Etiket arşivi: Balbay ile Prof. Mehmet Haberal’ın Silivri’de kesişen kaderleri

ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un değerlendirmesi


ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un değerlendirmesi

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı ÇATI Adayı konusunda Prof. Dr. Süheyl BATUM’un “OdaTV” de
yer alan değerlendirmesini aynen sizlerle paylaşmakta yarar gördüm.
Selam ve saygılarımla.

Algan HACALOĞLU (22/06/2014)

****

Ekmeleddin İHSANOĞLU‘nun CHP tarafından “çatı aday” olarak gösterilmesi konusundaki itirazımın nedenlerini derli toplu ve son kez sizlerle paylaşmak için
yazma gereğini duydum. Başka kaynaklardan okumak zorunda kalmayın diye.
(Prof. Dr. Süheyl BATUM)

Bunun çok yararı da olacak.

Çünkü 10-15 yıldır alıştığımız “algı yaratma yöntemi ile kandırma” çabaları
yine aynı şekilde başladı.

Farklı gibi görünen aktörler, farklı televizyonlar, farklı gazeteciler, farklı yazarlar,
(üstelik bazıları da sizlerden görünenler) aynı hedefe kilitlendiler; Saçma sapan,
yalan yanlış bir sürü bilgi ve sözüm ona aptalca analizlerle, kafaları karıştırma
ve sizleri ikna (!) etme hedefine.

OYUNUN İÇİNDE OLDUKLARI İÇİN YALAN SÖYLÜYORLAR

SORU 1) “Tek başına CHP’nin adayı nasıl seçim kazanacak?” diye soranlar var.
“Bu nedenle ortak aday çıkarılması neden yanlış olsun?” diyorlar?

Bu soruyu soran iyi niyetliler dışında, çoğunun yanıtı bildiğine,
ama “oyunun içinde oldukları” için yalan söyleme yolunu seçtiklerine eminim.

Çünkü tabii ki ortak aday seçilebilirdi. Hatta seçilmeliydi de.

Ama insaf edin CHP- MHP ve diğer partilerin üzerinde anlaşabilecekleri tek aday

  • siyasal İslamcı, Rabıtacı, siyasal İslam’ın parasal kaynaklarını sağlayan vakıfların yöneticisinden başkası olmaz mıydı? Olamaz mıydı?

Olamazdı diye iddia edenler, bunun nedenini açıkça açıklamadan,
ikna olmamız mümkün değildir.

Hatta daha aday belirlenmeden önce de ileri sürdüm. Neden Mehmet Haberal olmasın? Akademik kariyer ise, akademik kariyer. Dünyaca ün kazanmak ise,
o da var. Uluslararası saygınlık ise, o da var. Her kesimden oy alabilecekse, alır.
Ama sakın bir tek şeyi eksik demesinler; uluslararası oyunun, projenin içinde değil.

Neden Murat Başesgioğlu olamazdı, neden İlhan Kesici olamazdı ?
Neden Sami Selçuk olamazdı?

Bir anlatsınlar görelim, duyalım bakalım !

UĞUR MUMCU’NUN, SONER YALÇIN’IN, YILMAZ ÖZDİL’İN YAZDIKLARI
GERÇEK DIŞI OLSUN

SORU 2) İhsanoğlu’na karşı çıkanlar, O’nu tanımıyormuş, tanıyınca çok seveceklermiş. Bunu ileri sürenler de var.

Bunu da cok ciddi bulmuyorum. Önemli olan sevip, sevmemek değil,
kendimize damat ya da baba aramıyoruz. T.C.’ne cumhurbaşkanı seçiyoruz.

Yeter ki, Uğur Mumcu’nun yazdığı Vakıfların içinde yer aldığı yalan olsun.
Bize onu söylesinler yeter.

Yeter ki Türkiye’de 1980’ler sonrası CIA desteği ve parası ile, Siyasal İslam üzerinden Türkiye’yi teslim alan şeriatçı oluşumlara gerekli finansı sağlayan Vakıfların yöneticisi olduğu yalan olsun.

Yeter ki Uğur Mumcu’nun, Soner Yalçın’ın, Yılmaz Özdil’in ve diğerlerinin tüm yazdıkları gerçek dışı olsun.

Bunlar bize yeter!

Yoksa oyunun bir parçası olarak, hemen bazı gazetelerde verdigi, düzmece Atatürk sevgisi demeçlerine ne gerek var. (zaten zorlama olduğu da, ikna oyunun bir parçası olduğu da çok açık anlaşılıyor, o da ayıp, kişiliğine, akademik kariyerine yazık)

BUNLARIN SAHTEKARLIKLARINI HERKES GÖRDÜ

SORU 3) İhsanoğlu’na karşı çıkanların Baykal’cılar, Ulusalcılar, olduğu,
onlar dışında herkesin memnun olduğu söyleniyor. Bunu yazan, iddia edenler var.

Tabii ki, algı yaratarak kandırma yöntemini uygulayan gazeteci, yazar, sözde aydınlara, siyasetçilere bir şey söylemeye gerek yok.

Türkiye’nin son 15 yılını izleyen herkes, bunların yöntemlerini ve söylediklerini, sahtekarlıklarını gördü. Ünlü (!) anchorman’lerden tutun, CIA ajanı gazetecilere kadar, RTE’nin uçağında gezdirdiği, midesinden bağladığı gazeteci, akademisyen, yazarlardan tutun, bunlara heves eden yeni yetmelere kadar,
bunların ne olduğu belli, açıkta.

Ama bunlara inananlar da olabilir. Tek şey söyleyeyim. Kesinlikle doğru değil.
Bunu söyleyenler, şu anda baskı altında olan milletvekillerine ya da yöneticilere
değil de, örgütlere, seçmenlere yani “aile üyelerine” bir sorsunlar bakalım.

Aldıkları yanıtı sonra konuşuruz.

PROJELERİ BOZULMASIN DİYE CHP’YE ETKİ YAPTILAR

SORU 4) Mansur Yavaş’a neden bir şey söylemediniz diyenler var.

Bu soruyu soranların da, iyi niyetli birkaçı dışında, yanıtı bildiğine ama
“oyunun içinde oldukları” için yalan söyleme yolunu seçtiklerine eminim.

Çünkü hiçbir gün, Cumhurbaşkanı mutlaka CHP milletvekillerinden biri olsun
düşüncesi içinde olmadım. Üstelik bunu açık açık da söyledim.

Hatta Yalova ve Mahmudiye seçimlerinden sonra açıkça yazdım.

Görüntü çok açıktı. Mahmudiye ve Yalova seçimleri çok açık göstermişti ki,
AKP seçmeninden (hele bu dönemde) oy almak çok zordu. Yapılması gereken,
CHP-MHP-DP -İP ve diğer partilerin bir aday üzerinde anlaşması idi.

Bu sayede tekrarlanan Yalova seçiminde de, Mahmudiye’de de,
AKP aynı oyu almasına karşın kazandık. Yapılması gereken yine aynı şeydi.

Ama bunun için birçok aday çıkabilecek iken, aynı RTE çizgisinde olan bir
Siyasal İslamcının gösterilmesi zorunlu muydu? Neden zorunluydu?

Ve açıkça söylüyorum, doğru bir adayda birleşilmesi durumunda başarı şansı da
çok yüksekti.

Zaten inanıyorum ki, “birileri” bu gerçeği gördükleri için, oyun bozulmasın,
her durumda siyasal İslam projesi sekteye uğramasın diye, CHP’ye de etki edip, Sayın İhsanoğlu’nu aday gösterttiler. Hem de dikkat edin MHP’ye bile değil, CHP’ye.

BU SORU YANLIŞ

SORU 5) Yanıtlanması gereken son soru da şu; birileri “Ne var, önemli olan
RTE’ye karşı mücadele etmek, O mu kazansın?” diye soruyorlar.

Bu soru da yanlış. Maalesef inandığını söyleyen dürüst gazeteciler de,
partililer de, Cumhuriyet yanlıları da olabiliyor.

Oysa gerçek şu; Türkiye Cumhuriyeti, özellikle bu bölgede o zamana kadar olmayan, pırıl pırıl parlayan bir model yaratmıştır. “Demokratik, laik, sosyal, bağımsız bir Cumhuriyet” modeli.

Ve yıllarca bazıları, bu modelin karşısına farklı bir model çıkarmaya çalıştılar.

– “Yeşil kuşak” projesinden başlayarak,
– siyasal islam projesi,
– mikro milliyetçilikler projesi,
– hatta Arap Baharı ve
– BOP projeleri de,

bizim “demokratik, laik projemizin” karşısına çıkarılan projelerdir.

Bu projelerin tümü uygulandıkları ülkelerde, CIA desteği ile de inanılmaz değişikliklere yol açtı.

Örneğin Hüsnü Mübarek, Mısır’da 2005 yılında oyların yüzde 88,6 sini aldı. Sonra tam tersini Mursi aldı. Daha sonra da onu idama mahkum eden Sisi yüzde 99 aldı.

Yine örneğin Gürcistan’da devrim sonrasında, halk, sözüm ona Şevardnadze’yi bile istemeyip, hiç tanımadıkları, ABD’de avukatlık yapan Saakaşvili’yi işbaşına getirmek (!) istedi (!)

Yine örneğin Libya’da, halk, Kaddafi’yi linç edip, yerine hiç tanımadığı,
40 yıldır ABD’de yaşayan Abdurrahim El Keib’i getirmek istedi (!)

Ne tesadüf (!) değil mi? Size tanıdık geldi mi dersiniz?

Ama bu projeleri yapan “laboratuvarların yöneticileri” ya da CIA,
Türkiye’de ise, hep şaşırdılar.

Baktılar ne olursa olsun,
“Atatürk ve Cumhuriyet projesinden” vazgeçmeyen bir kitle var.
Evet %20 olabilir, %25 ya da 30 olabilir. Ama hiç vazgeçmiyor.

Evet bu kitle, iktidar olamıyor. Ama en azından 1 Mart tezkeresini geçirtmiyor.
Suriye’ye müdahaleyi engelliyor. Öcalan’ın “Türkler, Kürtler, Araplar, bizi birbirimize bağlayan tek bağ İslam birliğidir, ulus devlet yerine İslam birliğine dayalı bir yeni devlet kuralım..” söylemini reddediyor. Bir daha ağzına almasına bile engel oluyor.

Bu kitle, bu %20, 25, 30 hiç korkmuyor ve geri adım atmıyor da! “Al senin o ılımlı İslam projeni, BOP projeni, Cumhurbaşkanı uçaklarını, kömürlerini, makarnalarını, başına çal, bana demokratik, laik, bağımsız Cumhuriyet modeli yeter!” diyor.

İşte önemli olan CHP ve MHP ve diğer partilerin bu “demokratik, laik Cumhuriyet modelini” temel alan bir kişiyi ortak aday göstermeleri idi.

Yani RTE’nin de içinde olduğu siyasal İslam görüntülü küresel sermaye modeline karşı “Atatürk Cumhuriyeti” modeline sahip çıkan birini aday göstermeleri.

Ve böylece başarı şansı da çok yüksekti. 1 Haziran seçimleri bunu açıkça göstermişti. O kadar güçlü olduğu iddia edilen RTE, üstelik partisi iktidarda iken, yerel yöneticiler genel olarak iktidara bağlı iken, Yalova ve Mahmudiye’de, Çorum’da kaybetmişti.

Nitekim Atatürk ve arkadaşları da, bu Cumhuriyet modelini kurarken, devrim yasalarını yaparken, birilerinin “biz yapamayız, gelin Amerikan ya da İngiliz mandasını
kabul edelim, gelin biz halife olup, halifeliği devam ettirelim” taleplerini görmezden gelmişlerdi, itibar etmemişlerdi.

Ama bugün ne yapılıyor? Biz normal birini seçtiremeyiz, gelin başka bir siyasal islamcıyı aday gösterelim, bari onunla vuralım” deniyor.

Yani Atatürk’ün partisi, Atatürk’ün yapmadığını yapıyor. Yani bir anlamda “bırakın cumhuriyeti, ilk önce halifeyi biz seçelim, sonra işimize bakarız, Cumhuriyeti o zaman kurarız” demiş oluyor.

Aynen böyle denmiş oluyor.

İşte bu nedenlerle bu projeye de, uygulanmasına da, adayına da karşıyım.
Ve Cumhuriyetçilerin, Cumhuriyete gönül vermiş insanların,
CHP’lilerin de büyük çoğunluğu eminim ki karşılar.

Şimdi tüm dostlarıma, bu sorulara ve verdiğim yanıtlara bir de bu gözden bakmalarını rica ediyorum. Yeter ki, “malum koronun” algı yaratma ve kandırma yöntemlerine kapılmasınlar. Aldanmasınlar.

Çünkü göreceksiniz, Balyoz davasında olduğu gibi, mutlaka kazanacağız.
Belki yarın, belki yarından da yakın…

Prof. Dr. Süheyl BATUM
Odatv.com

“Hoş geldin Balbay…”

 

“Hoş geldin Balbay…”

Yavuz_Selim_Demirag_portresi

Yavuz Selim Demirağ
YENİÇAĞ,
13.13.13

 

 

Değerli meslektaşımız Mustafa Balbay tahliye oldu ve TBMM’de yemin ederek göreve başladı. Balbay’a CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu gibi “aramıza hoş geldin” demeyeceğim. Beş yılını, yazdıkları ve yazacakları geçen duvarlar arkasında geçirdi.
Elbette vatandaşlarımızın oyları ile seçildiği için milletvekilidir. Ama öncelikle
Mustafa gazetecidir.

Gazetecilikten yargılandığı için her şeyden önce yargılanan gazetecilerin vekilidir.

Gazetecilikten önce insan olarak, dost olarak kezlerce Silivri’ye gittim. Benim kadar davaları izleyen bir başka yazarın olmadığını biliyorum. Balbay ile duruşma aralarında sohbetler ettik. Açık görüşme şansımız oldu. Dostluğumuzu Silivri’deki hukuksuzluk pekiştirdi. Her görüşmemizde gazetecilik refleksi ile  “dışarıda durum nasıl?” sorusunu yöneltmiştir. Ben de her kezinde “Dışarıda durum daha kötü.. İçerisi daha güvenli,
en azından içtenlikli. Şu günlerde içeride olanlar biz dışarıdakilerden daha şanslı,
daha mutludur..” sözleri ile geçiştirmeye çalışırdım durumu.

Karşılama ve uğurlama ritüellerinden korkarım. Duygusal tarafım ağır basar, dayanamaz da koyuveririm kendimi diye endişelenirim. Belki de bu yüzden Sincan çıkışında kucaklaşmaktan kaçtım. Beş yıl sonra döndüğü yuvasına varamadım. Tutuklanmadan birkaç gün önce çayını içtiğim Cumhuriyet’teki odasına gidemedim. İçeride yeşile ve çiçeğe hasret kaldıklarını bildiğim halde bir buket çiçek sunamadım O’na..

O içerideyken durmadan, bıkmadan yazdığı her bir kitabı imzalayarak vermişti,
ben de “Teğmen Çelebi ve Dijital Terör” ile karşılık vermiştim.

Birkaç gündür içim içimi yiyor. Mamak’tan sevgili kardeşim Kürşad Güven Ertaş, Hasdal’da yaptığı resmi Müyesser Yıldız aracılığı ile göndermiş. Ben resim de yapamam ki.. Mutluluğun resmini, işin kolayına kaçmadan çizebilecek kabiliyetim de yok..
Çam sakızı çoban armağanı bir şeyler bulabilme umuduyla vurdum kendimi yollara. Bozkır kenti olan Ankara’nın ayazı çarpınca suratıma Ahmed Arif’in dizeleri geldi aklıma..

Bunlar Ergenekler ve çiyanlardır
Bunlar
Aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır
Tanı bunları
Tanı da büyü…

Oysa Mustafa’nın Adiloş Bebe’yi tanıdığından eminim. Dahası benim unuttuğum dizelerin tümünü bir çırpıda ezberden okuyacağına da inanıyorum. Sırtında çantasıyla memleket memleket gezip  “Adiloş Bebe” lerin fotoğraflarını çekip, haberler yaptığını, kitaplar yazdığını da biliyorum. Ama mahpusluk zor zenaat.. Dile kolay ama beş kez 365 günü devirdi ne de olsa.. İçeriden dışarıdaki gelişmeleri belki bizden daha iyi izlemiş olabilir.

Dışarıda her köşe başında bir pusunun olabilme olasılığını unutmuştur belki.
Orospu saldırıların puşt zulası, bizler gibi O’nu da hedef seçebilir.
Yılların mahpusluğundan sonra insanların sokaklarda  yürüyemediğine, gece yumuşak yataklarında uyuyamadığına tanık olduğum için deneyimlerimi paylaşayım dedim.

  • “Varamaz elim. Ayvasına, narına can dayanamazken, kırar boynumu yürürüm. Kurdun, kuşun bileceği hal değil, sormayın hiç Laaaaal…
    Kara ferman çıkadursun yollara, yarin bahçesi tarumar,
    kan eder perçem…”<

diyen Ahmed Arif’in  “Bir de ağzı var dili yok Diyarbakır Kalesi” sözlerinin üzerinden çok vakit geçtiğini, Diyarbakır’ın bölücülükle neredeyse bütünleştiğini hatırlatayım dedim.

Balbay ile Prof. Mehmet Haberal’ın Silivri’de kesişen kaderleri, TBMM’de birleşti. Haberal Hoca bilim adamı.. Halen insanlara şifa dağıtmak için çabalıyor. Ama Mustafa Balbay gazeteci… Bir dönem kulislerinde
haber peşinde koştuğu Meclis koridorlarında şimdi hukuksuzluğu kovalamalı diye düşünüyorum. Doğduğunda töre gereği üç gün aç tutulan Adiloş Bebe örneği şimdi saldırmalı haksızlığın üzerine..

Hoş geldin Mustafa..
Dün memleketin İzmir’deydim..
Ankara da, Türkiye de özlemiş seni.. Aramıza hoş geldin gazeteciliğinle…
(http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=29083, 13.