Etiket arşivi: 16 Nisan Halkoylaması

Üçlü sanal zincir : Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

Üçlü sanal zincir :
Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ikaboglu@marmara.edu.tr
2020.04.02, https://www.birgun.net/haber/uclu-sanal-zincir-bakanlar-kurulu-olumler-suclular-294307

COVID (HAKİKİ) VE KHK (SANAL) ÖLÜMLERİ
  • Bakanlar Kurulu + Hükümet + Cumhurbaşkanı + Devlet Başkanı vd.= TEK KİŞİ!
Yürütme ve devlet yetkilerini (parti genel başkanlığı şemsiyesi altında) birleştiren monokrasi ile Türkiye’nin yönetilemeyeceği, Covid-19 ile apaçık ortaya çıktı.

Her yerde hazır ve nazır muktedir, artık “mahpus”; Bakanlar ile sanal ortamda iletişim tarzı ise, medyaya “kabine toplantısı” olarak pompalanıyor.

Ne var ki, KHK’zede sivil ölüler ile hakiki ölümden korkanlar yine de eşit değil…

“BİZ BİZE YETERİZ TÜRKİYEM”

30 Mart akşamı, sanal toplantı ardından (mülga Hükümet sözcüsü bakan gibi) açıklama yapan Cumhurbaşkanı’nın şehir hastaneleri övgüsü ile başlayan ve halktan yardım istemi ile sona eren konuşmasını camiden (her akşam yükselen) selâ! sesleri eşliğinde dinledim. “Biz bize yeteriz Türkiyem” sloganlı dayanışma kampanyasında çok şey vardı; ama Devlet yoktu: ne hukuk, ne sosyal, ne de çevre anlamında.

“DEVLET ŞİMDİ: HUKUK DEVLETİ, SOSYAL VE ÇEVRESEL DEVLET”

Bu başlıkla iki hafta önceki yazıda (19.3) dikkat çektiğim Devletin üçlü işlevinde somut adım atmak bir yana gerileme var: Hukuk yerine fiili durum önde.

Hukuk devleti: 65 yaş ve üstü, bazı riskli gruplar için öngörülen sokağa çıkma yasağı; İçişleri Bakanı’nın yasaya açıkça aykırı bir biçimde, Belediyelere bağışı engellemesi; niyet sorgulaması ile gözaltılar vb.

Sosyal devlet: “Biz bize yeteriz Türkiyem”de, başta iş güvenliği ve esnaf-sanatkârları korumaya yönelik Devletin anayasal yükümlülükleri yok.

Çevre devleti: Ne kadar süreceği bilinmeyen bu denli vahim toplumsal felakete rağmen Kanal İstanbul ihalesi, sağlıkla ilgili ve çevresel yeni felaketlere çağrı değil mi?

ULUSAL SEFERBERLİK, AMA NASIL?

Oysa kendi kendimize yetebilmemiz için,
– Devletin üçlü işlevi bütününde ve
– ulusal planlama eşliğinde
sürdürülebilir bir ulusal üretim ve tasarruf seferberliği başlatmak yaşamsal.

Önce Türkiye ülkesi ve toprakları:

  • Kanal İstanbul vb. ‘çılgın’ girişimler derhal durdurulmalı;

ekosistemi bozucu girişim ve yatırımlardan vaz geçilmeli.

Sonra, sosyal devlet gerekleri, sosyal güvenlik ve adalet için seferber edilmeli: Emekçilerin iş güvencesini sağlamanın ötesinde, hukuk dışı yol ve yöntemlerle görevine son verilen, “sivil ölüler” (başta sağlık emekçileri) göreve döndürülmeli.

Nihayet, Devlet yönetiminde, yeniden kurallara ve kurumlara dönülmeli.

Akıldışı ve fanatik toplu eğilimler yerine dünyevilik ve kamusallık bilinci ancak böyle ilerletilebilir. Dünyevi adalet olmadan uhrevi adalet, sanal bir aldatmaca olacağı gibi hesap verebilir saydam bir yönetim olmadan hukuk toplumu da sanal bir beklentinin ötesine geçemez.

“MAHPUSLARIN YAŞAM HAKKI, DEVLET GÜVENCE VE SORUMLULUĞ ALTINDA”

Bu başlıkla geçen haftaki yazım (26.3), şu dört ölçüte vurgu yapıyordu:

Yaşam hakkı, ağır cezalı suçüstü hali dışında tutuklular, fikir suçluları, şiddete başvurmamış suçlular.

“Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (31 Mart) sahiplerini, Covid-19 “hakiki ölüm” tehdidi bile, mahpusları eşit olmayan ayrımcı işlem tabi tutmaktan alıkoyamıyor; üstelik indirim adı altında af yolunda.

İşte iyileştirmeden yararlanan hakiki suçlular: Yağma, dolandırıcılık, kasten yaralama, tehdit, hırsızlık; suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek vb..

Buna karşılık “sanal” suçlular yok: Tutuksuz yargılanması gerekirken mahpuslar, sözleri ve yazıları nedeniyle (hatta niyet okuması yapılarak) hapsedilen muhalifler, silah veya şiddete bulaşmadığı halde terörist işlemi görenler, kısacası siyasi suçlular.

SUÇLUYORUM!

SUÇLUYORUM!

Yakup Kepenek

 

Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce ikilisi, açıkça, CHP’yi yok etme suçu işliyorlar. Yalnızca son gelişmelerden giderek bu ikiliye bakalım.
Onları suçlama hakkımın olduğunu kendileri çok iyi bilir. 

 
Kılıçdaroğlu 
Eski yakın dostum Kılıçdaroğlu, CHP’yi yönetemedi; partinin bugünlerini hazırladı. 
Geçen çarşamba günü basına yaptığı bir açıklamada, üç konuda başarılı olduğunu vurguluyor; İYİ Parti’ye verdiği 15 milletvekili desteği; Millet İttifakı ve İnce’yi aday göstermesi. 
Yakından bakılırsa bunların hiçbiri başarı sayılmaz.
Önce, CHP’yi sağcılaştırma çabasının bir gereği olarak ısrarla biz ülkücüyüz diyeceksiniz; birçok yerde toplulukları bozkurt işareti ile selamlayacaksınız… Bu durumda MHP’den ayrılanların doğal olarak CHP’ye gelmesi gerekirdi; hiç de öyle olmadı; onlar ayrı parti kurdu; siz de onlara omuz verdiniz. Şimdi de uzaklaşarak size el sallıyorlar. 
İkincisi, seçimlerde sayenizde istediklerini alan İYİ Parti ve SP, Millet İttifakı’nın dağıldığını açıkladılar. Bu mu başarı? Millet İttifakı, HDP’yi dışladığı için, eksikliydi ve başarısızlığı kaçınılmazdı. Aslında siz 2016’da AKP’nin getirdiği milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili teklifi “Anayasaya aykırı ancak destekleyeceğiz” diyerek CHP’yi hukuk dışına düşürdünüz ve HDP’nin ezilmesine çanak tuttunuz. Ortaklarınız sizden kaçarken şimdi terörist suçlaması CHP’ye yöneltiliyor.
Üçüncüsü, İnce’yi aday yapmanızın ne kadar büyük başarı olduğunu geçen salı gecesinden bu yana bizzat yaşıyor ve dahası CHP’ye de yaşatıyorsunuz! 
 
İnce’ye gelince 
16 yıllık milletvekilliğiniz sırasında hangi büyük başarılara imza attığınız bir yana, siz Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi aşırı sağcılaştırma çabalarına hiç karşı çıkmadınız; bu nedenle başından beri onunla suç ortağısınız. 
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyanız sırasında, çok sığ kaldınız; rakibinizi, özgürlük, demokrasi ve barış düzlemine çekemediniz; baskılardan bunalmış olan kitlelere umut dağıttınız, şimdi de o umutları boşa çıkarıyorsunuz. 
Gerek 16 Nisan halkoylamasının, gerek 24 Haziran başkanlık seçimlerinin sonuçlarını sorgulamaktan ısrarla kaçındınız. Hele 24 Haziran gecesi CHP emekçileri ve görevlileri sandıkların başında beklerken sizin nerede olduğunuz tartışılır olmamalıydı. 
24 Haziran’dan sonra Mega Muharrem kesildiniz, uçuyorsunuz. Aldığınız %30’u aşan oyu, helalinden olarak niteliyor ve 1970’lerin Ecevit CHP’sinin aldığı oyla karşılaştırıyorsunuz. 12 Eylül’den sonra Halkçı Parti’nin %30; 1989 yerel seçimlerinde SHP’nin %29 dolayında oy aldıklarını tam bir nankörlükle görmezlikten geliyorsunuz. Ben vefalıyım, Kemal’e rakip olmam derken kurultayın toplanması için örgütü kullanarak onu arkadan vuruyorsunuz. 24 Haziran sonrası çok tutarsız konuşuyor ve konuştukça batıyorsunuz! Hürriyet’ten A. Arman ile yaptığınız bir söyleşide; herkes haddini bilecek … benim canımı sıkmasınlar diyerek bir gazeteyi ve onun bir yazarını hedef seçtiniz (1 Temmuz). Bu sözlerde düşünce özgürlüğünü benimsemiş bir beyinin kırıntısı var mı? 
Ve bir eski arkadaş uyarısı: Daha önce Kılıçdaroğlu’na Aslan Kemal; yürü; şu CHP’yi dönüştür diye alkış tutan sağcı yazar ve yorumcular, şimdilerde onunla -ve çok üzülerek söyleyeyim CHP ile- alay ediyor ve seni göklere çıkarıyorlar

İkinize de sorulmalı            :

  • Bugünlerde, özgürlükten, demokrasiden ve barıştan uzak bir rejim, karanlık kararnameleri ve kadrolarıyla ülkenin üzerine çökerken, siz ne yapıyorsunuz? 

    Tüm CHP’lileri, arkanızda saf tutmaya zorluyor; partimizi parçalıyor ve zayıflatıyorsunuz.
  • Bir kez daha AKP iktidarının ve kurulmakta olan rejimin ekmeğine yağ sürüyorsunuz
    Şunu iyi bilin ki, suçlarınızın cezasını tarih kesecek! (09.07.2018)

“Mühürsüz oy pusulalarının tamamında ‘Evet’ çıktı” üzerine bir yorum

“Mühürsüz oy pusulalarının tamamında
‘Evet’ çıktı” üzerine bir yorum

Ertan URUNGA  
Emekli Yargıç Albay

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Sayın SALTIK,

Öncelikle belirteyim ki, YSK Başkanı olan kişinin mühürsüz zarfların ve oy pusulalarının geçerli sayılmasına ilişkin Basın Açıklamasının; sizin de belirttiğiniz gibi tutulacak bir yönü olmayıp tümüyle kendi ayıbının ve hukuksuzluğunun bir ilanı ve itirafıdır.

Hele bu gün yurt dışındaki mühürsüz zarf ve oy pusulalarının geçersiz sayıldığına ilişkin haberden sonra bu açıklama, tam bir hukuksal rezalet ve hatta skandala dönüşmüş; ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in “Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi” dizesini de anımsatmıştır bize.

Ancak benim asıl belirtmek istediğim konu ise bu gün CHP’nin yalnızca YSK’ya yaptığı başvuru ile kalmayıp, ayrıca seçimlerin genel yönetim ve denetimini yapmakla görevli ve yetkili kılınan, kararları aleyhine başka bir merciye başvurulamayan, ancak Anayasada yüksek yargı organları arasında yer almayan ve kendine özgü (sui generis) yetkilerle donatılmış yönetsel nitelikte bir kurum olan YSK’nın, yasaya ve hukuka mutlak aykırı olduğu için yok hükmünde (keenlemyekun) bulunan Kararının İptali için Danıştay nezdinde (AS: katında) işin ivediliği nedeniyle yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmasının da sonraki durumlar için gerekli ve uygun olacağı kanısındayım.

Her ne kadar Anayasanın 79/2. maddesinin son cümlesinde, “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” denilmekte ise de bu Hükmün;

1- Anayasanın metninden sayılan Başlangıç bölümünün özellikle üçüncü fıkrasında yer alan egemenliği “.. millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun,
bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş
hukuk düzeni dışına çıkamayacağı
buyruğu,

2– Yine Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi,

3– Keza Anayasanın 125/1. maddesinde belirtilen “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” kuralı, birlikte değerlendirildiğinde; seçimleri yönetmek, denetlemek ve yolsuzluklara ilişkin şikâyet ve itirazları inleyip karara bağlamakla görevli bir Kurulun, yukarıda belirtilen evrensel nitelikteki bağlayıcı hukuk kurallarına karşın,

  • mevcut hukuk düzeni dışına çıkıp yöntem ve yasaya açıkça aykırı işlem ve kararlarının
    yargı denetimi dışında bırakılmasının bir hukuk devletinde asla kabul edilemeyeceği için,
    böyle bir davanın –amaçsal bir yorumla- açılıp görülmesine engel teşkil etmeyeceğini (AS: oluşturmayacağını) rahatlıkla söyleyebilirim. Yeter ki siyasetin, yargıdan elini çekip yargı bağımsızlığı sağlanabilsin. İşte o zaman, adalet de er ya da geç yerini bulunacaktır elbet!

Saygılarımla… (18.04.2017)
====================================
Dostlar,

Sayın E. Yargıç Albay Ertan Urunga‘ya teşekkür ediyoruz sitemize yazdığı için.. Bizim konuya ilişkin değerlendirmemize (18.4,17; YSK’nin MÜHÜRSÜZ OYLAR KARARININ DAYANILMAZ SAÇMALIĞI ÜSTÜNE!) yorum olarak eklediği metni olgunlaştırıp gönderdi ve çok kıdemli bir hukukçunun son derece önemli, özlü, yerinde bilgilendirme ve uyarısını paylaşmak istiyoruz.*

Herkes aklına güzelce koysun; AKP-RTE, Adalet Bakanlığı yapan Bekir Bozdağ, yandaşlar….

  • Yasa vb. yazılı mevzuat metinlerinin belli yorum teknikleri vardır. Bu metinlerin salt mekanik anlamı – sözü (lafzı) ile yetinilemez. Bu anlamlar çok net olsa da.. Anlamsal yoruma ek
    amaçsal yorum yöntemi de büyük önem taşır. Mevzuat metnini düzenleyen organ bu içerikle neyi amaçlamıştır, ona bakılır.
  • Ek olarak, ne denli katı normatif pozitivist de olsanız, bu mevzuat normlarının da araçsallaştırılması, YÜCE ADALET ÜLKÜSÜ’ne her somut olayda erişmek için düzenlendiklerini kabul etmek gerekir.
  • Giderek, hukukun evrensel kabul gören ilke, kural ve standartlarının üstünlüğü (jus cogens – grund norm) tartışma dışıdır. Her görece çetrefil olayda Ronald Dworkin’in “Herkül yargıcı” na gereksinim yoktur. Yargıç(lar), önlerine gelen her somut karar sorununda (decision problem) öncelikle ADİL KARARI üretmeli, ardından da bu özgül adil karara hukuksal norm dayanağı aramalıdırlar; arayınca mutlaka bulacaklardır. Ama ulusal, ama uluslararası, ama bir pozitif norm, ama bir evrensel hukuk ilkesi.. “Buyurucu” (emredici) açık normlar karşısında, bağlı yetki sorunu bile aşılabilir! Yeter ki en yüce erdem ADALET’e erişilsin..

Dolayısıyla AYM önüne götürülecek bireysel başvuru(lar)da Yüksek Mahkeme, en adil karar için elbette yetkin bir çaba gösterecektir, göstermelidir. OHAL KHK’leri ile ilgili verdiği yetkisizlik kararının ülkemizde ve hukuk dünyamızda yarattığı yıkım çok ürkünçtür. Bu bağlamda ikinci bir kritik hata hem Yüksek Mahkemeyi “yok – göstermelik” kertesine indirebileceği gibi, demokratik hukuk devletini özünden ve kökünden yaralayacak, yalnızca
16 Nisan Halkoylamasının değil rejimin meşruluğu tartışmaları engellenemeyecektir ki;
bu tablonun türevi tehlikeli gelişmeler tanımlanma gereksinimli değildir (izahtan varestedir).

Son bilgilerle CHP Danıştay’a başvuruyor.. YD (Yürütmeyi durdurma) istemli..
Dileriz ulusal düzlemde bu açık aykırılık düzelir, düzeltilir, gecikmez; YSK halkoylamasını yeniler ve AİHM’ne gitmek gerekmez. Danıştay kararı olumsuz olursa hemen AYM’ye gitmeli eş zamanlı olarak da AİHM’ne başvurulmalıdır.. İç hukuk yollarının umutsuzluğu, beklemenin yararsızlığı ve adil yargı hakkını ortadan kaldıracağı… gibi gerekçelerle. AİHM’in benzer davalarda “kabul” yönlü yerleşik içtihatları var..

Bir de Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘dan pratik bir öneri var :

  • Benim bir uzlaşı/çözüm önerim var YSK na… 
    Mevcut durumda Evet Hayır oyları arasındaki fark 1,38 milyon olduğuna göre,
    a) Eğer bu mühürsüz pusulalarda Evet-Hayır farkı 1,35 milyondan daha az ise bırakalım gitsin, YSK’nin yakasını bırakalım.
    b) Bu zarflardaki Evet-Hayır Farkı 1,35 milyondan büyük ise Referandum İptal edilsin…
    Var mısın YSK bu teklife ?

Sevgi ve saygı ile. 21 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

*”Yargıtay’dan adalete balyoz!”, Sn. Urunga’nın sitemizde 01.06.2014’te yer verdiğimiz bir başka önemli yazısıdır..