Etiket arşivi: Algan HACALOĞLU

İKTİDARA SORUYORUZ : “2023 HEDEFİ” NEREDE KALDI??


Dostlar
,

CHP eski milletvekillerinden ekonomist Sayın Algan Hacaloğlu, önemli bir derleme yaparak Türkiye Ekonomisinin AKP eliyle ne denli zora sokulduğunu verilerle sergilemiş.
Özene okunması gereken bir makale ve iktidarın yapageldiği gibi yapay gündem oyunlarının peşine takılmak yerine asıl bu sorunların tartışılması gerek. AKP iktidarı da sorunun ne denli ciddi – ağır bir aşamaya sürüklendiğinin ve sürdürülebilirliğinin kalmadığının ayırdında.. O yüzden de karanlıkta (ya da mezarlıkta!) ıslık çalmakta.
Ancak çaresi yok.. Türk insanı ağır ekonomik bunalımı her gün yaşıyor ve bedelini ödüyor. Bir parça gecikse de, sandığa yansıması mutlaka olacak ve 2015 Haziran seçimlerinde etkisi görülecek, AKP iktidarı 13 yıllık sorumsuzluğunun / hovardalığının bedelini mutlaka ödeyecektir. Doğallıkla ülkemiz ve halkımız da.. Çok yazık..

Hiç endişe etmeden masallar uydurdular halka.. 2023’te ilk 10 ekonomi içine girecekti Türkiye.. Dış satımımız (ihracatımız) 500 milyar $’a ulaşacaktı.. Bu hesap bilmez ve halkı aldatmaya dönük politika için biz de bir hesaplama yapmış ve sitemizde yayımlamıştık :

TÜRKİYE 2023’te EN BÜYÜK 10 EKONOMİDEN BİRİ OLABİLİR Mİ?
(http://ahmetsaltik.net/2013/09/19/top-10-biggest-economies-in-the-world-2013/)

Yukarıdaki erişke tıklanarak ulaşılabilecek yazımız oldukça kapsamlı ve somut verilere dayalı matematiksel bir öngörüye dayalı.. Bu yazımızda son soru olarak şunu sormuştuk :

Son soru : Yıllık % 19-20 büyüyen ve bunu 10 yıl boyunca istikrarla sürdüren tek bir ülke dünya iktisat tarihinde var mı? Çin bile % 10’lar dolayında ve azalan marjinal verimlilik / fayda yasası uyarınca bu hızı sürdürmek giderek zorlaşıyor..

Teşekkürler Sn. Hacaloğlu..

Sevgi ve saygıyla.
23.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=========================================================

Bilgilerinize sunarım. Yeni yılda size ve ailenize sağlık, esenlik ve başarılar dilerim. Selam ve saygılarımla. 23.12.14
Algan HACALOĞLU

İKTİDARA SORUYORUZ :
“2023 HEDEFİ” NEREDE KALDI!!!

Algan HACALOĞLU (23 Aralık 2014-İstanbul)

Dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, 28 Ocak 2011’de yaptığı ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında, “Önümüzdeki 12 yıl içinde, Millî Gelirimizi en az 3 kat artırarak, 2023 yılında ‘2 trilyon Dolar’ seviyesine, ‘kişi başına düşen Milli Gelirimizi’ de ‘25.000 $’ düzeyine ulaştırmayı hedefliyoruz.” demişti…

Yani dönemin Başbakanı, eğer AKP iktidarı devam ederse, nüfusun 2023 sonunda 82 milyon olacağı varsayımı ile, Cumhuriyetimizin 100. yılında kişi başına GSMH’nın 25.000 Dolara tırmanarak, yaklaşık olarak bugünkü Yunanistan veya Slovenya yurttaşlarının gelir düzeyine ulaşılacağını vaat etmişti…

Ancak bu vaadi izleyen son dört yılda işler, ne R.T. Erdoğan’ın dediği, ne de Ali Babacan ve kurmaylarının kurguladığı gibi gitti…

2011’de, uygun dış konjonktürün ve ülkeye giren yabancı paranın da (15,9 milyar $) katkısıyla, %8,8 gibi yüksek bir hızla büyüyen Türkiye ekonomisi, izleyen üç yılda ise ortalama olarak ancak %3,2 hızla (2012’de 2,2; 2013’te 4,0; 2014’te 3,3) büyüyerek, beklentileri boşa çıkarttı.

AKP iktidarı tarafından empoze edilmiş olan ekonomimizin “mevcut kuralsız, yolsuzluklara açık, stratejik planlama vizyonundan ve  sürdürülebilir bir makro stratejiden yoksun yapısı” ile, 2023’te 25 bin dolarlık kişi başı gelir düzeyine ulaşmamız kesinlikle olanaklı değildir. Son 7 yıllık performansa bakarsak, bunun olanaklı olduğunu söylemek ancak aşırı hayalperestlik olur.

2023’te 25.000 Dolarlık Kişi Başına GSYİH hedefine ulaşılabilmesi için, Türkiye’nin kişi başına GSYİH’sını cari fiyatlarla her yıl yaklaşık  1.535 $ artırılması gerekiyor.

Oysa ülkemizin Kişi başına GSYİH değerleri, bir önceki yıla göre,
cari fiyatlarla
;

2003’te 1.067 $,
2004’te
1.205 $,
2005’te
1.258 $,
2006’da
564 $,
2007’de
1.654 $,
2008’de
1.196 $,
2009’da (
)1.980 $, (azalma);
2010’da
1.627 $,
2011’de
365 $,
2012’de
53 $,
2013’te
285 $,
2014’te ise kestirilen olarak
300artış gösterdi.

Yani, AKP iktidarının (2003-14) dönemini kapsayan 12 yıllık iktidarı döneminde Kişi Başına Gayri Safi Yurt İçi Hasılası, cari fiyatlarla her yıl ortalama ancak 640 $ arttı. Görülmektedir ki, AKP’nin ekonomi politikaları altında Türkiye, Cumhuriyetin 100. yıldönümüne dek 2015-2023 döneminde) 9 yıl süresince, geçmiş 12 yıllık performansı göstermesi ve “iç/dış ekonomik konjonktürün” benzeri yapıda gelişmesi durumunda, 2023 sonunda ülkemizin Kişi başına GSYİH değeri ancak 17 bin $ olabilecektir.

AKP iktidarının Orta Vadeli Programı‘nın büyüme konusundaki öngörüleri de (2015’te 4,0; 2016’da 5,0; 2017’de 5,0 oranlarında) dikkate alınırsa, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan ile başta Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olmak üzere AKP ekonomi kurmaylarının, 2023 hedeflerinin, ‘AKP iktidarı ve politikalarının sürdürülmesi durumunda’ içi boş bir “balondan” öteye hiçbir anlam taşımayacağı açıkça ortaya çıkmaktadır.

Bu durumun farkında olan “Ekonominin  Eşgüdümcüsü, Başbakan Yard. Ali Babacan”, geçenlerde TBMM Bütçe görüşmelerinde, durumu geçiştirmek, kamuoyunun  aklını çelmek için, AKP iktidarının göstermelik 2023 hedeflerini rafa kaldırarak, “Yüksek gelirli ekonomi olmaya (cari fiyatlarla) 2 bin dolar kaldı, 2015 yılı 2014’e göre daha iyi bir yıl olacak, inşallah birkaç seneye kadar bu farkı da kapatırız.” demiş. Bu durumun, reel fiyatlarla yurttaşlarımızın refahına gerçek katkısının ne olacağından ise hiç söz etmemiş.

Bilindiği gibi, Dünya Bankası’nın 2012 Dünya Kalkınma Raporu’nda; Kişi Başına Yıllık GSYİH’sı, ‘3.976 ile 12.275 $’ arasında olan ülkeler “Üst Orta Gelirli Ekonomiler”, bunun üzerinde olanlar ise “Yüksek Gelirli  Ekonomiler” olarak tanımlanmıştır.

Halen Türkiye (2014 yılı sonunda yaklaşık 11.100 dolarlık kişi başına GSYİH’sı ile); “Çin, Tayland, Malezya, Sırbistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Belarus, Rusya, Brezilya, Arjantin, Meksika, Cezayir, İran, Azerbaycan, Güney Afrika” gibi ülkelerle birlikte
‘Üst Orta Gelirli Ekonomiler’ diliminde yer almaktadır…

Ekonominin aksak topal yürüdüğü çok belirginleşince, Ali Babacan durumu,  30 Eylül 2014’de Wall Street Journal’de yayınlanan  “Türkiye Orta Gelir Tuzağından Nasıl Kurtulacak?” başlıklı yazısı ile kurtarmaya çalıştı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de, sonraki açıklamaları ile O’na eşlik etti…

Son dönemde içeride ve dışarıda iktisatçıların üzerinde görüşlerini sıkça duyurdukları ‘Orta Gelir Tuzağı’; “kişi başına GSYİH’nin belirli bir aşamadan öteye artamaması, orada sıkışıp kalması” anlamına geliyor. Günümüzde bunun ölçütü olarak da, ABD’nin yıllık kişi başına GSYİH değerinin % 20′si, yani yaklaşık “10 bin $” alınıyor.

Bu ölçüte göre Türkiye ekonomisi, 2007’den beri “Orta Gelir Tuzağı” kıskacındadır; Kişi başına GSYİH’sı yaklaşık 10 bin $ düzeyinde patinaj yapmaktadır. Türkiye Kişi Başına GSYİH’sının, ABD’nin Kişi Başına GSYİH’sına oranı (2007’de %19,9; 2008’de % 21,9; 2009’da % 18,8; 2010’da % 21,4; 2011’de % 21,4; 2012’de % 21,0; 2013’te ise % 20,4) olmuştur.

Bunun temel nedenine yönelik genel akılcı kanaat ise, Türkiye’nin;
ucuz emek veya “ileri teknoloji” temelinde ihracata odaklanmış ülkelerle rekabet edememesidir. İstikrar içinde uzun süreli, yüzde 7’ler düzeyinde yüksek bir hızla “ileri teknolojiye dayalı kalkınma hamlesini” gerçekleştirememesidir.

“Orta Gelir Tuzağında” uzun yıllar kalan Çin ve Güney Kore, bu durumdan, “yıllık ortalama %7,0’nin üzerindeki” yüksek büyüme hızı gerçekleştirerek çıktılar… Bunu başarırlarken, Çin ‘ucuz emek’ etmeninden güç aldı, Kore ise ‘bilgi çağı teknolojilerine’ yönelerek rekabet yeteneğini artırdı…. 

Türkiye ekonomisi ise AKP iktidarı altında; son 11 yılda, sabit fiyatlarla, ortalama ancak %4,5 hızla büyüdü. Son 6 yılda yıllık ortalama büyüme hızı %3,7 ile, 2014’de ise % 3,3 ile sınırlı kaldı. “AR-GE, teknolojik yapılanma da, eğitimin niteliğinde, bilgi teknolojilerinden yararlanmada ve yenilikçilikte (inovasyonda) ise, sınıfta kaldı… 

“Orta Gelir Tuzağından” çıkış için uluslararası odaklar tarafından genelde önerilen reçete “yapısal reformların” gerçekleştirilmesi olarak özetlenmekte… Doğru, ancak hangi yapısal reformlar…?

Özellikle bu tür odaklar ile yerel ve uluslararası sermaye kesimleri tarafından, “çıkış” için Türkiye’ye dayatılmak istenen, emek piyasasında sözde yapısal reformlarla ‘daha ucuz emek’ koşullarının gerçekleştirilmesidir. Oysa ülkemizde;

· “İşgücüne Katılım Oranı”, Batılı ülkelerde %70’ler düzeyinde iken, ülkemizde %50’yi aşmamakta… “Kadınların işgücüne katılım oranı” ise, gelişmiş ülkelerde %50’nin üzerinde iken, bizde ancak %30 düzeyinde …

· Çalışanların % 35,7’si “kayıtdışı”, herhangi bir sosyal güvenceden yoksun… Bu oran, Avrupa’nın en yüksek düzeyi…

· Ülke ekonomisinde, çalışanların yaklaşık % 40’nın, kayıt içindekilerin ise yarıya yakının asgari ücretten gösterildiği bir çarpık yapı egemen…

· 15-29 yaş diliminde, çalışmayan, iş aramayan, okumayan, stajda ve askerde olmayan insanların oranı %34,6.. Bu ibretlik konumu ile Türkiye, ILO’nun 40 ülkelik listesinde 1. sırada. Türkiye bu “rezerv emek gücünden” yararlanamamakta…

· Gelir dağılımının bozukluğu, ortalama gelir düzeyinin yetersizliği  ve kurumsal eksiklikler nedenleriyle “Ulusal Tasarruf Oranı” %13,0 gibi
çok düşük düzeyde. O nedenle, yatırımlara yeterince iç kaynak ayrılamıyor… Oysa, bu oranın OECD ülkeleri ortalaması
% 26,0

· 2003-12 arasında, önemli bölümü vurgun niteliğinde, toplam 36,2 Milyar Dolarlık  özelleştirme yapıldığı halde, yeni yatırımlarda bir artış sağlanamadı; “toplam sabit sermaye yatırımlarının” GSYİH içindeki payı %20’nin altında seyretti…

· Sürdürülen dış borçla büyüme modelinin şirketler açısından doğal sonucu “döviz açık pozisyonunun” ve kırılganlığın artması oldu…  2002’de 6,5 milyar $ olan reel sektör döviz açık pozisyonu 2013 sonunda 173,2 milyar $’a dek çıktı.

· “Düşük kur – yüksek faiz” sarmalındaki ekonomimizde son 12 yılın lokomotifi olma işlevini kayıtdışı kent rantları üzerinden beslenen
inşaat ve konut sektörleri oluşturdu; tarım ve sanayi sektörlerinde gelişme ve verimlilik artışı sağlanamadı…

· İmalat sanayisi içinde “yüksek teknoloji sektörlerinin” payı % 2-3 düzeyinde. Gelişmiş ekonomilerde ise bu oran, çift haneli.

Ülkelerin birbirleri ile yoğun rekabet koşulları altında yarıştığı küresel ortamda büyüme hedefleri ve stratejilerinin belirlenmesi büyük önem kazanmıştır. Süreç ve sorunlar, siyasal iktidarların kamuoyunun gözünü boyama veya oyalama taktikleri ile göğüslenemez.

Örneğin AB, uygulamaya koyduğu ‘LİZBON II- Avrupa 2020 Büyüme Stratejisi’ çerçevesinde öngördüğü yapılanma ile sorunlarını aşmaya çalışmaktadır. Bu strateji çerçevesinde, AB ülkelerinin “istihdam, verimlilik ve sosyal gelişme/uyumda” yüksek düzeylere ulaşmaları hedef alınmaktadır. Bu kapsamda, 10 yıl içinde; 20-64 yaş diliminin %75’ine istihdam olanağı yaratılması ile her yıl Araştırma ve Geliştirme (R&D) alanına AB GSMH’sının %3,0’ü düzeyinde yatırım yapılması da hedeflenmektedir.

Bu hedeflere yönelik olarak, AB Komisyonu; 26 Kasım 2014’de, önümüzdeki üç yıl (2015-17 dönemi) için toplam 315 milyar € düzeyinde kaynağı, özellikle, “altyapı, araştırma ve geliştirme ile eğitim” alanlarında
yeni yatırımlar için tahsis etti

Bu anlayışla, bizim de öncelikli hedefimiz;

· “Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi ile çağdaş sosyal hukuk devleti normları, Kopenhag Ölçütleri temelinde, “toplumumuzu, devletimizi, Türkiye’yi her alanda yenilemek olmalıdır.

· Ülkemiz ve toplumumuzun güvenlik içinde “refaha, huzura” ulaşmasını, ülkede “erdemli şeffaf siyaset ve yönetimin” her kademede kurala dönüşmesini,  her alanda çağın paylaşmasını, sağlamak olmalıdır…

· Erkler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının sağlanması,
makro
istikrarın korunması, ekonomi hukukunun çağdaşlaştırılması, yatırım ortamının iyileştirilmesi, finansa erişimin kolaylaştırılması, devlet idaresinin etkinleştirilmesi, bürokratik işlemlerin enaza indirilmesi olmalıdır…

Bu amaçlarla, Cumhuriyetimizin 100. yılına değin;

· Teknolojik yapılanma, yüksek rekabet ve verimlilik ile inovasyona” dayalı etkin bir üretim ortamına, Bilgi Ekonomisine geçilmesine; bu doğrultuda, halen % 1,0 altında olan, “toplam AR-GE harcamalarının GSYiH’ya oranının”, en az %2,0’ye çıkartılmasına,

· Yıllık ortalama “% 7 sürdürülebilir reel hızla” büyüyerek,
Ukusal Gelirimizin, genel refah düzeyimizin, sabit fiyatlarla
on yılda
ikiye
katlanmasına, 

· Sanayimizi, tarımda yeniden yapılanmanın eşliğinde, “sürdürülebilir dengeli büyümenin” lokomotifine dönüştürmeyi; teknolojik düzeyi, verimliliği ve dış rekabet gücü yüksek bir ileri üretim yapısına geçişi, sağlayacak dönüşümün, enerji ve işgücü verimliliğini artıracak atılımların gerçekleştirilmesine,

· “Vergi tabanını genişletip, kaçakları önleyecek, %65 düzeyinde olan dolaylı vergilerin payını AB ülkeleri düzeyine çekecek, ekonomide çok yüksek düzeyde olan kayıt dışılığı azaltacak” adil ve etkin Reformların,
bir an önce devreye sokulmasına,

· Yüksek Öğretimde bilimsel nitelik artışının sağlanmasına, Orta Eğitimde öğretmen niteliğinin ve yaratıcı düşüncenin öne çıkartılmasına,
nitelikli işgücünün eğitilmesine özel önem ve ağırlık verilmesine,

Ekonomi yönetimimiz, siyaset dünyamız ve toplumumuzun bütünüyle odaklanması, yaşamsal öncelik taşımaktadır…

DİLEĞİM: TÜM BU ve ÖBÜR NEDENLERLE AKP İKTİDARI İLK GENEL
SEÇİMLERDE, HALKIN İRADESİ İLE SANDIKTA İKTİDARDAN UZAKLAŞTIRILMALI, SN. CUMHURBAŞKANI R.T. ERDOĞAN’IN “YÜRÜTME, YARGI ve YASAMAYA” YÖNELİK, ANAYASANIN ÇİZDİĞİ SINIRLAR ÖTESİNDEKİ MÜDAHALELERİNE SON VERİLMELİDİR.

Algan HACALOĞLU
(23/Aralık/2014- İstanbul)

ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un değerlendirmesi


ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un değerlendirmesi

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un “OdaTV” de
yer alan değerlendirmesini aynen sizlerle paylaşmakta yarar gördüm.
Selam ve saygılarımla.

Algan HACALOĞLU (22/06/2014)

****

Ekmeleddin İHSANOĞLU‘nun CHP tarafından “çatı aday” olarak gösterilmesi konusundaki itirazımın nedenlerini derli toplu ve son kez sizlerle paylaşmak için
yazma gereğini duydum. Başka kaynaklardan okumak zorunda kalmayın diye.
(Prof. Dr. Süheyl BATUM)

Bunun çok yararı da olacak.

Çünkü 10-15 yıldır alıştığımız “algı yaratma yöntemi ile kandırma” çabaları
yine aynı şekilde başladı.

Farklı gibi görünen aktörler, farklı televizyonlar, farklı gazeteciler, farklı yazarlar,
(üstelik bazıları da sizlerden görünenler) aynı hedefe kilitlendiler; Saçma sapan,
yalan yanlış bir sürü bilgi ve sözüm ona aptalca analizlerle, kafaları karıştırma
ve sizleri ikna (!) etme hedefine.

OYUNUN İÇİNDE OLDUKLARI İÇİN YALAN SÖYLÜYORLAR

SORU 1) “Tek başına CHP’nin adayı nasıl seçim kazanacak?” diye soranlar var.
“Bu nedenle ortak aday çıkarılması neden yanlış olsun?” diyorlar?

Bu soruyu soran iyi niyetliler dışında, çoğunun yanıtı bildiğine,
ama “oyunun içinde oldukları” için yalan söyleme yolunu seçtiklerine eminim.

Çünkü tabii ki ortak aday seçilebilirdi. Hatta seçilmeliydi de.

Ama insaf edin CHP- MHP ve diğer partilerin üzerinde anlaşabilecekleri tek aday

  • siyasal İslamcı, Rabıtacı, siyasal İslam’ın parasal kaynaklarını sağlayan vakıfların yöneticisinden başkası olmaz mıydı? Olamaz mıydı?

Olamazdı diye iddia edenler, bunun nedenini açıkça açıklamadan,
ikna olmamız mümkün değildir.

Hatta daha aday belirlenmeden önce de ileri sürdüm. Neden Mehmet Haberal olmasın? Akademik kariyer ise, akademik kariyer. Dünyaca ün kazanmak ise,
o da var. Uluslararası saygınlık ise, o da var. Her kesimden oy alabilecekse, alır.
Ama sakın bir tek şeyi eksik demesinler; uluslararası oyunun, projenin içinde değil.

Neden Murat Başesgioğlu olamazdı, neden İlhan Kesici olamazdı ?
Neden Sami Selçuk olamazdı?

Bir anlatsınlar görelim, duyalım bakalım !

UĞUR MUMCU’NUN, SONER YALÇIN’IN, YILMAZ ÖZDİL’İN YAZDIKLARI
GERÇEK DIŞI OLSUN

SORU 2) İhsanoğlu’na karşı çıkanlar, O’nu tanımıyormuş, tanıyınca çok seveceklermiş. Bunu ileri sürenler de var.

Bunu da cok ciddi bulmuyorum. Önemli olan sevip, sevmemek değil,
kendimize damat ya da baba aramıyoruz. T.C.’ne cumhurbaşkanı seçiyoruz.

Yeter ki, Uğur Mumcu’nun yazdığı Vakıfların içinde yer aldığı yalan olsun.
Bize onu söylesinler yeter.

Yeter ki Türkiye’de 1980’ler sonrası CIA desteği ve parası ile, Siyasal İslam üzerinden Türkiye’yi teslim alan şeriatçı oluşumlara gerekli finansı sağlayan Vakıfların yöneticisi olduğu yalan olsun.

Yeter ki Uğur Mumcu’nun, Soner Yalçın’ın, Yılmaz Özdil’in ve diğerlerinin tüm yazdıkları gerçek dışı olsun.

Bunlar bize yeter!

Yoksa oyunun bir parçası olarak, hemen bazı gazetelerde verdigi, düzmece Atatürk sevgisi demeçlerine ne gerek var. (zaten zorlama olduğu da, ikna oyunun bir parçası olduğu da çok açık anlaşılıyor, o da ayıp, kişiliğine, akademik kariyerine yazık)

BUNLARIN SAHTEKARLIKLARINI HERKES GÖRDÜ

SORU 3) İhsanoğlu’na karşı çıkanların Baykal’cılar, Ulusalcılar, olduğu,
onlar dışında herkesin memnun olduğu söyleniyor. Bunu yazan, iddia edenler var.

Tabii ki, algı yaratarak kandırma yöntemini uygulayan gazeteci, yazar, sözde aydınlara, siyasetçilere bir şey söylemeye gerek yok.

Türkiye’nin son 15 yılını izleyen herkes, bunların yöntemlerini ve söylediklerini, sahtekarlıklarını gördü. Ünlü (!) anchorman’lerden tutun, CIA ajanı gazetecilere kadar, RTE’nin uçağında gezdirdiği, midesinden bağladığı gazeteci, akademisyen, yazarlardan tutun, bunlara heves eden yeni yetmelere kadar,
bunların ne olduğu belli, açıkta.

Ama bunlara inananlar da olabilir. Tek şey söyleyeyim. Kesinlikle doğru değil.
Bunu söyleyenler, şu anda baskı altında olan milletvekillerine ya da yöneticilere
değil de, örgütlere, seçmenlere yani “aile üyelerine” bir sorsunlar bakalım.

Aldıkları yanıtı sonra konuşuruz.

PROJELERİ BOZULMASIN DİYE CHP’YE ETKİ YAPTILAR

SORU 4) Mansur Yavaş’a neden bir şey söylemediniz diyenler var.

Bu soruyu soranların da, iyi niyetli birkaçı dışında, yanıtı bildiğine ama
“oyunun içinde oldukları” için yalan söyleme yolunu seçtiklerine eminim.

Çünkü hiçbir gün, Cumhurbaşkanı mutlaka CHP milletvekillerinden biri olsun
düşüncesi içinde olmadım. Üstelik bunu açık açık da söyledim.

Hatta Yalova ve Mahmudiye seçimlerinden sonra açıkça yazdım.

Görüntü çok açıktı. Mahmudiye ve Yalova seçimleri çok açık göstermişti ki,
AKP seçmeninden (hele bu dönemde) oy almak çok zordu. Yapılması gereken,
CHP-MHP-DP -İP ve diğer partilerin bir aday üzerinde anlaşması idi.

Bu sayede tekrarlanan Yalova seçiminde de, Mahmudiye’de de,
AKP aynı oyu almasına karşın kazandık. Yapılması gereken yine aynı şeydi.

Ama bunun için birçok aday çıkabilecek iken, aynı RTE çizgisinde olan bir
Siyasal İslamcının gösterilmesi zorunlu muydu? Neden zorunluydu?

Ve açıkça söylüyorum, doğru bir adayda birleşilmesi durumunda başarı şansı da
çok yüksekti.

Zaten inanıyorum ki, “birileri” bu gerçeği gördükleri için, oyun bozulmasın,
her durumda siyasal İslam projesi sekteye uğramasın diye, CHP’ye de etki edip, Sayın İhsanoğlu’nu aday gösterttiler. Hem de dikkat edin MHP’ye bile değil, CHP’ye.

BU SORU YANLIŞ

SORU 5) Yanıtlanması gereken son soru da şu; birileri “Ne var, önemli olan
RTE’ye karşı mücadele etmek, O mu kazansın?” diye soruyorlar.

Bu soru da yanlış. Maalesef inandığını söyleyen dürüst gazeteciler de,
partililer de, Cumhuriyet yanlıları da olabiliyor.

Oysa gerçek şu; Türkiye Cumhuriyeti, özellikle bu bölgede o zamana kadar olmayan, pırıl pırıl parlayan bir model yaratmıştır. “Demokratik, laik, sosyal, bağımsız bir Cumhuriyet” modeli.

Ve yıllarca bazıları, bu modelin karşısına farklı bir model çıkarmaya çalıştılar.

– “Yeşil kuşak” projesinden başlayarak,
– siyasal islam projesi,
– mikro milliyetçilikler projesi,
– hatta Arap Baharı ve
– BOP projeleri de,

bizim “demokratik, laik projemizin” karşısına çıkarılan projelerdir.

Bu projelerin tümü uygulandıkları ülkelerde, CIA desteği ile de inanılmaz değişikliklere yol açtı.

Örneğin Hüsnü Mübarek, Mısır’da 2005 yılında oyların yüzde 88,6 sini aldı. Sonra tam tersini Mursi aldı. Daha sonra da onu idama mahkum eden Sisi yüzde 99 aldı.

Yine örneğin Gürcistan’da devrim sonrasında, halk, sözüm ona Şevardnadze’yi bile istemeyip, hiç tanımadıkları, ABD’de avukatlık yapan Saakaşvili’yi işbaşına getirmek (!) istedi (!)

Yine örneğin Libya’da, halk, Kaddafi’yi linç edip, yerine hiç tanımadığı,
40 yıldır ABD’de yaşayan Abdurrahim El Keib’i getirmek istedi (!)

Ne tesadüf (!) değil mi? Size tanıdık geldi mi dersiniz?

Ama bu projeleri yapan “laboratuvarların yöneticileri” ya da CIA,
Türkiye’de ise, hep şaşırdılar.

Baktılar ne olursa olsun,
“Atatürk ve Cumhuriyet projesinden” vazgeçmeyen bir kitle var.
Evet %20 olabilir, %25 ya da 30 olabilir. Ama hiç vazgeçmiyor.

Evet bu kitle, iktidar olamıyor. Ama en azından 1 Mart tezkeresini geçirtmiyor.
Suriye’ye müdahaleyi engelliyor. Öcalan’ın “Türkler, Kürtler, Araplar, bizi birbirimize bağlayan tek bağ İslam birliğidir, ulus devlet yerine İslam birliğine dayalı bir yeni devlet kuralım..” söylemini reddediyor. Bir daha ağzına almasına bile engel oluyor.

Bu kitle, bu %20, 25, 30 hiç korkmuyor ve geri adım atmıyor da! “Al senin o ılımlı İslam projeni, BOP projeni, Cumhurbaşkanı uçaklarını, kömürlerini, makarnalarını, başına çal, bana demokratik, laik, bağımsız Cumhuriyet modeli yeter!” diyor.

İşte önemli olan CHP ve MHP ve diğer partilerin bu “demokratik, laik Cumhuriyet modelini” temel alan bir kişiyi ortak aday göstermeleri idi.

Yani RTE’nin de içinde olduğu siyasal İslam görüntülü küresel sermaye modeline karşı “Atatürk Cumhuriyeti” modeline sahip çıkan birini aday göstermeleri.

Ve böylece başarı şansı da çok yüksekti. 1 Haziran seçimleri bunu açıkça göstermişti. O kadar güçlü olduğu iddia edilen RTE, üstelik partisi iktidarda iken, yerel yöneticiler genel olarak iktidara bağlı iken, Yalova ve Mahmudiye’de, Çorum’da kaybetmişti.

Nitekim Atatürk ve arkadaşları da, bu Cumhuriyet modelini kurarken, devrim yasalarını yaparken, birilerinin “biz yapamayız, gelin Amerikan ya da İngiliz mandasını
kabul edelim, gelin biz halife olup, halifeliği devam ettirelim” taleplerini görmezden gelmişlerdi, itibar etmemişlerdi.

Ama bugün ne yapılıyor? Biz normal birini seçtiremeyiz, gelin başka bir siyasal islamcıyı aday gösterelim, bari onunla vuralım” deniyor.

Yani Atatürk’ün partisi, Atatürk’ün yapmadığını yapıyor. Yani bir anlamda “bırakın cumhuriyeti, ilk önce halifeyi biz seçelim, sonra işimize bakarız, Cumhuriyeti o zaman kurarız” demiş oluyor.

Aynen böyle denmiş oluyor.

İşte bu nedenlerle bu projeye de, uygulanmasına da, adayına da karşıyım.
Ve Cumhuriyetçilerin, Cumhuriyete gönül vermiş insanların,
CHP’lilerin de büyük çoğunluğu eminim ki karşılar.

Şimdi tüm dostlarıma, bu sorulara ve verdiğim yanıtlara bir de bu gözden bakmalarını rica ediyorum. Yeter ki, “malum koronun” algı yaratma ve kandırma yöntemlerine kapılmasınlar. Aldanmasınlar.

Çünkü göreceksiniz, Balyoz davasında olduğu gibi, mutlaka kazanacağız.
Belki yarın, belki yarından da yakın…

Prof. Dr. Süheyl BATUM
Odatv.com