Etiket arşivi: MÜSLÜMAN KARDEŞLER ARAP BAHARI İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE

Ergenekon Davası’na Yeniden Bakmak


Dostlar,

Sayın Merdan Yanaradağ, YURT Gazetesi‘ndeki son derece nitelikli yazılarını sürdürüyor. 5 Ağustos 2013 Silivri karar duruşması öncesinde kaleme aldığı aşağıdaki makale de çok ufuk açıcı ve düşündürücü.

Sayın Yanardağ’ı birikimi ve katkıları bakımından saygı ile selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ören – Burhaniye, 2.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : 31 Temmuz Dikili paneli sonrası birkaç gün tatil yapmaya çabalıyoruz.
Bu arada sitemizden sizlere iletilerimizde de bir “tatil modu” görünüyor sanırız..
Bu Panelin önemli notlarını sizlerle paylaşacağız..

=======================================

 

Ergenekon Davası’na Yeniden Bakmak

portresi

 

MerdanYANARDAĞ
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr

 

Türkiye tarihinin hiç kuşku yok ki en önemli yargılamalarından biri olan
Ergenekon Davası’nda artık sona gelinmiş durumda.

Silivri Mahkemesi 5 Ağustos 2013 günü kesin kararını açıklayacak.
Bir sürpriz beklemiyorum. Bildiğiniz gibi Balyoz Davası‘nda sanıkların
neredeyse % 90’ına ceza verildi.

Özel Mahkemelerde görülen ve darbe rejimlerine özgü bir yöntemle sürdürülen
bu davalarda adil yargılamanın yapılmadığıve hukukun açıkça ihlal edildiği biliniyor.

Çünkü bu davalar ile son

  • Cumhuriyetçi kadrolar ordudan, bürokrasiden ve geleneksel
    iktidar blokundan tasfiye edildi.

Böylece 60 yıla yayılan karşı devrim süreci tamamlandı.

1. Cumhuriyet tasfiye edildi.

Gerici iktidar bloku, siyasal hedeflerine ulaşmasının önünde engel oluşturabilecek kurumları, kadroları, yargı bürokrasisini, toplum önderlerini, aydınları, gazetecileri, askerleri ve politikacıları polis ve adliye zoru kullanarak bir süre için etkisizleştirdi.

Özellikle Balyoz Davası’nda NATO’dan çıkmak isteyen, Rusya, Çin, İran ve Suriye ile Avrasya odaklı bir ittifak kurarak ABD’yi ve NATO’yu dengelemeyi planlayan,
Kürt sorununu Türkiye merkezli olarak ve siyasal yöntemlerle çözme çizgisine yaklaşmış bir ekip imha edildi.

Rejim değişikliğini hedefleyen örtülü darbenin enstrümanı olarak kullanılan bu soruşturmalar nedeniyle, yaklaşık 200 yıldır kesintilerle sürdürülen; 1908, 1923 ve 1960 dönemeçlerinde gerçekleştirilen tarihsel atılımlarla en yüksek dalga boylarını yakalayan Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma süreci kesin bir kırılmaya uğradı.

İdeolojik bakımdan burjuva aydınlanmasının ocaklarından biri olan Harbiye,
İmam Hatip karşısında yenildi. Bu tespit, tarihsel bakımdan geçici bir duruma
işaret etse de artık bir olgudur.

Elbette kavga bitmiş değil. Olamaz da… Tersi, tarihin doğasına ve sosyolojik bakımdan toplumsal ilerleme yasasına aykırı. Ancak açıklıkla tespit edilmeli ki, Tanzimat’tan beri iki çizgi arasında süren mücadelede inisiyatif artık İslamcı-muhafazakâr kanadın elinde. Bu olgu bilince çıkarılmadan, doğru bir
mücadele anlayışı geliştirmek de mümkün değil.
***
Soğuk Savaş dönemiyle birlikte, yaklaşık 60 yıldır solcular, sosyalistler ve solcu Kemalistler devletten tasfiye ediliyor. Öyle ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin bir amacı solu ve sosyalistleri imha etmekse, diğer amacı da bürokrasi ve TSK’dan ‘solcu Kemalistleri’ tasfiye etmekti.

Cumhuriyetin başlangıç ilklerini ve kuruluş varsayımlarını terk eden, deyim uygunsa kendi devrimine ihanet içindeki TSK ve Batıcı Cumhuriyet burjuvazisi, gericilikle ittifak halinde 60 yıldır kendi solunu tasfiye etmekle uğraştı. Sol, özellikle sosyalist sol, Cumhuriyeti aşmaya, onu tarihsel ve toplumsal bakımdan daha ileriye taşımaya çalışıyordu.

Solun bu iddiasını güçlü şekilde ortaya koyması, Cumhuriyetin de daha geriye çekilmesini önlüyor ve bir denge kuruluyordu. Bu nedenle solu tasfiye edilen Cumhuriyet aslında bütün gücünü de yitirdi. Bu büyük tasfiyenin tarihi 12 Eylül 1980 darbesidir.

Bu açıdan bakıldığında, AKP iktidarı bir yanıyla 12 Eylül’ün çocuğu diğer yanıyla da 60 yıllık karşı devrim sürecinin ürünüdür.

Solu hoyratça ezen, onun karşısına İslamcıları ve ırkçı milliyetçileri dikerek, gericiliği ve muhafazakârlığı besleyen sağcı Kemalistler, bu tutumlarının bedelini bugün çok ağır şekilde ödedi. İstanbul sermayesi ve Kemalistler, sonuçta kendilerini Türkiye gericiliği ile baş başa buldu. Artık yalnız kalmışlardı ve kendi Cumhuriyetlerini savunacak güçleri de yoktu. Sonuçta büyüttükleri güç kendilerini tasfiye etti.
Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan sonra bugün Koç Grubu’na mahkeme kararıyla yapılan mali inceleme baskınının anlamı da buradadır.
***
Türkiye solunun önemli bir kesimi, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların gerçek anlamını ve tarihsel niteliğini kavrayamadı. En iyi ihtimalle gelişmeleri salt egemen sınıflar içindeki bir çatışma, kendilerini ilgilendirmeyen bir itişme olarak gördü.
Önemli bir kesimi ise, inanılır gibi değil ama bu soruşturma ve davaları demokratikleşme hamleleri olarak değerlendirip AKP iktidarını destekledi. Referandumda “yetmez ama evet” dedi. Gerici tehlikeyi görmedi. Bu, iyi niyetli bir yorumla tam bir aymazlık halidir…

Oysa bu davaların nedenini kavramak için çok derin bir analiz yeteneğine, yorumlama gücüne ve yüksek bir birikime bile gerek yoktu.

MODERNLEŞME PARADİGMASI

Tam da 5 Ağustos öncesinde, yukarıda çizmeye çalıştığım tablonun nasıl oluştuğuna, bu tablonun tarihsel, siyasal, kültürel kaynakları ve nedenlerine
burada bir kez daha bakmakta yarar var.

Türkiye’de 1. Cumhuriyetin tasfiye edilmesi ve bir ılımlı İslam rejimi kurulmasının teorik temeli ve tarihsel gerekçesini, Müslüman ülkelerdeki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımı oluşturuyor.

İslam dünyasının tarihine, coğrafyasına, kültürüne/dinine ve toplumsal dokusuna özgü; Batı’yla uyumlu yeni bir modelin oluşturulması gerektiği uzunca süredir
ABD medyasında ve akademik çevrelerde tartışılıyordu. Dolayısıyla, “Ilımlı İslam” kavramı ve stratejisi, ABD ve Batılı ortaklarının aktüel ihtiyaçlarının bir sonucu olduğu kadar, bir fikri arka plana ve tarih tezine de dayanıyordu.

İşte bu tezin bir hipotez olmaktan çıkıp, hayat ve tarih içinde sınanmış bir modele dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu model Türkiye olacaktı.

Çünkü en uygun ülkenin, modernleşme ve aydınlanma sürecinde görece başarılı olan, ancak sorunlarını aşamamış Türkiye’nin olabileceği düşünülüyordu.
Elbette Türkiye için istenen yeni bir Suudi rejimi değildi. Ama laik, modern ve demokratik bir cumhuriyet hiç değildi. Türkiye’yi İslam dünyasına daha çok yakınlaştıracak, hatta bu ülkelere liderlik yapmasını sağlayarak radikal eğilimleri terbiye edecek düşük yoğunluklu bir İslamizasyon yeterli görülüyordu.
***
Türkiye’de rejimin çok partili ve seçimli bir İslam cumhuriyeti yönünde dönüştürülmesi; ABD’nin doğrudan ve tam olarak sağlayamadığı bölge hegemonyasının Ankara üzerinden tahkim edilmesi demekti. Elbette bu projenin
tek bir koşulu vardı; İslamcı olan fakat Türkiye-ABD ilişkilerini bozmayacak nitelikteki kadroları iktidara taşımak…

İşte AKP bu ihtiyacın ve konjonktürün ürünüydü. Bu yanıyla AKP, iç dinamiklere dayanan bir siyasal güç olduğu kadar, asıl iktidar kudretini dış dinamiklerden alan bir hareketti.

Bu konuda Amerikan politikasına yön veren düşünce şöyle özetlenebilir :

Laik ve cumhuriyetçi Türkiye, İslam dünyasını etkileyemeyecek kadar bu ülkelerden uzaklaştı. Dolayısıyla Müslüman toplumlara bir model oluşturabilmek için, öncelikle (formel bakımdan da olsa) İslam’la demokrasiyi buluşturacak bir siyasal düzen yaratmak gerekiyordu.

Müslüman toplumlar artık seküler/laik bir ülke olmak hedefini bir yana bırakmalıydı. Tunus’ta ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarlarının da Suriye’ye yönelik gerici ve emperyalist saldırının da anlamı buydu.

Öyle anlaşılıyor ki, Mısır’da Muhammed Mursi’nin halk tarafından devrilmesi tam bir tarihsel dönüm noktası oluşturuyor.

Çünkü bu gelişme Siyasal İslamcı rejim denemelerinin kesin bir yenilgiye uğradığına işaret ediyor.
‘Tahrir Devrimi’ni çalan Mursi ve Müslüman Kardeşler deneyi kesin olarak başarısızlığa uğramış durumda.

Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “Yeşil Kuşak” stratejisine kurban edilen ‘Modern Türkiye’ 2000’ler dünyasında da “Ilımlı İslam” kumarında harcanmış görünüyordu. Suriye’nin emperyalizm ve gericiliğe karşı başarılı vatan savunması, Mısır’da İslamcı Mursi’nin devrilmesi dünyada tarihin akışını
yeniden doğal yatağına taşırken, Türkiye’de ise Gezi Direnişi bütün tabloyu değiştirdi.

Daha aydınlık bir ülke ve dünyanın eşiğinde olduğumuza şüphe yok.
Merdan Yanardağ
http://www.yurtgazetesi.com.tr/ergenekon-davasina-yeniden-bakmak-makale,5257.html, 28.7.13

TÜRBAN ve Halife Abdülmecit’in kızı

Dostlar,

Sayın Prof. Ali Ercan hocamızdan ulaşan bir e-iletiyi paylaşalım..

“İslam siyasallaşacak ve simgesi türban olacak..”

Bu slogan ABD’nin “Yeşil Kuşak” doktrini çerçevesinde 1968’lere tarihleniyor.

Aynı yıl Ankara İlahiyat Fak. öğrencisi Hatice Babacan (Bakan Ali Babacan’ın halası) “ben türban takacağım..” demiş ve okula öyle gelmişti..

Biz de bu konuyu kapsamlı yazdık sitemizde :
(Erişkeleri / linkleri tıklayarak okuyabilirsiniz..)

Türbanın Gerçek Öyküsü
http://ahmetsaltik.net/turbanin-gercek-oykusu/

MÜSLÜMAN KARDEŞLER, ARAP BAHARI, İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE..
The Muslim Brothers, Arab Spring, Revival and Reform in Islam and Turkey.
http://ahmetsaltik.net/musluman-kardesler-arap-bahari-islamda-reform-ve-turkiye-the-muslim-brotherhood-arab-spring-revival-and-reform-in-islam-and-turkey/

Aslında TÜRBAN Türkiye’nin başına geçiriliyor, bir bölüm kadınımızın türban takması projenin görünür yüzü..

Sayın Ali Ercan, çıplak gerçekleri bir kez daha, önemli bir fotoğrafla
belgeleyerek yineliyor..

Türkiye’nin “gerçek, namuslu müslümanlarının” vicdan ve iffetlerine sunarız..

Sevgi ve saygı ile.
19.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TÜRBAN ve Halife Abdülmecit’in kızı

Değerli arkadaşlar,

Aşağıda son Halife Abdülmecit Efendi’nin büyük kızı Dürrüşehvar ile (Hatice Hayriye Ayşe Dürrüşehvar Sultan 1914-2006) çekilmiş bir fotografı var.

Görüldüğü gibi Müslümanlığından kuşku duyulmayacak olan Halifenin kızının başında “türban” ucubesi yok!

Baş örtüsünün Kuran’ın buyruğu olmadığını, hele hele saçının tek telinin bile görülmeyecek biçimde sıkma baş bağlamanın Kuran’la ilgili olmadığını daha önceki iletilerimde sizlerle paylaşmıştım..

    Türban yalnızca ve yalnızca siyasal bir simgedir, o kadar..
    Ne gelenekle, ne de dinle, imanla ilgisi vardır.
    ..

Tabii ki “benim keyfim böyle istiyor, ben bu türbanı kafama takarım.” diyenlere bir sözümüz olamaz..

Ancak “Dinimin gereği, İslam’ın gereği başımı örtüyorum.” diyenler yalnızca büyük yalan söylemekle kalmıyorlar; dolaylı olarak da başını örtmeyen hanımları İslam dışı olmakla suçlamış oluyor, töhmet altında bırakıyorlar..

Bu böyle biline.

Prof. Dr. D. Ali Ercan
19.10.12

MÜSLÜMAN KARDEŞLER, ARAP BAHARI, İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE.. / The Muslim Brothers, Arab Spring, Revival and Reform in Islam and Turkey..

MÜSLÜMAN KARDEŞLER, ARAP BAHARI, İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net (8.7.12)

 Mısır Cumhurbaşkanlığına, Müslüman Kardeşler’in adayı seçildi..
Yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, seçime katılmanın %51.85 oranında olduğu 2. tur oylamada geçerli oyların % 51,73’ünü aldı ve 30.6.12’de ünlü-kanlı Tahrir Meydanı’nda yemin ederek ilk “sivil” Devlet Başkanı olarak göreve başladı.

Nereden nereye…

Müslüman Kardeşler’in tarihine kısaca bakalım :

Müslüman Kardeşler örgütü 1928’de Hasan el Benna tarafından kuruldu. İsrail’in kurulmasının ardından, Mısır rejimini, “Siyonizme karşı edilgen” olmakla suçlayan ve Filistin’in yanında savaşım veren örgüt, kuruluşunu izleyen 20 yılda büyük gelişme gösterdi. Gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle Mısır yönetimince etkinlikleri yasaklanan örgüt, 1948’de Başbakan Mahmud Fehmi Nukraşi’yi öldürdü. Örgütün kurucusu Benna da 1949 yılında öldürüldü. Mısır hükümeti, örgütü 1948 yılında yalnızca dinsel bir örgüt olarak yasal düzlemde kabul etti ancak 1954’te, Mısır’da şeriat yasalarında ısrar ettiği gerekçesiyle yeniden yasaklandı. Aynı yıl, dönemin Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’a suikast girişiminde bulunan Abdül Munim Abdul Rauf ve 5 arkadaşı idam edildi. 400 bin yandaşı tutuklandı, binlercesi de Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a kaçtı. Nasır’ın başbakanlığa atadığı Enver Sedat’ı, Mısır hukukuna
şeriat maddeleri ekleyeceği sözü vermesine ve örgüt üyesi binlerce mahkûmu serbest bırakmasına karşın, 1979’da İsrail’le barış anlaşması imzaladığı için suikast sonucu öldüren bu örgütün, resmi olarak 1954’ten bu yana etkinlikleri yasak olmasına karşın, Mısır Meclisinde 17 sandalyesi var. Müslüman Kardeşler’in 7 ülkede temsilciliği bulunuyor. (Cumhuriyet 02.02.2011)

*****

Seyyid Kutub Projesi

Müslüman Kardeşler, 1968’de Seyyid Kutub Projesi bağlamında,

İSLAMIN SİYASALLAŞMASI ve TÜRBANIN DA BUNUN SİMGESİ OLMASI kararına katılan
“İslami Terör” örgütlerinden biri idi. Doğallıkla yine Atlantik ötesinin güdümünde.. YEŞİL KUŞAK DOKTRİNİ kapsamında.

Bu kez sözde hedef, SSCB’yi sıcak denizlere inmekten alıkoymaktı.

İSLAMİ REJİMLERLE, komünizmin sözde en etkili panzehiri olarak güneyden Türkiye,
İran ve Pakistan eliyle yürütülecek bir engelleme (blokaj) idi.

*****

Ertesi yıl (1969), Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan;
“Ben inancım gereği başımı örteceğim.. Kuran’ın Nur 30-31, Ahzab 58. ayetleri
bunu emrediyor..” demişti.

Vahiy Mısır’dan gelmişti Türkiye’nin kimi Müslümanlarına..

1300 yıldır okudukları Kuran’ı anlayamamışlardı nedense..
Herhalde Arapça ezberlediklerinden olacak.

Oysa Büyük Atatürk, yetkin ve aydın bir din adamı Antalya Elmalı’lı Hamdi Yazır’a
-on bin TL ücretini cebinden vererek- Kuran mealini (anlamını) 8 cilt olarak
1932’de Türkçe’ye kazandırmıştı.

Kuran’ın inişinden 1300 yıl sonra.. Batı’da İncil’in kendi dillerine çevrilişinden 400 yıl sonra.. İslam dünyası için çoook geç kalmış ne büyük tarihsel adım..

 Aslında Atatürk’ün bu eylemi; başlıbaşına bir Aydınlanma, İslamda Reform’un önünü açacak devrimdir..

Türk halkına bu çok büyük hizmeti yapan Gazi Mustafa Kemal Paşa, halkın uyanmasını istemeyen gericiler katında İslam Düşmanı öyle mi?

Hadi canım sen de.. (İsmet İnönü’nün ünlü bir deyişidir..)

*****

Batı, Laikliği, Kilisenin ceberrut düzeninden kurtuluşunu büyük ölçüde Martin Luter’e borçlu değil mi?

Yiğit Luter, 16. yüzyılda, İncil’in İsa’dan 300 yıl sonra toparlanmasından 1200 yıl sonra, Latince’den Almanca’ya çevirme dileğini seslendirdiğinde Kilise gürlemişti :

– Derini yüzeriz!..

Luter dinlemedi ve İncil’i Almancaya çevirdi (1522-1532).. Sonra öbür Batı dillerine çeviriler geldi ve Kilisenin sefaletini Avrupa halkları irkilerek öğrendiler..

Sonrası.. Bir din adamı olan (+hukukçu) Thomas More’un, Anglikan Kilisesi’nin de başına geçmek isteyen İngiltere Kralı 8. Henry’ye, ölümü pahasına direnişi
(ÜTOPYA, 1515’ler….) ve İngiliz devrimi 1640’lar..

Ardından ABD (1776) ve 1789 şanlı Fransız özgürlük-laiklik devrimleri..

*****

İslam Dünyasında aydınlanma, İslam’da Reformu daha ne denli engellenebilir?
Bu konuyu açan, üstüne giden derhal vuruluyor!?

Prof. Dr. İlhan Arsel Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı ve ABD’de yurt özlemiyle öldü.. (9.2.2010)

Turan Dursun 4 Eylül 1990’de öldürüldü..

Doç. Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’de öldürüldü..

Pakistanlı bir Müslüman olan Salman Rüştü yıllarca saklanmak zorunda kaldı;
İslam dünyası, duraksamasız “katli caizdir” fetvası verebildi! (14 Şubat 1989’da hakkında fetva = idam kararı çıkarıldı ve yıllarca gizlenerek yaşamak zorunda kaldı).

Bu ölüm fetvası yıllarca da kaldırılmadı..

Oysa Kur’an, can almaya, ancak Yaratan’ın yetkili olduğunu yazıyordu gerçekte..
Bu ne biçim fiili infaz hattıdır ?

Dini eleştirmek için ağzını açan, kalem oynatan susturulmaktadır.

Kilise de öyle yapıyordu bir zamanlar.. “Derini yüzeriz..” diyordu, Engizisyon Mahkemeleri vardı düzmece.. Orda sözde yargılıyorlar ateşte yakılmasına hükmediyorlardı.. Şanlı Galileo Galilei’ye yaptıkları gibi.

Fakat Dünya dönmeye devam ediyordu..

Batı’da, din adına yobazlığın-sömürünün aracı durumuna düşen Kilise, kanlı da olsa tasfiye edildi; öncü Protestanlar ağır bedeller ödediler mezhep kavgalarında.
İsa’nın dini mezheplere ayrıldı : Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar..
Muhammed’in dininde de benzer derin ayrışma yaşanmakta.. Niçin acaba ??

Ama akıl ve bilim kazandı;
Batı AYDINLANMA-DİNDE REFORM-ENDÜSTRİ DEVRİMLERİNİ başardı..

Batı DİN kurumunu doğru yorumlayarak yerli yerine, vicdanlara oturttu = Laik toplum yaşamını ve seküler devlet düzenini kurdu ve bilimsel devrimleri yaparak
Dünya önderi oldu..

Biz hala din adına hurafelerin batağındayız ve Batı sömürgesiyiz :

Denklem böylesine yalın, çarpıcı..

*****

ARAP BAHARI denen retorik tuzak bölgeyi kan ve ateşe sürükledi.
Kurgu buydu zaten..

Kulağa hoş gelen sözcüklerle önce zihinler avlanıyor..
Retorik tuzak dediğimiz bu..

Ortalama yurdum insanı işin aslını anlayana dek de gelin hanım,
bir başka atın terkisinde, bir başka prensin kolunda bize el sallıyor sanki.
Emperyalizmin klasik oyunu bu..

Ne zaman uyanacağız ??

Tunus’ta ilk «Yasemin Devrimi» başladığında bizi iliklerimize dek hisseden bir sınavla karşılaştığımızı duyumsadık. Tunus’la başlayan Arap Baharı gerçekte
kan baharı, K. Afrika ve Ortadoğu’yu hızla sardı. Tunus’ta Bin ali, Mısır’da
Hüsnü Mübarek, Libya’da Kaddafi devrildi. Yemen’de Abdullah Salih, çekildi.
Suriye’de Beşer Esad Rusya, Çin ve İran destekli ayakta.

2012’de Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının geleceği parlak görülmüyor.

Kimilerinin iyimser tablo çizmelerine karşın, toplumda kamplaşama artmakta.
Derinden derine nefret ve kinle donanan kesimler hesaplaşmaya gidiyor.
Küresel emperyalizm, bölge ülkelerinde yaşanan kardeşi kardeşe düşüren,
kentleri yakıp yıkan kaosu, Arap Baharı diye süsleyerek teşvik ettiler.
Planladılar, örgütleri yönettiler; günahlarını gizlediler.

Üs olarak Türkiye’yi kullandılar.

Oysa; Arap Çöllerinde açan bahar çiçekleri değil, kan çiçekleriydi.

Birileri, masum insanların kanı ve canı pahasına, yeni çağdaş sömürü sistemini
sözde Yeni Dünya Düzeni’ne (New World Order!) uygun duruma getirmeye çalışıyor (!) (Nurullah Candan, 2012)

Peki ya Türkiye!

Türkiye Ortadoğu’da, Başbakan R. Tayyip Erdoğan eliyle, 35 kez ağzıyla itiraf ettiği üzere BOP Eşbaşkanlığıyla emperyalizmin taşeronluğunu yürütüyor.

Bunca tehlikeli, mutlak teslimiyet niye?
Bu “olgu” mutlaka sorgulanmalı.

Türkiye, BOP sürecinde (=kanlı tuzağında!) “mezbaha koçluğu” yapıyor
açık siyasal jargonla..

“Sürüyü” (komşularını!) mezbahaya sürüyor..

İşlevi bitince de sıra kendine gelecek kaçınılmaz olarak.. Töre böyle..

Ama Ulusumuz buna izin vermeyecek..

Tarihin derelerinden çok ama pek çok insan kanı aktı.

Tarihin bizlerle alay edercesine kalıplaşmış “tekerrürüne” bu kadim ve
deneyimli halk izin vermeyecek.

Sözü, AYDINLANMA önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e bırakalım :

“Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve
yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen
yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Sevgi ve saygı ile.
8.7.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net