Günlük arşivler: 15 Kasım 2012

İBRET ALIN : Üç ihanet öyküsü

Dostlar,

Arşivimizden önemli bir belgeyi, elbette günceli dikkate alarak sizlere sunak istiyoruz.
Yazıyı derleyen Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı Av. A. Erdem Akyüz’e teşekkür borçluyuz. “Sait Molla” 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, Protestan misyoneri papaz Frew ile birlikte İngiliz Muhibleri -Sevenleri- Cemiyetini” kurmuştu. Bu Derneğin haklka bildirisini aşağıda sunduk.

Sayın Akyüz’ün yazmadığı çok önemli bir hususu da biz ekleyelim :

Osmanlı’nın 36. ve son Padilah’ı VI. Mehmet Vahdettin de bu lanetli derneğin üyesi idi. Yani O da, “İngiliz sever, İngiliz aşığı” idi.. “Sürüm” dediği kendi “tebası” na,
geçelim Türk milletini, Osmanlı ahalisine bile sevgisi yoktu..

Gazi Mustafa Kemal Paşa boşuna mı SÖYLEV‘inde son padişah için
hain, soysuz ve alçak” sıfatlarını kullandı ??

Bu sitede daha önce Kitap Özetleri bölümünde yayımlanan aşağıdaki belgeye de bakılmasını öneririz. Okumak için erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz.

“Gizli İngiliz Belgelerinde Türkiye (Erol Ulubelen, kitap özeti) / Turkey in British Secret Files (book summary by Erol Ulubelen)” 

http://ahmetsaltik.net/gizli-ingiliz-belglerinde-turkiye-erol-ulubelen-kitap-ozeti-turkey-in-british-secret-files-book-summary/

Sevgi ve saygı ile.
15.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

İBRET ALIN

Av. A. Erdem Akyüz
Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı
erdemak@gmail.com, 16.07.07

Türklerin en az bildiği şey, kendi tarihleridir. Yani Türk’lerin tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihidir. Yaşanan onca zorluklar, Türklere uygulanan sömürü ve soykırımlar, yeryüzünün en büyük katliamları, en acımasız vahşetleri, en büyük ihanetleri sanki hiç yaşanmamış gibidir. Aynı ihanetin bugünkü aktörleri de geçmişte neler olduğunu bilmelidirler ki, gelecekte başlarına nelerin geleceği bilsinler. Hem ibret alsınlar, hem de ayaklarını denk alsınlar.

Bugün üç ihanet öyküsünü okuyacaksınız.

Kurtuluş Şavaşı sırasında bir “Ali Kemal” hikayesidir gider. Halk arasında “Artin Kemal” adıyla tanınan Ali Kemal, milli mücadele aleyhine ve işgal güçlerini destekleyen yazılarıyla tanınmış, ihanetin sembolü haline gelmiş bir gazetecidir. “Peyam-ı Sabah” adıyla çıkardığı gazetesinde, 25 Nisan 1920 tarihinde Atatürk için “İdam, idam, idam. Mustafa Kemal cezasını bulacak”, Kurtuluş Savaşı’nı yapan Türk Milleti için
Bu mahluklar kadar başları ezilecek yılanlar tasavvur edilemez.
Düşmanlar onlardan bin kerre iyidir
..” diye yazmıştır.

Yakalandıktan sonra sorgusunda “Ben Türk Milletinde bu kadar büyük yaşama gayreti ve mücadele ruhu olduğunu bilmiyordum. Bu bilgisizliğimden dolayı da mazur görülmeliyim, çünkü hayatımın büyük bölümü yurt dışında geçmiştir.” demiştir.
Sorgudan çıkarılırken kendisini tanıyan halk tarafından bir anda linç edilmiş,
yanında bulunan ve onu korumak isteyen görevliler dahi yaralanmıştır. Ali Kemal’in İzmit’te linç edilmesinden sonra, İstanbul’da ne kadar işbirlikçi Mütareke basın mensubu varsa Amerikan elçiliklerine ve limanda bekleyen İngiliz gemilerine sığınmışlardır. Ne gariptir ki; oğlu Sn. Zeki Kuneralp, Madrid Büyükelçiği görevinde iken, karısı da Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

Ama şimdi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti sayfalarında, önceleri “Basın Şehidi” şimdilerde ise “Öldürülen Gazeteciler Başlığı” altında, Ali Kemal’in adı, Hırant Dink ile birlikte, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’nın isimleri ile yanyana geçmektedir.

     Gelelim “ibretlik” ikinci olayımıza             :

Dinsel bir sıfat taşıyan “Sait Molla” 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, Protestan misyoneri papaz Frew ile birlikte “İngiliz Muhibleri -Sevenleri- Cemiyetini” kurmuştur. İngiliz Muhibleri Derneği’nin, İstanbul’un işgalinden sonraki ilk bildirisi, 21 Mart 1920’de Alemdar Gazetesinde “İngiliz dostlarımız biraz
geç kaldılar, daha önce gelmeliydiler
.” olmuştur.

Sait Molla, 4.11.1919’da papaz Frew’e yazdığı mektubunda; “Aziz üstadım Frew,
Kürt Teali Cemiyeti’ndeki yakın dostlarımızla görüştüm. Kürt aşiretlerinin yaşadığı bölgede büyük bir ödeneğe ihtiyaç vardır. Aksi halde ayaklanmayı teşvik edemeyiz” diye yazmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası Yunanistan’a kaçan Molla Sait, hizmet ettiği yunanlılar tarafından hapise atılmış, ihanet ve sefalet içinde ömrünü tamamlamıştır.

Manisa Mutasarrıf’ı (Valisi) Hüsnüyadis’in hikayesi               :

Hüsnü Bey ve sülalesi, Türk oldukları için Girit’ten kovulmuşlar, Manisa’ya yerleşmişler, Hüsnü Bey vali seçildiği Manisa’da üç yıl boyunca, yunan işgal güçleriyle sarmaş-dolaş yaşayarak işbirlikçi olmuştur. Fahrettin Altay Paşa’nın süvarileri Manisa’ya yaklaşırken, Yunan askerleri bir günde Manisa’da 3500 kişiyi diri diri yakmış, 1500 kişiyi kurşunlayarak 5000 kişiyi öldürmüştür. Bu sırada Hüsnüyadis, Yunan işgal güçleri komutanı General Bagorçiye, Manisa’yı terketmemeleri için yalvarıyordu!

Daha sonra kaçtığı Yunanistan’da bir kilisenin terkedilmiş bir köşesine atılan mezarının başına “haçı kırık” bir mezartaşı dikilerek üzerine “Palio Turko- Serseri Türk” yazılarak tarihin çöplüğüne atılmıştır.

Bu hainlerin ruhlarını, ihanet beslemektedir. Ekmeğini yedikleri ülkeye de, adına ihanet ettikleri ülkeye de yaranamamış, kaçınılmaz ve ortak sonlarından kurtulamamışlardır. Bunların “şimdiki numuneleri” de aynı sondan kurtulamayacaklardır.

Ey ! Artin Kemal’ler, Sait Molla’lar, Hüsnüyadis’ler… ibret alın
ve ayağınızı denk alın

Not: Yazıda geçen bilgilerin çoğu, A. Nedim Çakmak’ın “İşgal Günlerindeki İşbirlikçiler” kitabından alınmıştır.

KKTC 29 Yaşında!


Dostlar
,

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 29. kuruluş yıldönümü
Lefkoşa’da düzenlenen törenle kutlandı!

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti – KKTC yönetiminin tam kadro katıldığı törende
ülkemiz Türkiye’yi Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay temsil etti. Kıbrıslı Türkler’in
kendi geleceğini belirlemek üzere KKTC’yi kurduğuna işaret eden Atalay,

“Türkiye asla KKTC’yi yalnız bırakmayacaktır.” dedi.

Başbakan Yardımcısı Atalay, törende yaptığı konuşmada,
Ada’da çözüme ulaşılamamasından Rum tarafını sorumlu tuttu.

Atalay;

“Kıbrıs Türk tarafının önerileri, Rum tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle
süreç tıkanmıştır. Ada’ya Türkiye’den götürülecek su ve elektrik,
çözüm müzakerelerinde Türk tarafının elini güçlendirecek.” dedi.

KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu da her duruma karşı hazırlıklı olduklarını vurguladı.

Eroğlu, “KKTC, 29 yaşında. Uzlaşma ümitlerini yüksek tutmak yanlış olur,
her duruma karşı bir yol haritamız mevcut.” diye konuştu.

Konuşmaların ardından tören, resmi geçitle sona erdi (basından…).

  • Kıbrıslı soydaşlarımızın kuruluş bayramlarını gönülden kutlarız.

İkiyüzlü emperyalist Batı ise, Rum -Yunan soykırım girişiminden Türkiye’nin ancak askeri müdahale ile kurtarabildiği Kıbrıs Türk halkının kendi yazgısını belirleme hakkını tanımıyor.

  • AB Türkiye’ye, “İkiz Sözleşmeler” bağlamında etnisitelerin
    kendi yazgısını belirleme hakkını şantajla, tehditle kabul ettirdi
    .

Ama Kıbrıs Türkleri için şaşı, hatta kör, sağır ve dilsizler..

Mehmet Akif Ersoy‘un
isabetle yazdığı gibi;
“. tek dişi kalmış canavar..”
Geleneksel ikiyüzlülüğünü apaçık utanmadan sürdürebilen soykırımcı Batı.. Yazıklar olsun..

 

Bu arada Kıbrıslı yoldaşların bağımsızlıklarının üstüne, her şeyden çok önem vererek titremeleri gerek. En başta o gerek.. O olmadı mı hiçbir şeyin anlamı ve değeri yok..

Size çok önemli bir belge sunalım. Kıbrıs’ın nasıl Türk yurdu olduğu, oradaki varlığımızın herkeslerden önce, -6000’lere yani 8 bin yıl öncesine dayandığını şaşıraral öğrenelim :

KIBRIS’ta TÜRK VARLIĞI MÖ 6. Binde!

Kıbrıs’a kendilerini Alaş diye adlandıran Türk boyu ya da boylarının ayak basma tarihleri (-) 1400’dür. Halbuki Minoen göçmenlerinin adaya göç etmeleri tarihi (-58).
Ama Kıbrıs’a ilk ayak basanlar, Yunanlı arkeolog Lefkoşa Müzesi eski müdürü Dikaos’a göre, MÖ 6. binde Anadolu’dan gelenlerdir. Jeolojik olarak Kıbrıs’ın Akdeniz’deki yeri, İskenderun Körfezi’nden koptuğunu gösteriyor.

(Kaynak : Tarihin Başladığı  Ön-Türk Uygarlığı Resmi Tarihin Çöküşü, Haluk Tarcan, Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezi, Töre Yayın Grubu, syf. 277)

Sevgi ve saygı ile.

15.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

2 paşa İmralı’da Apo’yla görüştü!


2 paşa İmralı’da Apo’yla görüştü!
Apo, İmralı’ya konulduğunda iki ziyaretçisi olduğu ortaya çıktı.

Apo, İmralı’ya konulduğunda iki ziyaretçisi olduğu ortaya çıktı.

Org. Özkök ve Org. Özgen… Özkök, odada 3 dakika kaldı.
Özgen ise “Dağdakileri indir!” dedi

İm­ra­lı­’da tu­tu­lan Ab­dul­lah Öca­la­n’­ın ya­ka­la­na­rak Tür­ki­ye­’ye ge­ti­ril­di­ği dö­nem­de iki
or­ge­ne­ral ta­ra­fın­dan zi­ya­ret edil­di­ği or­ta­ya çık­tı, Gü­ney­do­ğu­’da gö­rev­li ol­duk­la­rı
dö­nem­de PKK’­ya yö­ne­lik ope­ras­yon­la­rı biz­zat yü­rü­ten ve ör­gü­tün ba­şı Ab­dul­lah
Öca­la­n’­ın ya­ka­lan­ma­sı, Su­ri­ye­’den sı­nır­dı­şı edil­me­si için bü­yük ça­ba gös­te­ren
isim­ler­den es­ki Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Orgeneral Hil­mi Öz­kök ile Harp Aka­de­mi­le­ri es­ki Ko­mu­ta­nı Ne­ca­ti Öz­ge­n’­in İm­ra­lı Ada­sı­’n­da Ab­dul­lah Öca­la­n’­ı gör­dük­le­ri ve aya­küs­tü soh­bet et­tik­le­ri bil­di­ril­di.

İm­ra­lı Ada­sı­’nın 1. Or­du Ko­mu­tan­lı­ğı gö­rev ala­nın­da ol­ma­sı ne­de­niy­le, dö­ne­min 1. Or­du Ko­mu­ta­nı Or­ge­ne­ral Hil­mi Öz­kök, he­li­kop­ter­le ön­ce Ko­lor­du Ko­mu­tan­lı­ğı­’na gel­di,
ar­dın­dan da yi­ne he­li­kop­ter­le İm­ra­lı Ada­sı­’na git­ti. Di­yar­ba­kı­r’­da 7. Ko­lor­du Ko­mu­ta­nı ola­rak da­ha ön­ce gö­rev ya­pan ve te­rör ör­gü­tü­ne kar­şı ope­ras­yon­la­rı yü­rü­ten Hil­mi
Öz­kö­k’­ün, Ab­dul­lah Öca­la­n’­ın oda­sı­na ba­zı gö­rev­li­ler­le bir­lik­te gir­di­ği ve oda­nın
du­ru­mu­nu in­ce­le­di­ği be­lir­til­di. Aya­küs­tü te­rör ör­gü­tü li­de­riy­le de ko­nuş­tu. An­cak, gi­riş-
çı­kış ve ko­nuş­ma 3 da­ki­ka bi­le sür­me­di.

“Bu­yu­run ko­mu­ta­nı­m” de­di

Di­yar­ba­kı­r’­da Asa­yiş Ko­lor­du Ko­mu­tan­lı­ğı ya­pan, te­rör ör­gü­tü­ne kar­şı sı­nır öte­si
ope­ras­yon­la­rı da yö­ne­ten Or­ge­ne­ral Ne­ca­ti Öz­gen de, Harp Aka­de­mi­le­ri Ko­mu­tan­lı­ğı dö­ne­min­de Ab­dul­lah Öca­la­n’­ı İm­ra­lı­’da gör­dü.

Jan­dar­ma Ko­mu­ta­nı san­dı

Yıl­lar­ca PKK’­ya kar­şı mü­ca­de­le eden Or­ge­ne­ral Öz­ge­n’­i gö­rün­ce he­men aya­ğa kal­kan Ab­dul­lah Öca­lan, “Bu­yu­run ko­mu­ta­nı­m.” de­di. Öz­gen de “bu­yur­du­m” kar­şı­lı­ğı­nı ver­di.
Or­ge­ne­ral Öz­gen, “E­ğer bu ül­ke­ye hiz­met et­mek is­ti­yor­san, dağ­da­ki adam­la­rı­nı
in­di­r.”
de­di.

Öca­lan ise “E­ğer fır­sat ve­rir­se­niz dağ­dan in­dir­me­ye ça­lı­şı­rı­m.” kar­şı­lı­ğı­nı ver­di.

Öz­gen de, da­ha faz­la ko­nuş­ma­dan oda­dan ay­rıl­dı. Öca­la­n’­ın, o haf­ta zi­ya­re­ti­ne ge­len avu­kat­la­rı­na “Dün ba­na Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­ta­nı gel­di­.” de­yin­ce, avu­kat­la­rı;

“Bir yan­lı­şı­nız var. Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­ta­nı gel­me­z.” de­di­ler.
An­cak Öca­lan, ge­len ki­şi­nin Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­ta­nı ol­du­ğun­da ıs­rar et­ti.

Ha­kan Fi­dan da git­miş­ti

İm­ra­lı Ada­sı­’n­da bü­tün ha­re­ket­le­ri kay­da alı­nan Öca­la­n’­ın, Ada­’ya ge­len ba­zı gö­rev­liler­le gö­rüş­me­le­ri sı­ra­sın­da üst ma­kam­lar­dan emir gel­me­si ha­lin­de ka­me­ra­lar açılmıyor ve gö­rüş­me­le­rin bel­ge­si de ol­mu­yor­du. Baş­ba­kan­lık Müs­te­şar Yar­dım­cı­lı­ğı dö­ne­min­de
İm­ra­lı’ya gi­den MİT Müs­te­şa­rı Ha­kan Fi­da­n’­ın da bu yüz­den kay­dı­nın ol­ma­dı­ğı
bil­di­ril­di.

Saygı Öztürk
SÖZCÜ; 15 Kasım 2012

===============================================

Teşekkürler;

Dürüst ve çalışkan ve de yürekli gazeteci Saygı Öztürk..

Hiçbir şey sonsuza dek saklı ve gizli tutulamaz..
Sevgi ve saygı ile.
15.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

İnsan ve Kul Hakları; İslam Dini

Dostlar,

Çok varsıl içerikli bir dosya paylaşmak istiyoruz.
Aklı başında dindar arkadaşlarımızla hiçbir sorunumuz ol(a)mayacağı açıktır.

Derdimiz dini-dar olanlar, kutsal din duygu ve değerlerini her türlü çıkarlarına
alet edenlerdir.

Bir de dinsel inançlarını dayatanlar..

Herkes laik – seküler bir devlet – yaşam düzeninde özgürdür.

Bu özgürlüğün hukuksal güvencesi de elbette laik toplum -seküler devlettir.

İNSAN HAKLARI tüm inanç sistemlerinin, hukukun özüdür.

İslam inancında da Tanrı, “Bana kul hakkı ile gelmeyin, bağışlayamam..” demektedir.

  • Laikliğin toplumsal barış olduğunu; 
  • Dinlerin özünün de erdemli insan yetiştirmek olduğunu
    hiç akıldan çıkarmamalıyız
    .

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

Kul_ve_Insan_Haklari

Sevgi ve saygı ile.
15.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türker Ertürk: 10 Kasım’da neler oldu?

Türker Ertürk

10 Kasım’da neler oldu?


29 Ekim’in işgalci ve faşizan uygulamasından vaz geçilmişti. Bu sefer İstanbul‘dan ve Anadolu‘nun her köşesinden toplu olarak yola çıkan yüreği va­tan ve Cumhuriyet sevgisi ile dolu insanlar elle­rinde Al Bayrakları, Gazi’nin resimleri ve varsa mensup oldukları demokratik kitle örgütünün fila­maları olduğu halde Başkente aktılar.

Bu kez Ankara‘ya çıkan yollar açıktı. Yasak­lamaya ve engellemeye güçleri yetmedi!
Bu kez  sıkardı biraz! Ankara‘ya yolları açan halktı. Artık 29 Ekim’de cin şişeden çıkmıştı ve tekrar onu şi­şeye sokmak imkânsızdı!

Yolları açan, barikatları aşan, gaz saldırısından kaçmayan ve sel olup meydanlara taşan halk, Cumhuriyete, milli değerlerine, Atatürk e, Türk Ulusal kimliğine, Türk Devrimlerine ve onun kazanımlarına her ne pahasına olursa olsun sahip çıkma kararlılığındaydı. Şişeden çıkan cin buydu!

10 Kasım 2012 sabahı saat 07.15′te Tandoğan Meydanı’ndaydım. Erken gittim çünkü daha çok insan ile temas etmek ve meydanda yavaş yavaş toplanan halkın duygularını ve tansiyonunu iyi analiz etmek istiyordum. Ayrıca yüzbinlerin hatta milyonların bir araya geleceği bu meydanda kötü niyetli girişimlere ve provokasyona karşı ne ön­lem alınmıştı onu görmek istemiştim.

İç çamaşırlarıma kadar ıslandım!

Hava soğuk ve çok yağmurluydu. Sanırım bu hava şartları bilindiğinden, katılımın
az olacağı tah­min edilmişti. Yine yanıldılar! Saat 08.30′da Tan­doğan Meydanı iğne atsanız yere düşmeyecek gi­biydi. O kadar hazırlıksızdılar ki, trafiğin kesilmesi bile düşünülmemişti.

Saat daha 9 olmadan, ayıptır söylemesi iç ça­maşırlarıma kadar ıslanmıştım bile!
Bu durum yal­nızca benim için geçerli değildi.

  • Saat 09.05′te saygı duruşu başladığında, etrafımda görebildiğim herkes, şiddetli yağan yağmur altında şemsiyeleri­ni kapadı.
    Kimisi ağlayarak, kimisi gözlerinden yaş süzülerek kimisi de duygularına gem vurarak bu yoğun duygu bütünlüğüne içtenlikle katıldı.

Bu kadar kötü hava şartları olmasına rağmen, 10 Kasım’a halkın gösterdiği teveccüh yaklaşık 2 milyon yurtseverin katıldığı 29 Ekim kutlamalarını sayısal olarak açık ara katladı diyebiliriz.

Böyle bir havada insanlara 100′er ABD doları verseniz, yanında bir günlük kumanya ve Ankara dışından gelenlerin yol paralarını karşılayıp hepsi­nin faturalarını TOKİ‘ye iş yapan müteahhitlere ödetseniz bile,
gerçekten bu kalabalıkları bir araya getiremezsiniz.

İnsanlar Gaziantep’ten, Adana‘dan, Antal­ya‘dan, İzmir den, İstanbul‘dan, Samsun’dan, Trabzon‘dan, Kars‘tan ve diğer illerden geldiler.

  • Sabahın köründe insanları Ankara‘ya, Tandoğan’a getiren ve
    Anıtkabir‘e yürüten güç neydi?

Analarının, babalarının ve atalarının, yaşadıkları kent dışında bulunan mezarlarını,
başta ekono­mik zorluklar olmak üzere çeşitli nedenlerle yılda bir kez bile olsun ziyaret edemeyen insanlar, nasıl olur da şahsen hiç tanımadıkları Atatürk‘ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir‘e koşa koşa geliyor­lardı? Hem de devletle çatışmayı da göze alarak!

  • AKP Hükümeti bu duyguyu analiz etmek ve
    aklı­nı başına devşirmek zorundadır!

Gerek 29 Ekim‘de gerekse 10 Kasım’da bir araya gelen bu kalabalıklar,
AKP Hükümetine ve Erdoğan‘a karşı olumsuz düşünce ve duygulara sahipti.
Bu bir kışkırtmanın sonucudur arka planı yoktur diyebilir misiniz?

Anıtkabir’e doğru yürüyüşe geçtiğimiz zamana kadar yaklaşık 2,5 saat Tandoğan Meydanı‘ndaydım ve etrafı iyice inceledim. AKP yönetiminde devlet mekanizması, burada toplanan ve sayıları milyonlara ulaşan halkın güvenliği için
hiçbir ted­bir almamıştı.

Allah belalarını versin       !

Tandoğan Meydanı, en azından bir gece önce­sinde bomba aramasına tabi tutulmamıştı. Mey­danda bomba ve patlayıcı maddeler için potansi­yel zula mevkileri olabilecek araçlar park halindey­di. Uygar ülkelerde geniş halk kitlelerinin toplana­cağı alanlarda bir gün öncesinden itibaren araç parkına müsaade edilmez.

Çatılar bomboştu! Hâlbuki buralara halkı korumak içim keskin nişancılar
ve gözetleyiciler yerleştirilmeliydi. 
Sadece helikop­terle zaman zaman
“bunların gücü ne kadar?” bağlamında kötü niyetli keşifler yapılmaktaydı.

Halkın güvenliği için hiçbir şey yapmama ola­rak özetlenebilecek
“Saldım çayıra mevlam kayı­ra” yaklaşımı bile iyi niyetli sayılırdı, 29 Ekim ve
10 Kasım’da kasten alınmayan ve düşmanca ted­birleri görünce. Yoksa “azdılar,
Allah belalarını versin” 
yaklaşımı mı egemendi AKP yönetiminde­ki devlette!

Sormak isteriz; Ankara Valisi Alaaddin Yüksel başkanlığında Ekim ve Kasım ayı başlarında yapı­lan emniyet ve asayiş toplantılarında 29 Ekim ve 10 Kasım’da
halkın güvenliğini sağlamak için ne tedbirler alınması planlandı?
Planlandı da uygulan­masını Başbakan mı engelledi?

  • 29 Ekim ve 10 Kasım‘da Erdoğan liderliğinde AKP Hükümeti meydanlarda toplanan halkın gü­venliğini yok saymış, tedbir almamış ve buradaki topluluklara düşmanca yaklaşmıştır. 
  • Bu bir suçtur ve mükerrer (birbiri üzerine 2 veya daha çok kez yinelenmiş) olarak işlenmiştir. Mutlaka yargılan­mayı gerektirmektedir!

10 yıllık AKP iktidarında Ulusal değerlerimize karşı gittikçe artan ve dayanılmaz boyutlara ulaşan düşmanlık karşısında artık halkın köşeye sıkışacağı yer kalmamıştır. Yapılması gereken, korkuyu ye­nip köşeden çıkmak, saldırıyı cepheden karşılaya­rak yarma harekatı yapmak ve karanlığı aşarak aydınlığa ulaşmaktır.

29 Ekim ve 10 Kasım bunun habercisidir!

Saygılar sunarım.
13 Kasım 2012, İlk Kurşun

Sevgili Atatürk Ya Gelmeseydin Ya Gitmeseydin!..

Dr. Erdal ATABEK

Sevgili Atatürk Ya Gelmeseydin Ya Gitmeseydin!..

Sevgili Atatürk,

Obama Amerika başkanı seçildi ya, biliyorsun. Senin milletin pek sevindi buna.
Hani, “bağımsızlık benim karakterimdir” dediğin milletin.
Obama da Obama. O da sevimli adam.
Eşi Michelle çok canlı kadın, çocukları çok şeker kızlar. Büyüdüler.
Amerika canımıza okuyormuş, kimin umurunda.
Bizi Suriye’ye itekliyorlarmış, ne gam.
Bizimkiler çok üzülüyor, Suriye’de demokrasi yok diye.
Suudi Arabistan’da çok iyi demokrasi var demek ki.
Birleşik Arap Emirlikleri aşırı demokrat.
Kuveyt, Katar Emirliği demokrasi örnekleri.

İşin özünü sen çok iyi biliyorsun sevgili Atatürk.
Amerika’nın dediğini yapan “cici”.
Amerika’ya karşı olan “kaka”.
Olay bundan ibarettir.
Bak, bıraktığın memlekete,
Kim Amerika’ya karşı çıkmışsa hapiste.
Ya darbeci, ya terörist diye hapse atılıyor.
Amerika’dan yanaysa hiç sorun yok.
İngiltere’nin yerini Amerika aldı.
Gerisi bildiğin hikâye.

***

Yedi düveli yenmiştin ya sevgili Atatürk,
Kendimize güveniyorduk, saygın bir ulustuk o zamanlar.
Fakirdik ama itibarımız vardı. Hiç kimseden bir şey beklemiyorduk.
Dünyayı şaşırtmıştık. O günler tarih oldu, biliyorsun.
Türkçe derdin, anadilimiz. Dil için kurum bile kurmuştun.
Şimdi İngilizce bilmedin mi adamdan sayılmıyorsun.
Kürtçe de ikinci anadilimiz olma yolunda. Sırada öteki anadillerimiz var.
Bir yandan da lüks “akıllı evlerimiz” yapılıyor. Evlerimiz “akıllı”.
Arabalarımız “akıllı”. Telefonlarımız “akıllı”.
Artık bize akıl lazım değil dedik, biz de akılsız olduk.
Böyle yaşayıp gidiyoruz sevgili Atatürk.
Ama bunları biliyorsun zaten. Oradan görüyorsundur.

***

“Laik Türkiye”yi kurmuştun. Bütün inançlar karşısında eşit, yansız, önyargısız.
Öyle devam etmedi. Türkiye “ılımlı İslam” olsun dediler.
Yani, “Amerika yanlısı İslam” demekti bu. Erbakan’ı bıraktılar, Erdoğan’ı iktidar yaptılar.
Türkiye’ye de “model ülke” dediler. Obama öyle demişti, söylettiler ona.
“Model ülke” şu demek:

  • “Bütün İslam ülkeleri Amerikan yanlısı olacak.”

Model bunun modeli. Bağımsızlık eskide kaldı.
Laiklik dinsizlik sayıldı. Atatürk demek darbecilik oldu.
Ulus demek faşizme tercüme edildi. Böyle bir yola sokuldu memleket.

***

  • Cumhuriyeti kutlamak yasaklandı sevgili Atatürk. 
  • Seni anmak kısıtlandı. 

Anıtkabir’e koşuyor millet her şeye inat. Ben gelmiyorum.
Terörist sayılmaktan korktuğum için değil. Sana gelmekten utandığım için.

Utanıyorum. Bıraktıklarını koruyamadığım için utanıyorum.

Sana buradan sesleniyorum:

YA HİÇ GELMESEYDİN; YA HİÇ GİTMESEYDİN.

(12 Kasım 2012, Cumhuriyet)

CÂNÂ’ya SERENAT..

 

C Â N Â ‘ ya
S E R E N A T …

 

 

Albümler, albümler, albümler..
Zamanı durdurabilmenin büyülü araçları
Ya da tersine, kurgu-bilimsel canlandırmalarda olduğu gibi,
olağanüstü hızı akıtmanın..
Öyle ya, saniyenin minicik kesitlerinde
bakışınızı birinden ötekine kaydırdığınızda,
resimdeki kişileri o denli yaşlandırabiliyorsunuz bir çırpıda..

Aynştayn’ın karmaşık fizik modelleri niye ki,
zamanın göreceliliğini anlama böyle somutken
Tanrısal bir yeti sahibi oluyorsunuz sanki..
bir eskisine, bir yenisine.. bir daha eskisine, bir daha yenisine..
Gözleriniz mekik dokurken sarıyorsunuz zamanı ileri, geri
Olanca hızınızla, bilgisayarın birkaç avuç içi ekranında üstelik
Hem zamana hem de mekana meydan okuyorsunuz.

Teknoloji işte..
Gel gör ki, bu pek yaman teknoloji hazretleri aslında zavallı mı zavallı
En az benim kadar, belki de senin kadar..
Nedeni mi, çok basit : Kocaman bir yanılsama yaratıyor da ondan..
Döndürebiliyor mu bizleri 1 saniye olsun geçmişe, gerçek anlamda??
Dolayısıyla insanın çileli yaşam savaşına yok ciddi bir katkısı özünde.
Hüner size kalıyor yine..
Kurşun gibi ağırlığıyla, delip geçmeleriyle, paramparça etmeleriyle
yoğun mu yoğun yaşayabilirsiniz;
saniyenin minicik kesitlerinde koca yılları.
Tükenen bir ömrü, 4 – 5 onyılı, 40 – 50 yılı ya da
Onlarca yılın yaprak dökümünü ve de küsüratını.
Ap ak saçlarınızı görürsünüz o gidip gelmelerde..
Dökülenleri ve de direnenleri..

*****

Bir zamanlar Öklit’in düzlemlerini hasetten çatlatacak denli pürüssüz
o nur simanın derin kırışlarına takılırsınız..
Derin kanyonlarda dibe vurursunuz adeta.
Savrulurken uçurumlara, zülüflerinin tellerini ararsınız tutunmak için..
Hepsi boşunadır Cânâ!
Dalgalı, gür, deli ormanlar yitiktir; tutunamazsınız.
Kafanız gözünüz dağılır, elleriniz paramparçadır, üst baş harap,
boşuna öykünürsünüz Tarzan’sı uçuşlara..
kan revan içindesinizdir hiç abartısız..
heyhat, O daha bir çeyrek yüzyıl yaşına erişmemiştir
oysa siz 2 çeyreği aşmışsınızdır artık
şansınız yaver giderse belki, kör topal bir 3. çeyrek yakalarsınız

*****

Yüreğinizin kan kırmızısı çerçevesine alırsınız
yitirdiğiniz sevgiliyi on yüz bin yıl öncesinde!
Sıcacık bir renkle sararsınız O’nu, aman üşümesin diye.
25 yaşınızın güçlü kollarıyla yapamadığınızı,
damarlarınızdaki yaşam sıvınızla becermeye çalışırsınız duraksamasız,
hiç çekincesiz..

Bir biçimde sararsınız yitik Sevgili’yi,
zamanın alabora ettiği sarhoş yaşam kavşaklarından birinde
Hatırası, içinizin kuytularında hala taptaze, hala dipdiri,
kıpkızıl bir gonca güldür çünkü
rayihası ruhunuza kazınmış,
bir uzak Anadolu gecesi, yalnızca ama yalnızca tek 1 kez içebildiğiniz,
kan kırmızısı bir kadeh şaraptır O!

*****

Birden, evrenin uzun atlama rekorunun sahibi olursunuz
Işık hızı halt etmiştir Cânâ!
Düşünce hızı bu; atlarsınız ömrünüzün cehennem demlerini,
dakikalarını, 
saatlerini, gecelerini ve de gündüzlerini..
haftalarını, aylarını ve yıllarını ve dahi onyıllarını
Bir soluk alma bile sürmez, varırsınız bir başka sanal menzile..
Bu kez kapkara bir çerçevedir sevgiliyi sarıp sarmaladığınız..
Daha, daha kalın olsun istersiniz;
acılarınıza tercüman olacaktır çünkü siyah, simsiyah çerçeveler..
3-5 onyıl geri gider, zamaneye dönersiniz tunelde;
-bir de kendinize gelmeye çabalarsınız-
Haklısınızdır yerden göğe
çerçeve çizgilerin karasının 10 değil 60 pt olması gerekir
bu kez ruh-u revanınız küçülür, küçülür, küçülür 60’ına 1 kala,
içinizin karasının rengi çerçeve içinde
sol yanağındaki benlerin nasıl yittiğini bile anlayamazsınız..
daha pek çok detay da yitmiştir bu arada;
yılların acımasızca, utanmadan sevgilinin yüzüne nakşettiği..

*****

Ama kalamazsınız orada
Ayrılık yıllarının yüreğinizde mayaladığı kör kurşun yarası,
kanamaya başlar apansız
Sen O’nu avuçlarımda kum taneleri mi sanırsın ki,
sel de olsa gözyaşlarıyla yunsuuun, gitsin??
ne sel gider, ne de kum;
bu öylesine, kural dışı bir “öykü”dür işte Cânâ!

***** 

Sevgiliye makyaj yapmayı (!) sürdürürsün..
Ebruli, erguvan, mor, portakal çiçeği hatta kan kırmızısı..
türlü türlü renklerde çerçeveler geçirirsin
yitik onyılların yonttuğu yorgun mu yorgun yüzüne
Zordur uyum sağlamak, iyi bilir renklerin dilini sevgili
Gerçi yapmaz, yapamaz vuslatın güzelim resmini O,
ama olsun, yakışmalı O’na her bir şey gene de
saatler akar, içinde erirsin,
bereket, bu kez kapkara değildir çizdiğin çerçeve..

***** 

Üçüncüsünde, 
sevgilinin bilmem kaç on yıl önce elleriyle yaptığı kahve gelir aklına
40 yıl hatırı saklıdır ne de olsa!
aslında bu ayrılık da 50 yılllık bir bakıma
… okulu bitmiş, yollar kentler ayrılmıştır..
Kesişir gene yollar, çook yılar sonra..
O ne sarhoşluktur, siz siz olmaktan çıkarsınız ..
19.. yazı ve izleyen 19..’in kör Şubat’ındaki gecikmiş vuslat

bir tatlı “hayal” olarak kaldığına göre;
doğrusu “50. Yıla Ağıt” yerine belki de
“50. Yıla Serenat”; umut ya da terennüm..

*****

Dileyelim, bu sonki kavurucu uğraşa gerek kalmaya.
40 yıl hatırlı kahvenin sıcacık dost rengi içinde
Tanrı sevgiliyi saklaya, 
O’nu kutsaya
saçının tek bir telini bile incitmeye
Sevgimiz O’na sağlıklı, uzun ömür vere;
bizden ise o hızla ala, tükete..

***** 

Cânâ!

Gençlik yıllarıydı “serenat” sözcüğüyle ilk karşılaşmam
bilmiyordum anlamını
ama içimdeki ben, anlattı bana onu
kavradım sezgisellikle, bakmadan sözlüklere
çok sevdim bu büyülü sözcüğü
“Sevgiliye serenat”lar okudum yürek yangını..
sonraları benim de yazma sıramın geleceğini
hiç akıl edemedim doğrusu
kısmet işte.. oratoryo yazacak değildim ya..
hem ne anlarım ki ondan
şimdilerde yazıp çiziyor ve sevgiliye
serenat diye, şiir diye sunuyoruz
geniş gönüllü ya, sağ olsun, çıkarmaz sesini
Bakalım zaman ne diyecek..
Biz geçip gittikten sonra kim bilir kimlerin eline geçecek?
Yeri acilen çöp kutuları mı olur, yoksa fareler mi kemirir
ya da bilgisayar virüslerine yem mi olur?
Ya da Bedri Rahmi’nin 1930’larda “Bucişkam” diye başladığı
aşk mektupları gibi Fransızca’dan dilimize mi çevrilir??

***** 

Hayın ayrılığın 50. yılına az kaldı
19.. baharıydı, .. mahallesi .. Sk. .. no evinden koparıldığımda..
yazmak istedim, bir an önce yazmak istedim, bilmiyorum nedenini
Birkaç onyıl aralı fotoğraflar.. bilgisayarda gelince yan yana
tetikledi bu duygu yoğunlaşmasını belki de
bir parça erken (!) doğurdu 50. yıl serenadını
ya da 50. yıla ağıdı..

*****

Bu kez senin sevgin-aşkın (??) nöbete Cânâ!
O’nun gücü, yakıcılığı, sana sunacağı 2. bahar aşısı,

asılman, çaban, uğraşın, azmin, sebatın ve de sabrın..
Bu kez senin sınavın oluyor kanımca, yarım yüzyıl sonra
koskoca bir armağan yaşamın sonbaharında
kulak ver yüreğinin sesine,
ille de vicdanına, vicdana 
sağduyun egemen kalsın hep ama hep
parlayıcı, ani kararcı olma ne olur?
“Noktalı cümleleri sevmem” derdin, yap gereğini lütfen
Dinleyen, anlayan, iletişim kuran-kurulabilen ol
Sanırım, -o denli basit olmasa da- bir kez daha,
iletişim kazasına olmayalım kurban

*****

Bir kez daha kaçıp gitme sakın “vınnn” diye..
dinle bir yol, bak gözlerimin içine;
     inanmazsan sözüme, yazıma
Dön bak arkana, kör olma da gör beni;
     ne yeni serenatlara ne de ağıtlara
     ne derman var, ne de zaman…
mevsim sonbahar..
ahdini hatırla, ahdimizi, kadim mi kadim
sakın ola, sakın haa; girme eloğlunun koynuna
Kahrolası!
Kahrolası!
Kahr olası!

inletme beni, inletme beni, inletme…