Etiket arşivi: Turhan Feyzioğlu

Muharrem İncenin Yeni Çıkışı: ZAMANSIZ BİR EGO PATLAMASI

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com, 12.8.2020

CHP’nin ele avuca sığmaz çocuğu Muharrem İnce, haftalardır gündemde kalmayı başardı. Hedefleri büyüktü. CHP’de aldığı bazı görevler ona yetmemişti.  Genel Başkanı olmak istiyordu. Üç genel başkanlık yarışına girdi. “Hadi bir de bunu deneyelim” diyen CHP delegelerinden aldığı oy da azımsanamazdı. Ama üçünde de Kemal Kılıçdaroğlu karşısında yenildi. CHP yönetiminin onu cumhurbaşkanlığına aday göstermesinin nedeni ise çaresizlikti. Öteki muhalefet partilerinin seçmenlerinden de oy alacak bir aday üzerinde anlaşmaya varılamayınca, ortada ısrarla aday olmak isteyen İnce’ye fırsat doğdu. Hareketli bir seçim kampanyası da yürüttü. Erdoğan’ın karşısında 2. tura bile kalmayı başaramadan 1. turda elenmiş oldu.

Fakat bu yenilginin nedeni İnce değildir. Türkiye’deki tarihi sağ – sol konuşlanmasının devam etmekte oluşudur. Erdoğan MHP’yi yanına alarak İttifak siyasetinin önünü açınca, CHP’ye de muhalefetten bir blok oluşturma düştü ve son yerel seçimde Erdoğan’ın önünün ancak bu yolla kesileceği anlaşıldı. Bu politika CHP içinde Kılıçdaroğlu’na muhalif olanların seslerini kesmelerine neden oldu. Son genel kurulda İnce de içinde olmak üzere Kılıçdaroğlu’na karşı hiçbiri aday olma cesaretini gösteremedi.

Tam da bu aşamada İnce yeniden piyasaya çıktı. CHP’ye genel başkan olamadıysa bir parti kurup seçime girmesinin önü de kapalı değildi ya! Kendisine yar olmayan varsın başkalarına da yar olmasındı! Basına bu yolda haberler sızdırarak nabız yoklamaya başladı. Önce İktidar yanlılarının ağızlarından sular aktığı görüldü. TV kanallarında sayıp döktüler: Muharrem İnce iyi bir insandı ve CHP yönetimi ona haksızlık yapmıştı. Parti kurması en doğal hakkıydı… Sonra Kılıçdaroğlu ve ekibinin politikalarına muhalif bazı CHP seçmeninin de umuda kapıldığını gördük. Anketler yapıldı. %4’ten %15’e dek oy alabileceği ilan edildi. Cumhuriyet gazetesi bile, yazarlarını görüşlerinde serbest bırakmakla birlikte İnce ile CHP arasında tarafsız kalacağını ilan etti!

İNCE’NİN DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR?

14 yaşından beri CHP’li olduğunu, ne pahasına olursa olsun bu partide kalacağını ilan etmiş olan Muharrem İnce, CHP ile yolunu ayırmaya niçin karar vermişti? Bunun zamansız bir ego patlaması olduğu, CHP’ye başkan olamayınca ondan ayrılıp bir parti kurarak şansını denemek istediği açık iken, bu ayrılığı sırf buna dayandırmak yakışık almazdı. Politik başka gerekçeler bulunmalıydı. Yeni partinin “Atatürkçülerden” oluşacağı, “bir ayağının Kandil’de olmayacağı” gibi CHP’yi suçlayan ifadeler basına sızdırıldı. Gerçekte bu 2 tanımlama tek bir tutumun ifadesi. İnce, CHP’yi, Atatürkçülükten sapmakla suçluyor. Genel merkezin Atatürkçü olmayanlar tarafından ele geçirildiğini ileri sürüyor.

CHP’nin bir ayağının Kandil’de olduğunu, kendi kuracağı partinin ayaklarının Ankara’da olacağını ilan etmesi, çıkmaya hazırlandığı yeni yolculukta Kürt karşıtı milliyetçi oylara da göz diktiğini açıklıyor. Bu suçlama şimdiye dek CHP’ye iktidar tarafından yöneltiliyordu.  Bir ayağın Kandil’de olması iftirasının anlamı gerçekte bu ayağın Diyarbakır’da olmasıdır. İnce böylece CHP ile HDP’nin güçbirliğini de hedef alıyor. Oysa kendisi Cumhurbaşkanı adayı olduğu zaman ilk iş olarak Edirne’de tutuklu Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmiş, ilk mitingini de Diyarbakır’da yapmıştı. Türk milliyetçisi CHP’liler, buna itiraz etmemişlerdi. Amaç, Kürtlerin oyunu almaktı. Onların bir bölümü, bu politikayı iktidar umuduyla daha sonra da savundular, bir bölümünün ise alttan alta eleştirileri sürdü.

İnce şimdi, CHP ile yollarını ayırırken buna ideolojik bir gerekçe arıyor. Bundan önceki Kürt politikasında da ne denli içtenliksiz olduğunu kanıtlıyor. İnce’nin, genel, yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhur İttifakının önünün nasıl kesileceği, iktidara nasıl gelineceği konusunda tutarlı bir öngörüsünün de bulunmadığı anlaşılıyor. Elde kala kala, 1930 modeli bir Atatürkçülük kalıyor. Oysa bunun seçim kazanmaya yetmeyeceğini, geçmiş bütün seçimler gösteriyor.

CHP’DEKİ KAÇINILMAZ AYRIŞMA

İnce’nin çıkışı, bir ego patlamasının sonucu olmakla birlikte, CHP’de ileride bir ayrışmanın da ipuçlarını veriyor. Bu ayrışmanın bir tarafı Turhan Feyzioğlu’nun Ortanın solu hareketine karşı Güven Partisine benzeyecektir. Sloganı, içine halkın giremediği “Cumhuriyetçilik”tir. Öteki taraf ise “Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak” hedefini güdüyor. Daha solda olanlar buna “Demokratik Cumhuriyet” diyorlar. Bu iki eğilimin ayrı siyasi partiler haline gelmesi herhalde CHP’nin yararınadır. Bundan önce paylaştığım “CHP Nasıl İktidar Olabilir?” yazımda da vurguladığım gibi CHP, emekçi kitlelerin (yoksulların) gözünde kendisi için ayak bağı olan bagajındaki yüklerinden de kurtulabilir.

Muharrem İnce gibi bir figür, sonradan ağız değiştirip parti kurmayacağını, Anadolu’yu dolaşacağını söylese de, CHP için bir kangren haline gelmiş bulunuyor. Bir partinin başına geçmenin yolu, parti içinde seçimlere girip delegelerden yeterli oyu almaktır. Bunu başaramayanların yapacağı şey, yerlerine oturmak ve parti yönetimlerine eleştirileri varsa bunu parti içi organlarında dile getirmektir. “Başkan olmazsam yeni parti kurarım” diyen bir kişi bunu söyledikten sonra hâlâ bu partide durabilir mi? CHP’ye daha fazla askıntı olmadan istifa etmesi gerekmez mi? Onu partide tutmaya çalışmanın partiye ne yararı vardır?

Kongre salonunda hela önüne oturtulmuş! Eski bir cumhurbaşkanı adayı olduğu için genel başkanın yanına oturtulmalıymış! Bundan daha gülünç bir eleştiri olamaz. Partide eski cumhurbaşkanları adaylarının oturacağı yeri belirleyen bir yönetmelik mi vardır? Delege arkadaşlarıyla aynı sırayı paylaşmayı küçüklük sayan bir adayın ileride önemli bir makam sahibi olunca halkla neleri paylaşabileceği merak konusudur.

CHP’de genel başkanlığa ilk adaylığını koyduğu zaman “Onu Hiç Gözüm Tutmamıştı” diye yazmıştım. Beni Allah söyletmiş olmalı! (12 Ağustos 2020)

ODTÜ: Kuruluş ve Bir Bunalım Öyküsü

Dostlar,

Emre Kongar hocanın ODTÜ hakkındaki aşağıdaki yazısı çok ama çok öğretici.
ODTÜ tarihini bilmeden gelişmeleri yorumlamak olanaksız..

Sevgi ve saygı ile.
30.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Emre KONGAR

portresi

ODTÜ: Kuruluş ve Bir Bunalım Öyküsü

Orta Doğu Teknik Üniversitesi ciddi ve değerli bir üniversitedir.

ODTÜ olayları ciddi olaylardır:

Bunları, sadece öğrenci protestoları ya da sadece polis şiddeti bağlamında görmek çok yüzeysel kalır.

Olaylar ve her kanatta yarattığı tepkiler, Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalım dönemindeki temel sorunları, üniversitelerin içine düşürüldüğü hüzünlü yapıyı,
AKP iktidarının yanlış ve çelişkilerini yansıtmaktadır.

Bu nedenle iyi çözümlenmelidir.

Olaylar üzerine art arda yazdığım iki yazıdan sonra, ODTÜ’nün kuruluşunda rektör yardımcısı olarak görev yapmış ve anılarını kitaplaştırmış (Bozkırı Yeşertenler – ODTÜ Kuruluş Yılları Anıları, Evrim Yayınları, İstanbul, 2002), değerli bir bilim insanından, Prof. Uğur Ersoy’dan bir mektup aldım.

Bugünü iyi değerlendirebilmek için geçmişi iyi bilmek gerekir…

Bu nedenle ODTÜ’nün kuruluş öyküsüne ve daha önceki bir büyük bunalıma Ersoy’un kaleminden bir kez daha bakalım; o zaman gerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerini, gerek başka rektörlerin iktidara destek veren, gerekse bu desteğe karşı çıkan öğrencilerin tepkilerini, medyadaki komplo teorileri ve Rektör Prof. Ahmet Acar’ın perşembe günkü temaslarını daha iyi değerlendirebiliriz!

***

ODTÜ’nün kurucu rektörü, Texas Üniversitesi’nde 25 yıl dekanlık yapmış deneyimli bir akademisyen olan Prof. W.R. Woolrich’tir. Bugün “ODTÜ sistemi” dediğimiz ve başarıda en önemli rolü oynayan sistemi kuran bu kişidir.

Ondan sonra kısa sürelerle rektörlük yapan Turhan Feyzioğlu ve Seha Meray ise üniversiteye Türk üniversitesi niteliği kazandırdılar. Tüm yönetmelikler bu iki rektör döneminde hazırlandı. Feyzioğlu ve Meray, saygın kişilikleri ile kamuoyunda ve devlette yaygın olan “Gecekondu üniversitesi” imajını sildiler ve ODTÜ’yü kurumsallaştırdılar.

Sayın Kurdaş rektör olarak geldiğinde ODTÜ, üstün öğretim üyesi kadrosuyla ve oturaklı 4 dekanı ile pistte duruyordu ama havalanmak için bir pilota gereksinmesi vardı. Uçağı pistten Kemal Kurdaş kaldırdı. Bugünkü yerleşke tamamen onun eseridir. Evet. Kurdaş ODTÜ tarihinin en başarılı rektörüdür.

Hemen aklıma gelmişken söyleyeyim, ODTÜ hiçbir zaman vakıf üniversitesi olmadı. ODTÜ, özel yasa ile yönetilen bir devlet üniversitesiydi.

Özel yasasına göre ODTÜ, Bakanlar Kurulu’nca seçilen 9 kişilik bir mütevelli heyetçe yönetiliyordu. Bu heyetin 1/3’ü 4 yılda bir yenileniyordu. Yasayı yapanlar, bir iktidarın
tüm heyeti aynı anda atamasını engellemeyi amaçlamışlardı. 1961’de Milli Birlik Komitesi anlayamadığımız bir nedenle yasayı değiştirdi ve heyetin tümünün aynı anda atanmasını öngören bir madde koydu. Kanımca daha sonraki yıllardaki krizlerde
bu yasa değişikliği çok önemli rol oynadı.

Yetmişli yılların sonunda iktidarda bulunan Milliyetçi Cephe Hükümeti
kendi paralelinde bir mütevelli heyet atamıştı ODTÜ’ye. Onlar da Hasan Tan’ı
rektör atamışlardı. Hasan Tan’ın atanması yasal olmasına yasaldı ama ODTÜ’nün
Tan’ı rektör olarak benimsemesi olanaksızdı.

Tarihi bir olay yaşandı, tüm rektör yardımcıları, dekanlar ve bölüm başkanları istifa etiler. Üniversite Konseyi, Cahit Arf, ben, Rona Aybay ve Mustafa Doruk’tan oluşan bir
icra komitesi” oluşturdu. Komite, öğretim üyelerinin akademik yöneticilik görevini kabul etmeyerek rektörün yalnız bırakılmasını önerdi.

Bu öneriye birkaç istisna dışında uyuldu ve 9 ay boyunca görev kabul etmedi
öğretim üyeleri. Dokuz ay sonunda Tan gitmek zorunda kaldı.

Sağcı basın bizim komiteyi “ihtilal komitesi” olarak niteledi ve hücuma geçti.
Biz de basın toplantıları yaparak ve teker teker tüm parti liderlerini ziyaret ederek üniversitedeki direnişin siyasi olmadığını, tam tersine sokulmak istenen siyasete karşı bir hareket olduğunu vurguladık.

O sırada Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’dan bir haber geldi.
Direnişin nedenlerini O da bizden dinlemek istiyordu. Gittik. Grubun sözcüsü bendim.

Olanları özetledim. Sunuşumun sonunda Semih Paşa, “Benim aklımı kurcalayan bir nokta var. Benim de üniversitem var, Harp Okulu. Orada çıt çıkmıyor, ODTÜde ise sık sık sorunlar oluyor. Bunun nedenini bana anlatabilir misiniz?” dedi.

Bu soruya nasıl yanıt vereyim diye düşünürken, Cahit Arf Hoca, “Emre, paşamın
bu sorusuna ben cevap vereyim
” demez mi? Üzerimden büyük yük kalktı.

Cahit Hoca’nın cevabı harika bir üniversite tanımıydı. Önce soru sordu:
Paşam siz Harp Okulunda öğrencilere ne öğreteceğinizi biliyor musunuz?

Olumlu cevap aldıktan sonra devam etti:

Paşam işte sorunuzun cevabı burada. Biz ne öğreteceğimizi tam bilmiyoruz. Üniversite, gerçeğin araştırıldığı yerdir. Gerçek araştırılırken çeşitli fikirler ortaya atılır ve bunlar da tartışmayı zorunlu kılar.

***

Prof. Cahit Arf, dünya çapında bir matematikçimizdir, resmi, on liralık kâğıt paralarımızı süslemektedir…

Hasan Tan’ın kim olduğunu bilen var mı?

ODTÜ olaylarını ve Rektör Ahmet Acar’ın perşembe günü Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmeleri işte bu öykü bağlamında değerlendirmek gerekir!