Etiket arşivi: ahmet saltık

EĞİTİM-İŞ’ten Kapsamlı, Bilimsel ve Teknik 4+4+4 Raporu

Dostlar,

EĞİTİM-İŞ, büyük bir üretkenlik ve yetkinlikle çalışmalarını sürdürüuor..

4+4+4 dayatmasını tüm boyutlarıyla irdeleyen kapsamlı bir teknik rapor yayımlandı.

Özellikle okumak ve okutmak gerekiyor.

İktidarın gözünü siyasal hırs körleştirmiş adeta.

Başbakan RT Erdoğan’ın apaçık söylemiyle, kin ve nefretlerini eksik etmeden tüm topluma dayatmalarını sürdürüyorlar.

O kadar ki, 4+4+4 yasa teklifi TBMM komisyonlarında görüşülürken, özellikle görevlendirilen iri kıyım AKP milletvekillerinin CHP’li vekilleri döverek komisyon salonu dışına çıkardıklarını tarih asla unutmayacak.

Hal böyle iken, yeni Anayasa Mahkemesi, CHP’nin “usul” yönünden anayasaya aykırılık davası reddedildi.

CHP 2. kes öze dönük itirazla iptal ve YD (yürütmeyi durdurma) istemli dava açtı.

Bu dava 4 aydır Yüce Mahkemenin önünde bekliyor..

Bu arada okullar açıldı, 6 ayda neler yapıldı neler; izliyoruz dehşetle..

5.5 yaşında bebeler okullarda perişan..

Her taraf imam hatip..

Tam bir akıl tutulması

Ve Anayasa Mahkemesi konuyu “ivedilikle” ele al(a)mıyor ?!

Bakalım Yüce Mahkeme 20 Eylül 2012 günü 4+4+4 için anayasaya aykırılık kararı verebilecek mi??

Göreceğiz.

EĞİTİM-İŞ’in 4+4+4 hakkındaki çok değerli bilimsel-teknik raporunu okumak için lütfen tıklayınız.

EGITIM-IS_4+4+4_Raporu

Sevgi ve saygı ile.
19.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Eğitim- İş Basın Açıklaması: Eğitime Diyanet Karışamaz..

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM İŞ’in basın açıklamasını sizlere iletmek istiyoruz.

Genel Başkan Sayın Veli Demir’in gerek 4+4+4 için, gerekse üniversitede Türbana karşı çıkarak hem bir aydın hem de anayasal görevini yapan bir üniversite çalışanı olarak karşılaştığı hapis cezası yaptırımına ilişkin söylemini paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
18.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=====================================================================

Eğitim- İş Basın Açıklaması: Eğitime Diyanet Karışamaz

Eğitim-İş Sendikası Genel Bakanı Veli Demir, eğitim yılının büyük sorunlarla başlayacağını, 36 saatlik ders programının 10 saatinin dini içerikli derslere ayrıldığını söyleyerek “Türkiye’deki okulların tamamını ilahiyat fakültesine dönüştürmek istiyorlar” dedi.

Demir, Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye, türban genelgesini uyguladığı gerekçesiyle verilen 25 aylık hapis cezasını da eleştirdi.

İzmir Hasan Sağlam Öğretmenevi’nde, yeni eğitim öğretim dönemine ilişkin toplantı yapan Demir, “4+4+4” sistemini eleştirerek “Ulusal ve bilimsel değerlerden uzaklaşılıyor.

Dünyada örneği olmayan bir sistem getiriyorlar.

Çocuklar 5 yaşında, duygusal ve psikolojik olarak okula başlamaya hazır olamazlar. Üstelik sınıfların altyapısı da buna uygun değil” dedi.

Demir, 42 bin okulun tamamının ilahiyat fakültesine dönüştürülmek istendiğine dikkat çekerek “36 saat dersin 10 saatini din bilgilerine ayırırsanız orası imam hatip lisesi de değil tam anlamıyla ilahiyat fakültesi olur.

Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilmelidir,
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından değil.” diye konuştu.

Demir, Prof. Dr. Pekünlü’ye verilen hapis cezasını da eleştirerek sendika olarak Pekünlü’nün yanında olduklarını ve her türlü desteği vereceklerini söyledi.

Demir, AKP döneminde, Türkiye’nin açık bir cezaevine dönüştürüldüğünü söyleyerek “Aslında bu cezalar onur da sayılabilir” diye konuştu. 16.9.12

Konuk yazar Prof. Dr. Yıldırım B. Doğan : Bağımlılıkla mücadele

Dostlar,

Değerli arkadaşımız, dostumuz Ankara Ün,versitesi Tıp Fakültesi’nden mesai arkadaşımız Sayın Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan‘ın bizlerle paylaştığı özlü bir dosyayı size sunmak istiyoruz.

Meslektaşım Sevgili Yıldırım, madde bağımlılığı konusunu ağırlıklı olarak çalışıyor,
Çok deneyimli bir pikiyatri hocası.

Madde bağımlılığı derslerini Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yıllarca,
Halk Sağlığı – Koruyucu Hekimlik bağlamında biz de işledik.

Madde bağımlılığı ve öbür bağımlılık türleri giderek yaygınlaşan ve ağırlaşan bir halk sağlığı sorunu..

Bağımlılıkla en etkili savaşım koruma, korunma.. özellikle gençlerimizi..

Kendisine teşekkür edelim mi??

Yıldırım hocanın yazısını (4 sayfa) dikkatle okumak için lütfen tıklar mısınız?

Bagimlilikla_Mucadele_8.8.11

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 18.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bilinçli Eğitim… Bilinçli Toplum…

Dostlar,

80’ini geçmiş, bilgeleşmiş meslek büyüğüm Dr. Erdal Atabek, pırıl pırıl bir beyinle üretimini sürdürüyor..

İşini seviyor ve üretiyor; S. Freud’a göre mutlu..

Bu yazısını keşke Milli Eğitim Bakanı Sn. Ömer Dinçer okusa..

Şöyle yavaş yavaş.. sindire sindire..

Eminiz, 1995’te Sivas’ta bir toplantıda söylediği sözlerden pişmanlık duyardı??
(Bu talihsiz sözler için yazının sonuna bakınız..)

Sayın Bakanın danışmanları, bu iyiliği yapar mısınız O’na ve kendinize.. haydi..

Teşekkürler saygıdeğer meslektaşım Dr. Atabek..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 17.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=============================================

Dr. Erdal Atabek
erdalatak@superonline.com
17 Eylül 2012 – Cumhuriyet

Bilinçli Eğitim… Bilinçli Toplum…

Toplumun bilinçli olup olmadığı sürekli tartışma konusudur.

Nedir “toplum bilinci?”

Olaylar karşısında zamanında ve yerinde tepki verebilmek.
Toplum ölçeğinde doğru olanı desteklemek, yanlışı engellemek.
Seçimlerini bilerek ve sonrasını düşünerek yapabilmek.
Toplumun gidişinden sorumluluk duymak.
Toplum yaşamına katılımcı çalışmalarla etki yapmak.
…..

Bunları bizim toplumumuzda göremiyoruz.
Kuzey Avrupa toplumlarında bu toplumsal davranışların oranı yüksektir.
Avrupa’nın genelinde de bu davranışlar yaygındır.
Amerika’da çok düşüktür ve ancak üniversitelerde görülür.
Türkiye’de toplumsal sorumluluk katılım oranı çok düşüktür.
Neden mi?
Nedeni “bilgi” ile “bilinç” arasındaki farktır.

“Bilgili olmak”, bir konuda bilgi sahibi olmaktır.
Bizim toplumsal kültürümüzde bu “diploma sahibi” olmak demektir.
Bizde bu aşama yeterlidir.
“Bilinçli olmak” ise sahip olduğu bilginin ne olduğunu, nereden geldiğini, neyin ve kimin amacına hizmet ettiğini bilmektir.
…………………
Angelina Joli Amerikalı güzel bir sinema oyuncusu.
Birleşmiş Milletler’in temsilcisi olarak geldi, Suriyeli sığınmacıların kamplarını gezdi, “çok güzel” olduğunu söyledi, Türkiye’yi kutladı.
Bunu öğrenen bilgili ama bilinçsiz kişi sevinir.
Bilinçli kişi ise düşünür, “Bu güzel kadın Amerika’nın Suriye politikasını desteklemek için gelmiş olmalı..” der.

Amerika’nın Suriye politikası, Türkiye ile Suriye’yi savaştırmaktır.

İşte “bilgi” ile “bilinç” arasındaki fark budur.
Ama bilinçli insan nasıl yetişir?
Bilinçli aile…
***
Bilinçli insanın ilk eğitim ortamı “bilinçli aile”dir.
Bilinçli aile, çocuğunun nasıl geliştiğini merak eder, araştırır, öğrenir.
Bilinçli aile, toplum sorunlarını izler, bilir, değerlendirir.
Bu aile kültürle iç içedir.
Evlerinde kitap vardır, her konu konuşulur, tartışılır, uygar biçimde ailede herkesin söz hakkı vardır.
Bilinçli aile, yaşam değerlerini doğru olarak özümsemiştir ve çocukları bu değerleri öğrenir.
Bilinçli aile çocuklarını yaşamının ortağı yapar.
Bilinçli aile okul seçimini de ölçeklerle yapar.
Ne yaptığını bilir, neden yaptığını bilir, yaptıklarının neye ve kime hizmet edeceğini düşünerek çocuklarını yetiştirir.
Böyle yetişen çocuklarda da bireysel ve toplumsal sorumluluk duygusu yerleşir,
özdenetim (otokontrol) gelişir, yanlışını görme, kabul etme, düzeltme yetisi oluşur.
Böyle yetişen bireylerin toplumu da “bilinçli toplum” olur.
***

Bilinçli okul…
“Bilinçli okul” da çocukları eğitirken “nasıl eğiteceğini, neden öyle eğiteceğini bilen, düşünen, eğittiği çocukların nasıl bir bilinçle donanmış olmaları gerektiğini eğitiminin ekseni yapan” okuldur. Oysa okullarımızın içinde böyle bir eğitim felsefesi taşıyan okul sayısı sanıldığından daha azdır.

Okullarımızın çoğu, çocukları küresel piyasanın isteklerine göre yetiştirmeyi eğitiminin ekseni yapmakta, bunu yeterli görmektedir.

Küresel piyasanın isteklerine yanıt verebilecek yetkin teknisyenler.

Her meslek bu adı konmamış ama çok etkili ilkeye göre eğitilmiş yeni insanlar tarafından yönetilir olmaktadır.

Bu da üne ve paraya odaklanmış meslek paradigması demektir.

Gençler de bu akıma kapılarak bütün yaşam güçlerini paraya ve üne yönelterek meslek seçmeye çalışmakta, seçtikleri mesleği de bu amaca yönelik uygulamayı başarı saymaktadırlar.
Bu akımın dışında kalmak isteyen “bilinçli okul” ise sürüden ayrılmanın sıkıntısını çekmekte, amacını anlatmakta zorlanmaktadır.

Yaşamın gerçeği nedir?

***

Sigmund Freud, “Mutluluk nedir?” sorusuna “sevmek ve çalışmaktır” yanıtını vermişti.

Bugün toplumlarda sevginin sözünün çok edildiğini ama anlamının kaybolup gittiğini görüyoruz.

Sevgi, bir duygu değildir, bilinçtir.

Sevgi duygulanım değildir, neden sevdiğinin bilincinde olmaktır.

Çalışmak da para kazanıp geçinmek için yapılan işin adı değildir.

Çalışmak, yapılan işten yapana değer katan anlamlı bir üretim ya da hizmettir.

Bugünkü anlamını kaybetmiş sevgi de çalışma da insanları mutlu değil, mutsuz etmektedir.

Bilinçli insan, ne yaptığını, neden yaptığını, neden onu yaptığını bilen, neye ve kime hizmet ettiğini düşünen insandır.

Bilinçli toplum, nereye gittiğini düşünen, yanlışlardan hesap sorabilen, yanlışların ortağı olmayı reddeden, yaşamı kendi iradesiyle yönlendirmeyi kişisel sorumluluğu bilen insanların toplumudur.

Gerisi “teferruattır.”
==========================================

19 – 21 Mayıs 1995’te gerçekleştirilen sempozyuma “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” başlıklı bir tebliğ sundu. Bilgi ve Hikmet adlı derginin aynı yılki 12. sayısında yayımlanan halini de içeren tebliğde, Ömer Dinçer şu ifadeleri kullanıyordu:

‘Cumhuriyetin manası yok’
• Yine başlangıçta kurulurken ortaya atılan cumhuriyet ilkesinin de zayıfladığını ve işlevini kaybettiğini görüyoruz. Halk için ve halk adına yönetim diye tarif edilen cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz mümkündür. Türkiye’de cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi, nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam’la bütünleşmesi gerektiği kanaatindeyim.
• İktidara gelmek yolun sonu değil, yeni bir başlangıçtır. İktidara gelince yapılması gerekenler bitmiş gibi düşünülürse, İslam iktidara geliş aracı gibi kullanılmış, istismar edilmiş gibi olur. İktidara gelince, tüm dünya Müslüman olsa da, düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, müslümanlık kavgası münkire, harama ve kötüye karşı devam eder. (http://www.milliyet.com.tr/2003/12/24/siyaset/siy02.html, 17.9.12)

4+4+4’te türbanlı öğrenci

Dostlar,

5,5 yaşındaki çocuklara türban; bir toplumun intiharı..

Bu 4+4+4 silahı geri tepecek; AKP ve mimarlarını tarihin karanlığına gömecektir..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 17.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=========================================================

4+4+4’te türbanlı öğrenci
Kuranıkerim ve Hz. Muhammed’in hayatının yeni müfretada girmesinin yankılar sürerken 4+4+4’te bazı öğrenciler türbanla dersbaşı yaptı.


5,5 yaşındaki çocuklara türban.. Bir toplumun intiharı.. Adana, 17.9.12

Fazilet Kibiroğlu İmam Hatip Ortaokulu

Fotoğraf Adana’daki Fazilet Kibiroğlu İmam Hatip Ortaokulu’nda çekildi. Okul, Türkiye’de ilköğretim okulundan imam hatipe çevrilen okullardan sadece biri.

Üç aylık yaz tatilinin ardından yaklaşık 17 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmen için ders zili bugün çaldı. Anadolu Ajansı’nın Türkiye’nin çeşitli illerinden çektiği fotoğraflarda Adana’da ortaokul sıralarında oturan türbanlı öğrenciler dikkatten kaçmadı.

(Cumhuriyet Haber Portalı, 17 Eylül 2012)

Atatürk büstüne çirkin saldırı!

Dostlar,

İşte bunlar, “kimi yöneticilerin kininizi ve nefretinizi eksik etmeyin”… içerikli sözlerinin ürünü..

Topluma nefret tohumları ekmenin kimseye yararı olmaz, gün olur döner sizi de vurur!

Umarız bu ağır yanlışın farkına varsın kimi tepe yönetcilier ve ağızlarından çıkanı çok iyice tartsınlar..

Eh şunu da söyleyelim : Kimi zavallı insancıklar da Atatürk büstünü kırıp direkte iple sallandıracak ölçüde küçülüp alçalmasınlar.. Aynaya baksınlar bir yol.. Onun bunun kışkırtmasına gelmeyecek denli azıcık akıllı olsunlar..

Son olarak da sözümüz olası ajan provokatörlere : Lanet olsun size!

Güvenlik güçleri failleri ve arkasındakileri bulmalı..
Yakalanacak tetikçiler herhalde “meczup” olarak ilan edilmezler..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 17.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================================

Atatürk büstüne çirkin saldırı!

Tekirdağ’ın Malkara İlçesi’ne bağlı Çınarlıdere Köyü meydanında bulunan Atatürk büstü, dün gece kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce yerinden sökülerek, bir aydınlatma direğine iple bağlanarak sarkıtıldı.

Çirkin olay, dün gece Malkara İlçesi’ne 28 kilometre uzaklıktaki 450 nüfuslu Çınarlıdere Köyü’nde meydana geldi. Çınarlıdere’de köy konağı önünde bulunan ve mermer kaidesinde “Ne Mutlu Türk’üm Diyene! Kemal ATATÜRK” yazılı Atatürk büstü, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce kırılarak yerinden söküldü. Daha sonra da meydandaki yaklaşık 15 metre yüksekliğindeki aydınlatma direğinin ortasına iple bağlanarak sarkıtıldı.

Köy konağında bulunan parkın işletmecisi 51 yaşındaki Hüseyin Sevdar sabah 06.30 sıralarında işyerine geldiğinde büstün direkte asılı olduğunu görünce durumu jandarmaya bildirdi. Kısa sürede gelen jandarma ekipleri hemen Atatürk büstünün ipini kesip indirerek tekrar yerine koydu.


Ata’nın Malkara’da kırılan büstü, 17.9.12

’Çok üzüldük’

Atatürk büstünün yerinde olmadığını görünce çok şaşırdığını ifade eden Hüseyin Sevdar şunları söyledi:

“Köy konağının parkını işletiyorum, sabah işyerini açmak için geldiğimde konak önündeki Atatürk büstünün yerinde olmadığını gördüm. Büstün olduğu mermerlerinde kırıldığını fark ettim. Daha sonra da büstü 50 metre uzaklıktaki aydınlatma direğinde asılı olarak gördüm ve muhtar ile jandarma ekiplerine haber verdim. Köyümüzde böyle bir şeyin olması bizi çok üzdü.”

Çınarlıdere Köyü Muhtarı Teoman Kesebir ise, olayın ardından dilekçe ile hemen Malkara Savcılığı’na suç duyusunda bulunduklarını belirterek, “Köyümüzde böyle bir şey olması bizi çok üzdü. Ben olayı öğrendikten sonra savcılığa dilekçe ile suç duyusunda bulundum” dedi.

‘Şikayetçi olacağız’

Malkara Kaymakamı Mahmut Halal, konuyla ilgili kendilerinin de inceleme başlattığını kaydederek, “Olay şu an savcılıkta. Biz de kaymakamlık dilekçemizi hazırladık, şikayetçi olacağız” diye konuştu.

Olayın ardından Malkara cumhuriyet Savcılığı ve jandarma ekipleri geniş çaplı soruşturma başlattı.

(17 Eylül 2012, Cumhuriyet portal ve basın)
=====================================================

Balbay ve Özkan ile söyleşi..

Dostlar,

İnsanlık tarihine not düşülecek içerikleri olan bir söyleşiyi dikkatinize sunuyoruz.

Cumhuriyet Gazetesi ve bu önemli söyleşiyi yapan Zeynep Altıok Akatlı’ye teşekkür borçluyuz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 17.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
==========================================================

Altıok sordu, Balbay ve Özkan yanıtladı

Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, düşündükleri ve gazetecilik yaptıkları için tutsak olan
81 gazetecimizden yalnızca ikisi.

Zeynep Altıok Akatlı
Cumhuriyet, 17 Eylül 2012

Cumhuriyet- 23 Eylül günü Tuncay Özkan’ın tıpkı Mustafa Balbay ve diğer gazetecilerimiz gibi suçunu bilmeden yaşadığı esaretin 4. yılı doluyor. Düşündükleri ve gazetecilik yaptıkları için tutsak olan 81 gazetecimizden sadece ikisi onlar. Ergenekon, Oda TV, Balyoz, Devrimci Karagâh, KCK… Düşüncenin, ülkesini seven her aydının muhalif olması doğalken tek suçu, bu muhalif tutum olanların yargılandığı davalar sürmekte.

Tüm yazılanların yetersiz kaldığı, iddianamelerin bilimsel delillerle çürütüldüğü, çökmüş davalar yerleşkesi Silivri’de pek çok kanayan yara gibi, medyada biraz yer buluyor kendine. Çünkü susturmalar ve sansür dışarıda da devam ediyor. Bir de belki de aralarında en insancıl bulunabilecek neden olan “korku” başta olmak üzere ağırlığı giderek artan etik yoksunluğu, fırsatçılık, yandaşlık ve riya kol geziyor.

Medyaya yansıdığı yüzüyle işin hukuki yönü ele alınıyor. Ben haksızlığın, baskının, ezanın, yıldırmanın ve sindirmenin bir başka boyutuna dikkat çekmek istedim. Aydınlarımızın hayat damarı ve varlık sebebi olan kültür ve sanat yoksunluğu üzerine kafa yoruyorum bir süredir. Davaları izledikçe artan farkındalığım ve kabaran isyanım, aralarında kimi dostlarım da olan bu insanların yaşama tutunma gücünü nereden bulduklarını da sorgulamama neden oldu. Öyle ya dimdik duruyorlar, yılmıyor hatta büyüyorlar ve evlatlarına, dostlarına onlar umut veriyorlar.

Oysa bildiklerimiz buzdağının sadece bir bölümü. Bakın tecritte geçen bir günün bilmediğimiz yoksunlukları neler! Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’a sordum. Buraya da üçümüz sohbet ediyormuşuz gibi yan yana almayı özellikle istedim. Yakın bir zamanda bunun gerçek olmasını umarak!

-Kültür ve sanatla beslenen bir aydın olarak Silivri’deki günlük yaşamınızda bu ihtiyacı nasıl karşılıyorsunuz? En çok nelerin eksikliğini hissediyorsunuz?

ÖZKAN: Silivri’de özgürlük mahpus! Böyle olunca barış da yok. Gündelik yaşam öylesine kahredici ki, insanlar 5 TL karşılığında ya geçinmek için bütün pis işleri yapıyorlar ya da bu acıların kahredici zulmüne katlanıyorlar. Barış olmadığından sanat ve kültür adına da hiçbir şey yok. Örneğin resim kursu olmaz mı? Yok. Bağlama kursu yok! İnsanlar ut, keman kursu istiyor yok. Tiyatro kursu istiyoruz. Yok. Yoklar arasında serap görüyoruz. Öylesine açlık içindeyim sanata karşı. Örneğin yokluktan daha önce 4 No’lu cezaevinde el işi, boncuk dokumayı öğrendim. Siyah, sarı, yeşil, kırmızı, beyaz, mavi boncuklarla balıklar ve kuşlar dokudum. Ney kursuna gittim. Ancak 28 Şubat 2011 gecesinden bu yana tecrit karanlığındayız. Oysa rehabilitasyon için kültürel ve sanatsal aktivite olmalı. YOK!

BALBAY: Yazmak ve okumak, en büyük iki liman bu. Üniversite yıllarımdan sonra en çok kitap okuduğum dönem cezaevi yılları oldu. Haftada ortalama 1000 sayfa okuyorum, 50 sayfa yazıyorum. Masamda şiir kitapları bulunduruyorum. Okuma yazma aralarında bir şiir okuyup ruhumu tazeliyorum. Bazen heyecanlı lise öğrencileri gibi bu şiiri ezberle diyorum kendime. Gazetelerin kültür sanat sayfalarında ayrıca durup öteki sayfaların yorgunluğunu atıyorum.

İzleme hakkımız olan 20 kanaldan ikisi müzik kanalı. Müzik dinleme yelpazemiz de oradaki kadar oluyor. En çok bir tiyatroya gitmenin eksikliğini hissediyorum. Özgürlükte en son, tutuklanmadan kısa bir süre önce ailecek Genç Osman ve Galilei Galileo oyunlarını izlemiştik. Sahneler hâlâ gözümün önünde.

-Sevgili Tuncay Özkan, bir yazınızda klasik müziğe olan özleminizden bahsetmiştiniz. Müzik kaynaklarınızdan Balbay da biraz bahsetti. Klasik müzik neden yasak? Bu da tecridin bir parçası mı? Neler dinleyebiliyorsunuz? Özleminiz neye?

ÖZKAN: Burada müzik çalan alet yasak! Yani CD, DVD, mp3 player, pikap, teyp, gramofon dahi yasak. Sadece idarenin odamıza yerleştirdiği hoparlörden üç radyo kanalı dinleyebiliyoruz. Onlar da hep arabesk çalıyor. O nedenle müzik yok. Televizyonda ise 20 kanal izliyoruz. Nerede yakalarsam müziği adeta içiyorum. Ben klasik müziği çok seviyorum. 4 No’lu cezaevinde TRT 2’de eskiden pazar öğlenleri Konser Salonlarından adlı programda bu özlemimi gideriyordum. Bu nedenle koğuşum bile basıldı. Ben bir yazımda klasik müzik dinlediğimi belirtince, idare “Biz sana dinletmiyoruz, nereden dinliyorsun” diye koğuşu bastı. Aradılar. TRT deyince gittiler. Ama TRT’de o program kalktı. Şimdi hasrete yazdım dinlemek istediklerimi. Şu an Fazıl Say’ın “Mezopotamya Senfonisi”ne mahpusluğumun birkaç yılı fedadır. Öyle çok merak ediyorum ki anlatamam. Yazılanlardan rengini, kokusunu, tadını hayal ettim. Ama kulaklarım isyanda. Bir kanal yayımlasa başka bir şey istemem.

-Günün büyük bölümünü okuyarak geçiriyorsunuz sanırım. Yeni çıkan kitaplara ulaşmak kolay oluyor mu? Neler okuyorsunuz?

ÖZKAN: Burada inanılmaz bir birikim var. Örneğin Prof. Yalçın Küçük, İngiliz ve Amerikan kitap eleştirilerinin yayımlandığı haftalık yayınlar ile Fransız kültür ve sanat dergilerini de takip ediyor ve duruşma olduğu zaman her öğlen bunlardan bilgi aktarıyor. Rusça, Çince, Almanca bilenler okuduklarını aktarıyor. Ayrıca inanılmaz bir tartışma birikimi var. Pek çok kitap takası oluyor. Hücrede kitapları tutuyordum eskiden, ama binlerce oldu. 6 aydır sürekli dağıtıyorum.

Kitabı olmayanlarla paylaşıyoruz. Günün en az 6 saati okumakla geçiyor. Yeni yayınları Cumhuriyet Kitap ekinden takip ediyorum. Bir de duruşmayı takip eden 10. Köy, Biz Kaç Kişiyiz, Memleket Sevdalıları derneklerinden dostlar, katalog ve broşür getiriyorlar. Onlardan seçiyorum. Gülbin Başkanım sağ olsun cezaevine veriyor kitapları. Uygun bulunanlar incelendikten sonra bize ulaştırılıyor. Bulunmayanlar iade ediliyor. Yani müthiş bir kitap okuma eylemliliği içindeyim.

4 yılda binlerce felsefe, sanat, mitoloji, sözlük, roman, bilim kitabı okudum. Örneğin 6 ay sadece sözlük okudum. Mitoloji, felsefe, antropoloji, sosyal psikoloji sözlüklerini bitirdim. Yorulunca arada diğer kitaplar yardımıma koşuyor.

BALBAY: Büyük ölçüde takip ediyorum. Eşim haftalık görüşlere çoğunlukla kitapla gelir.
Yeni çıkanlardan seçki yapar. Postayla kitap gönderenler de oluyor. Belli aralıklar yaratıp klasikleri tekrar okuyorum. Homeros’u üniversite yıllarımda okumuştum. Mahpusluğun ilk aylarında yeniden okudum. Bugünlerde yeniden yüksek sesle okuyorum. Nedenini sonra anlatırım. Yaz sonunu “mektup” dalına ayırdım. Bugünlerde “İlhan Berk’ten Memet Fuat’a Mektuplar – Elin Üstünde Gezsin”i ve “Metin Eloğlu’ndan Oğuz Tansel’e Mektuplar – Canım Oğuzcuğum”u okuyorum.

Elimde bir de Işık Öğütçü’nün Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Bey’in anıları var. İlk sorunuzu yanıtlarken yazmak ve okumak iki büyük liman demiştim ya; işte edebiyat da o iki limanın açıldığı koca bir deniz. Edebiyat, hapisteki özgürlüğüm.

İkisinin de mektup kitapları okuması ne ilginç değil mi, bir mahpusun tek iletişim aracının mektup olduğunu düşününce, belki de başkalarının da olsa mektup okumak onlara iyi geliyor.

Mahpuslukta eksik kalan sıcak sohbet tadı belki de mektuplardan geçiyor…

-Son dönemde özgürlüklerin kısıtlanması ile birlikte adeta yeni bir edebiyat türü doğdu:

“Silivri edebiyatı.” Birçok tutuklu gazeteci de sizin gibi Silivri’den ses verdiler. Seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu eserleri takip edebiliyor musunuz ve nasıl değerlendiriyorsunuz?

ÖZKAN: Bastırılan her şey mutlaka geri döner. Bu sosyolojik bir gerçek. Ergenekon sürecinde bir zorba hukuk düzeni egemen. Örneğin bir hırsızla bir namuslu insanı yargılıyorlar.

Hırsızın suçlarını namusluya yüklüyorlar; hesap soruyorlar, ama hırsızı da olmayan bir terör örgütüne üye yapıyorlar. Hırsız da feryat ediyor namuslu insan da. Ama seslerini duyan yok. Şimdi kitaplar aracılığıyla burada olup bitenleri anlatarak halka gerçek bilgiyi ulaştırmanın peşindeyiz. Ben 6 Silivri kitabı yazdım. Soner Yalçın “Samizdat”ı yazdı. Hasan Ataman Yıldırım, “Ergenekon Kazanında Kurbağa”yı, Oktay Yıldırım, “Ergenekon Bombalarının Sırrı”nı yazdı.

Serdar Öztürk, “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı”nı yazdı, Doğu Perinçek Silivri’yi anlatan üç kitap yazdı. İlhan Selçuk, “Ergenekon Mergenekon”u yazdı. Mustafa Balbay, “Silivri Üçlemesi”ni, ardından “Gülümsemek Direniştir”i, Bekir Öztürk, “Ergenekon Kılavuzu”nu, Behiç Gürcihan cezaevinde yaşadıklarını, Demir Yıldırım gazeteciyken nasıl terörist olduğunu yazdı.

Hasan Atilla Uğur yazdı, Çetin Doğan yazdı. Sanık avukat Hüseyin Biroğlu yazdı.

Ben bir sene önce 36 kitap saydım Silivri zulmünü anlatan. Şimdi 50’yi geçti sanıyorum. Silivri edebiyatı tıpkı 12 Eylül’ün Mamak, Diyarbakır cezaevlerinin edebiyatı gibi, kendisini yaratan zalimleri ve yaşanan zulmü kuşaklar boyunca canlı tutacak. Daha filmler, belgeseller ve oyunlar yazılacak. Örneğin ben “Sehven Ergenekon” adında bir tiyatro oyunu yazmak için iki yıldır uğraşıyorum. Bitmek üzere. Örneğin müzik öyle etkili ki, Mehmet Erdem “Hâkim Bey” adlı bir parça seslendirmiş. Salona gelen izleyenler söylemeye başladı. İzleyiciler şarkı, türkü seslendiriyor.

Yani Silivri edebiyatı ve müziği var. Bir bölümü şöyle:

“Şikâyetim var cümle yasaktan

Dillerimi hâkim bey bağlasan durmaz

Gelsin jandarma, polis karakoldan

Fikrim firarda mahpusa sığmaz

Sorsan olmuyor sussam olmaz

Dil dursa hâkim bey tende can durmaz

Yazsam olmuyor yazmasam olmaz

Kaleme tedbir koma tek durmaz”

-Sorarım siz hangi dönemde izleyicilerin şarkı, türkü, marş söylediğini duydunuz?
Silivri edebiyatı, tiyatrosu (Levent Kırca oynuyor) zulmüyle yaşamın bir parçası oldu bile.

BALBAY: Takip ediyorum. Çoğunu okudum. Ama gerçek anlamda Silivri edebiyatı başlamadı. Bugünkü duruma Silivri Kitaplığı diyebiliriz. Biliyorsunuz, olaylar sıcakken edebiyat biraz izlemede kalır. Daha sonra esaslı ve kalıcı olarak devreye girer. Edebiyatımızda hapishaneler ayrı bir yer tutar. Bunların çoğunda kalabalık koğuşlar da konu edilir. Silivri edebiyatında belki yalnızlık öne çıkacak.

Tecrit koşulları, yargılamalardaki ortaçağı da aratan uygulamalar konu edilecek. Bugün Silivri’den hukuk ve anı kitapları çıkıyor. Bunu oyunlar, şiirler, romanlar izleyecek. Filmler çekilecek.

Sanat zulmü, zalimi yenmekle kalmayacak, sanat gerçeği sonsuzlaştıracak. Bunda bir parça benim tuzum olursa ne mutlu.

-Bilgisayar kullanma imkânınızın olmadığını biliyorum. Bu nasıl bir eksiklik? Bu durumda yeni çıkan filmleri vb. takip etmek de mümkün olmuyordur. Sinema sizin hayatınızda bir eksiklik mi? TV ile açık kapanıyor mu? Neleri özlüyorsunuz?

BALBAY: Silivri’ye göre bilgisayar henüz icat edilmedi! Böyle bakmazsak hayat çok zor.
Örneğin siz soruları bana yazılı verdiniz. Ben de elle yazarak yanıtlıyorum. Az önce bir cümleyi beğenmedim. Üzerini çizsem size ayıp olacak, sayfayı yeniden yazdım. Bilgisayarda birkaç saniye olan bir düzeltme, bizim için 15-20 dakika olabiliyor.

TV kanallarından biri video yayını yapıyor. Seyrek de olsa yeni filmler getiriliyor. Böyle bir durumda koğuş anonsundan “Az sonra film izlettirilecektir” duyurusu yapılıyor. TV’deki eski filmleri de zaman zaman izliyorum. “Monte Kristo Kontu”, “16. Round”, “Son Samuray”, “Truva” en az 4-5 kez izlediklerim arasında. Türkçemizdeki “Bu filmi görmüştüm” deyişi daha geniş anlamda kullanılmalı. Gördüğünüz filmi yeniden izlerken yeni dersler çıkarabiliyorsunuz. Koğuş arkadaşım Barış Pehlivan’la bunun çok sohbetini yapıyorduk.

TV bizim için daha çok haber demek, tartışma demek, son dakika demek. Sadece 20 kanal sınırı olduğu için bunların arasına tüm haber kanallarının konması için dilekçe yazdık. Ancak yöneticiler öteki koğuşların isteklerini dikkate almak zorunda olduklarını söylediler. Bir yelpaze yapıldı. Kimi sanatçılarla yapılan söyleşileri ilgiyle izliyoruz. Son olarak Enver Aysever’in Alpay’la yaptığı söyleşinin tadı damağımda. Özlemin sınırı yok. Yapmak istediklerimi “yapamayacağım” diye değil de “ileride yapacaklarım” diye düşünüyorum. Bir bakıma gelecek biriktiriyorum.
Hapishane sloganım: üretmek devrimdir!

-Tuncay Bey bildiğim kadarı ile bir “sesli kitap” projesi var. Ne durumda? Siz de bu projede seslendirmeyi yapacak cezaevinde olan aydınlarımızdan birisiniz. Hangi kitabı seslendireceksiniz?

ÖZKAN: Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte cezaevi yönetiminin uyguladığı bir proje bu. Ben Samet Behrengi’den “Küçük Kara Balık” adlı eseri seslendirmek istedim, ama listede olmadığı söylendi. Alternatif olarak Marquez’in “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı otobiyografik eserini seçtim. Ancak her gün duruşma olduğundan başlayamadım. Mahkeme ara verdiğinde bir engel çıkmaz ise okumaya başlayacağım.

-Mustafa Bey hapisten önce çok kitap yazdınız, şimdi de üretiyorsunuz. İçeride kendi gelişiminizle ilgili neler söylemek istersiniz?

BALBAY: Yıllar önce bir arkeologdan şöyle bir anlatım dinlemiştim. “En iyi kazı, müzenin deposunda yapılır. Bir arkeolojik alanı kazarken ulaşmayı hayal ettiğiniz eser dışında bulduklarınızı alır depoya koyarsınız. Sonra başka bir zaman depoyu elden geçirirken bakmışsınız çok büyük bir eser çıkarmışsınız…”Silivri’de içimde çok kazı yaptım. Daha önce depoya koyduğum pek çok şeyi elden geçirip yeniden keşfettim.

Bunun hapis nedeniyle olmasını istemezdim, ama çok verimli oldu. Bu anlamda söylemek gerekirse ben hapiste yatmıyorum, sürekli çalışıyorum. Yapabildiklerim yapmak istediklerimi artırıyor. Hapishane sloganım şu: Üretmek devrimdir!

4+4+4 için CHP’ye Çağrı

4+4+4 için CHP’ye Çağrı

HİLMİ TAŞKIN
Em. Öğretmen
http://www.facebook.com/hilmi.taskin.3, 16.9.12

Ülkemizin geleceğini etkileyecek olan 4+4+4 yasası, yarın fiilen uygulanmaya başlanacak.

5. ve 9. sınıflar seçmeli dersler ile “dindar gençlik” yetiştirmenin ilk örneklerini verecekler.

İleride her okulda seçmeli derslerin doğal sonucu olarak türbanlı kızlar ve mescitler olacak.

Kamuoyu daha çok 1. sınıfa başlayacak olan 60-72 ay arasındaki çocukları konuştu.

Laik, çağdaş ve bilimsel eğitim karşıtı adımlardan çok da söz edilmedi.

Öğretim Birliği Yasası’nın delinmesinden de yeterince söz edilmedi.
Anayasamızın 174. maddesinden de…

Bu yasaya destek veren tüm vekiller Anayasa suçu işlemişlerdir.

Bu yasayı savunan AKP laiklik karşıtı eylemlerin odağı konumuna bir kez daha gelmiştir.

12 Eylül referandumu ile yargı denetim altına alındığı için adımlar daha rahat atılmaktadır.

Ders müfredatlarında yapılan değişiklik de bu adımlardan sonuncusudur.

Eğitimdeki tüm bu karşı devrimci adımlara karşı, cumhuriyeti kuran partinin,
yani CHP’nin özel bir sorumluluğu olmalıdır.

CHP, daha önce yaptığı gibi, en yakın zamanda bir grup toplantısını halka açık olarak
Tandoğan’da yapmalı ve eğitim sistemimizde atılan karşı devrimci adımlara karşı tepkisini ortaya koymalıdır.

TBMM’de yapılan basın toplantıları veya genel kurul konuşmaları ile mücadele yeterli olmamaktadır.

Dile getirmiş olduğum bu istem, grup üyeleri tarafından tanıdıkları CHP’li yöneticilere iletilmeli ve CHP mücadeleye davet edilmelidir.

Silkinip uyanmalı, halkımızı da uykudan uyarmalıdır…

Yarın çok geç olacaktır.

======================================================
Dostlar,

ADD Giresun şubesi kurucusu, yıllarca emektarı Cumhuriyet öğretmeni,
emeklisi olur mu bilmem, kağıt üstünde emekli dostumuz Hilmi Taşkın beyefendinin bie e-ileti olarak yolladığı çağrısını sizlerle paylaşmak istedik.

Teşekkür ederiz değerli Taşkın..

Deneyimli eğitimci Taşkın’ın yazılarını

http://www.facebook.com/hilmi.taskin.3 adresinde izlemeli..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 16.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

NE MUTLU TÜRK’üm DİYENE : Yerli malı kullanın..

Dostlar,

İşte “serbest ticaret”in ülkemizi sürüklediği çıkmaz..

İşte AB “Gümrük Birliği” nin ülkemizi duvara dayayan tablosu..

İşte Dünya Ticaret Örgütü’nün ve oraya üyeliğimizin görkemli başarısı..

İşte KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizmin ülkemize verdiği karne..

500 milyar doları aşan toplam borç.

100 milyar doları aşkın dış ticaret açığı

Ve unutturulan YERLİ MALI HAFTALARI..

Yaşasın küresel rekabet..

Türkiye bu kan emicilere daha ne denli, dayanabilir ??

Bir de; hani “TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin ETMELİ KÜLTÜRDÜR” diyordu galiba Mustafa Kemal Atatürk değil mi??

Sevgi ve saygı ile.
17.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================================

Ahmet Bey, sabah saat 7.00’de

*Casio** masa saatinin alarmiyla gözlerini açti.

*Puffy** yorganini kaldirdi.

*Hugo Boss** pijamalarini çikarip

*Adidas** terliklerini giydi.

*WC** ‘ye ugradiktan sonra banyoya geçti.

*Clear** sampuan ve

*Protex** sabunuyla dusunu aldi.

*Colgate** ile dislerini firçaladi.

*BRAUN** ile saçlarini kuruttu.

*Bill’s** gömlegini ve

*Pierre Cardin** takimini giydi.

*Lipton** çayini içti.

*Sony** televizyonda medya özetlerini ve

*flash** haberleri izledi. *

*Citizen** kol saatine bakti. Aile fertlerine

*’BYE’** deyip

*Peogeot** otomobiline bindi.

*Blaupunkt** radyosunu açarak,

*rock** müzigi buldu. Agzina bir

*Polo** seker atti. Sehrin göbegindeki

*Mega Center** ‘daki ofisine varinca,

*Toshiba** bilgisayarini çalistirdi.

*Microsoft Excel’e** girdi.

*Ofisboy** ‘dan

*Nescafe** ‘sini istedi. Saat 10.00’a dogru açligini

yatistirmak için

*Grissini **yedi. Öglen

*Wimpy’s Fast Food** kafeteryaya gitti. Ayaküstü,

*Coca Cola** ve **hamburgeri **mideye indirdi.

*Camel** sigarasini yakip

*Star** gazetesini karistirdi. Aksamüzeri is çikisi

*Image Bar’** a ugrayip

*JB’** sini yudumladi, sonra kösedeki

*Shopping Center** ‘a ugradi. Esinin siparis ettigi

*Ariel** deterjan,

*Ace** çamasir suyu,

*Palmolive** sampuan,

*Gala** tuvalet kagidi,

*Sprite **gazoz ve

*Johnson** kolonyayi alarak kasaya yanasti.

*Bonus** kartiyla ödemeyi yapti.
Hafta sonu esi Münevver’le

*Galleria** ‘ya giden Ahmet Bey,

*Showroom** ‘lari dolasip

*Converse** ayakkabi, *

*Lee Cooper blue jean** satin aldi.

Aksam evde bir gazetenin verdigi

*TV Guide** ‘a göz atan Ahmet Bey, kanallar arasinda

*zapping** yaparak,

*First Class** ,

*Top Secret** ,

*Paparazzi** gibi programlar izledi. Ayni anda

*Outdoor** dergisini karistirdi.

Uykusu gelen Ahmet Bey, televizyonu kapatip yatak odasina geçerken, kendini mutlu hissetti.
** ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’** diye gerindi ve uyudu.

*Hâlâ da uyuyor. Ne zaman uyanacagi da belli degil.