Etiket arşivi: PEN Yazarlar Derneği

Fazıl Hüsnü Dağlarca anılıyor

Usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca anılıyor

Fazıl Hüsnü Dağlarca, ölümünün 9. yıldönümünde 13-20 Ekim arasına yayılan bir dizi etkinlikle anılacak. (cumhuriyet.com.tr, 11 Ekim 2017 )

Ataşehir Belediyesi’nce düzenlenen Dağlarca’yı anma etkinlikleri kapsamında 13 Ekim’de Novada Ataşehir AVM Cemal Süreya Sergi Salonu’nda İsa Çelik’in hiçbir yerde yayımlanmamış Dağlarca fotoğraflarından oluşan sergi açılacak. 30 fotoğrafın yer alacağı “İsa Çelik’in objektifinden Dağlarca Fotoğrafları” sergisi 20 Ekim’e kadar ziyaret edilebilecek. Dağlarca’nın ölüm günü olan 15 Ekim’de ilk olarak saat 13.00’te Karacaahmet mezarlığında şairin mezarı başında yapılacak anma töreninin ardından, saat 15.00’ten sonra İçerenköy’deki Neşet Ertaş Kültür Evi’nde panel düzenlenecek. Alâettin Bahçekapılı’nın “Görsel Radyo” biçeminde sunacağı panele ünlü eleştirmen ve yazar Doğan Hızlan, şair ve akademisyen Hilmi Yavuz, edebiyat tarihi araştırmacısı Konur Ertop, Çocuk Vakfı Başkanı şair Mustafa Ruhi Şirin, Dağlarca Şiir Ödülü sahibi şair Ömer Erdem, fotoğraf sanatçısı İsa Çelik ve Dağlarca’nın yakın dostu Ruhan Ertop konuşmacı olarak katılacak.

İçerenköy’deki Neşet Ertaş Kültür Evi’nde 15 Ekim Pazar günü saat 15.00’te başlayacak panel etkinliğinde, Dağlarca’nın kitaplarından oluşan bir sergi de yer alacak.

Dağlarca Şiir Ödülü Çiğdem Sezer ve Turgay Fişekçi’nin

Beşiktaş Belediye Başkanlığı tarafından, PEN Yazarlar Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın desteği ile bu yıl 3’üncüsü gerçekleştirilen Dağlarca Şiir Ödülü, Çiğdem Sezer ve Turgay Fişekçi’ye verildi. Arife Kalender, Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Enver Ercan, Ertan Mısırlı, Haydar Ergülen ve Tarık Günersel’den oluşan seçici kurul oy çokluğuyla, 3. Dağlarca Şiir Ödülü’nü Çiğdem Sezer’in “Küçük Şeyler Mevsimi” ile Turgay Fişekçi’nin “Nerdesin?” adlı kitaplarına verdi. Seçici Kurul ayrıca 2018 yılının Dağlarca’nın ölümünün 10. yılı olması nedeniyle Beşiktaş Belediyesi’nin öncülüğünde “Uluslararası Dağlarca Sempozyumu’’nun düzenlenmesine karar verdi.

3. Dağlarca Şiir Ödülü töreni 15 Ekim Pazar günü Saat 18:00’da Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Ödül töreni öncesinde Saat 17:00’da, 22 ressamın Dağlarca’ya bir saygı duruşu niteliğinde olan Dağlarca için: RESİM/ SESİM sergisinin açılışı gerçekleştirilecek.
===========================================
Dostlar,

Fazıl Hüsnü Dağlarca  gerçekten büyük bir şair..

Ozan Dağlarca, ölümünden (2008) 2 yıl önce hastalığı sırasında hastaneye ziyarete gelenlerin hep “geçmiş olsun” demesinden yakınır.. Söyleşiyi yapan Cumhuriyet muhabiri şaşırır ve “ne demeliydiler?” diye sorar. Dağlarca’nın yanıtı çok ama çok öğreticidir :

Kimse, Fazıl Hüsnü iyileş de gelecek olsun!” demedi.. der.

Kurtuluş Savaşımızdaki tarif edilmez ağır yokluklar karşısında şu dizeleri yazar :

Atım acından hasta, çalmışlar kılıcımı
Üşürüm
İçimde silah sesleri,
Sabaha kadar, tövbe tövbe,
Gecelerle dövüşürüm.
*****

O’nun Küreselleşme (= Yeni emoeryalizm) hakkında yazdığı kısa şiir çok çarpıcıdır. İlk 4 dize tüm çıplaklığı ile KüreselleşTİRme vahşetini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. İzleyen 5 dize ise olması gereken insancıl düzeni betimliyor.


Birbirimizi yaşamamız” sözleri, olabilecek en derin özdeşim = empati çağrısı ve de tanımı değil mi?

Üstad Dağlarca, 94 yıl süren yaşamını 75 yılını şiire ve Türkçe’mizin arılaşmasına adayarak Türk yazınında (Edebiyatında) saygın bir yer edinmiş ve simgeleşmiş bir şairdir. Hiçbir akımdan etkilenmeyip kendi şiir akımını yaratmıştır. Türk yazınının en verimli dönemlerinden olan erken Cumhuriyet Dönemi, Türk şiirinin özgün temsilcilerinden biri olan, dilimize

*“Türkçem benim ses bayrağım” 

deyişini kazandıran ozan Dağlarca, dilimizin olanaklarını zorlayarak Türkçe’nin söz varlığını varsıllaştırmıştır. Bunu yeni sözcükler türeterek ve konuşma dilinin ağız özelliklerini ve halka ait sözcükleri kullanarak yapmıştır.

Bir Dil Derneği üyesi olarak O’nun üretken çabalarını kıvançla karşılıyoruz..
*****

Söyle Sevda İçinde Türkülerimizi

“Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?”
*****

O’nu özlem ve şükranla anıyoruz..
Daha çok çocuğa okutacağız güzelim şiirlerini ve O daha çok yaşayacak böylelikle..
Biz erişkinler de ara sıra çocuklaşacak ve O’nun şiirlerini çocuksu çocuksu okuyacağız.

Sevgi ve saygı ile. 12 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi – Dil Derneği üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

NEDEN ASLA ÜMİDİMİ KAYBETMEDİM ve KAYBETMEYECEĞİM?

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Sayın Prof. Kerem Doksat’ın damakta “leziz ve de buruk bir tad” bırakan yazısını paylaşmak istiyoruz..

Sağolsunlar, kendileri de bizi web sitelerinse (kendileri “mekân” demekteler)
konuk ediyorlar.. Son olarak “KOLLUK ŞİDDETİ ve GAYR-I NİZAMİ PSİKOLOJİK SAVAŞ” başlıklı yazımız.. (http://www.keremdoksat.com/index.php/entry/kolluk-siddeti-ve-gayr-i-nizami-psikolojik-savas, 11.71.13)

Kerem kardeşime “Betz hücrelerine sağlık…” derken sizlere de iyi okumalar diliyoruz. Bir de nazire var sanırım : Dr. Doksat’ı bir yazımızda “.. ola ki umutsuzluğa yeltenirse..” gibisinden tatlı – sert uyarmıştık (!).. Bu yazıyı o dizelerimize olumlu (pozitif) bir yanıt sayıyoruz.. “MİLLET OLMAK NE DEMEKTİR?” başlıkı görkemli yazısına web siemizde yer verirlen.. (http://ahmetsaltik.net/prof-dr-m-kerem-doksat-millet-olmak-ne-demektir/, 5.4.13).

Sevgi ve saygı ile.
21.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

NEDEN ASLA ÜMİDİMİ KAYBETMEDİM ve KAYBETMEYECEĞİM?

 

portresi

PROF. DR. M. KEREM DOKSAT

20 Temmuz 2013

Bakın, ne gibi gelişmeler olmakta…

Dünyanın en büyük emperyalisti olan ABD’nin Michigan eyaletine bağlı
Detroit şehrinde, 18.5 milyar Dolarlık borçla ülke tarihinin en büyük iflâsı yaşandı. ABD’nin en büyük 11. ve Michigan eyaletinin en büyük şehri, etrafındaki banliyölerle birlikte Detroit Metro bölgesiyle 4.5 milyona yaklaşan nüfusu ve en zengin 500 şirketine ev sahipliği yapmasıyla bilinen yer bu. Otomotiv sanayindeki ağırlığıyla Amerikan Rüyasının” lokomotif şehri… Son aylarda 10 bin çalışanının maaşlarını ödeyebilmek için devlet destekli tahvil çıkarmıştı. Vergi oranları yasal limitlerine ulaştı. Bu oranların arttırılması durumunda dahi, Detroitlilerin içinde bulunduğu ekonomik kriz sebebiyle söz konusu vergilerini ödemeleri imkânsız…

2000 yılından beri nüfusu %28 azalan şehir, en büyük darbeyi otomobil devlerinden General Motors ve Chrysler’in 2009’da iflâslarını istemesiyle almıştı. Bir zamanlar, otomobil sanayinin merkezi konumundaki Detroit’te bugün sokakların %40’ında sokak lâmbaları yanmazken, 78 bin terk edilmiş bina bulunuyor. Cinayet oranlarının yaklaşık 40 yılın en yüksek sayısına çıktığı Detroit, 20 yıldan fazla bir süredir ABD’nin en tehlikeli şehirlerinden biri olarak anılıyordu.

Bunlar apokaliptik alâmetler filân değil, dikkatli bir gözlemcinin asla göz ardı etmeyeceği gelişmeler.

  • Bu ülkenin başımıza belâ ettiği bölücü, ayrımcı ve yasadışı her türlü
    şer odağının da çözülmeye başladığını görüyoruz.

Bunların isimlerini veya künyelerini yazmaya hiç gerek yok.
Hiçbir şey artık gizli kalmıyor, kalmayacak.

Aklıma hemen KKTC geliyor, tarihinin en üzüntü verici deniz kazasını yaşamış ve
Gâzi Mağusa civarında ham petrol denize karışmış. KKTC AKSA Enerji Şirketi yaptığı açıklamada temizliğe bugün de 100 kişiyle devam edeceklerini açıkladı. Yapılan açıklamada denize dökülen fueloilin yaklaşık %50’sinin temizlendiğini ve kalanın da tamamının iki ay içerisinde temizleneceğini bildirildi. Bölgede bulunan Deepsea Balık Çiftliği’nden sızıntı sonrası örnek (numune) alındı. Ankara’ya gönderilen numune tahlil sonuçlarının birkaç gün içinde gelmesinin beklendiği ifade edildi. Çiftlikte yaklaşık 72 bin ton levrek ve çupra olduğunu söyleyen çiftlik yetkilileri balıklara yem vermediklerini, sızıntı sebebiyle balıkların denizin iç kesimlerine bırakmak zorunda olduklarını belirttiler.

Buna sevindiğim için değil, KKTC’lilerin daha dikkatli ve çalışkan, Türkiye’nin de yavrusu filân değil, tümüyle devamı olan bu tabii uçak gemisine sahip çıkmasının önemini vurgulayarak bize ibret teşkil ettiği için yazıyorum. Bakarsınız “Deepsea” ismini de “Derin Deniz” olarak değiştirirler. Ne ihracat için, ne de ithalat için Amerika’ya
veya Amerikancaya muhtacız.

Yeterince uyanık ve dikkatli olalım, hepsinin üstesinden geliriz.

Mısır’da, Suriye’de, İsrail’de… Her yerdeki gelişmeler “belirsizlik ilkesine” göre olgunlaşıyor. Çıbanlaşan irin patlar, iyileşecek yara şifa bulur. Yeter ki tabip akılı ve bilgili olsun.

Bakın, fakirliğin ve sefaletin resmî rakamlara göre bile %halkın 80’inden çoğunu perişan ettiği ülkemizde kalkıp bütün ilâçları reçeteye tabi kıldılar. Hâlbuki en müreffeh ülkelerde bile alınmadığı takdirde hayati tehlike arz eden ilâçları nöbetçi bir hekimin tasdikiyle hastalara veya hasta sahiplerine verirler. Kuzey Avrupa’da İsveç’te, ABD’de bu başıma geldi ve ikna olan nöbetçi hekim ilâçlarımı hemen yazdı.

Diyelim ki hasta saralı (epileptik) veya şiddetli bipolar bozukluğu (manik depresif hastalığı) yahut depresyonu var. Haplarını icabında saati saatine alması icap ediyor ama reçetesi yok, kaybetmiş veya unutmuş -ki, böyle hastalar çok kolay unutur.
“Yasak hemşerim” diye vermedi eczacı ve hasta da nöbet geçirerek yahut
intihar ederek öldü.

Kim olacak bunun sorumlusu?

Zaten çok zor geçinen eczacının vicdani sıkıntısının, adeta “telef olan” bir insanın acısının hangi şifalı ot yahut ruhani yöntemle düzeltilmesi mümkündür?

Buna mukabil, bu hükûmetin veya yakınlarının burunları kaşınsa, çevrelerini derhâl bir ordu çevirmekte midir, çevirmemekte midir?

***

İsmi bir Esed, bir Esad olan Suriye liderinin direnişi kırılamıyor, hiçbir şey akılla
ve mantıkla çözülmüyor. Ortada bir devlet politikası yok hatta devlet yok!

Şu anda Habertürk’te seyrediyorum özellikle, Kürtlerin bağımsızlığı konusunda
ağzı olan konuşuyor ama havanda su dövüp duruyorlar.

Geçen gün bir hastam bahsetti,

  • Taraf gazetesinde çalışanların hemen hepsi Ermeni kökenliymiş.

Orada iş bulmak üzereymiş, ondan dolayı müşahede etmiş.
“Hristiyan Türkler” diyecek kadar sıcacık bir şekilde bağrımıza bastığımız
bu tarihi yoldaşlarımızı ikide bir aleyhimize kışkırtanların amacı ne?

Bunu anlamak zor mu? Değil..

  • Bütün bunları koordine bir şekilde Batı, ABD ve AKP yapmadı mı?

Televizyondakiler sürekli olarak “havet” diyor, ben de gülüyorum.

Demin Sevgili Can Ataklı ile konuştum, çok vakurdu ama mümkün mü
benim O’nun içindeki kırıklığı anlamamam?

Ona da aynı şeyleri söyledim, “az kaldı dostum” dedim.

Vatan gazetesini ise sırf Reha Muhtar’ın kendisinin ne kadar büyük bir adam olduğunu anlatmasını takip etmek için alacağım artık.

Peki, Cumhuriyet’e niçin veya neden para veriyorum hâlâ, keza Hürriyet’e ve Sözcü’ye?

Şimdi Sözcü hakkında lâf ettiğime bakıp şaşırabilirsiniz ama ne kadar büyük paralar kazandıklarını ve gazetenin iç tutarsızlığının ne boyutlarda olduğunu görmeyen mi var?

Eh, İlber Hoca da her zamanki fütursuzluğuyla bakın nasıl konuşuvermişti:

https://www.youtube.com/watch?v=woBsElQnYQQ

İlber Hoca bu, onun dokunulmazlığı vardır Allah’tan…

***

Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık olan ama bu ülkenin sevdalısı olan çok önemli bir insan ebediyete göçtü.

İstanbul’da 1931 yılında doğan Leylâ Erbil, İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nde eğitim gördü. Yazarlığa Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’ne gönderdiği hikâyelerle başladı. Yazıları Dost, Yeni Ufuklar, Yeditepe, Ataç, Papirüs, Yelken gibi edebiyat dergilerinde yayınlandı. Türkiye İşçi Partisi’nin Sanat ve Kültür Bürosu’nda görev aldı. 1970 yılında Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 yılında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşunda önemli rol oynadı. 2000-2001 yılı Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödüllerini kabul etmiş, 2002 yılında ise PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterilmişti.
Son olarak PEN 2013 Öykü Ödülüne lâyık görülmüştü.

O’nun gidişi de hiç tesadüf değil, bize “çalış, kendini geliştir ve aş” demek istedi aslında.

Ben şu yeni moda “ışıklar içinde yatsın” gibi şeyleri sevmiyorum;
hani vefat edenin adı veya soyadı Işık ise tamam da, yapmacık ve klişe gibi bir şey.

Ezel de ebed de mahlûk (yaratılmış) nasıl olsa, huzur içinde yatsın bize yeter.

Bu arada, 35 senenin tecrübelerini, psikiyatri hatıralarımın önde geldiği bir şekilde yazmaktayım. Kışa kadar bitireceğim.

Mâlzemesi insan, yazan bizzat yaşayan adam; yâni Mehmet Kerem Doksat. İsmini de şimdilik “Kimler Geldi, Kimler Geçti – 35 Senelik bir Psikiyatri Macerasından Hatıralar” olarak düşünüyorum. İnşallah bu sefer sponsorluk için kimseye ricacı olmak zorunda kalmayacağım.

Şu anda CNN Türk’te Hülya Koçyiğit, kızı ve torunu, Londra’dan gelen Cüneyt Özdemir’in 5N 1K programında nasıl da bu sayede gündemde kaldıklarını konuşuyorlar. Cüneyt sakalı koymuş gitmiş, hatunlar ise çok şık.

Geçen ay 5N 1K’dan arayıp, 10 dakikalık röportaj yapmak için stüdyoya davet etmişler, sonra da Nişantaşı’na gelip canlı yayın düşünmüşler, pratik zorluklardan dolayı da
vaz geçmişlerdi.

Şöhreti kıl payıyla kaçırdık yâni.

Hay Manitu aşkına!

Cüneyt Özdemir’i uzun senelerdir tanırım. “Hukuka” yerine hukuğa” diyor.

Peki, Hülya Hanım’ın kocası Selim Soydan’dan ne haberler var?

Birtakım spor programlarında dolaşıyor işte…

Hayat bu.

İLK KURŞUN