Günlük arşivler: 6 Eylül 2012

DİL ve DÜNYA GÖRÜŞÜ..

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Ali Ercan hocamız -ki bu sitede en çok yazıları yer alan saygın kişiyi artık siz de çok iyi tanıyorsunuz- “DİL ve DÜNYA GÖRÜŞÜ” başlıklı bir irdelemesini yolladı. İşte yaşama analitik bakabilen, sentez yapabilen özetle düşünmeyi öğrenmiş bir beyinin ürünü. Tam da Büyük Atatürk’ün özlediği gibi :

“… okumak, okuduğunu anlamak ve ondan bir sonuç çıkarmak, zekayı terbiye etmek..”

Yazısını aşağıya alıyoruz, kendilerine yazdığımız e-iletiyi de..

Ali hocam,

Bu Türkçe – İngilizce karşılaştırmanız çok hoş..
Üstadım, siz bu denli geniş ilgi alanını nasıl besliyorsunuz??
Ne zaman besleyip büyüttünüz bunları ? Bravo doğrusu..
Ben Dil Derneği üyesiyim ama yazdığınız boyutları hiç irdelememiştim!
Bu arada, İngilizce de ilk 200’de “LOVE”, “kiss” yok..
Benim bilinçaltı takıntım değilse, bana tuhaf geldi..
Özellikle ilkinin olmayışı.. Ne dersiniz ??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

DİL ve DÜNYA GÖRÜŞÜ

Prof. Dr. D. Ali Ercan

Değerli arkadaşlar,

Bir dildeki kavramların ağırlık sıralaması, o dili konuşanların dünya görüşü hakkında da ipucu verir.. Tüm dünyaya egemen olan İngiliz dilinde en çok kullanılan kelimelere baktığımızda “Zaman” ilk sırada geliyor, eylem olarak “gitmek” sıfat olarak da “iyi” Türkçede ise isimlerde “yer”, eylemde “olmak” ve sıfatlarda “çok” kelimeleri başı çekiyormuş..

Ad (isim)
Time, person, year, way, day, thing, man, world, life, hand, part, child, eye, woman, place, work, week, case, point…

Eylem (fiil)
Go, know, take, see, come, think, look, want, give, use, find, tell, ask, work, seem, feel, try, leave, call…

Nitem (Sıfat)
Good, new, first, last, long, great, little, own, other, old, right, big, high, different, small,large, next, early, young, important, few, public, bad, same, able…

Türkçedeki sözcük (kelime) sıralaması bir ankette* şöyle çıkmış :

bir, olmak, bu, o, ben, demek, çok, yapmak, ne, gibi, daha, almak, var, kendi, gelmek, ile, vermek, ama, sonra, kadar, yer, en, insan….

Hint/Avrupa dil grubunda olanlar Evreni dinamik;
Ural/Altay grubunda olan bizler statik, durağan görüyoruz..
Bizde nicelik, onlarda nitelik ağır basıyor.
Cümle kuruluşunda da görülüyor bu fark.. Biz;

“Ben eve gidiyorum” derken onlar,
” I go home” diyorlar…

Bizde öncelik statik olan “Ev” de… dinamik (eylem) arkadan geliyor.
Bir kez “eve” dedikten sonra fikir değiştirebilir, gitmek yerine “bakıyorum” da diyebiliriz.. Onlarda ise “go” yani eylem ön sırada, değişmez durumda.
“I go” dedikten sonra fikir değiştirebilir home” yerine “to the school” diyebilirler. Ural/Altay dil grubu ile Hint/Avrupa dil grubu arasındaki temel farktır. æ

* TDK ‘nun bu konuda kapsamlı bir çalışması olup olmadığını bilmiyorum.
***
İngilizcede en çok kullanılan kelimeler sıralamasında ilk 200 kelime.. ”

Dostlar, tablo formatındaki bu listeyi ancak pdf olarak verebiliyoruz..
Tıklayarak erişebilirsiniz..

200_sozcuk_Ingilizcede_en_cok_kullanilan

Ali Serdar Bolat’ın derlemesi : Terör Örgütü ile ne konuşacaksınız??

Dostlar,

Ali Serdar Bolat’ın derlemesi : Terör Örgütü ile ne konuşacaksınız??

Paylaşmak istedim hiç dokunmadan..

Bolat’ın kendine özgü bir yazım biçemi (üslubu) var.

Koyu, altı çizili, farklı renklerde..

Hiç ellemek istemedim.

Bu yüzden de pdf olarak sunuyorum.

Önemlidir, okunmalıdır..

Doğu Perinçek ve Onur Öymen’in son derece yerinde irdelemelerini ve sorularını içeriyor..

Kısa bir bölüm :

– Amerika’dan izin almaya gerek duymadan Kuzey Irak’taki Kandil merkezli kampları
yok etmek,
– Güneydoğu’da sıkıyönetim – OHAL ilanı,
– İran-Irak-Suriye yönetimleri ile de işbirliği yaparak Barzani bölgesine
sıkı bir ambargo uygulamak suretiyle Barzani’yi “Bağımsız Kürdistan” kurma
hayalinden vaz geçirmek.

İşte reçete bu.

Ama bunun için de, ülkenin başında, Amerika’nın Büyük Kürdistan kurma planına bağlı bir hükümet değil,
ülkenin bütünlüğünü sağlama hedefine bağlı bir hükümet, yani milli bir hükümet olması gerekir.
Bu milli hükümet, Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin, Sosyalist Enternasyonal’in, Barzani’nin feryatlarına
kulaklarını tıkayarak bu önlemleri hayata geçirecektir.

Lütfen tıklar mısınız??

Ali_Serdar_Bolat_derleme_5Eylül2012

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Koramiral Kadir Sağdıç’tan ARZ-I VEDA

18 ay tutuklu kalıp, 30 Ağustos 2012’de, hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmadığı halde YAŞ kararı ile emekli edilerek Hasdal askeri cezaevinden Silivri zindanlarına gönderilen yurtsever amiralin ders dolu, tokat gibi veda mektubu..
Vicdanlarınız biraz olsun sızlar mı, sadistik duygularınız haz mı duyar?

Sayın Yurtsever Sağdıç Koramiralim, ülkemize hizmetleriniz için bir yurttaş olarak şükranlarımı sunarım.

Türkiye bu deli çemberini çok yakınlarda yaracaktır elbette ve siz;
uzun ve sağlıklı olmasını dilediğim ömrünüzle Türkiye’mize daha çok değerli hizmetler vereceksiniz..

6.9.12, www.ahmetsaltik.net

========================================

Koramiral Kadir Sağdıç

ARZ-I VEDA

30 Ağustos 2012 tarihi itibariyle 6 yılını Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu öğrencisi, 40 yılını ise Deniz Subayı olarak şerefle, lekesiz ve tertemiz bir şekilde taşıdığım üniformamı çıkarıyor ve gönüllerdeki emanete teslim ediyorum. 1966 yılında Büyükçekmece kumsalından Heybeliada’ya giderek başladığım ve her anı sonsuz güzellik dolu bahriye ve uygarlık serüvenimi çevremdeki seçkin Bahriyeliler ile birlikte HASDAL’da, daha doğru ifadeyle TCG HASDAL’da noktalıyorum.

Sınırlı olan ömrümün ülkeme en verimli olacağım, en birikimli ve en değerli 18 ayını, gericilerin, aydınlıktan korkanların ve basiretsizlerin dış egemen güçlerle yaptığı işbirliği ve ihaneti sonucunda fiziken tutsak olarak geçirdim. Bunun da ötesinde, profesyonel bir denizci ve asker olarak geliştirdiğim bilgi birikimimin gelecekte ulusal ve uluslararası ortamda ülkemiz çıkarlarına olası katkıları bu tutsaklık sürecimle birlikte engellenmiş oldu. Tutsaklık günlerimde de Ulu Önder ATATÜRK’ün
her Türk gencine vasiyeti özelliğindeki, ne yazık ki bugünlerde unutturulmak istenen “Gençliğe Seslenişi”, göreve ve Cumhuriyete bağlılığımda her zaman ilham ve enerji kaynağım, meslek yaşantımın temel kılavuzu oldu. Beni her zaman ruhen özgür kıldı. Platon, “Beden, ruhun tutsak olduğu bir hapishanedir” demiş.

Aslında Platon’un dediğinin tam tersini yapabilenler yaşamda başarılı ve mutlu olacaklardır. Yani, beden nerede tutsak olursa olsun, ruh her zaman özgürdür.
Biz Bahriyeliler gemilerde ve denizaltılarda böyle yaşarız. Bedenimiz çelik,
dar bir hacımda iken bile ruhumuz enginlerde, ailemizin yanında, evrenin her yerinde, ülkemizin güzel yarınlarındadır.

Her türlü şartta yaşamaya alışık olduğumuz için HASDAL tutsaklarının ruhları hapsedilemedi, tam aksine yüceldi.

İçinde bulunduğumuz durum ne olursa olsun yılmadık, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşı bir avuç aydın insan, yürekli ailelerimiz ve savunmanlarımızla birlikte komploculara ve onları kollayan bazı organlara karşı onurlu bir mücadele verdik.
Bu esnada bazı mağdurlar bu menfur iftiraları gururlarına yediremeyip intihar ettiler. Birçok tutuklu sağlığını yitirdi ve birçok aile yakınını kaybetti.

Sonuçta, ülkeyi kendi iktidar hırsları ve çıkarları için karanlığa sürüklemek isteyenler gün gibi ortaya çıktı; hukuksuzluk tescil edildi ve siyaset mekanizması
bu çıkmaz yoldan geri dönüş için arayışa girdi. Tam umutlanmak için bir nefes alınırken, son Askeri Şura Kararları, masumiyet karinesi hiçe sayılarak bir tasfiye niteliğine dönüştü; bizleri derinden yaraladı; ülkemizin yakın geleceği için sağduyulu herkesi endişelendirdi. Özellikle Deniz Kuvvetleri, birçok amiralini ve liyakati yüksek ve üstün teknik ve taktik nitelikli subayını kaybederek yönetim ve liderlik kadrosunda yıllar, belki de nesiller boyu hissedeceği büyük bir tırpan yedi.

Özel Yetkili Mahkemeler üzerinden 2008-2012 yıllarında yoğunluk kazanan davalarla anılacak bu dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli sıkıntılara girdiği ve karanlıklara çekilmek istendiği bir süreç olarak tarihteki yerini alacaktır. Ancak ben, Cumhuriyetin yetiştirdiği milyonlarca gencin Ata’sının çizdiği çağdaş uygarlık yolundaki değerlere bağlı enerjisi sayesinde bu sıkıntılı dönemi kısa sürede atlatıp daha aydınlık günlere ulaşacağımızdan eminim.

Gelinen noktada “doğru tarafta” olduğum için huzurluyum. Tanrıma şükürler olsun,
bana dünyanın en güzel mesleğini dünyanın en güzel ülkesinde yaşattı, hiçbir zaman pişmanlık ve hicap duyacağım bir şey yaptırtmadı. Selanik’ten 1924 mübadelesinde gelen bir ailede 1952 yılında Cumhuriyet çocuğu olarak doğdum. Cumhuriyet okullarında yetiştim, Deniz Kuvvetlerine, ülkeme ve yurttaşlarıma hizmet ettim. Hizmette bulunduğum süre zarfında, Deniz Kuvvetleri’nin büyük atılım sürecinde önemli görevler üstlendim. Bu sürecin her aşamasında, gençlik yıllarımda aldığım ihtisas ve yüksek lisans eğitimlerinin de semeresini verecek şekilde aktif olarak görevler yaptım. Onurla ve gururla, yükselen yapının her bir tuğlasında doğrudan ya da dolaylı enerjimi ortaya koydum. Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri karargâhı ve bağlısı Komutanlıklarda Komutan seviyesine kadar çeşitli görevlerde bulundum.

Mesai arkadaşlarımla birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve özellikle Deniz Kuvvetlerinin gelişimine somut katkılarım oldu. Mesleğimde Amirallik seviyesine
terfi ettirildim. Özellikle Gemi Komutanlığı, Komodorluk ve Amirallik görevlerimde edindiğim temel değerlere ve ilkelere bağlı kalarak ve her zaman örnek olmaya
özen göstererek komutanlık yaptım. Bu süreçte, gelecekte yerimizi alacak binlerce öğrencimizin ve genç subay ve astsubayımızın çağdaş normlarda ve erdemli yetişmeleri için eğitim sisteminin geliştirilmesine özel önem verdim. Sözde değil, özde insan odaklı çalıştım. Takdir, yüce Türk milletinin ve mesai arkadaşlarımındır.

Beni yetiştiren Bahriye’ye ve ilkokuldan başlayarak üzerimde emeği olan tüm öğretmenlerime, erdemli ve önder nitelikli büyüklerime minnettarım, onları şükranla ve sevgiyle anıyorum. Beni en sıkıntılı yıllarında hiçbir şey esirgemeden yetiştirip vatan hizmetine emanet eden ve bir ömür boyu hasretimi çeken Annem Ayşe SAĞDIÇ’a ve Babam Mehmet SAĞDIÇ’a; iki güzel çocuğu çok iyi yetiştirerek ülkemize kazandırdığı, meslek yaşantımın her türlü zorluğuna katlandığı, ailemi ve Bahriyeyi yurt içinde ve yurt dışında mükemmel bir şekilde temsil ettiği için, yaşamımın her anında yanımda hissettiğim hayat arkadaşım ve sevgili eşim Selver SAĞDIÇ’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.Evlatlarım Serap ve Sarp ile damadımız Evren’i, ulusal ve evrensel değerlere saygılı birer vatandaş olarak üzerlerine düşen görevleri özveriyle yapabilecek düzeyde kendilerini yetiştirdikleri için ayrıca kutluyorum. Kardeşlerim Cemil-Emine’ye, dünürlerim Doğan-Hülya’ya ve ailelerine, Emir Subay ve Emir Astsubaylarım ile ailelerine, meslek yaşamımızda beraber görev yaptığımız,
lojman paylaştığımız, acı-tatlı günler yaşadığımız tüm komşu ve arkadaşlarımıza bizlere gösterdikleri anlayış ve dostluklar için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Ben, Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı Gazisi Kavalalı Emin Çavuş’un torunu,
TCG AYANCIK Varda Bandrası Mehmet SAĞDIÇ’ın oğlu Amiral Kadir SAĞDIÇ…

Zorlukları aşan Cumhuriyet kuşakları içinde yetiştim ve kendim de birçok bahriyeli yetiştirdim. 30 Ağustos 2012 tarihinden başlayarak Bahriyeden resmi olarak ilişiğimi kesiyor ve bu onurlu bayrağı bizlerden devralacak gençlere sesleniyorum:

Denizleriniz sakin, pruvanız neta olsun.

Sizlere güveniyorum. Dualarım her daim sizlerle olacaktır.

Meslekteki son sözümü, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ten esinlenerek söylüyorum:

“Bizim değersiz bedenimiz elbet bir gün toprak olacaktır ama
Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır.”

Koramiral Kadir SAĞDIÇ
30 Ağustos 2012, Hasdal

İyi matematik bilmeyen toplumlarda adalet yoktur..

Dostlar,

“İyi matematik bilmeyen toplumlarda adalet yoktur..”

diyor NOBEL Matematik ödüllü John Nash..

Abaküs, sayı boncuğu veya çörkü, basit toplama ve çarpma işlemleri için kullanılan bir aletir. Boncukların sayılması şeklinde çalışır. MÖ 2400 yıllarında Çin’de geliştirilen abaküs, denizaşırı ticaret yapan tüccarlar sayesinde Girit ve Miken bölgelerinden Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır. (Wikipedia)

Türkiye’nin Matematik yarışmalarda dünyada en sonlarda olduğunu öğrenince de,

Büyük dehaya göre böyle bir durumda,

“Çocukları hiç okula yollamamak, evde eğitmek bile daha iyi sonuçlar verebilir.”
uyarsını yapıyor..

“4+4+4” ucubesiyel Türkiye’ye dayatılan, aslında AKP’ye militan oy deposu yetiştirme amaçlı.

Bir de Balyoz, Ergenekon vb. tertiplerle ülkemizin açık hava hapishanesine dönüştürüldüğünü düşününce..

Temel matematik eğitiminin = Matematiksel düşünme = Günlük yaşamında temel matematiği kullanma eğitiminin
ne denli stratelik önem taşıdığı ortaya çıkıyor..

MEB Ömer Dinçer’in bu taraklarda bezi var mı acaba?

MEB Ömer Dinçer John Nash’i duymuş mudur?

MEB Ömer Dinçer OYUN KURAMI’nı bilir mi?

MEB Ömer Dinçer “matematiksel düşünme” kavramından haberli midir?

MEB Ömer Dinçer matematiği sever mi? Sevmediği için mi ezberci 4+4+4 dayatıyor?

MEB Ömer Dinçer ne kadar matematik bilir ve günlük yaşamında kullanır?

…………………………

Yeter mi, Bakan Ö. Dinçer;

Militanca sahnelediğiniz çağdışı 4+4+4 ucubesine karşı çıkanlara 2 sıfat iliştirdiniz:

1. PKK’lı
2. Laikçi

Demokrasi anlayışınız bu denli işte.. Muhalefeti, eleştiriyi hakaretle aşağılamak..

Biz de eşdeğer karşı sıfatları sizin için burada kullansak, hemen dava açarsınız.
Bir de böyle asimetrik mücadele sorunumuz var..

İyisi mi, bizlere yakıştırdığınız hakaret sıfatlarının denklerini karşılarına siz kendiniz için yazın..

1. PKK’lı
2. Laikçi

Şeytan azapta gerek..

Bu önemli yazıyı okumanızı öneririm..
pdf olarak aşağıda.. Lütfen tıklar mısınız??

Iyi_Matematik_Bilmeyen_Toplumlarda_Adalet_Yoktur_John_Nash

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Afyon’da kışlada patlama, 25 Mehmet şehit !?

Afyon.. Kışlada patlama, 25 Mehmet şehit!
Tarih : 05 Eylül 2012, saatler : 21:15..

Çok sayıda yaralı.. Yüreğimiz yangın yeri..

Tam da 90 yıl önce bugünlerde Mustafa Kemal’in orduları Batı Anadolu’yu düşmandan temizlerken..

Süvariler, yayalar İzmir’e akarken..

9 Eylül 1922 utkusuna koşarken..

(Bu arada AKP’ye, zaten kısıtladığı 9 Eylül törenleri için bir mel’un gerekçe daha..)

Acımızı bastırıyor ve ulusun acısını paylaşarak, daynma gücü dileyerek soruyor ve yanıt istiyoruz :

1. Olay gerçekten kaza mıdır? İnsanın keşke “kaza”olsa, başka bir şey olmasa.. diyesi geliyor..
Bu denli mi çaresizleştirildik?

2. Terör örgütü bağlantısı (iç ve dış uzantılarıyla birlikte) var mıdır ??

3. TSK’dan çok sayıda nitelikli subayın tasfiyesi sonucu zincirleme zaafiyetin bir sonucu mudur?

KKK Komutanı Sn. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu paşa; özellikle sizden net ve saydam açıklama bekliyoruz..

Umarız ve dileriz ki; Obama’nın denizaşırı “Beyzbol sopası” nın Foça, Gaziantep, Beytüşşebap’tan sonra 4. darbesi olmasın Afyon’daki cephanelik patla(tıl)ması!?

Derin acıyla.
5.9.12, Datça

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ömer Dinçer eğitimden ne anlar?

Dostlar,

Güneş’ten Rıza Zelyut

“Ömer Dinçer eğitimden ne anlar?”

başlıklı zehir zemberek bir makale yazmış..

Paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
==============================================

Rıza Zelyut
GÜNEŞ, 5.9.12

Ömer Dinçer eğitimden ne anlar?

Türkiye’de PKK terörü bu denli azgınlaştı ise, temel nedeni eğitim politikasındaki
büyük yanlışlıktır.

Siz ‘milli eğitimi’, ‘etnik eğitim’ haline getirir iseniz; etnik gruplar (Kürtler, Çerkezler, Lazlar vb…) haklı olarak kendilerini öne çıkartacak taleplerde bulunurlar. Hatırlatalım ki; 250’den çok etnik kümenin yaşadığı ABD’de yalnızca İngilizce eğitim verilir. Halbuki bu ülkede İspanyol kökenlilerin toplamı İngiliz kökenlilerden daha çoktur. Ama Amerika’yı yönetenler; ikincil bir dilin İngilizce’nin yanına konulmasına asla izin vermiyorlar. Böyle bir gelişmenin ABD’yi parçalayacağını da bu yasağa gerekçe yapıyorlar. (Ayrıntıları merak edenler; ‘Yabancı Kaynaklara Göre TÜRK KİMLİĞİ’ adlı kitabımızın Kimlik Tartışmaları bölümüne baksınlar.)

Bugün Almanya’da Türk kökenli öğrencilere eskiden Türkçe olarak verilen dersler bile Almancaya çevrilmiştir. ‘Almanya’da yaşayanlar Almanca öğrenmek zorundadır.’ denilerek. Ne yaptı oradaki Türkler; terör örgütü mü kurdular?
Biz ise; çocuklarımıza; ‘Sen Kürtsün; Kürtçe öğren!’ demek sürecine geldik.
İhanet işte budur.

DERDİ DİNDAR NESİL

Terör örgütü PKK çocukları alıp onları eğitimden geçirdikten sonra kullanıyor.
Devlet o çocukları okul öncesi eğitim döneminde alarak modern yurttaş olarak yetiştirmelidir. Bunun için Doğu Anadolu’da yeni bölgesel okullar açılmalı;
buralar donatılmalı; oraya giden öğrenciler özendirilmeli; çocuğu bu okullarda okuyan aileler daha kuvvetli biçimde özendirilmelidir.

Ama Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer bu işi bıraktı; ülkenin bütün çocuklarını
laik eğitimden alıp din eğitimine aktarmakla uğraşıyor.
Kendi ölçülerine göre bir ‘Dindar Kuşak” yetiştirecekler.
Ama bu ‘dindar kuşak” aynı zamanda ‘kindar kuşak’ olacak.
Bu dindar kuşak 1994’te Kayseri Belediye Başkanı olan Refah Partili Şükrü Karatepe’nin dediği gibi Cumhuriyet düzenine karşı içindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmeyecek kuşak olacaktır.

AYNISINI ÖMER DİNÇER DEMİŞTİ

1995’te şu an Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda oturan Bay Dinçer de aynısını
başka cümlelerle dile getirmişti:

‘Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin;
laiklik, Cumhuriyet ve milliyetçilik gibi bir çok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha çok Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu
ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.”

Bugün 4-4-4 diye bilinen ve eğitimi paramparça eden sistem de işte bu yüzden getirildi. Çocuklarımızı daha gözü açılmadan imam hatip okullarına sevk etmek istiyorlar.
Buralarda; imam değil AKP siyasetini ölümüne savunacak militanlar yetiştirmek niyetindeler.

Ama biz çocuklarımızın yaradılışında bulunan yüksek vatanseverlik ve millet duygusunun imam hatip okullarında da er geç yükseleceğini; bu yıkıcı planı kıracağını biliyoruz.

HANGİ ÖĞRETMEN?

Eğitimle hiç ilgisi olmayan Bakan Dinçer; öğretmenlerin Doğu’ya gitmek istememesinden yakınıyor.

Bay Dinçer! Bunun nedeni sizin zihniyetiniz:
Siz; Cumhuriyetin idealist öğretmeni yerine ‘türban savaşçısı’ dindar öğretmen yetiştirmek istediniz; bunun sonucu karşınıza çıkıyor. Öğretmen yetiştiren okulları vatana ve millete hizmet ülküsünden çıkartır iseniz; böyle günlerde özveri gösterecek öğretmen bulamazsınız.

Manzara çok ayıp: Sanki bu millet AKP iktidarı zamanında Müslüman oldu…
Sanki bunlar Müslüman da Sakarya’da çarpışan dedelerimiz başka dinden idiler.

Vatandaştaki içten din duygusunu kışkırtarak PKK’nın yaptıklarını,
ülkemizin ABD kuklası durumuna getirildiğini ne zamana dek örteceğinizi sanıyorsunuz?

Dilimiz Kayıyor..

Dostlar,

Dil Derneği Başkanı Sn. Sevgi ÖZEL ustalık ve incelikle uyarıyor..
Dilimize sahip çıkma çağrısı yapıyor..

Hatta “sessiz çığlık” (!) atıyor..

Üniversitelerin dilimize sahip çıkmayışlarını anlayamıyor!

Biz de Dil Derneği üyei olarak bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyoruz;
Sn. Başkanla benzer duyarlık içinde..

Büyük ATATÜRK’ün Türkçe için şu sözünü de anımsayıp anımsatarak :

“Türk Milleti’nin dili Türkçedir. Türk Dili, Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk Milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde; ahlakını, törelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini tamamlayan her şeyini dili sayesinde muhafaza etmiştir. Türk Dili, Türk Milleti’nin kalbidir, zihnidir.”

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================

Sevgi ÖZEL
Dil Derneği Başkanı
(Cumhuriyet 05.09.2012)

Dil Deneği Başkanı Sevgi Özel

DİLİMİZ KAYIYOR..

Politikacıların ekonomide, iç ve dış politikada ne yaptığını irdeleyen çok insan var; karnımız doyuyor mu, uygar ülkeler gibi demokrasi ve özgürlük soluyor muyuz; eğitim sistemi, düşünen ve sorgulayan yurttaş yetiştiriyor mu; adalet herkesi sarıp sarmalıyor mu? Sorularımızı olduğu gibi düşüncemizi de aktarabileceğimiz tek bir araç var; dil. Politikacılardan birçok sorunun yanıtını alamadığımız gibi, kendilerine
dil kullanımı konusunda “muhtıra” da verilmiyor.

Son yıllarda politikacı ağzıyla birçok kavram anlam ve yön değiştirdi. Politikacı toplumun erinç içinde yaşaması için her şeyle ilgilenmeyi amaç edinen kişidir;
ama ayaklı ansiklopedi değildir; danışman/uzman desteği alması gerekir. Avukat, yargıç, hekim, mühendis ya da başka meslekten olabilir; asıl mesleğiyle birlikte
dil konusunda araştırmalar yapıp uzmanlaşabilir; yapıtlar ortaya koyabilir. Ne ki bizim politikacılar, konu dil olunca, dilbilimcileri çatlatıyorlar. Aralarında dil ve edebiyatta uzmanlaşmış kabul edebileceğimiz kişiler var; ancak son zamanlarda onların da kimi sözcüklerin anlamını bozup dili politikanın aracı yaptığına tanık oluyoruz. “Ulusal, Kemalist, statüko, devrim…” gibi birçok sözcük, çoklarınca politikacı tanımına uygun biçimde kullanılır oldu.

Kuşkusuz yalnız politikacının değil, her aydının söz varlığının varsıl olması gerekir; ama bütün sözleri, hatta yanlış anlaşılma kazaları ortadayken bir politikacının beş, on bin sözcükle konuştuğunu ileri sürmesi, ancak bilinçaltındaki istek olarak tanımlanabilir. Kişinin söz varlığının yeterli olmadığını, konuşma dilinden anlayabiliriz; doğaçlama sırasında sık sık “mımm, ıhhh…” gibi sesler duyuyorsanız; “şey”ler “şey oluyor”sa; yarım tümceler birbirine ekleniyor, kesik kesik, bulanık anlatım sürüyorsa; eşanlamlı sözcükleri anlam farkı varmış gibi yan yana kullanma sıklığı varsa… Dahası politikacı soru ya da eleştiriyle karşılaşınca sinirleniyor, uygun sözcük bulamayıp argo ya da yakışıksız sözcükleri sıralıyor, karşıtlarını eleştiren değil aşağılayan dil kullanıyorsa, dil kazası kaçınılmazdır. Bakarsınız, dilbilimsel açıdan hiçbir değeri olmayan, “Türkçe o kadar zengin bir dildir ki, bazen eşanlamlı kelimeler vardır. Bazen de bugüne kadar pek çok konuşulmamış ama Türkçenin içinde yer almış kelimeler vardır” gibi ya da “sivil anlatım” benzeri yargılar ileri sürebilir.

Türkçede eril/dişil sözcükler yoktur; yalnız bazı politikacılar sözcüklere “eril” gözle bakmaktadır; yine dilimizde sivil/sivil olmayan sözcük de yoktur. Bir genel dilin sözcükleri vardır; bir de terimler vardır. Kimi sözcükler hem genel dilin öğesidir hem de özel alanların terimidir. Son günlerde tartışılan Arapça “muhtıra” sözcüğünün yaygın anlamı, “Herhangi bir şeyi anımsatma, uyarma amacıyla yazılan yazı”dır. Sözcüğe salt “hatırlatmak” diyemeyiz; “herhangi bir şeyi anımsatma ve uyarı” anlamını bölemeyiz. Dil ve Edebiyat Derneği kurucusu, hukukçu kimliği taşıyan Sayın Bülent Arınç’ın, “Bunun bir de sivil anlamının olması gerekmez mi? Muhtıranın sivil anlamı da ‘hatırlatmak’ demektir” sözü, “Sivil olmayan anlamı nedir” sorusunu usumuza getirir ki, sözcüğün böyle bir anlamı yoktur. Sayın Arınç, “Nasıl bildiri Türkçeyse, nasıl açıklama Türkçeyse, nasıl mutabakat metni Türkçeyse, muhtıra da hatırlatmak anlamında Türkçedir” derken de Arapçadan dile giren ne varsa hepsini Türkçe sayan anlayışı dile getiriyor; ne ki “muhtıra”nın bilinçaltına işleyen anlamını yine kendisi açıklıyor; “ama” ile süren uzun tümcesini, “…ama zihinlere öylesine yerleşmiş ki, askeri anlamda verilen muhtıralar veya siyasi anlamda verilen muhtıralar, bizimkiler hazırola geçmek durumunda kendilerini mecbur hissettiler.” diyor.

Pavlov’a gönderme yapılması da bilgi aktarımına yönelik bir örnek değil;
çünkü ünlü bilginin “şartlı refleks” deneyinin öznesi,
birçok nankörden daha duyarlı olan köpeklerdir.

Politikacı, dilinin ucuna gelivereni söyleyince, arkasından sözlerini
doğrulamaya çalışırken ister istemez kaza yapıyor.

Dille yapılan ve ciddi yaralar açan dil kazalarına üniversitelerin
suskun kalması çok ilginç değil mi?

Atatürk ve Beethoven ..

Dostlar,

Dr. Alpaslan Berktay, Cumhuriyet kuşağı hekimlerin öncülerindendi. O mesleğinin
4.-5. yılında iken biz doğmuşuz (1953). Her gerçek devrimci gibi onurlu ve
örnek bir yaşam çizgisi ve doğrultu tutarlığı söz konusu.

“Atatürk ve 5′inci Senfoni” adlı yazısını Cumhuriyet’te 12 Ocak 2007′de okumuş
ve gözyaşlarımı tutamamıştım. Bu görkemli yazıyı size sunuyoruz.

O’nu geçen hafta sonsuzluğa uğurladık.

5 Mart 1984 tarihli, Aziz Nesin’in öncülük ettiği ünlü AYDINLAR DİLEKÇESİ’ne
imza koymuştu. Bu yüzden hapis yattı. Bir başka meslektaşımız Dr. Erdal Atabek de..
3.5 yıla yakın “yattılar” birçok aydınımız.. Dr. Atabek daha sonra Metris’teki anılarını, “İNSAN SICAĞI” adlı okunası belgesel romanında insan sıcaklığıyla kağıda döktü.
(Bu kitap da sıcak gözyaşlarıyla ıslatılmadan okunamıyor ne yazık ki..)

Dr. Alpaslan Berktay için, üyesi olduğu İzmir Tabip Odası’nın kaleme aldığı yazıyı sizlerle az önce bu sitede paylaştık.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : Silivri’de 5 yıla yakındır (24 Mart 2008′den bu yana!) tutsak Doğu Perinçek, bugünkü AYDINLIK’ta Dr. Alpaslan Berktay’dan “Alpaslan ağabey, Berktay ağabeyler” diye söz eden bir yazı yazdı ve eşi Şule hanım ile nikah tanığı olduğunu kaydetti.
Okunmasını öneririz..
=============================================

Yurtsever, devrimci, Atatürkçü aydın hekim Dr. Alpaslan Berktay (1924-2012)

Atatürk ve 5’inci Senfoni

Dr. Alpaslan BERKTAY

Cumhuriyet 12.01.2007

Atatürk ve Beethoven ..

Apayrı dallarda iki doruk.. İki devrimci, iki “mükemmeliyet” koşucusu..

Daha önceki bir yazımın başlığı “Atatürk ve 9’uncu Senfoni” idi. Beethoven, en kusursuz başyapıtını en kusurlu, tam sağır olduğu sırada, sesleri duyarak değil, notalara bakarak besteliyor! Atatürk de, tam bir yokluk içinde “düvel-i muazzama” yı yeniyor!

5’inci Senfoni ise bir başkaldırı başyapıtıdır! Ta.. ta.. ta.. ta.. diye başlar.
Besteci bunu “Kader kapıyı çaldı” diye yorumlamış. Günümüzde ise kader-kısmetle
işimiz yok. “Su, 99 dereceden 100 dereceye kaynadı. Bıçak kemiğe dayandı.” demektir bu.

İnsanın en soylu yanı da başkaldırısıdır. En soyut sanat dalı da müziktir;
bir Beethoven konserinin sonunda da, dinleyiciler -ne bir alkış, ne bir bravo sesi-
“Kahrolsun Kral! Yaşasın Özgürlük” diye haykırarak sokağa dökülüyor.
Başka bir 5’inci Senfoni de burada, ezenlere karşı ezilenlerin yanında icra ediliyor.
Düvel-i muazzamanın drednotları çepeçevre, namlularını çevirmiş Dolmabahçe Sarayı’na.

Bir ses duyuluyor:

– Geldikleri gibi giderler!

Elde yok, avuçta yok. Yedi düvele karşı neye, kime güveniyor?

“İçinde bulunduğu ahval ve şeraite bakmadan”, “mücerret” (soyut) bir başkaldırıdır bu!

Bandırma vapurunun yolcusu 19, Sıvas’takiler 38 kişidir.

Amerikalı Yarbay Rowlins sorar:
– Ya kazanamazsanız?
Yanıt hazır:
– Böyle bir millet köle olarak yaşamaktansa, ölsün daha iyi!

Ta..ta.. ta.. taa!.. demektir bu.

Atatürk, tarihin en uzun atlayışını yaptı. Ortaçağdan bilgi çağına..
Ömrü yetseydi, yapıtını daha ileriye götürüp tamamlayacaktı. Aslında o, başkalarına da
esin kaynağı olmuş, sürekli bir devrimciydi.
(Günümüzde unutturulmaya çalışılan sözcük!)

“Durmayalım, düşeriz!” diyordu.

O’nun ulusalcılığı, yarının gerçek küreselleşmesine, küreselleşmiş insana doğruydu.
Şu anda ise karşıdevrim rüzgârları esiyor. “Her yer karanlık” şarkısını söylüyorlar. “Umudunuzu kesin! Teslim olun! Avucumuzdasınız! Tek seçeneğiniz biziz!”

Evet, başkaldırı insanın en soylu yanıdır, iktidardaki teslimiyetin en büyük zillet olduğu kadar.. Biz bu filmi daha önce de gördük.

“Bizi yutmak isteyen emperyalizme ve bizi mahvetmek isteyen kapitalizme karşı” idik ve öyleyiz.

Çünkü Atatürkçüyüz!

Çünkü onurluyuz, kendimize saygımız var!

Bu değerlerde zamanaşımı da yoktur!
Umut ham hayal değil, bilimsel bir zorunluktur.
Karanlığın en koyu olduğu an ise sabahın en yakın olduğu andır.
Tarih de bunu böyle söylüyor.
Aydınlığın simgesi Çankaya’ya karanlıklar çıkamayacaktır!
Ne pahasına olursa olsun.
Bu çalınan, 5’inci Senfoni’dir! Ta.. ta.. taa!