.
(900 bin de lise ve öncesinde öğretmenimiz var.. 1 milyonluk devasa bir ordu!)
Söz konusu bildiriye imza koyanlar 1128 kişiddir ve toplamın % 1’i kadardır (100 dolayında imzacı yurt dışından..). Endişe ve panik tepkisi vererek mağdur yaratmak, mağduriyet psikolojisi iklimi doğurmak ve hukuk devleti – demokratik toplum sınırlarını zorlamak Türkiye’nin yararına değil zararına olur.
Suçluların telaşı mıdır.. diye hiç haketmediğmiz sorularla karşılaşabiliriz.

Türkiye, asla linç baskısı – yargısız infaz gibi girişimler içinde olmaksızın özgüvenini korumalı ve söylenenleri ifade özgürlüğü içinde görmelidir. Biz bu bildiriye içerik olarak katılmadığımızı daha önce de bu sitede yazdık. Ancak, aklımıza Volatiré‘in çok önemli bir sözü geliyor :

  • Düşüncelerinizi paylaşmıyorum ancak onları ifade edebilmeniz için canımı bile verebilirim..
    Linç iklimi; ülkemizi daha da germek, ek mağdurlar kümesi yaratmak ve AİHM’de yeni davalar – olasılıkla aleyhte kararlar.. dışında bir kazanım sağlamayacaktır kanısındayız.Lütfen teenni, itidal ve sükunet…
    Yargıyı yönlendirmek – baskı altına almaya kalkışmak asla…
    YÖK’ü ve soruşturma yarışına giren üniversiteleri görmek çok üzüntü verici..RTE’nin söylemlerini ivedilikle yumuşatması gerek..
    Hiç kimseyi aşağılamak ve hakaret etkek hakkı asla yoktur!
    Topluma kötü örnek oluyor, balık baştan… örneği gibi..

    Bunca sert ve hakaret dolu ifade ve beden öfke saçan diliye ile birilerini hedef göstermek,
    bir devlet başkanına yaraşır eylemler değildir.
    Bu insanların can ve mal güvenliğinden de Devlet sorumludur.

    Sonra, birilerinin aklına “suçluluk psikoloji mi acaba?” diye “sakıncalı” sorular da takılabilir! Bölgede bunca silah biriktirimi, yerleşme, yapılaşma, değişim – dönüşüm, güvenlik güçlerini iğdişleştirme, kırda- kentte alan egemenliğini bölücü örgüte bırakma, örtük – açık vaatler …. yıllardır adına “ÇÖZÜM SÜRECİ” denen gerçekte ihanet sürecinin ürünü
    değil mi?

    Baştan sona hatalı – dış güdümlü Suriye’ye düşmanlık politikasının ürünü değil mi
    IŞİD katliamları?
    Masum insanlar, canlı bombalarla bir kezinde onlarcası kırımlara kurban gidiyor..
    Hem de kaç kez??!
    Sorumlusu kim??
    Üstelik bu facialarda cankurtarandan (ambulanstan) önce yayın yasağı getirilirken!?
    Gazeteciler uydurma suçlamalarla hapislere atılırken..
    Haber yapma, yayın yapma,  görüş açıklama… ama devlet başkanı ağzına geleni öfkeyle söylesin, herkesi aşağılasın, hakaret etsin, halkın gözünde küçük düşürüp – dışlatsın..
    Hatta hedef göstersin!

    Olacak şey midir??

    Sevgi ve saygı ile.
    16 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i anıyor


Dostlar,

“Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor”
toplantısına katıldık önceki gün..
Birkaç gün gecikti isek de bu programı paylaşmak istiyoruz.

Çünkü o devrimci Avukat Halit Çelenk 3 yıl önce bu gün toprağa verilmişti.
5 Mayıs 2011 günü aramızdan ayrılmış, Deniz – Yusuf – Hüseyin‘in idam yıldönümleri olan 6 Mayıs günü (1972) yaklaşırken yüreciği daha çok dayanamamış ve yaşamdan ayrılmıştı. O devrim şehitleri gibi aynı gün, -ama 39 yıl sonra- toprağa verilmişti.

Bu gün O’nu ve 3 Fidan’ı gömütleri (mezarları) başında anacağız..

Şükran ve minnetimizi dile getireceğiz.

Bir kez daha yetkililerden bu “3 Fidan” ın yasa ile saygınlıklarının geriverimini (iadesini) diliyor ve uygun yerlere yontularının dikilmesini istiyoruz.

Menderes – Polatkan – Zorlu‘ya yapıldığı gibi..

Bu 3’lünün yargılanma sürecinde baskı altına alınan Yassıada Ağır Ceza Mahkemesi‘nde usul hukukuna uygun davranılmadığı bir gerçek olmakla birlikte, eylemlerinin Türkiye’ye ihanet sınırına dayandığı hatta aştığı su götürmez bir gerçektir.
(Bkz. 27 Mayıs 1960 Devrimi 53 Yaşında! http://ahmetsaltik.net/2013/05/27/27-mayis-1961-devrimi-52-yasinda/)

Oysa “3 Fidan” hiç cana kıymamışlardı.. Eylemleri o zamanki TCK (Türk Ceza Kanunu) 146. md. kapsamında değildi. 12 Mart faşizminin gölgesindeki TBMM ne yazık ki bu 3 idamı onayladı.. Hem de “3’e 3 – kana kan – cana can – intikaaam” ilkel çığlıkları içinde.. 

Bu yaranın sarılmasının zamanı artık gelmiş ve geçmiştir.

6 Mayıs1972’nin üzerinden 42 yıl geçmiştir..

Ülkemizin bu tür barışçı girişimlere çok gerekli bir son derece gergin iklim içinde olduğumuz biliniyor..

Haydi, gerekli adımları atalım..

Gelecek 6 Mayıs’tan önce toplumsal vicdanı derinden yaralayan, adalet duygusunu yıkıma uğratan, güvensizlik doğuran…… olumsuz tabloyu onaralım..

TBMM‘de ortak önerge versin partiler..
Çok kısa sürede çözelim ve
Sosyal Psikolojik bakımdan ciddi “travma sonrası stres bozukluğu” (PTSD) nedeni olan bu olumsuz tarihsel sayfaları çooook uzun yıllar sonra kin – nefret – şiddetten arınarak sevgi – barış – uzlaşma iklimiyle sarıp onaralım..

Bu çağrı bizden..

Devrim şehitleri “3 Fidan” ın, yılmaz ve bilge savunman Av. Halit Çelenk’in sevgin (aziz) anıları önünde saygı ile eğiliyoruz..

Ve emekleri için, Deniz- Yusuf – Hüseyin’e annelik yaptığı için… “Şekibe anne” yi
saygı ve esenlik dilekleri ile selamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2014, Ankara

 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i anıyor

anma_fotosu
Adalet İçin Hukukçular,

5 Mayıs 2011’de aramızdan ayrılan devrimci avukat Halit Çelenk‘i anmak için Ankara’da bir etkinlik düzenleyecek. Etkinliğin konuşmacıları Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Ali Murat Özdemir ve Av. Özlem Şen Abay olacak.

Adalet İçin Hukukçular’ın, Çelenk için planladığı etkinliğin çağrı metni şöyle;

Halit Çelenk’i Anıyoruz

Basına ve kamuoyuna,

Eşit ve özgür bir ülke için Türkiye İşçi Partisi’nde mücadele vermiş

Deniz (Gezmiş),
– Yusuf (Aslan),
– Hüseyin (İnan)

ile birçok devrimcinin savunmanlığını yapmış, Çağdaş Hukukçular Derneği kuruculardan olup derneğin Genel Başkanlık görevini de üstlenmiş, 1980 darbesinin karanlık günlerinde insanlara umut veren Aydınlar Dilekçesi’ni kaleme alanlardan
avukat Halit Çelenk, 5 Mayıs 2011 tarihinde aramızdan ayrıldı.

Başta Deniz Gezmiş Davası olmak üzere birçok politik davada devrimcilerin avukatlığını yapmış olan Halit Çelenk’in 3. ölüm yıldönümü,
Adalet İçin Hukukçular tarafından yapılacak bir etkinlikle anılacak.

Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i anmanın en iyi yolunun,
Türkiye’de verilen eşitlik ve özgürlük mücadelesinde hukukçuların
saflarını sıklaştırmak ve adalet mücadelesini yükseltmek olduğunun bilinciyle, düzenleyecekleri anmada “Hukuksuz Demokrasi”yi masaya yatıracak.

Konuşmacılar

– Prof. Dr. Korkut Boratav,
– Prof Dr. Ali Murat Özdemir ve
– Av. Özlem Şen Abay

tarafından, sırasıyla

– “Hukuksuz Demokrasi”,
– “Anayasal Sistemde Yapısal Dönüşüm” ile ”
– AKP Davaları ve Hukuksuzluk”

başlıklı bildirilerin sunulacağı toplantı, 3 Mayıs Cumartesi günü, saat 16.30’da başlayarak Ankara Barosu Sıhhiye Binası, ABEM Konferans Salonu’nda izlenebilir.

Etkinliğimizde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.

Saygılarımızla,

Adalet İçin Hukukçular

10272478_561988400581529_4935090322078244278_o.jpg

ARŞİVİMİZDEN : Eğitim Ama Ne İçin?

Dostlar,

Dr. Erdal Atabek bizim meslek büyüyüğümüzdür.
Kendlsini İstanbul Tıp Fakültesi‘ndeki öğrencilik yıllarımızdan (1973-77) tanırız.
Cağaloğlu’ndaki Türk Tabipleri Birliği (TTB) binasında (12 Eylül 1980 öncesinde
TTB merkezi İstanbul’da idi) son derece öğretici ve ufuk açıcı konferanslarını dinlerdik.

Anlattıklarıyla bizi soru sormaya ve düşünmeye yönlendirirdi.
Bilgi aktarma hedefli değilidi. Hele empozisyon.. hiç..

Erdal bey 16 yıl TTB Merkez Konseyi Başkanlığı yaptı.
İstanbul’da SSK Hastanesinde İç Hastalıkları Uzmanı idi.

12 Eylül’de TTB de kapatıldı pek çok sendika, dernek, meslre kuruluşu ve siyasal parti gibi (CHP de dahil!)..

Aydınlar Dilekçesi’ne imza koydu değerli Atabek..

Yargılandı, 3,5 yıla yakın hapis yattı ve aklandı..

Cezaevi anılarını “mutlaka okunası” İNSAN SICAĞI adlı kitapta topladı..
(İşkence gören bir kurbanın kendi göğsünde saatlerce baygın uyuması..
öyküsü iç kanatıcıdır..)

Birbirinden değerli kitaplar yazdı, yazıyor..

Son yıllarda eğitim konuları ve aile danışmanlığına yoğunlaştı.

Cumhuriyet’te yazmaya başlaması ayrı bir keyif ve kazanç oldu.

Dr. Atabek, 85 yaşlarında..

Ne güzel.. hala üretiyor ve öğretiyor..

(Çok yılar önce evinde içtiğimiz kahvenin tadı hala belleğimizde..
Korkarız sevimli kedisi yaşama veda etmiştir ??)

Arşivimizden aşağıdaki yazısını paylaşmayı yararlı bulduk..

İyi okumalar.. sindirerek ve gereğini yapmak üzere..

Sevgi ve saygı ile.
22.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

Dr. Erdal ATABEK

portresi

Eğitim Ama Ne İçin?

Eğitim artık kendi başına bir değer.
Eğitimli insan. Eğitimli akıl. Eğitimli toplum.

Ama eğitim ne içindir?
“Elbette insan için” yanıtı doğru mudur? Hayır.
Eğitim gerçekten insan için olsaydı, insanın kişiliğini geliştirmeyi hedeflerdi, insanı yetenekleriyle buluşturmayı amaçlardı. Eğitimin hedefleri arasında bunlar yoktur.
Eğitim, insanı mutlu etmek için de değildir. Öyleyse, eğitim ne içindir?
Sorulması gereken odak soru bu.

Günümüzün dayatılan eğitimi, insanı büyük bir sistemin işe yarar çarklarından biri yapmak içindir. Bu büyük sistem, kapitalist küreselleşmenin piyasasıdır.
Bu sistemin içinde yer alması amaçlanan insan, artık kendisi değildir.
Kararlar kendisi dışında verilmektedir. Seçimler kendi seçimleri değildir.
Mesleği bile kendi seçimi değildir. Piyasa güçleri neyi istiyorsa o olmak zorundadır.
O piyasa karşısında kendi olma hakkı elinden alınmıştır.
Onun için çalışmakta, onun için yaşamaktadır.
Büyük sistem onun iradesini felç etmektedir.
Dahası, onu “gönüllü köle” yapmakta, bundan ötürü de mutlu olması gerektiğine inandırmaktadır.

O da, kendisine sunulan konfor araçlarıyla ölçtüğü sözde yaşam kalitesiyle
mutlu olduğu yanılsamasını sürdürmektedir. Mutlu olma şansı elinden alınmıştır.
Çünkü, mutlu olmak için önce insan olmak gerekmektedir.
Oysa “o”, artık insan olmaktan soyutlanmış bir “meta” olmuştur.
Kendisi de kapitalist küreselleşmiş sistemin içinde bir “meta” olmuştur.
Alınır, satılır, kiralanır, reyondan reyona gezdirilir bir piyasa malı.
Fiyatı vardır, pazarı vardır, yükseklerde gezdiği zamanlar vardır, ucuzladığı koşullar vardır. Meta…

Sistemin verdiği ödül de 
“başarılı insan” metaforudur.
Sizi “başarılı insan” vitrinine koyarak ödüllendirir.  Sizi ötekilerle kıyaslar, değerinizi biçer ve ilan eder: Başarılı insan. “En başarılı insanlar” listesinde adınız vardır.
Gala gecelerinde sahneye çıkarsınız. Zenginsiniz. Ünlüsünüz. “En”lerden birisiniz. Sistemin en işe yarar çarklarından birisi oldunuz.

Mutluluk? Ne olduğunu düşünmeye bile zamanınız yoktur.

İnsan olmak? Ne demek olduğu bile belli değildir.

Özgürlük? Satın alabilme özgürlüğüdür.

Dayanışma? İşinize yarayacaklardan yararlanma demektir.

Fırsat? Önünüze çıkan her şeydir.

Çıkar? İşinize yarayan her şey.

Sorumluluk? Olabildiğince başkasına yüklenecek şey.
Size sunulan yaşam felsefesi budur.

Reddetmeniz gereken yaşam ideolojisi budur.

  • Aklınızı ambargolardan kurtarmak.

Boş inançların gizli tuzaklarından,
yapay yaşam fetişizminden,
– size dayatılan tüketim çılgınlığından aklınızı kurtarmak.

Duygularınızı insanca yaşamın doğallığına yeniden kavuşturmak.

Sevmeyi yeniden öğrenmek.

Saygıyı yeniden yaşamak.

Dayatılan korkulardan kurtulmak.
İçgüdülerimizi doğru bir yaşamın gücü yapmak.

Yeniden insan olmak.
Artık hep insan kalmak.
İnsan olanlarla buluşmak.

Günümüzün görevi işte budur…

(26 Kasım 2012, Cumhuriyet)