Kategori arşivi: SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Bizim yazdıklarımız, oluşturduklarımız dışında değişik kaynaklardan alarak paylaşılmasını uygun bulduğumuz dosyaları içermektedir.

Yitirdiklerimiz … Canerhan Tipi’den çok etkileyici-öğretici bir sunu..

Dostlar;

İnsanlığa değer katan,
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada bırakan
Tüm insan-ı kamillere bizden selam oldun..

Derleyip toplayan ve vefa ile kalıcılaştıran
Canerhan Tipi nam yiğide de baki selamımız vardır.

Elbet, birkaç dakika zaman ayırıp huşu ile izleyip muhasebe yapacaklara da..

Sevgi ve saygı ile. 13.8.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================================================

Kaybettiklerimiz

Komünistler mi yaptı?

Cumhuriyet Pazar Dergi, 12.08.2012

SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Komünistler mi yaptı?

Bu ülkede bir zamanlar deprem ve su baskınları dışında bütün felaketlerin komünistlerden geldiği ileri sürülür, kötülenmek istenenler, komünistlikle suçlanırdı:

6-7 Eylül 1955’te Istanbul’da çok acı olaylar yaşandı: Birçok semtte azınlıklara ait dükkânlar, evler, yıkıldı, yağmalandı.

Neden?

Başbakan Adnan Menderes şöyle açıklamıştı:

– Katiyetle ifade ediyorum ki, büyük bir komünist darbesinin karşısında bulunmaktayız. Müsait olan zemini fevkalade üstadane maharetle ve soğukkanlılıkla istismar eden komünistler, birer milli felaket diyebileceğimiz fevkalade ağır bir vaziyet vücuda getirmişlerdir…

Dünya komünistleri faaliyetlerini Türkiye üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Türkiye’yi en çekici bir hedef olarak ele almışlardır. Sadece kiliselerin tahribine büyük ehemmiyet ve dikkat atfedilmis olması, ölülerin kemiklerinin muhkem mermerler altında sökülüp ortaya çıkarılıp hakarete maruz bırakılması keyfiyeti, damgası üstünde komünist eseri olduğunu apaçık ifade etmektedir.

Komünistler mi yapmıştı bunu?

“Selanik’te Atanın evi bombalandı” manşetiyle çıkan iktidar güdümlü İstanbul Ekspres gazetesi genelde tirajı 20.000 civarında olduğu halde 6 Eylül’de 290.000 basılmış, bedava dağıtılmış, halk galeyana getirilmiş, önceden hazırlanmış sopalar bazı kimselere dağıtılarak eylem başlatılmıştı.

Ata’nın evine bomba atan kimdi? Bomba attıran da dükkânları yağmalatan da komünistler değil, devletti.

27 Mayıs 1960’ta Türkiye’de askeri bir darbe gerçekleştirildi.

Neden?

9 Aralık 1959’da -yaklaşık yirmi yıllık bir aradan sonra- Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne bir bakan gitmişti. Dışişleri Bakanı Zorlu’dan sonra 12 Temmuz 1960’da Başbakan Menderes’in de SSBC’yi ziyareti planlanmıştı.
Ardından da Kruşçev Ankara’ya gelecekti. Birçok yazar bu gelişmelerin ABD tarafından, Türkiye’nin SSBC’ye yaklaşması, komünist blokunun etki sahasına kayması olarak yorumlandığını ve bu kanının askeri darbeye yol açtığını ileri sürmüştür. Menderes de mi komünizme kayıyordu?

Hayır, Türkiye ekonomik sıkıntı içindeydi; ABD’den istenen yardım sağlanamıyordu,
Sovyetler ise durmadan yardım önerisinde bulunuyordu.

1960 askeri darbesini yöneten Milli Birlik Komitesi, 147 öğretim üyesini üniversiteden uzaklaştırmıştı.

Neden?

Komite’nin bazı üyeleri açıklamışlardı:
– Kimi komünisttir, kimi de eşcinsel!

Zamanla 147’ler hakkında geçerli bir suçlama, bir dosya bulunmadığı, bazı meslektaşlarının isteğiyle Komite’ye sunulan listede yer aldıkları anlaşıldı ve üniversiteye döndüler.

Özet : 6-7 Eylül olaylarında, 147’ler meselesinde komünistlikle suçlanan kimse komünist değildi,
Rusya’ya gitmeye kalkan Adnan Menderes de!*

Çok sayıda okuryazarın, gazetecinin, rütbelinin, öğretim üyesinin ve milletvekilinin “darbecilik”le suçlandığı ve uzun süredir tutuklu bulundurulduğu bu günlerde, geçmişi anımsamamak elde değildir! l

*Komünist olmanın ayıp ya da suçlanma nedeni olmaması gerektiğine inandığımı da belirtmeliyim.

ABD’ye, AB’ye BARZANİ’ye “NOTA” Verilmeli !

KURTULUŞ İÇİN (2)
ABD’ye, AB’ye BARZANİ’ye “NOTA” Verilmeli !

E. Alb. Cemil DENK

ABD’nin ana hedefi:
Öncelikle Kuzey Irak’ta kurulmuş olan Barzani sözde Devleti’ni Türkiye’nin tanıması ve
fiilen koruması altına almasıdır. Çünkü ABD Irak’tan çekildikten sonra, Irak Arapları ve İran, Barzani Devleti’ne karşı harekete geçebilirler.

Böylece ABD hem Barzani Devletini güvene almış olacak, hem de Irak ve İran ile
karşı karşıya gelecek olan Türkiye, ABD’ye daha çok mahkûm duruma gelmiş olacaktır.

Barzani Devleti ABD için önemlidir. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi’nin ana hedefi olan Büyük Kürdistan’ın başlangıç noktası Kuzey Irak’taki Barzani Devletidir. Irak saldırısının esas amacı da zaten Barzani Devletinin kurulması idi.

Büyük Ortadoğu Planı’nın amacı;

ABD-İngiltere-Fransa gibi devletlerin yüzyıllık düşü olan;

* 24 Müslüman ülkenin rejimlerini ve sınırlarını değiştirmek,
* BÜYÜK KÜRDİSTAN kurmak (Gerçekte BÜYÜK İSRAİL!)
,
Üsler aracılığıyla, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’yı, buradan denetlemektir.

ABD-İNGİLTERE-PKK- BARZANİ cephesi, Türkiye devletini tasfiye etmek için her alanda saldırılarını sürdürüyorlar.

AKP Hükümeti de bunlarla işbirliği içinde, ekonomik kaynaklarımızı satıyor, milli güçlerimizi etkisizleştiriyor. Türk Milleti’nin bu saldırılara sonsuza dek katlanması, dayanması olanaklı mıdır?

ABD’ye, “Türkiye’nin dostu” diyorlar, savaşması için silah veriyor, istihbarat veriyor.. diyorlar. ABD gerçekten Türkiye’nin dostu ise, “Türk Ordusu’nun Kandil Dağını dünya haritasından silmesine” izin verir, yardımcı olur!..

Uludere’de 35 kaçakçıyı gören ABD istihbaratı, Amerika, Dağlıca Karakolumuza saldıran
ağır silahlı 300 “teröristi” (1?) göremiyor (!?) İşin acı yanı, üstelik de bu hainler Kuzey Irak’tan yani ABD’nin denetimindeki bölgeden geldiler.

Bu ‘Anında İstihbarat’ komedisini bizim Hükümetimiz göremiyor ya da görmezden geliyor!

Amerika, Koskoca Türkiye’yi, silah bırakmaya yanaşmayan PKK’yla pazarlık masasına oturtuyor!

PKK’nın arkasındaki büyük güç ABD‘dir. Amerika için PKK, Ortadoğu coğrafyasının yeniden biçimlenmesinde (BOP) kullanılacak silahlı bir taşerondur. O nedenle, ABD PKK terörünün bitirilmesine izin vermiyor. Bir ülkenin yönetimi başkalarının emrinde olursa, olacağı işte budur!

Cemaatin dergisi Aksiyon, son sayısında, ABD’nin Adana Konsolosu Daria Darnell başkanlığında kimi Kürt liderlerle İncirlik üssünde toplantılar yapıldığını ve Kürtlerin geleceğine ilişkin kararlar alındığını yazdı.

Neydi bu kararlar? Kürtler için Demokratik Özerklik modeli!..

PKK, Türkiye’ye sınır ötesi harekât yapıyor.
Türk Ordusu’nun savunma amaçlı sınır ötesi harekât yapmasını ise ABD engelliyor.
ABD yalnızca nokta operasyonlara izin veriyor. İzni ABD verdiği için de,
nereye operasyon yapılacağını ABD biliyor. Bilgi PKK’ya da gidiyor.”

Askerlerimiz Dağlıca’da neredeyse, öbek, öbek şehit olup toprağa düşerken,
Başbakan Erdoğan, Putin ve Obama ile Suriye’ye müdahaleyi konuşuyor!
Peki, Dağlıca dediğimiz yer Irak’ta mı? Hayır! Hakkari ilimizde yani Vatan Toprağı!
Saldırı nereden geliyor? Kuzey Irak’tan! Orası kimin denetiminde?
İşgalci konumundaki ABD’nin!

Böyle bir tabloda Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama ile Dağlıca’yı konuşması değil,

“Kandil’i söndürmezsen İncirlik Üssünü Kapatırız!” ‘ultimatomu’ vermesi gerekir?

Üstelik Dağlıca’ya yapılan hain sızma ve saldırı ilk değil!
Yalnızca Dağlıca mı, K. Irak’ı ya da Kandil’i üs yapan PKK’nın akıttığı kanlar sel olmuş durumda!

Tablo bu ama Başbakanımız, yaptığı her konuşmada;
Kandil’i tasfiye yerine Suriye’yi işgalden bahsediyor!

Ayrıca AKP Hükümeti, Suriye’nin PARÇALANMAMASI, Suriye’nin kuzeydoğusunda bir
Kürt Devleti KURULMAMASI için Suriye ile ittifak yapacağı yerde; tam tersine Suriye rejimini yıkmak için çalışmaktadır.

Suriye’de rejim değişikliği halinde, aynen Irak’ta olduğu gibi;
Kürt Bölgesinin Ayrılması ABD Planıdır.

ABD, AB, İNGİLTERE, BARZANİ vb. Dış Güçler Türkiye’nin yıkılması için ellerinden gelen
her türlü düşmanlığı yaparlarken;

Sayın Başbakan’ımız;

“Biz Büyük Ortadoğu (Bop) Projesinin Eş Başkanıyız, Biz Bu Görevi Yapıyoruz.” diyor,

ABD’nin Ortadoğu ülkelerini İşgal etmek, Türkiye’mizden kopardıkları topraklarda
Kürdistan’ı kurmak, Ermenistan’a Türkiye topraklarından toprak vermek ve de ülkemizi
Eyaletlere bölmek projesinin başkan yardımcısı olmakla övünüyor (!?)
———-

ABD’ye AB’ye BARZANİ’ye “NOTA” verilmeli !

İktidarımız, önce teröristlerin eğitim gördükleri, topraklarımıza sızıp, güvenlik güçlerimize, masum insanlarımıza saldırdıkları, sonra da ellerini kollarını sallayarak geri döndükleri sözde Kürdistan kabilesinin sözde başkanı Barzani’ye;

10 gün içinde;

* PKK yöneticilerini tutukla, bize teslim et,
* Kamplardaki PKK unsurlarını boşalt,
* Bölgeyi denetimimize aç! “ULTİMATOM’U verilmelidir.

Barzani gereğini yapmazsa, askerimizi Kuzey Irak’a, teröristlerin inlerine sokmalıyız,
oralardaki terör yuvalarını geçmişte yaptığımız gibi temizlemeliyiz.
Bölge, yurt içinde terörist kalmayana kadar işgal altında tutulmalıdır.
———-
1992’de Irak’a yapılan kara harekatının komutanı Emekli Orgeneral Necati Özgen,
kara harekatını VATAN’a yorumladı:

“Devlet otoritesini o bölgede göstermelidir. Irak sınırından içeride, Dohuk-Zaho bölgesinde Tampon Bölge oluşturulmalıyız.

Yeni bir sınır tashihi gerekiyor. Gerekirse Irakla görüşüp yapılabilir.
Hakkari, Şırnak ve tüm bölgenin güvenliği için SINIR ÇİZGİSİNİN mutlaka DEĞİŞMESİ gerekir.” (Mert İnan, VATAN)

Bizim birliklerimiz, hep SAVUNMADA KALMAMALI, Kurbanlık Kuzu gibi beklememeli,
İnisiyatif Almalı, hainlerin tepesinde olmalıdır.

Çünkü en iyi SAVUNMA; TAARRUZDUR.

Bunlardan önceki hükümetler döneminde Ordumuz gerekli olunca, Kuzey Irak’a girmiş,
onların inlerini, mağara ve üslerini delik deşik etmiş ve teröristleri, analarından doğduğuna pişman etmişti.

Bu hükümet de bunu yapabilir çünkü bu konuda Birleşmiş Milletler Sözleşmesi var.
Bu Sözleşmenin 51. maddesi çok açık. Madde şöyle:

“… Bu anlaşmanın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin Silahlı Saldırıya Uğraması halinde, bu üyenin Meşru Savunma Hakkını kullanmasına engel değildir…”

Başımıza çuval geçiren, komşu ülkelerde Müslüman kardeşlerimize tecavüz eden,
yurdumuzu bölmek isteyen terörist örgüte askeri, lojistik destek sağlayan, yalan yanlış istihbaratlarla 34 vatandaşımızın ölümüne neden olan Amerikan askerlerinin zaferi için
dua edenlere sesleniyoruz:

19 Mayıs’lar, Cumhuriyet Bayramları, Atatürk’ler, Hasan Tahsin’ler tüm ulusun
ortak değerleridir. Ortak mirasımızdır.

Kimse onları anmamızı, mezarlarına, anıtlarına çelenk koymamızı engelleyemez.

ABD istedi diye kimse Ulusal Kurtuluş Savaşımızı unutturamaz,
Cumhuriyetimizi ortadan kaldıramaz.

Önünde – sonunda, babalarınız, dedeleriniz gibi, sizin de “Şeriatçı korku İmparatorluğunuz (!) yıkılacaktır.

Sözün özü :

Türk Hükümeti’nin,

AB’ye de ABD’ye de, İNGİLTERE de, BARZANİ’ye de vb. Dış Güçlere
“NOTA” vermesi gereklidir.

“Çekil Önümden” “Gölge Etme Başka İhsan İstemem” demesi gerekir.

Bu Millet, bu vatanı, Kuruluş Savaşı’nda “Bir Çift Çorap ve “Bir Çift Çarıkla” kazanmıştır. Gerekirse yine Aç kalır, Açık kalır, bağımsızlığını yine kazanır inancındayım.

Onur Öymen : Türkiye Suriye’de Oyuna Gelmemeli..

Dışişleri Eski Müsteşarı Sayın Dr. Onur Öymen’in 12.8.12 günü Cumhuriyet’te önemli bir söyleşisi yayımlandı. Leyla Tavşanoğlu’nun gerçekleştirdiği söyleşinin konusu; TÜRKİYE SURİYE’de OYUNA GELMEMELİ.. dikkatle okunmalı.
Sevgi ve saygı ile.12.8.12 Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Onur_Oymen_Turkiye_Suriye’de_Oyuna_Gelmemeli_Cumhuriyet_L.Tavsanoglu_pazar_soylesisi.12.8.12

Kuzey Suriye fena baş ağrıtacak

– Oysa Türkiye nerede ve kim tarafından yapılırsa yapılsın bütün şiddet politikalarına karşı olduğunu beyan etmemiş miydi?

O.Ö. – Etmişti. Şimdi Şam hükümeti muhaliflere karşı bir eylem yapınca şiddetle kınıyoruz. Ama muhalifler Savunma Bakanı dahil devlet adamlarını bombalı saldırılarda öldürünce sesimizi çıkarmıyoruz. Üstelik onların bu eylemlerini onaylıyormuşuz gibi bir hava yaratıyoruz.

Tam bu sırada, ABD terörle mücadele raporu yayımladı. Raporda PKK’den terör örgütü olarak söz ediliyor. Ama ABD’nin 2009’dan beri resmen terör örgütü olarak tanıdığı PKK’nin ikiz kuruluşu PEJAK terör örgütleri listesinde yok. Suriye’de, PKK çizgisindeki PYD’den de terör örgütü olarak söz edilmiyor. Öte yandan ABD’nin terör örgütü listesinde açıkça yer alan Hamas ve Hizbullah örgütleriyle de Türk Hükümeti en üst düzeyde çok sıkı siyasi ilişki içinde. Türkiye’yle ABD stratejik ortakmış, hâlâ aynı temel yaklaşımları paylaşıyormuş sözleri var. Ama belli ki bu gibi konularda ABD’yle Türkiye’nin yaklaşımlarında müthiş farklılıklar bulunuyor. Son olarak da kurtarılmış bölgeler konusunda bu farklılık açıkça ortaya çıktı.

====================================================
Tümünü pdf dosyası olarak okuyabilirsiniz..

Sevgi ve saygı ile. 12.8.12

Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Suriye’ye Hatay’dan Bakmak..

SURİYE’ye HATAY’dan BAKMAK

Hamide Yiğit
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46875, 11.8.12

“Mülteci” adı altında Türkiye’ye gelen silahlı adamlar Antakya’da cirit atıyor. Asker elbiseli, silahlı, yanlarında korumalarla tur atıyorlar. Medyanın “muhalifler” dediğine Antakya halkı asla muhalif demiyor. Nedenini şöyle açıklıyorlar:

“Nasıl isimlendireceklerini bilememek hali var. Suriyeli desek, yıllardır Suriye halkıyla ekonomik, akrabalık, komşuluk ilişkilerimiz var. Biz Suriye halkını böyle bilmeyiz. Muhalif desek, arkasında halk desteği olur, halkla birlikte muhalefet eder. Oysa bunlar tam bir çapulcu ve ellerine hak etmedikleri bir değer ve fırsatlar verilmiş, adeta terör estiriyorlar…”

Nasıl ki, İncirlik “planlama ve koordinasyon merkezi” ise, Hatay da artık ABD’nin Suriye konusundaki “operasyon merkezi” olmuştur. Sınır, silahlı gruplar için “yol geçen hanı” durumunda. Hatay’daki kamplardan Suriye’ye günü birlik giriş yapıp saldırı düzenliyor ve kamplarına geri dönüyorlar. Ya da yaralı dönerlerse, sınırda onları bekleyen ambulanslarla ilçe ve merkez hastahanelere taşınıyorlar.

Mülteci kampından daha çok evlerde barınanlar var. Halk, kamplarda yaklaşık 7 bin kişinin kaldığını, ama bu sayının en az üç katı kadar “mülteci”nin evlerde (Antakya merkez ve sınıra yakın ilçelerinde) kaldığını söylüyor. Kaygılarını da şöyle ifade ediyorlar: “Kampta kalanların kaydı vardır, kim oldukları bellidir belki ama evlerde kalanların ne olduğu, kimliği, ne yaptığı-ne yapacağı belli değil. Suriye uyruklu olmayanlar da vardır ve kaldıkları evler silah deposu gibi.”

Esnaf canından bezmiş

Canlarının istediği restoranta girip yemek yiyorlar ve hiçbir ödeme yapmadan çıkıp gidiyorlar. Esnafın artık patlama noktasına gelip de, “Yeter artık, yediklerinizin parasını ödeyin” dediğinde sürekli şu cevabı aldıklarını söylüyorlar: “Seninle sonra görüşeceğiz, biz burayı beğendik. Çok yakında senin bu restorant bizim olacak…”

Bu öyle yaygın hale gelmiş ki, bakkalı, berberi, ayakkabıcısı vb. hepsi, “Bu çapulcular bizim memleketimize, mallarımıza göz dikmişler, buralar bizim olacak diyorlar.” biçiminde kaygılarını ifade ediyorlar. Sokakta silahlarını göstere göstere geziyorlar, halktan onlara bakan olursa da “Ne bakıyorsunuz? Canınızı yakarız..” diyorlar.

Esnaftan para ödemeden ya da çok az ödeyerek sıkı pazarlıkla birçok şeyi almak istiyorlar. Bir Suriyeli istediğini alamadığında cep telefonuna sarılıp, “Şimdi Recep’i arıyorum (Recep Tayyip Erdoğan’ı kastediyor), size haddinizi bildireceğim” diyebiliyor.

Bizi bezdiriyorlar. Polisin bizi değil, sanki bize karşı onları koruyacağı garantisi kendilerine verilmiş gibi hareket ediyorlar. Ve polis çağıramıyoruz, ama onlar bizi sürekli polis çağırmakla tehdit ediyorlar. Örneğin 5 TL’lik bir alış verişte “Al şu 1 lirayı ve sus, yoksa şırta’yı (polis) çağırırım.” diyorlar.

Hastahanelerde daima öncelik Suriyelilerin. Muayene sırası gelmiş bir hasta, aniden kapı dışarı ediliyor, onun yerine Suriyeli hasta alınıyor. İtiraz edildiğinde de, “Sisteme girişleri yapılıyor, bizim elimizden bir şey gelmez” deniliyor. Hastaneye getirilen her yaralı Suriyelinin etrafında sivil polislerimizin (Antakyalının deyimiyle MİT) cirit attığını, gelen yaralıya halkın göz ucuyla bakmaya dahi cesaret edemediğini ifade ediyorlar.

Mezhep çatışmasına zemin hazırlanıyor

AKP ve medyasının mezhep odaklı hedef gösterme ve nefret söylemi, Hatay’da ciddi boyutlara varmış durumda. Malatya’da patlak verenin, bir “davulcu” meselesi kadar basit olmadığı, göz göre göre kıyıma sebep olacak bir mezhep çatışması zemini oluşturulduğu artık görülmek zorunda. Görülmeyen asıl tehlike ise Hatay ve çevre illerinde olanlar.

Bu yüzden Hatay halkı diken üstünde.

Hoşgörü ve kardeşlik kenti diye bilinen Hatay’da uyumak, tilki uykusuna yatmaktır artık. Gözünü saldırıya açma ihtimalini barındıran bir kaygıyla uyumaktır. Ya da gözünü açarken, “Savaş çıktı mı?” diye soran gözlerle güne başlamaktır. Bütün bu kaygıların altında yatan şey, AKP’nin yarattığı ve medyanın sorumsuzca körüklediği mezhep çatışması ihtimalidir. Çünkü Suriye’ye yönelik küresel saldırının ana hedefi Esad ve Esad’ın mezhebi olunca, Hataylılar, yaratılmak istenen algının ilk farkına varanlar ve hissedenlerdir.

“Hatay’ın içinden, kamptan ‘Esad’ı hallettikten sonra sıra size gelecek’ tehditleri yapıldı ve ne polisimiz ne de hükümetimiz buna karşı hiçbir şey yapmadı” diyorlar. Bu algıyı besleyen AKP ve onun medyası, Hatay halkını Alevi-Sünni diye kutuplaştırmayı başarıyor gibi. Bir taraftan “Alevi Esad, din kardeşlerimizi katlediyor” algısı yaratıldı, diğer yandan, “Aleviler silahlanıyor, Esad için savaşıyorlar” propagandası yapılıyor. Hatay’daki tüm Alevilerde ciddi bir tedirginlik yaratan bu atmosfer, sihirli bir el tarafından sosyal paylaşım sitelerinde derinleştiriliyor.

Örneğin REYHANLI / HATAY alı bir sosyal paylaşım sayfası..

“İranlı Şiiler Hatay’dan yoğun bir şekilde toprak satın alıyor, Esad yanlıları, Şiilere yardım ediyor. Amaçları Hatay’ı da içine alan bir Nusayri Devleti kurmaktır. Biz Sünnileri Hatay’dan kovacaklar. Bu Alevilere asla izin vermeyelim” propagandasını yaydı. Bu paylaşımın yarattığı etki, tam bir kışkırma hali. Yapılan yorumlardan bazıları:

“Alevileri Hatay’da istemiyoruz, cehenneme gitsinler… Esad’ın köpekleri.. Dindaşlarınız Lazkiye’de cehenneme gönderildikten sonra sıra siz Samandağ’lılara gelecek…” Bu tür yorumlarda açıkça belli olan tüyler ürpertici gelişmeler var.

Hatay halkı bir boyutuyla bu kışkırtmaların üstesinde gelebilir belki, ama mesele tek boyutlu değil. Hatay halkı hissiyat olarak bir çıkmaza doğru sürüklendiğini ifade ediyor ve kaygılanıyor. Yalnızca “Esad’ın gitmesi”ne odaklanan kontrolsüz, asitmetrik ve oldukça nefret içeren kirli bir savaş yürütülüyor.

Esad düşse de düşmese de tehlike büyük

Bir boyutu şudur kaygının: “Her halukarda büyük bir tehlike var. Eğer Esad düşer de amaçlarına ulaşırlarsa, dedikleri gibi sıra bize gelecek kaygısını yaşıyoruz. Kaygılanmak için yeteri kadar sebebimiz var. Özgür Suriye Ordusu’nun, Alevileri hedef göstererek ‘sıra size gelecek’ tehdidine karşı hükümet ve polis kılını kıpırdatmadı, Hatay halkını rahatlatacak bir adım atılmadığı gibi, bu çirkin kışkırtmalar devam etti. Sınırda ‘Devrimden sonra Alevilerin malları da kadınları da size helaldir’ mektupları ele geçirildi. Amaçlarına ulaştıkları takdirde tehlikenin boyutu büyüktür.”

İkinci boyutu:

Bu kadar kinlenmiş bu güruh eğer Esad’ı düşüremez ve yenilgiye uğrarlarsa da büyük tehlike ile karşı karşıyayız diyorlar. Çünkü bunlar tekrar Suriye’ye gidemezler. İhanetin, işbirlikçiliğin ve yaptıkları onca katliamın karşılarına çıkacağını biliyorlar, o yüzden gidecek yerleri yoktur. O zaman büyük bir olasılıkla Hatay’a yerleşeceklerdir.

O zaman da yenilginin öfkesi de eklenince, durum tam bir felakete dönüşebilir.
Yağma, talan ve katliam.”

Kamptaki 15-16 yaşlarındaki çocukların diline hakim olan tek sözcük; “katliam”dır.
Çocuklar bile “Allahın izniyle hepsini katledeceğiz!” diyorlar.

Bu tehlikenin farkındayız ama Türkiye pek farkında değil.

Sınırda savaşın sesi: Top atışları

İki hafta kadar önce Samandağ halkı gece 4-5 saat boyunca savaşın top seslerini dinledi. Suriye ile aramızda sınır oluşturan meşhur Kel Dağı, her zaman yarı yarıya sisler içine gömülü, bir silüet gibi durur. Çoğu zaman orada bir “kel dağı silueti” olduğu unutulur. Top sesleri, sanki Kel Dağının bağrından kopan “Suriye ile aranızda ben varım” çığlıkları gibiydi. Sınırlarımızdan Suriye’ye saldırı için giden silahlı gruplar, Lazkiye yolu üzerinde Suriye ordusuyla çatışma yaşadılar. Top sesleri ile geçen saatler sonrasında yaralılar taşındı akın akın, Antakya hastahaneleri dolup taştı.

Sabaha doğru sisler içinde keli kaybolmuş dağa yönelen bakışlar, “Savaş çıktı mı?” diye soran gözler… Savaşın sesleriyle geceyi geçiren Samandağlı bir kız çocuğu şu notu düşüyor Facebook sayfasına: “Utanıyorum ve korkuyorum. Benim Hükümetimin sebep olduğu ölümlerin sesini duyuyorum.”

Korkunç iddialar

Dış destekli paralı askerlerin Suriye halkına karşı uyguladığı şiddeti Hatay halkı biliyor. Bu algıyı güçlendiren şeyler anlatılıyor. Silahlı gruplar Reyhanlı sınırından girip, Suriye Bab el Hava sınır kapısını bir süreliğine ele geçirdiler.
O süre içinde yeşil bidonlarla sürekli bir şeyler taşındığı, Bab el Hava sınır kapısına dizilen çöp bidonlarına Türk polisinin gidip silah bıraktığı, Reyhanlı’dan çok sayıda piknik tüp satın alındığı ve bu tüplerin bomba yapımında kullanılacağının söylendiği iddiaları dolaşıyor.

Yaklaşık bir buçuk hafta önce Yayladağı’ndan girip, Suriye Şabanlı köyü karakoluna bir saldırı gerçekleşti. 6 Suriye askeri öldürüldü. Bu operasyonu gerçekleştirenler hakkında da korkunç iddialar dolaşıyor. Parası, Kaymakam tarafında ödenmiş bir minibüsle Suriye’ye girildiği ve operasyon gerçekleştikten sonra aynı minibüsle geri dönüldüğü konuşuluyor. Yurt gazetesinde aynı operasyonun video kayıtları yayımlandığında, bu iddiayı güçlendiren kanıtlar ortaya çıktı.

Video kaydında öldürülen Suriyeli askerleri videoya kaydedenler Arapça konuşuyor,
ama bu Arapça ve cesetlere yöneltilen hakaret ve küfürler, kesinlikle bir Suriyeliye ait olamaz. Kullanılan dil, daha çok Hatay-Reyhanlı Arapçasına benziyor. Onun dışındakilerin Türkçe konuşmaları duyuluyor. Kayıttaki konuşmalar içinde “Allah razı olsun, Minibüs nerde, Minibüs gelecek mi” cümleleri geçiyor ki, bu konuşmalar, katliamı yapanların gittikleri minibüsle geri döndüklerini doğruluyor.

Hatay medyaya tepkili

Savaşı halka “pazarlayan” medyanın yalanı Hatay’dan daha net görülüyor.

Suriye’de olayların başladığı ilk günden itibaren medyanın yalan haberler yaptığını biliyor ve gözlüyorlar. Suriye’nin her kentinde akrabaları vardır Hataylının. Dilini konuştuğu, yayınlarını izlediği, yazılı basınını okuduğu, hiçbiri yoksa her olaya bir telefon kadar yakın durduğu gerçeği, bu denli saptıran medyaya ateş püskürüyorlar.

Hatay bu süreçte basın ordusu akınına uğradı. Hatay’ın sokağındaki sıradan bir vatandaşı şaşkına çeviren ısmarlama haberler yapıldığına tanık oluyorlar. Örneğin, Harbiye’den Yayladağı’na doğru kameralarını çevirmiş bir yayın ekibinden (haber kanalının adı sanı belli ancak burada ismini vermiyoruz) bir muhabirin canlı bağlantıda “Suriye topraklarından yayın yaptığı ve yoğun çatışma sesleri duyulduğu” yalanına tanık oluyorlar. Göz göre göre bu kadar yalana halk öfkeleniyor ve yayın ekibi tartaklanıp oradan kovuluyor. Bunun gibi birçok gazete ve gazetecinin Hatay’ın içinden, “Suriye’deymiş görüntüsü vererek” yalan haber aktardıklarına tanık oluyorlar.

Yayladağı halkı hem gergin hem de kazançlı

Gergin; çünkü, Yayladağı halkı mültecilerle ilk muhatap olandır ve bugüne kadarki sirkülasyonun, sorunların, sınır ihlallerinin en canlı tanığıdır. Aynı zamanda muhaliflerle iç içedir. Kimin Selefi komutanı, kimin Vahabi komutanı, kimin El Kaideci olduğunu ayırt edebiliyor, diğerlerinin ne olduğunu biliyor. Örneğin tepeden tırnağa asker kıyafeti ile dolaşan, ama ayağında spor ayakkabı olan biri için “bu çapulcudur” diye tanımlıyorlar. Bu çapulcu takımının son zamanlarda askeri botlar satın almaya yöneldiklerini söylüyorlar.

Suriye’de kanlı iç savaşın en ağır bedelini gene masum halk, özellikle kadın-çocuk ve yaşlılar ödüyor.. Bu tablodan eli kanlı emperyalizm baş sorumlu. Bir o denli de ne yazık ki
bu iğrenç-alçak politikaları taşeron olarak kraldan çok kralcı üstlenen AKP iktidarı.. Her ikisinin de yerine insanlık adına utanıyoruz.. Hem de ölçüsüz..
RT Erdoğan, beyzbol sopasıyla işte böyle kullanılıyor.. 3 Kasım 2002 ve sonraki seçimlerde verilen Atlantik ötesi “sonuç alıcı-iktidara getirici desteğin” faturası..
Suriye ordusunun Halep’te yakalayıp tutsak aldığı isyancı birliklerin (emperyalizm onlara ÖZGÜR SURİYE ORDUSU diyerek zihnimize sözel-retorik tuzak kuruyor..) başındaki Türk general ne anlama geliyor? Türkiye bunu yalanlayabilir mi?
Bn. Clinton yangına benzin dökmek üzere ülkemizde ama
Rusya ve Çin sıkı durarak yangını söndürebilir, söndürmeli.
Hamide Yiğit’e yazısı için teşekkür ederiz.
Sevgi ve saygı ile. 12.8.12
Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Yayladağlılar Arapça bilmedikleri için, Suriyeli mültecilerin Yayladağlı kadınları Arapçayla taciz ettiklerini söylüyorlar. Bu durumdan fazlasıyla rahatsız olan Yayladağ halkı, “Biz kapımız açık uyurduk, ama şimdi kapı pencerelerimizi kilit altında tutuyoruz” diyorlar.

Kazançlı; çünkü Yayladağ kampına devlet tarafından karşılanan her türlü malzeme alınıyor. Gıda, giyim, çocuk bezi vb. Hatay yerel basınında devletin ödeme yaptığı
bu malzemeler arasında prezervatif olduğu bile yazıldı. İhale usulü alımı yapılan malzemeler bol. Mülteciler devletten aldıkları malları, yarı, hatta çeyrek fiyatına Yayladağlılara satıyorlar. Pazarda Suriyeli mülteciler sürekli tezgah açıyor.
Hatta esnafa toptan mal satanlar da var.

Elektrik kesintileri, felaketin habercisi

Harbiye ve ardından Yayladağı. Bu yol güzergahında elektrikler kesiliyor, sokak
ve caddeler de dahil her yer zifiri karanlık. Bu arada askeri mühimmat ve silahlı grupları sınıra taşıyan araçlar geçiyor. Geçiş tamamlandıktan sonra elektrikler veriliyor. İlçe halkının tanık olmasına izin verilmeyen bu nakliyat, bölge halkında ciddi tedirginlik yaratıyor.

Ermenilere dönük saldırı tehdidi de söylenti olarak dolaşıyor. Son birkaç gün içinde ortaya çıkan bu söylentiye göre Kamplardan, “Keseb’e saldıracağız. Ermeniler de katledilecek” mesajları geliyor. Suriyeli çocukların bile dillerinden düşürmediği “katletme” sözcüğü, bu kez Keseb için kullanılıyor. Olasılık ne olursa olsun, bu tüyler ürpertici söylemin mutlak surette dikkate alınması gerektiği gerçeğinin altını çizmekte yarar var. Keseb, Yayladağı’na en yakın ve Ermenilerin yoğun yaşadığı bir sınır kasabası. Ermenilere dönük bir saldırı ‘girişimi’ dahi, Samandağ’da yaşayan Ermeni halkının hedef haline gelmesine neden olabilir.

Bu birkaç gün içinde ara ara önce Yayladağı’nın, ardından Keseb’in elektrikleri kesildi. Halk tedirginlik içinde yaşıyor. 2 Ağustos’ta gece yarısına doğru, aynı yöntemle karanlıkta 6 otobüsün sınıra doğru hareket ettiği görüldü. İçinde El Kaidecileri ve askeri mühimmatı taşıdığı konuşulan otobüslerin sınırdan girişi, söylentideki gibi Keseb’e saldırılacak endişesini yükseltti. Bir süre sonra 2-2.5 saat süren top atışları, bomba sesleri gelmeye başladı. Çatışma sesleri, Keseb tarafından değil de, aksi yönden gelince olay anlaşıldı ki, Hatay’dan 6 otobüs dolusu silahlı çatışmacı, Halep’i “kuşatmaya” gidiyor ve sınırdan çok ileri gidemeden Suriye güvenlik güçleriyle çatışmaya giriyor.

Suriye’de olan bitene Hatay’dan bakmak, çok özetle böyle bir şeydir.

17 aydır neden bulamadıkları bir savaşın kapı eşiğinde patlayacağı korkusunu yaşayan bir halk. Ekonomisi durmuş, kazancı bitmiş, ekmeği küçülmüş bir Hatay. Bugüne kadar kardeşçe yaşadığı hemşehrilerinden ayrıştırılmak, kimliği, mezhebi öne çıkarılarak bir birine kırdırılmak istenen Hatay halkı. Sürekli akrabalarından ölü-yaralı haberleri alan, almaktan hep korkan Hatay…

Ve en kötüsü; kardeş-akraba Suriye halkına yöneltilen saldırıların merkez üssü olan, kurşun sıkanlara ev sahipliği yapan Hatay… Bunun öfkesi ve üzüntüsüyle her sokağında, her hanesinde konuşulan şudur: Biz bu ayıbı daha fazla taşımayı reddediyor, her geçen gün hızla yaklaşan felaketi artık beklemek istemiyoruz.

Ve… Mülteci kampları derhal Hatay’dan alınsın ve öncelikle insanı amaçlı kullanılmak üzere düzenlensin! Sınırlar, silah geçişine ve “teröristlere” kapatılsın!…

KURTULUŞ İÇİN (7) SIKIYÖNETİM, SIKIYÖNETİM! OY, OY, OY!

CEMİL DENK, E. Albay

KURTULUŞ İÇİN (7) SIKIYÖNETİM, SIKIYÖNETİM, SIKIYÖNETİM! OY, OY, OY!

E. Alb. CEMİL DENK
denk.cemil@gmail.com, 7.8.12

Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi’nde iki haftadan beri devam eden bir savaş var!
Bu duruma bakıp, Silahlı Kuvvetlerimizin, denk kuvvetteki Yabancı bir Devletin Ordusuyla Savaştığını sanmayın! Askerlerimiz, PKK’lı teröristlerle çarpışıyor!

PKK, sınırlarımız içinde mevzilenmeye, yol kesmeye başladı!..
Şiddetli çatışmalar sürüyor, araçlarımız ateşe veriliyor, köyler boşaltılıyor!

Nerede bu ülkenin askeri, Nerede bu ülkenin hükümeti?
Böyle bir aşağılanma şimdiye kadar hiç yaşanmamıştı.

Başbakan’ımız Esad’la, Suriye ile uğraşacağına, sınırlarımızın içinde yaratılan “Kurtarılmış Bölgeleri kurtarsın!

Bizim hükümetimizin, “AYRANI YOK İÇMEYE” ama bu güne kadar Filistin, Somali, Libyalı aşiretlerle, Suriyeli muhaliflere yapılan silah ve parasal yardımlar birkaç milyar doları buluyor.

Sınırda bayrağımızı indirip, polisimizi tartaklayan Suriyeli sığınmacıların iaşe ve ibatelerinin 320 milyon lirayı geçtiğini hükümet açıklıyor.

Daha önce Kuzey Irak’ta 500 bin Peşmerge’yi koynumuzda beslemiş, sonra başımıza bela etmiştik. Tüm bunlar İKTİDARIMIZA DERS olmuyor.

Bu hükümetin her yaptığını alkışlayan ‘UYUYAN DEV’ de uyanmıyor!

Ben inanıyorum ki; bu Halk, bu UYUYAN DEV önümüzdeki seçimlerde UYANACAK ve kendisine bu acıları çektirenleri tanıyacak ve kendilerine gereken dersi Sandıkta verecektir.

Şemdinli dağlarında iki haftadır devam eden çatışmalar, PKK’nın bölgeyi ele geçirme ve Alan Hâkimiyetini sağlama isteğinin işaretidir.

Bölücü Terör, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden güçlü olduğunu göstermek istiyor, İsyan başlatmak istiyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ‘Ülkede 20 milyon Kürt yaşıyor’ diyerek, Türkiye’de Tek Millet olmadığını ima ediyor.

Osman Baydemir de:

“Irak’tan sonra Suriye, İran ve Türkiye’de de Özerk KÜRDİSTAN kurulacak, başkenti Diyarbakır şehri olacak.” diye meydan okuyor.

İŞİN GARİBİ, bu adamlar hakkında hiçbir işlem yapılmıyor,

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın ve Diyarbakır Belediye başkanı Osman Baydemir’in yaptığı açıklamalar açıkça SUÇ olduğu halde bir tepki göstermeyen hükümet, bir parti başkanı olan Doğu Perinçek’i yıllardır hapiste tutuyor, Bodrum Belediye Başkanı Demokrat Partili Mehmet Kocadon’u görevinden alıyor, tutukluyor…

ABD – AKP – Fetullah ittifakıyla orduda Ergenekon adı altında büyük Orta Doğu Projesi ve Amerikan karşıtı generalleri, temizleme operasyonları başlatılıyor ve yıllardır bu kıyımın ardı arkası kesilmiyor. Yıllardır terörle mücadele eden cesur komutanlar hapse atıldı. Gizli tanıkların ifadelerine itibar edilip kahraman subaylar tutuklandı. Peygamber ocağının içine incir diktiler.

Hani ne derler; Taşları Bağlamışlar, İtleri Serbest Bırakmışlar misali…

Ordu ve yargının bu denli çökertilmesi, ‘UYUYAN DEV’in umurunda olmayınca, hükümetimiz de,

“Benim Yaptığım Her Şeyi Milletimiz Doğru Buluyor ki; Her Seçimde Beni İktidar Yapıyor..” diyor ve kendi çıkarlarına uygun yönetimine şuursuzca devam ediyor.

Ben inanıyorum ki; bu Halk, bu UYUYAN DEV önümüzdeki seçimlerde UYANACAK ve
kendisine bu acıları çektirenlere gereken Dersi Sandıkta Verecektir.

Gün geçmiyor ki, Güneydoğu’dan şehit haberleri gelmesin!.
Her zamanki gibi yürekler yine kavruluyor.

İşin EN GARİBİ de, anaların, babaların ‘Bir oğlum daha var o da vatana millete kurban olsun!’ demesi!

Kurtuluş Savaşı’nda on binlerce şehit verdik, orada verdiğimiz şehitlerimiz vatanımızın düşman işgalinden kurtarmak içindi, hepsini şükranla ve rahmetle anıyoruz. Nur içinde yatsınlar.

Peki, şimdi bu şehitlerimizi ne için veriyoruz? Vatan için mi?
Yoksa birilerinin Ülkemizi Bölme Planlarına hizmet etmek için mi?

Ben şehit babası olsam;

“Ben dâhil, bütün çocuklarım vatanımız için kurban oluruz! Ama ben, hiçbir evladımı bunların ÜLKEMİZİ BÖLME planlarına hizmet etmek için kurban etmem” derim!

***
Devletin yetkilileri, yıllardır “Çok güçlüyüz, şehitlerin kanı yerde kalmayacak..” diye konuşup duruyorlar, konuşulan sözler, verilen vaadler hep havada kalıyor!

Güçlü devlet böyle olmaz! ‘Yabancı bir devlete bağımlı kişiliksiz politikanın sonu o devletin uydusu olmaktır!’

Teröristler, ülkenin Doğu’su ve Güneydoğusu’nda ellerini kollarını sallayarak gezmeye, haraç toplamaya, asker ve polis öldürmeye devam ediyor!

Koca Türkiye’yi bu çaresiz duruma düşürenlere yazıklar olsun!

Evlatları şehit olan analar, araçları yakılan yurttaşlar ‘Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez!’ diye daha ne kadar bağıracaklar?

Evet, ağıt yakmak, slogan atmak da gerekli ama bu “Kürt açılımı-saçılımı diye teröristlere göz kırpan, katiller şebekesinin sırtını sıvazlayan bu hükümet ve tüm hükümetler, yalvarmadan, ricadan, protestodan anlamazlar, etkilenmezler..

“Peki, bu melanetlerden kurtulmak için ne yapalım?” derseniz, bize göre çözüm armudun sapıyla, üzümün çöpüyle uğraşmadan;

BOĞAZINDAN ve BEYNİNDEN ESİR edilmiş HALKIMIZ ve “YETMEZ AMA EVET” diyen ÇAKMA AYDINLARIMIZ da dahil olmak üzere, laik demokratik Cumhuriyet’ten yana
tüm halkımız; OYLARINI, önümüzdeki seçimlerde Laik Cumhuriyet’ten yana bir partide birleştirmeli ve iktidar olmalıdırlar.. Çünkü,

İKTİDAR OLMADAN HİÇ KİMSE HİÇBİR ŞEY YAPAMAZ!

CEMİL DENK, (E. Albay – Ankara ) 07 Ağustos 2012
Atatürk’ün, Din’e, Laiklik’e ve Kadına Bakışı” konusunda Araştırmacı Yazar
0 532 217 88 11 e-mail: denk.cemil@gmail.com

ABD tuzağında…

ABD tuzağında…

Melih Aşık

Açık Pencerem.asik@milliyet.com.tr, 7.8.12
Yazarı Facebook’tan takip edebilirsiniz!

Son bir ayda 60 şehit verdik.. Hakkâri şehitleriyle birlikte sayı 68’e yükseldi.
Terörün bu kadar yoğunluğa ulaşmasına başlıca sebep… Suriye ile ilişkilerin kızışması ve buna bağlı olarak Irak, İran ve Rusya ile iplerin gerilmesidir…
Unutmayalım, İran ve Rusya’yı tedirgin eden bir de Kürecik radar üssü meselesi var.
Başbakan Erdoğan yükselen terörden komşuları ve Suriye’yi sorumlu tutuyor…

– Beşar Esad’ın desteklediği PKK unsurları Kandil’den ülkemize sızma gayreti içinde, diyor…
Acaba bu şikâyetin hukuki ve ahlaki temeli var mı?

Suriye lideri Esad’ı devirmek için “Özgür Suriye Ordusu” adlı muhalif grupları eğiten, para yardımı yapan Ankara, PKK terörünü destekleyen ülkeleri suçlama hakkını
çoktan yitirmedi mi?

Ülkenin başında maalesef karar alırken iki adım sonrasını hesap edemeyen bir iktidar var. Esad’ı deviriyoruz derken Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumuna katkıda bulunmaları da bu yüzden çok olağan…

Başbakan son terör olayında CHP ile medyayı suçlamayı ihmal etmiyor…
Ancak ülkeyi bu noktaya kimin getirdiğini es geçiyor…

– Ucu açık bir “açılım” kampanyasıyla büyük beklentiler yaratıp bu beklentileri karşılamayarak…
– Terör örgütü silah bırakmadan pazarlığa oturarak…
– Ölçüsüz vaatler verip onları karşılamayarak…
– ABD ve Irak’ı Kandil konusunda sıkıştıramayarak…

Terörün tırmanmasından hangi merciin sorumlu olduğunu açıklamıyor!
Bir de şu son ve zavallı tabloya bakınız…

Türkiye ABD çıkarlarına uygun olarak Suriye’de hükümet darbesi düzenlemeye çalışırken, ABD denetimindeki Irak’tan gelen teröristler de Türkiye’yi vuruyor.
Kürt devletinin Türkiye ayağının inşası için de çalışmalar başlatılıyor.
Ankara ABD tarafından tuzağa düşürüldüğünü görmüyor mu, görmek mi istemiyor?

Yargıyla tasfiye…

Darbe suçlamalarıyla değişik davalarda yargılanan 40 general ve amiral,
kadrosuzluk gerekçesiyle emekliye sevk edildi.

Bu askerler aylardır mahkemelerde suçsuzluklarını kanıtlamaya çalışırken…
TSK ve iktidar tarafından da suçlu kabul edilmiş oldular.

Yarınlarda beraat ederlerse verilen maddi ve manevi zarar nasıl karşılanacak?
Ne yazık ki ülkeyi yönetenlerde ve özel yargıda böyle kaygılar görünmüyor.
Ana amaç, anlaşılan, her ne pahasına olursa olsun tasfiyedir.

Oysa emekli edilen generaller hakkında suçluluk karinesi olmadığı gibi,
suçsuzluk karinesi çoktur.
Suçlandıkları kanıtların sahteliği beş ayrı kuruluşça saptandığı gibi…

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün son tanıklığı da önemlidir.

Avukat Celal Ülgen soruyor mahkemede Hilmi Özkök’e:

– Genelkurmay Başkanlığı görevinizde bir darbe girişimine tanıklık ettiniz mi,
böyle bir duyum aldınız mı?

– Hayır, diyor Hilmi Özkök…

Şu ana kadar Balyoz davasının görüşüldüğü mahkemeye gelerek bir darbe girişiminin başladığına veya teşebbüs halindeyken önlendiğine tanıklık eden kimse olmadı.
Buna karşın 165 general, amiral ve albay darbe girişiminden tutuklu bulunuyor..
Eğer tutuklu olmasalardı göreve dönebilirlerdi…

Mahkemenin çok eleştirilen tutukluluk kararı, generallerin tasfiyesinde baş etken oldu.

Bu arada 50’den çok tutuklu albayın değerlendirme dışı kalması da aynı ölçüde
dramatik bir sonuç.

Bütün bunlar, Güneydoğu’da Ordu’nun 300 teröristle baş etmekte zorlandığı günlere rastlıyor üstelik.

The New York Times yazıyor: “AKP iktidarı Türk ordusunu evcilleştirdi.”

Biz o kadarını bilmiyoruz… Bildiğimiz, cezaevcilleştirdiği…

* * *

“Çılgın proje” hazırlamakta usta olan Başbakanımız’dan rica:

Bir çılgın proje de spor için hazırlayın da olimpiyatlarda nal yerine bol bol madalya toplayalım… / Haldun Ertem

BALYOZ
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Silivri’deki tanıklığı sırasında
“Plan seminerinde en tehlikeli senaryo, biraz amacını aşmış şekilde oynanmış.” dedi.

Ertesi gün malum medya bu beyanı “Balyoz Planı’nı gerçekçi oynadılar” gibi başlıklarla verdi.Yalnız yandaş medya değil Radikal gibi gazeteler hatta o gazetenin kimi Ankaralı yazarları bile Plan semineri ile Balyoz Planı’nı aynı şey gibi gösterdiler.

Hilmi Özkök’ün sözünü ettiği plan semineri meşru bir toplantı idi.
“Balyoz” ise askerlerin suçlandığı darbe planına verilen isim. Özkök bunu ağzına almadı. Almadığı halde neden bazıları, semineri darbe toplantısı gibi gösterme gayretkeşliğine girdi? Kimi cehaletten ise kimi de habasetten herhalde…

OLİMPİK…

Olimpiyatlarda dökülüyoruz… İktidarın gençlik ve spor politikası iflas etti.
Peki bu arada spor kulüpleri üzerlerine düşeni yapıyor mu?
Örneğin Fenerbahçe olimpiyatlara 17 sporcu gönderirken Galatasaray ve Beşiktaş neden onun yarısı kadar sporcu yollayamıyor? Üsküdar Belediyesi’nin iki atleti (Gülcan Mıngır ve Aslı Çakır) Avrupa şampiyonu olurken neden İstanbul Anakent Belediyesi bütün parasını futbola yatırıyor da amatör dallarda varlık göstermiyor? Özellikle Galatasaray ve Beşiktaş’ın amatör sporlara daha çokağırlık vermesi gerekir.

TAKSİM

Taksim’de yapılacak altgeçit için teklif alınacak firmalar belirlenmiş. Projeye göre altgeçit Tarlabaşı Bulvarı’nın üst bölgesindeki araç otoparkından başlayacak, Divan Oteli’nin önünden yüzeye çıkacak… Radikal’de yer alan projede esas endişe verici olan bölümü İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman anlatıyor:

“Taksim Kışlası’nın ihyasının gerçekleştirileceği projede çok açık ifade ediliyor.
İmar planında belediye kesin bir izlenim vermekten kaçınıyordu. Demek ki bu kesinleşti…”

Taksim’de The Marmara’nın önünde durup karşıya bakınız; Taksim Kışlası’nın şu andaki
Gezi Parkı’nın üstüne yeniden oturtulduğunu düşünün… Taksim Meydanı diye bir şey kalmıyor ortada. Meydanın iptali için daha iyi bir proje düşünülemezdi…

ABD-İSRAİL PAYANDASI TÜRKİYE.. Ne Onursuz Bir Konum ve İşlev..

Bu payandalığın ülkemize getirisi nedir? Dış politikada duygusallık, dostluk, arkadaşlık yoktur; ülkelerin karşılıklı çıkarları vardır. Bu da yetmez, dış politika onurlu olmak, yurt ve dünya barışına hizmet etmek zorundadır. Ülkemiz kullandırılırken ağır bedeller ödüyor, şehitler veriyoruz.. Kritik soru şu : İktidar mı kazanıyor, ne kazanıyor? Şehitler, gaziler pahasına? Bu kirli kanlı BOP oyunu daha ne denli sürdürülebilir? Halk elbet uyanacak ve hesabını soracaktır!
Sevgi ve saygı ile. 10.8.12, Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

MENDERES DEMOKRASİSİ..

Dostlar,
Cumhuriyet’imizin Abisi (1 yaş büyük) Bilge insan Dr. Ali Nejat Ölçen’den hem tarihe tanıklık eden hem de yazım ustalığı sergileyen bir makale daha.Sakın kaçırmayın, okuyun okutun ve de arşivleyin..
Teşekkürler Sn. Ölçen.. Lütfen yazmayı sürdürür müsünüz, lütfen..

Sevgi ve saygı ile. 10.8.12

Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

============================================================

MENDERES DEMOKRASİSİ

Dr. Ali Nejat Ölçen

Demokrasi savıyla iktidara gelip, demokrasiyi katleden bir siyasal parti, hangi ülkede görülmüştür bilemiyoruz. İnternet ekranlarında dolaşıma giren bir iletide Menderes-Özal-Tayyip döneminde halkın gerçek yöne¬time 90 yıl içinde ilk kez katıldığına ilişkin sav gündeme girmeseydi, o döneme ilişkin kim gerçekleri anımsamaya gereksinim duymayabilirdik.

Halkımız Özal döneminde yönetime, doğrudan doğruya “hayali ihracat ve banker faciasıyla “işini bilir memurlar” tarafından soyularak katılmıştı.

R.T. Erdoğan döneminde de Silivri’de gerçek demokrasiyi yaşayarak, hukuksal adaletin ipekten kanatları altında yönetime halkımızın katılmakta olduğu yadsınamaz. Yalnız onların nedense R.T. Erdoğan’ın yüreğindeki kinden nasibini alamadıkları için hala neyle suçlandıklarını öğrenme olanağına kavuşamadılar! Bir gün elbet ileri demokrasimiz onlara bu olanağı şimdiki dünyada sağlamasa bile, Arafat’ta sağlayacaktır!

Menderes Demokrasisi’nin nasıl ileri demokrasi olduğunu genç kuşaklar bugün bilmeyebilirler. O yılların mutluluğunu güler yüzlü müşfik ve içtenlikli, kimseyi incitmeyen demokrasisine ilişkin kimi bilgileri genç kuşakların bilgisine izninizle sunmalıyım.

.Demokrat Partiye oy vermeyen Kırşehir’in il iken ilçe yapılması hangi demokrasinin gereğiydi?

.Yazar Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii Faik, Demokrat Partiyi eleştiren yazıları nedeniyle tutuklanıp hapse tıkılmasaydı demokrasi nasıl gerçekleşebilirdi?

Bununla yetinilmemiş aynı demokrasinin gereği milletvekili ve parti genel başkanı Osman Bölükbaşı da kendisini tutukevinde bulmuştu.

. Erkler ayırımına gerek var mıydı? Millet Meclisi’nde kurulan bir Tahkikat Komisyonu yargılama yetkisiyle donatılmalı ve halkın yönetime katılımını önleyen yazar çizer takımı sorgudan geçirilmeliydi. Tutuklananlar öylesine çoğalmıştı ki, hiçbir yere sığmadıkları için, 19 Mayıs stadyumunda yığılmışlardı.

Öyle olmasaydı demokrasi nasıl kurulabilirdi? Tanrı’nın bir lütfuydu Menderes.
Nitekim uçak kazasından sağ salim kurtulmuş ve Ankara’ya gelişinde develer kesilerek
ana cadde kan gölüne dönüvermişti.

.Türkiye’de ilk kez bilimsel düzeyde Yapı Teknik dergisini yayımlayan kişi (Ali Nejat Ölçen) bir yatırımın ekonomik olmadığını kanıtlayan yazısı nedeniyle Tahkikat Komisyonu’nun kurduğu bir alt komite tarafından sorgulanmalıydı elbet. Türkiye Cumhuriyeti’nin Hükümeti, ekonomik olmayan yatırım yapar mıydı? Gece eve giderken, Yapı Teknik Dergisi’ni hazırladığı Adil Han’daki odanın kapısını kilitleyip halka karşı saygısızlık etmemesi gerekirdi! Sivil polisler tarafından demokrasinin gereği kapı kırılarak halkı ifsat eden tüm kitapları meşin çuvallara tıkılıp alıp götürülmeliydi. Öyle oldu; kitapların ve derginin tüm sayılarının nerede yakıldığından haberi olmadı Ali Nejat’ın.

.Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konulması, Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin yok edilmesi de demokrasinin gereğiydi. Kemalist devrimlerin toplumsallaşmasını sağlayan bu kültür yuvaları, feodal iktidarın hınç duyduğu kurumların başında geliyorsa, onların demokrasinin gereği yok edilmeleri gerekecekti elbet.

.CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Kayseri’ye girişinde yolunun kesilmesi ve taşlanması da demokrasinin gereğiydi. Millet Meclisi tutanaklarının gazetelerde yayımlanmasının yasaklanması ve pek çok gazete sayfalarının bom boş çıkması demokrasinin kökleşmesi için gerekliydi elbet!

.İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıdık Sami Onar’ın, polis Bumin Yamanoğlu
tarafından saçlarından çekip sürüklenerek üniversite dışına itilmesi de demokrasi içinde bilimin, bilim içinde demokrasinin gereğiydi.

.Ve şimdi Menderes demokrasisinin bir önemli uygulamasını anımsayınız:

6-7 Eylül 1955 günü başlayan, gece boyunca süren Rum kökenli yurttaşlarımızın
mal varlıklarının yağmalanması,

Kadıköy kilisesindeki yaşlı papaz efendinin sünnet edilmesi de demokrasinin gereğiydi.

Bu olay bir yana, onu izleyen 24 Ekim 1955 günü olanlar daha utanç vericiydi.
Yunan Hükümeti olayı protesto etmiş ve İzmir’de Yunan bayrağının Menderes Hükümeti tarafından selamlanarak özür dilenmesini talep edilmişti. Menderes Hükümetinde bu özrü dilemeye hiç kimse ikna edilemedi. Bir kişi dışında :

Yazar çizer takımından Nazlı Ilıcak’ın babası Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu, İzmir’de Yunan Konsolosluğunun önünde göndere çekilen Yunan bayrağını selamlayarak Menderes Hükümeti’nin demokratik özrünü sunmuştu. 6-7 Eylül 1955’in özrü tarihin tozlu sayfaları arasına böyle girmiş oldu.

Menderes’in yarım bıraktığı demokrasiyi R.T. Erdoğan adındaki Başbakan daha da ileri götüren kararlarıyla nurlu ufuklara doğru Akdeniz’in tuzlu sularını aşarak 3. Dünya ülkelerine ulaştıracaktır. Kimsenin kuşkusu olmasın. BOP Eşbaşkanlığı O’nun önüne çıkması olası tüm engelleri bertaraf etmeye muktedirdir.

Hiç kimsenin R.T. Erdoğan adındaki başbakandan daha demokrat olmaya hakkı yoktur.

Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) halkımızın ne denli kadir kıymet (!) bilmez bir davranışına 1960’ın Mayıs’ının başlarında Ankara’nın Kızılay meydanında tanık olmasın mı! İleri demokrasinin ülkemize yerleşmesi için tüm muhaliflerini ezip geçen Başbakan Menderes’i görmüştü. Halkın arasına katılıp onlara demokrasinin erdemini anlatmak isterken, kalabalığın içinden biri ileri atılmış Menderes’in suratına yumrukla vurmuştu. Son derece demokratik bir tavır sergileyerek, teşekkürlerini sunmuş olmalıydı Başbakana! Sonra başkaları da vurmaya başladılar. Derken açık mavi renkli bir otomobil çıkageldi. Küçücüktü araç, ama içinden çıkan adam kocamandı, iri kıyım. O küçük araca nasıl sığmıştı! Menderes’i kaptı, havaya kaldırdı, çuval gibi aracın içine tıktı ve alıp götürdü.

Ne olduysa o günden sonra oldu. Demokrasi 27 Mayıs’a doğru (A. Saltık’ın otu : 27 Mayıs 1960 Devrimi) koşmaya başlamıştı.

Dr. Ali Nejat Ölçen
10 Ağustos 2012

Prof. Yaşar Nuri Öztürk : İslam Dünyası’nı Yalnız Atatürk’ün Yolu Kurtarır..

Teşekkürler Sn. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk..
Dini ve Atatürk’ü anlamak.. Atatürk’ün dini gerçek anlamda anladığını anlamak.. İnsanları acımasız din sömürüsünden korumak için her çabayı göstermeliyiz.
Sevgi ve saygı ile. 11.8.12, Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net