Etiket arşivi: Misakı Milli sınırları

Mustafa Kemal, sorulara yanıtları 99 yıl önce verdi

Alev Coşkun

Alev Coşkun

Milli Mücadele tarihimizde önemli bir yeri olan İzmit Basın Toplantısı, 99 yıl önce bu gün yapılmıştı. 16 Ocak 1923 gecesi saat 21.30’da başlayıp sabaha karşı 03.00’e kadar süren bu toplantıda Atatürk’e çok yakıcı sorular soruldu ve Atatürk’ün yanıtları da çok kapsamlı ve önemliydi. Bu toplantıya yalnızca İstanbul’da yayımlanan önemli gazetelerin başyazarları katıldı.

TOPLANTIYA KATILANLAR

Toplantıya katılan sınırlı sayıdaki gazetecinin adları şöyledir:

Tevhid-i Efkâr gazetesi başyazarı Velid Ebüzziya, Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin (Yalman), Akşam gazetesi başyazarı Falih Rıfkı (Atay), İleri gazetesi başyazarı Suphi Nuri (İleri), İkdam gazetesi başyazarı Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ve Tanin gazetesi başyazarı İsmail Müştak (Mayakon).

Bu toplantıya Ankara hükümetinin İstanbul temsilcisi Dr. Adnan (Adıvar) ve eşi ünlü yazar Halide Edib (Adıvar) ile Milli Mücadele sürerken İstanbul’da Ankara’daki TBMM’yi temsil eden Kızılay Başkanı Hamit Bey ile İleri gazetesi İzmit muhabiri Hakkı (Kılıçoğlu) Bey de katıldılar.

Toplantı, İzmit’te halk arasında “Saray” diye anılan İzmit Kasrı’nın alt katındaki salonda yapıldı. Toplantıda konuşulanları kaydetmek üzere, TBMM’den dört tutanak kâtibi görevlendirilmişti. Bu da toplantının önemini gösteriyordu.

ZAMAN DİLİMİ

9 Eylül 1922’de Kuvayı Milliyecilerin ordusu İzmir’e girmişti. Eylül 1922’den toplantının yapıldığı tarih 16 Ocak 1923’e tam dört ay geçmişti. İstanbul, İngiliz askeri güçlerinin işgali altındaydı. Henüz birçok konu açıklığa kavuşmamıştı.

Lozan Konferansı devam ediyordu ama tartışmalar sertleşmişti. Konferans her an kesintiye uğrayabilirdi. Atatürk, Batı Anadolu’daki askeri birlikleri denetlemek ve halkla görüşmek amacıyla 14 Ocak 1923’te yurt gezisine çıkmış ve 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te gazetecilerle buluşmuştu.

NELER KONUŞULDU?

Bu toplantıda Mustafa Kemal’e “Türkiye’de kurulacak yeni rejim, Musul konusu, Kürt sorunu, devletin dini olacak mı, laiklik” gibi can alıcı sorular soruldu. Atatürk savaştan sonra ilk kez basının karşısına çıkıyordu ve bu yakıcı sorulara ilk kez çok açık ve kapsamlı yanıtlar verdi.

BU TOPLANTI NEDEN YAPILDI?

Bu toplantıya neden sınırlı sayıda gazeteci, daha doğrusu sadece İstanbul gazetelerinin başyazarları çağrıldı? Atatürk’ün çok önem verdiği bu toplantının amacı neydi? Bu sorulara yanıt verebilmek için öncelikle bu toplantının altyapısı, arka planı ve olayların gelişimi üzerinde duralım.

TEMEL GELİŞMELER

Kuvayı Milliye ordularının zafer kazanıp İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922 ile İzmit basın toplantısının yapıldığı 16 Ocak 1923 tarihleri arasında yukarıda belirtildiği gibi dört aylık bir zaman dilimi vardır. Ancak bu süre içinde çok önemli gelişmeler oldu. Özetlemekte yarar var:

Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922’de imzalanmıştı. Lozan’da yapılacak Barış Konferası’ na Osmanlı Devleti ve Ankara hükümeti ayrı ayrı davet edildiler. Osmanlı Devleti’nin son sadrazamı Tevfik Paşa, Lozan’a gidecek bu iki kurulun bir araya gelip birleşik öneriler paketi hazırlanması için Mustafa Kemal’e ve TBMM’ye başvurmuştu…

SADRAZAM, ‘PADİŞAH BURADA’ DEMEK İSTİYORDU

Osmanlı’nın son sadrazamı Tevfik Paşa’nın ısrarla yaptığı bu başvurunun anlamı şuydu: “Zafer kazanıldı, padişah yerinde oturuyor. Sadrazam da burada, bu düzen sürecektir. O nedenle Barış Konferansı’na ayrı ayrı gitmeyelim ve Barış Konferansı’nda görüşülecek konular üzerinde konuşup uzlaşmaya varalım.”

MUSTAFA KEMAL PAŞA, HALİDE EDİB HANIM İLE.
Halide Edib Hanım ve arkasında gazeteci Mecdi Bey, sağda Bolu Mebusu ve Paşa’nın yaveri Cevat Abbas Bey. 17 Ocak 1923

BÜYÜK DEVLETLERİN STRATEJİSİ

Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri İstanbul ve Ankara’yı Barış Konferansı’na ayrı ayrı davet ederek konferansta İstanbul-Ankara çelişkisi yaratmak ve bundan yararlanmak istiyorlardı. Ankara’da bu duruma kesin karşı çıkanlar olduğu gibi TBMM’de bunun doğal olduğunu kabul edenler de vardı. Halifeye ve saltanata bağlı olanlar zaten Milli Mücadele’nin ve 3.5 yıl süren savaşların “padişahımızı esaretten kurtarmak için” yapıldığına inanıyorlardı.

SALTANAT TARİHE KARIŞIYOR

Konu Meclis’e geldi. Kuvayı Milliyeci milletvekilleri İstanbul hükümetinin Barış Konferansı’nda temsil edilmesine karşı çıkarken özellikle kökeni hoca olan kimi milletvekilleri de padişahlığın devamı için Barış Konferansı’na İstanbul ve Ankara’nın bir kurul olarak birlikte gitmelerini istiyorlardı.

HALİDE EDİB HANIM VE DOKTOR ADNAN BEY İZMİT’TE VAPUR İSKELESİNDE.
Halide Edib Hanım (Adıvar), Doktor Adnan Bey (Adıvar), İzmit Liman Reisi Celal Bey, Velid Ebüzziya (en sağda), İzmit vapur iskelesinde. 19 Ocak 1923

TBMM’de konuyla ilgili olarak yapılan görüşmeler sonunda Padişahlığın ‘ilga edilmesi’, ortadan kaldırılması yönünde verilen önergeler Anayasa, Adalet ve Şeriye komisyonlarının ortak toplantısında ele alındı. Ancak özellikle Şeriye Komisyonu üyesi hocalar direniyorlar, uzun konuşmalar yapıyorlar, hatta açıkça “hilafetin saltanattan ayrılmayacağını” savunuyorlardı. Hiç kimse de cesaret edip bu iddialara yanıt vermiyordu. Komisyon toplantısını arka sıralarda izleyen Mustafa Kemal, o dramatik anı şöyle anlatıyor:

CESARET EDEN YOK

“Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için özgürce konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler. Biz çok kalabalık olan bu odanın köşesinde bu tartışmaları dinliyorduk. Bu şekilde görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı.”

Sonunda, Mustafa Kemal dayanamadı, söz istedi. En arkada olduğu için önündeki sıranın üstüne çıktı ve konuşmaya başladı. Mustafa Kemal özetle şöyle diyordu:

Mutlaka olacaktır. Belki de bazı kafalar kesilecektir. 

  • Efendim; hâkimiyet (egemenlik) ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
  • Millet hâkimiyetini eline almıştır.
  • Mesele bu gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. (…)
  • Bu mutlaka olacaktır.
  • Burada toplananlar, Meclis ve herkes konuyu doğal olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur.
  • Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir.”

Bunun üzerine Komisyon Başkanı, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, “Affedersiniz efendim, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık” dedi. Konu sonunda karma komisyonca kabul edilerek çözüme bağlandı.

Ardından Meclis kararıyla padişahlık kaldırıldı, saltanat kurumu tarihin derinliklerine gönderildi. Meclis’in saltanatı kaldırmasından 16 gün sonra Padişah Vahdettin, 16-17 Kasım gecesi İngiltere devletine sığınarak İstanbul’u terk etti.

MUSTAFA KEMAL’İN MİLLETVEKİLİ SEÇİLMESİNİN ENGELLENMESİ

Saltanatın Meclis kararıyla kaldırılarak tarihin derinliklerine gönderilmesi, dincileri, hocaları, halifecileri tedirgin etmişti. Yakında halifeliğin de kaldırılacağını hatta Mustafa Kemal’in kendisini halife ilan ederek otoriter bir yönetim kuracağını söylüyorlardı.

Sonunda, saltanatın kaldırılışından yalnızca bir ay sonra 1 Aralık 1922’de Atatürk’e karşı olanlar Meclis’e bir yasa tasarısı sundular. Buna göre milletvekili olabilmek için Misakı Milli sınırları içinde doğmuş ya da seçileceği ilde en az beş yıl oturmuş olmak koşulu getiriliyordu. Bu tasarı tümüyle Atatürk’ü hedef alıyordu ve saltanatın kaldırılışına karşı Mustafa Kemal’in cezalandırılması tasarısıydı. Atatürk’ün milletvekili olmasını önleyecek maddeler taşıyan bu yasa tasarısı yurtta tepki ile karşılandı.

İSTANBUL BASINI

Padişahlığın kaldırılışı, halifelik kurumunun da tartışmaya açılması, İstanbul basınında Ankara’ya karşı eleştirilerin yoğunlaşmasına yol açmıştı. Lozan’da henüz barış sağlanamamışken ve İstanbul, İngiliz işgal kuvvetlerinin denetimindeyken Ankara-İstanbul arasındaki bu tartışmalar yersiz ve anlamsızdı.

İşte, 16-17 Ocak 1923 gecesi İstanbul gazetelerinin başyazarlarıyla yapılan toplantının amaçlarından birisi Ankara-İstanbul diyaloğunun sağlanmasıydı. Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce yapılan bu uzun toplantıda sorulan sorular yukarıda anlattığımız çelişkileri ve tartışmaları kapsamaktadır. Bir toplantıda ayrıca “Devletin dini olacak mı?”, “Başkent neresi olacak?”, “Kürtlere özerklik verilecek mi?” gibi kritik sorular da sorulmuş, Atatürk de bunlara açık yanıtlar vermiştir.

KÜRTLERE ÖZERKLİK KONUSU

Bu konu daha sonraları tartışma konusu yapılmış, bu toplantıda Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı’nda Kürtlere özerklik verilmesini kabul ettiği belirtilmiştir. Oysa işin esası şöyledir:

Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin (Yalman), “Kürt meselesine temas buyurmuştunuz. Kürtlük meselesi nedir? Bir iç sorun olarak temas buyurursanız çok iyi olur” diye bir soru sordu. Atatürk’ün yanıtı şöyledir:

  • Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatına olarak da katiyen söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız dahilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır ortaya çıkmıştır ki Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi yok etmek lazımdır.
  • Örneğin, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de göz önüne almak lazım gelir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın (sancak) topluluğu Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima söz konusudur.
  • Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlarını ve geleceklerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”

Bu sözleriyle Mustafa Kemal, Kürtlerin yoğun olduğu il ve ilçelerde belediyelerin yerel halk tarafından seçileceğini belirtiyordu.

Bu toplantıda ayrıca, Boğazlar konusu, kapitülasyonlar, Musul, Türk-Rus, Türk-İran ve Azerbaycan ilişkileri; asayiş, başkent neresi olacak, Meclis içindeki düşünce ayrılıkları, hilafet ve din devleti, hocaların statüsü, yeni kurulacak halk fırkası gibi sorular soruldu ve Atatürk bunları çok açık bir biçimde yanıtladı.

Görüldüğü gibi bu toplantıda salt “Kürt sorunu” değil laiklik, halifelik, din ile devlet arasındaki ilişkiler gibi yüz yıl geçtiği halde hâlâ güncelliğini koruyan sorunlar ele alınmıştır.

Sorulan sorular ve Atatürk’ün verdiği yanıtlar 99 yıl geçtiği halde güncelliğini koruyor.

ATATÜRK TÜRKİYE’nin Dayanak Noktasıdır..


Dostlar
,

Değerli hocamız Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen gene çok değerli ve öğretici bir makale kaleme almış. Her zamanki gibi çooook uzun ve tornadan çıkmışçasına 7-8 sayfa..
Bir giriş vermek, aradan bir – iki paragraf koymak ve sonucu sunup dosyanın tümünü
pdf olarak iliştirmek.. Hep böyle yapıyorduk ama.. Bu kez tüm yazı aşağıda..
(Hem de pdf olarak : ATATURK_Turkiye’nin_DAYANAK_NOKTASIDIR)

Uzun ama okunmalı.. Ne yapalım, Anıl hoca daha kısa yaz(a)mıyor!?

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================

ATATÜRK TÜRKİYE’nin Dayanak Noktasıdır..

portresi_renkli


Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ADD Bilim – Danışma – Kurulu Üyesi
Ankara Üniv. Hukuk Fak.
Kamu Hukuku Bölümü

 

Türkiye Cumhuriyetinin doksanıncı yılında , cumhuriyet ve Atatürk haftaları her sene olduğu gibi bir devamlılık çizgisi içerisinde kutlanırken , Atatürk karşıtı söylemlerin giderek arttığı ve Atatürk’süz bir Türkiye özleminin giderek öne çıktığı görülmüştür . Özellikle din devleti peşinde koşan şeriatçılar ile , altkimlikçi etnik devlet arayışı içerisinde olanlar ile küresel emperyalizme teslim olmuş gayrimüslim mandacı ve işbirlikçilerin gene her zaman olduğu gibi Atatürk karşıtlığında birleştikleri açıkça ortaya çıkmıştır .Türklüğü ,laikliği ,ulusal ve üniter devlet modelini istemeyerek kendilerini Türkiyeli ilan eden bu gibi Atatürk karşıtı çevreler, bu devletin kurucu önderi Atatürk düşmanlığında birleşerek, O’nun Türk ulusuna armağan ettiği, hatta miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti yapılanmasını bir an önce sona erdirmek için, her türlü işbirliği ve girişimlere kalkıştıkları artık iyice belli olmuştur . Türkiye Cumhuriyeti devletinin koruyucu çatısı altında yaşamlarını her zaman olduğu gibi sürdüren bu gibi kesimler, Türkiyelilik görünümünde her türlü yaşam düzenlerini sürdürmek isterlerken, bu düzeni onlara armağan eden kurucu önderi,
ortaya koymuş olduğu devlet modeli yüzünden geride bırakmaya çalışmaktadırlar .

Her devletin tarih sahnesine çıkışı aşamasında bir kurucu önderi ya da önderler grubu vardır. Türkiye Cumhuriyeti de tarih sahnesine çıkarken, Atatürk Misakı Milli sınırları içinde toplanan ulusal kongrelerden aldığı yetki ile bir Heyet-i Temsiliye oluşturarak başına geçiyordu . Bu açıdan ,halktan destek alarak yola çıkıyor ve Türk ulusunun değişik kesimlerinin içinden gelen farklı temsilciler ile de öncü ve kurucu bir kadro oluşturuyordu . Bu yönü ile , doksan yılını geride bırakmış olan Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olarak Atatürk, Türkiye’nin dayanak noktasıdır. Atatürk vatanın kurtuluşu için yola çıkarken , kendisine örnek olabilecek benzeri bir kurtuluş savaşçısı ve ulus devlet kurucusu Türk tarihi içinde yer almadığı için , Atatürk açısından örnek alabilecek ya da ya da bir emsal oluşturarak yön gösterecek bir ulusal önderlik olgusu Türk tarihi içinde yaşanmamıştı . On bin yıllık Türk tarihinde birçok devlet kuran hatta imparatorluklar ile büyük alanlara hükmeden Türk asıllı devlet adamları bulunmasına rağmen , milli devletler çağında bir ulus devlet kurucusu olarak Atatürk’e dayanak noktası olabilecek bir siyasal önder görünmüyordu . Bu açıdan geçmişten gelebilecek bir emsal oluşum desteğinden yoksun olarak yola çıkan Mustafa Kemal ulusal kurtuluş savaşının her aşamasında büyük mücadeleler vererek yoluna devam edebiliyor ve sonunda ana hedefi olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini dünyanın merkezi coğrafyasında kuruyordu . Onun için yol gösteren bir örnek daha önceki dönemlerde tarih sahnesine çıkmadığı gibi , Türklerin kurtuluşu için dayanak noktası olarak ele alabileceği bir tarihsel dayanak noktası da bulunmuyordu. Kısaca Atatürk hem kendi yolunu kendisi oluşturmak hem de tarihin Türk ulusu için zorladığı ulusal kurtuluş mücadelesini tarihsel ya da siyasal dayanaklardan yoksun bir biçimde
başarıya ulaştırmak zorunda idi.

Dayanak noktası hem siyaset hem de hukuk bilimleri açısından son derece önem taşıyan bir kavramdır . Herhangi bir siyasal olayın ortaya çıkması ya da hukuk alanında bir sorunun gündeme gelmesi aşamasında , hemen olayın ya da sorunun belirginleşmesi öncesindeki duruma bakılarak hareket edilir . Bir olay ya da sorunun anlaşılabilmesi ve tüm yönleriyle kavranabilmesi için, önceki dönemin koşullarının bütün yönleriyle ortaya çıkarılması zorunluluğu vardır . İşte o zaman , birden ortaya çıkan olayların ya da sorunların temelinde ne olduğu ve bunların dayanak noktasının hangisi olduğu konusunda daha kesin yönleriyle bir durum değerlendirmesi yapılabilir ya da karar verilebilir .Sorunlarla beraber olayların yaşam süreçleri içerisindeki çıkış noktaları , aynı zamanda dayanak noktaları olarak da kabül edilmektedir . Herhangi bir toplumsal oluşum , ya da bir başka siyasal gelişme ülke ve devlet yaşamında bir yenilik olarak öne çıkınca bunların öne çıkardığı farklı koşullar beraberinde başka olayları ve gelişmeleri tetiklemekte ve böylece hem toplumsal yaşam hem de siyasal süreç akıp gitmektedir . Yaşamın sürekliliği içerisinde gerçekleşen olaylar beraberlerinde yeni sorunlar ortaya çıkarmakta ve böylece olayların gelişmeleri ile birlikte ortaya çıkan sorunların değerlendirilmeleri ya da çözüme bağlanmaları ,siyasal oluşumların dayanak noktalarının belirlenmesinde etkili olmaktadır . Olayların birbirlerini toplum yaşamının sürekliliği içinde tetiklemesi , bir anlamda ortaya çıkan sonuçlar ile sorunlar arasında nedensellik bağlantısını kurduğu için bir anlamda her olay ya da gelişme kendinden sonrakini tetiklerken aynı zamanda onun dayanak noktası olmaktadır .

Her yıldönümünde Atatürk’ saldıranların öncelikle şunu iyi bilmeleri gerekmektedir :

Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurmak için Osmanlı İmparatorluğunu yıkmamıştır. Aksine, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için Türkiye Cumhuriyetini kurmak zorunda kalmıştır . Osmanlıcı geçinerek Türk ve cumhuriyet karşıtlığı yapmağa kalkışanların öncelikle Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmaları gerekmekteydi . Zamanında Osmanlı İmparatorluğunu korumak ya da kurtarmak için hiçbir şey yapmayan ya da yapamayan dinci,bölücü ve mandacı çevrelerin bugünün koşullarında hep birlikte bir cumhuriyet ve Atatürk karşıtı koro halinde hareket etmeleri , tam anlamıyla bir tarihsel komedi oluşturmaktadır . Batıcı mandacıların , Osmanlı İmparatorluğunu batı emperyalizminin yıktığını iyi bilmeleri , İslamcıların dinin Endülüs’te olduğu gibi Osmanlı devleti döneminde de bir siyasal kurtarıcı olamadığını ,bölücülerin ise çok uğraşmalarına rağmen tarihsel dönüşüm noktasında kendi devletlerini kuramadıklarını iyi bilmeleri gerekmektedir . Ne var ki , bu gibi zaaflarını göz ardı ederek eskisi gibi cumhuriyet rejimi ile beraber kurucu öndere saldırıya geçmek ,tam anlamıyla siyasal ikiyüzlülük olarak Türk kamuoyunda öne çıkmaktadır . Utanmak ya da sıkılmak gibi insanlık değerlerini unutarak eyleme geçen işbirlikçi Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ,Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için,

  • Türk ulusunun ve Türkiye’nin geleceği için kurucu önderin bir ulusal ve üniter cumhuriyet devleti kurmuş olduğunu her zaman göz önünde tutmaları gerekmektedir. 

Osmanlı imparatorluğundan Türk devletine geçiş bir tarihsel süreklilik içerisinde gerçekleşmiştir . Bugün Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde bir Türk devletinin bulunması tümüyle böylesine bir dönüşümün sonucudur .Tarihin kesişme noktasında Türkler bir ulusal kurtuluş savaşı vererek ve emperyalizmin işgalci ordularını geri püskürterek ulus devletler çağında kendi ulus devletlerini kurabilmişlerdir . Atatürk böylesine bir dönüşümü gerçekleştirirken tamamen o dönemin koşullarına uygun olarak hareket etmiş ,tarihteki olaylardan bilgilenerek çıkış noktası için fazlasıyla düşünmüş ve çalışmıştır . Bunları yaparken , kendisine akıl verecek ya yön gösterecek bir tecrübeli insan yanında olamadığı için ,bir anlamda tarih kendi mecrasında akmış ve Mustafa Kemal bir öncü ve kurucu olarak kendi yolunda başarıyla ilerleyebilmiştir . Tarihsel ya da siyasal bir dayanak noktasından yoksun olarak işe başlayan kurucu önder , tarihin dinamiklerini iyi kavrayarak ustalıklı bir hareket tarzı izlemiş ve bir anlamda kendi dayanak noktasını gene kendisi yaratmıştır . Atatürk Samsun’a çıkarken ,daha önce gerçekleşmiş bir serüveni tekrar etmiyor aksine tarihsel süreç içerisinde ilk kez ortaya çıkmış bir yeni durumda geleceğe dönük bir doğrultuda kendi yönünü arıyordu . Böylesine bir siyasal maceraya kalkışırken ,hedefe ulaşabilmek için dayanak noktasının iyi seçilmesi ve sağlam bir zemine basarak yola çıkılması gerekiyordu . Karşı karşıya gelinecek zorlukların aşılmasında geri adım atmamak için sağlam bir nokta esas alınmalıydı.

Fizik biliminin önde gelen alimlerinden Sirakuzalı Arşimed ,”Bana bir dayanak noktası bulun ,size dünyayı değiştireyim”demiştir .Hidrostatik bilim dalının kurucusu olan ve çok uzak mesafeli ok ve taş atmaya yarayan sistemlerin mucidi olan Arşimet banyoda suyun içinde bir keşifte bulununca “Buldum buldum “diyerek kendisini sokağa atabilmiş bir bilim öncüsüdür. O’nun gibi bir fizikçinin dayanak noktasının önemi üzerinde durması ve bütün dünyayı kaldırabilecek derecede bir gücün varlığını düşünebilmesi ve böylesine bir gücün ancak doğru bir dayanak noktasının seçilmesiyle kullanılabileceğini dile getirmesi ,sonraki dönemlerde bilimsel gelişmelere ışık tutmuş ve fizik alandaki buluşlar zamanla toplumsal yaşamı da yakından etkileyerek farklı siyasal sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır . Doğru seçilecek bir dayanak noktası ile dünyanın değiştirilmesinin mümkün olduğunu hatta daha da ileri gidilerek iyi bir dayanak noktasına dayanılmasıyla koskoca dünya gezegeninin bile kaldırılabileceğini Arşimed insanlığa öğretmiştir . Dünyayı kaldırmak kadar değiştirmek ya da yeni bir yörüngeye oturmak gibi işlerde çıkış noktası dayanak noktasıdır . Sağlam bir dayanak yoksa hiçbir şey yapılamaz , ama yeterince sağlam bir dayanak noktası varsa o zaman her şey yapılabilir ,istenirse koskoca dünya bile kaldırılabilir . Fizik laboratuarlarındaki deneyler, dayanak noktası ve kaldıraç ilişkileriyle ilgili birçok deneyi kanıtlayarak , doğru dayanak noktası ile yola çıkanların her türlü büyüklükteki cisimleri yerinden oynatabileceğini bilimsel bir bilgi olarak insanlığın yararlanmasına sunmuştur .

Bilimsel devrimlerin gerçekleştiği onbeşinci yüzyıl sonrasında bilimsel gelişmeler hızla ilerleyerek modern ve çağdaş dünyayı yaratırken , fizik alanında bilimsel açıdan belirlenmiş olan bazı kuralların zamanla diğer bilim alanlarında da devreye girdiği ve bilimsel çalışmalarda etkili sonuçlar verdiği görülmüştür . Dayanak noktası ya da kaldıraç gibi kavramlar fizik alanda maddi bir içerik kazanırken , daha sonraki dönemlerde toplumsal alanlarda da düşünülmeye başlanmış ve fizik ya da maddi ilişkilerin ötesinde, sosyal olaylar belirli bir toplumsallık içerisinde ele alınırken ,toplumun içinden ortaya çıkan sosyal gelişmelerin çıkışındaki dayanak noktası aranmağa başlanmış ,bu tür dayanak noktalarına dayalı bir biçimde gündeme gelen çıkışların bir kaldıraç gibi hareket edebileceği ve toplumu sarsarak başka yönlere doğru sürükleyebileceği zamanla toplum bilimlerinde ele alınarak yeni teori ve görüşlerin oluşumunda ağırlıklı olarak kullanılmışlardır . Sosyolojiye konu olarak giren bazı kavramların zamanla siyaset bilimine de yansıdığı ve ortaya karma bir bilim dalı olarak siyaset sosyolojisi gibi alanların çıktığı da görülmüştür . Fizik bilimler dünyayı incelerken , bu alandaki gelişmeler çeşitli yollardan topluma yansımış ve yeni ortaya çıkan bilimsel kavramlar sosyal bilimler tarafından kendi alanlarına uygun bir biçimde benimsenmiştir . Labaratuvar bilimlerindeki gelişmelerin sonraki dönemlerde bir metodoloji ortaya koyması , fizik bilimlerdeki bilimsel oluşum sürecine benzer bir gelişme çizgisini sosyal bilimlere de taşımıştır.

Fizik bilimlerinde problemler çözülürken yeni yeni teoremler geliştirilmiş ,fizik kurallar zaman içerisinde diğer bilim dalları açısından da ele alınarak tartışılmıştır. Özellikle , bilimsel devrimin fizik alanda gerçekleşmesi ve bu alanda hızla kurallaşma aşamasına geçilmesiyle beraber problem çözme metotları öne çıkmağa başlamış ve fizik problemlerin çözülmesi gibi toplumsal problemlerin çözümünde de benzeri yöntemlere başvurulmağa başlanmıştır . Fizik bilimindeki teoremlerde uygulanan bilimsel metotlara benzer yeni yöntemler de sosyal bilimler alanında öne çıkarılmağa başlanmış ve toplumsal sorunların çözümünde de teorem yaklaşımları geliştirilmeğe çalışılmıştır .Problem çözmeğe yönelen bütün teoremlerin bir çıkış noktası olduğu gibi sonraki işlemlerin de bir dayanak noktası olması gerektiği görülmüş ve böylesine bir bilimsel gelişme süreci içinde çıkış noktalarının aynı zamanda dayanak noktaları olduğu görülmüştür . Bu aşamadan sonra ,bilimsel gözlemler ,incelemeler ve gelişmeler daha hız kazanınca , fizik bilimi , diğer bilim alanları içinde öncü bir konuma gelmiştir . İşte daha sonraki dönemlerde hukuk ve siyaset gibi sosyal bilim alanlarındaki dayanak noktası kavramı fizik biliminden gelme bir yenilik olarak devreye girmiştir . Bilimsel gelişme süreci devam ettiği için benzeri etkileşimin bugün de sürdüğü görülmektedir.

Bu çerçevede, Arşimed’in dünyayı yerinden oynatmak için aradığı bir dayanak noktası , siyasal anlamda dünya düzenlerini de yerinden oynatmak için de söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır.

Batı emperyalizminin dünyanın merkezine hücum ederek bu bölgedeki imparatorlukları çökerttiği bir aşamada , Osmanlı devleti yedi asırlık bir hükümranlıktan sonra çökerken ,kendi küllerinden doğan Foniks kuşu gibi, Türkler’de imparatorluğu kaybedip bittikten sonra . tekrar Atatürk sayesinde yeniden doğarak tarih sahnesine çıkmışlardır . İşte böylesine bir dönüşüm aşamasında Türk ulusunu ayağa kaldıran kaldıraç ulusal kurtuluş savaşı olmuş ve bu savaşın da dayanak noktası , öncü ve kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.

  • Bu açıdan, Atatürk bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin dayanak noktasıdır. 

Çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluk düzeninden ,kısa zamanda üniter bir ulus devlet düzenine geçiş pek de kolay olmamış ama , kurucu önder sahip olduğu derin tarih bilgisi ile, iyi bir çıkış noktası belirleyerek kendisini dayanak noktası olarak ortaya koyduğu için , hem ulusal kurtuluş savaşı hem de cumhuriyetçi kuruluş aşamaları birbiri ardı sıra başarıyla tamamlanabilmiştir . Samsun’a çıkış sonrasında Anadolu’daki kutsal isyanın başına geçen Mustafa Kemal , çizdiği sağlam bir yol haritası ile hiçbir zaman geri adım atmadan ilerlemesini bilmiş ve başında olduğu siyasal devrimin aynı zamanda çıkış noktasını da belirleyerek , bu devrimci yapılanmanın kalıcı bir örgütlenmeye dönüşmesinde en güçlü dayanak noktasını oluşturmuştur . Fransız devrimi ile Sovyet devrimi gibi iki büyük tarihsel dönüşümün yaşandığı coğrafyanın tam ortasında ,bu devrimlerden yararlanılarak yepyeni bir Türk sentezi olarak Kemalist devrimin gerçekleştirilmesi ancak Atatürk’ün dayanak noktası olmasıyla açıklanabilecek bir olgudur.Fransız ve Sovyet devrimlerinin hazırlayıcısı bilim adamları ve çeşitli filozoflar olmasına rağmen , Türk devriminin tek hazırlayıcısı ve ideolojik önderi olarak Atatürk ,tam anlamıyla bir dayanak noktası olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Atatürk, beş bine yakın kitabı inceleyerek ve askeri ve siyasal kaynakları iyi değerlendirerek Türk devriminin yolunu çizerken Lenin gibi Karl Marks’a dayanmıyordu ya da Fransız devrimcileri gibi öncü filozofları aynen kopyalamıyordu.
Bu açıdan, Türk tarihinin dönüşüm noktasında Atatürk herkesten ve her filozof ya da komutandan yararlanmasına rağmen bütünüyle dayanak noktası olarak tek bir otoriteyi seçmiyor ,aksine kendisini dayanak noktasına koyarak ,o dönemin koşullarında oluşmuş olan devlet ya da siyaset aklını kullanarak hedefe ulaşmağa çaba sarf ediyordu .Hayatta tek yol gösterici olarak akıl ve bilimi benimseyen kurucu önder , bu yoldan giderek Türk ulus devletini çağdaş bir cumhuriyet rejimi olarak ortaya koyarken yolun taşlarını iyi seçmeğe çalışıyor ,sahip olduğu geniş kültürden yararlanarak çeşitli sorunları ya da çelişkileri aşarak tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlık hedefine doğru devlet gemisini yürütmeğe çalışıyordu . Atatürk bütün bunları bazen tek başına kalarak yapmağa çalışırken, geçmişten gelen hiçbir dayanak noktasına dayanamıyor ve kendi yolunu kendisi belirlemeğe çalışıyordu . Bir anlamda kendi dayanak noktasını kendisi yaratmak zorunda kaldığı için , bu açıdan Atatürk hem kurtuluş hareketinin hem de kuruluş eyleminin başlıca dayanak noktası haline geliyordu . Dünyanın çivisinin çıktığı , imparatorlukların tarih sahnesinden çekildiği birinci dünya savaşı sürecinde ,yeni bir dünya düzenine doğru gidilirken , mazlum uluslar beş yüz yıllık sömürgecilik ve emperyalizm girişimlerinden son derece rahatsız oldukları için , kendilerine ulusal kurtuluş savaşları için rehber olacak ya da onlar için dayanak noktası oluşturacak bir siyasal önderlik arıyorlardı . İşte , Atatürk ,böylesine büyük bir siyasal gereksinimin gündeme getirmiş olduğu siyasal önderdir .

Amerikalılar, Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu önderi olan
George Washington’un adını yeni kurdukları başkentlerine vermişlerdir
.

Atatürk Washington’dan daha fazlasını kendi ülkesine ve ulusuna veren bir ulusal önder olarak belki benzeri bir jesti hak ediyordu ama , Türkiye’yi kurucu önder Atatürk’ten ayırmak isteyen şeriatçı,bölücü mandacı üçlüsü Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığına sürekli olarak devam ettikleri için ,Türk ulusu kurucu önderine böylesine bir jesti zamanında gerçekleştirememiştir . Amerika’nın kurucu önderinin ismi başkentte yaşatılırken , bu isim devlet yapısının dayanak noktası olarak aynı zamanda en üst düzeyde yüceltiliyordu . ABD’de şeriatçı, bölücü ve mandacı üçlüsü olmadığı için herkes kurucu baba olarak George Washington’a saygı ile bakıyor ve bu ismi Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu başkanı olarak, aynı zamanda var olan devlet ve hukuk yapılanmasının dayanak noktası olarak görüyorlardı . Amerika’daki kurucu önderin saygınlığı ve etkinliği her geçen gün daha fazla öne çıkarılarak ,bu önderin ismi etrafında bütünleşmeye çalışılırken , Türkiye’de bunun tamamen tersi yapılarak malum üçlü koro tarafından Atatürk’e saldırılar artırılırken, Türk ulusu Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet devletiyle karşı karşıya getirilerek açıkça bir bölünme ve dağılma senaryosu emperyal güç merkezlerinin desteği ile her gün daha da tırmandırılarak oynanmaktadır . ABD’du kurucu önder birleştirici bir unsur olarak ele alınarak hukuka uygun bir değerlendirme yapılırken , Türkiye’de kurucu önder siyasal saldırıların baş malzemesi haline getirilerek , Türk devletinin dayanak noktası ortadan kaldırılmağa çalışılmakta ve böylece zaman içinde Türkiye’nin dağılmağa doğru sürüklenmesine çalışılmaktadır . Kurucu önderlerin dayanak noktası olarak kabül edildiği Amerika Birleşik Devletlerinde ,böylesine bir durumdan devletlerin güçlenerek çıktıkları görülürken , Türkiye’de bu durumun tamamen tersinin zorlanmasıyla Türk devleti Yugoslavya benzeri bir dağılma senaryosu ile karşı karşıya bırakılmaktadır .

ABD’de başkentin adı nasıl kurucu önderin adı olarak belirleniyorsa ,belki Türkiye’nin adının da Atatürkiye olarak benimsenmesi söz konusu olabilirdi .Geçen sene emperyalizmin zehirleyerek erken ölüme mahkum ettiği Venezuella devlet başkanı Chavez halkın büyük çoğunluğunun desteği ile göreve gelerek , gerçekleştirdiği ulusal bir devrim sonrasında devleti yeniden düzenlemiş ve emperyalizme karşı büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek Venezuella Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu önder Simon Bolivar’ın adını cumhuriyet devletinin adına eklemiştir .İspanyol emperyalizmine karşı büyük bir kurtuluş savaşı vererek Venezuella’yı ve diğer Latin bölgelerini tam bağımsız bir statüye kavuşturan Simon Bolivar’ın izinden giden Chavez , devletin yeni adını anayasa değişikliği ile “Bolivarcı Venezuella Cumhuriyeti” olarak belirlemiştir . Chavez böylece , kendi ülkesi üzerinden Latin Amerikanın kurtarıcısının çizgisine bütün Güney Amerika ülkelerinin gelmesi için açık bir adım atmıştır . Latin Amerika kıtasının bugünkü bağımsızlığının dayanak noktası olan Simon Bolvar’ın ismi bugün Venezuella Cumhuriyetinin yeni anayasasında ve resmi adında yer alarak tüm Latin dünyasına bağımsızlığın yolunu göstermektedir . Kendi deyimleriyle “ABD’ye çok yakın ama Tanrı’ya çok uzak “ olan bu bölgenin bağımsız varlığının simgesi olarak Simon Bolivar ,tüm Latin dünyasının bağımsızlığının dayanak noktası olarak Chavez devrimi sayesinde hak ettiği yere gelebilmiştir . Şimdi Türkiye’de , bir Atatürkçü iktidar göreve gelince devletin kurucu önderinin adını resmen devletin yeni ismi yerine koysa , Türkiye’de yer yerinden oynar,cumhuriyet karşıtı üçlü koro malum saldırı senaryolarını daha üst düzeyde tırmandırarak sürdürürlerdi . Simon Bolivar’ın anısına ayrıca Bolivya adıyla başka bir devlet kurulurken gene Latin bağımsızlığının dayanak noktası olan Simon Bolivar onurlandırılmıştır . Bolivya Cumhuriyetinin adı Bolivar ile özdeşleştirirken , Türkiye Cumhuriyetinin adının Türklük ve kurucu önder Atatürk isimlerinden uzaklaştırılmağa çalışılması ,Güney Amerika kıtası ile Orta Doğu bölgesinin karşılaştırılması açısından önemli bir konudur . Amerikalılar ya da Latinler kurtarıcılarına saygı gösterirken , Türkler ya da Orta Doğulular kurtarıcılarından asgari düzeyde bir saygıyı esirgemektedirler .

Eski Türk devletleri geleneği açısından konuya bakıldığı zaman ,tarih boyunca siyaset sahnesine çıkmış olan Türk devletlerinin sürekli olarak kurucu kral ya da imparatorun adı ile anıldığı görülmektedir . Cengiz han , Timur han ,İlhan han , Selçuk han ,Osman han ,Babür han gibi kurucu önderlerin isimleri devletlerin ya da imparatorlukların adı olarak resmen kabul edilmiştir . Osman beyin adı ile kurulmuş olan imparatorluğun çöküşünden sonra gücü eline alan Mustafa Kemal bir Kemali hanedanı ya da krallığı oluşturmamış , kendinden önceki Türk imparatorluklarının sürdürdüğü imparatorun isminin devletleşmesi geleneğini ortadan kaldırarak ,tarihte ilk kez Türk ulusunun adı ile bir ulus devlet kurmuştur . Atatürk ve cumhuriyet karşıtı Osmanlıcılar ya da hilafetçiler , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk’ün bu özverisini görmezden gelerek hem Türk hem de Atatürk isimlerine karşı çıkmaya devam ederlerken ,Amerikalıların ve
Latin halklarının kurucu önderlerine karşı gösterdikleri kadirşinaslığı görmezden gelmektedirler . Zamanında bütün güçleri elinde toplayan Atatürk , Anadolu toprakları üzerinde Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarından sonra bir Kemali hanedanı kurabilir
ve bu topraklardaki Türk imparatorlukları geleneğini kendi ismi ile taçlandırarak sürdürebilirdi . O’nun böylesine büyük bir özveri göstererek eski geleneği sürdürmemesi karşısında , Türk vatandaşı kimliği ile Atatürk düşmanlığı yapanların
iyi düşünmeleri ve utanmaları gerekmektedir.

  • Amerikalıların Washington’a, Latinlerin Simon Bolvar’a karşı gösterdikleri saygının çok daha fazlasını hak eden Türkiye’nin kurucusuna karşı emperyal projeler yüzünden gerçekten çok büyük haksızlık yapılmaktadır.

Gelinen bu aşamada , hem ülkesini kurtaran hem cumhuriyet rejimi kuran hem de büyük özverilerde bulunan kurucu öndere karşı sürdürülen planlı saldırı kampanyalarından Türk ulusu artık fazlasıyla rahatsız olmaktadır . Her şeyin bir doyum noktası olduğu gibi , bu konuda da artık bıkkınlık safhasına erişilmiştir .

Geçen sene bazı Kemalist yazarlar tarafından gündeme getirilen “Atatürk olmasaydı” konusunu , bu sene kapak konusu yapan bir dinci dergi , Yeni Osmanlı hayalleri ve Büyük Orta Doğu ile Büyük İsrail projeleri doğrultusunda ulus devlet ve laik cumhuriyet karşıtı çizgide yayın hayatına devam ederken , “Atatürk olmasaydı “ konusunu tartışma alanına getiriyordu . Bir başka dinci gazete , bir dinci derginin ilanı vesilesiyle tam sayfa olarak ,” Atatürk olmasaydı gene Türkiye olurdu “ başlığı ile Atatürk karşıtlığını düşmanlık noktasında öne çıkararak , Müslüman halk kitleleri ile laik devleti karşı karşıya getirebilmenin arayışı içine giriyordu . Kurduğu devlete Türk geleneğine aykırı bir biçimde kendi ismini vermeyerek ,büyük bir özveri gösteren Atatürk’ün laik ve ulusal devletine savaş açan şeriatçı,bölücü ve mandacı üçlüsü Atatürk’ü dışlayarak,
O olmasaydı gene Türkiye olurdu diye ilanlar vermekte ve yayınlar yapmaktadırlar . Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti de kurulamayacağı için , yerine Anadolu İslam devleti, Yakın Doğu Konfederasyonu, Orta Doğu Birleşik Devletleri, Büyük Orta Doğu Devleti ya da Büyük İsrail Federasyonu gibi emperyalist projelere uygun düşen çeşitli devlet modelleri düşünüleceği için,

  • Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti gibi laik ve çağdaş bir ulus devlet kurulamazdı.

Bu yüzden “Atatürk olmasaydı, gene Türkiye olurdu“ diye dinci gazetelere ilan verenler, gerçeği değil ama kendi gönüllerinden geçeni ifade etmektedirler. Böylesine bir durum da doksan yıllık laik Türk devletinin vatandaşlarının çoğunluğunun rahatsız olmasına yol açmaktadır. Atatürk olmasaydı, Atatürk gibi bir tarihsel önder kurucu irade olarak Türk devletinin dayanak noktası olarak yer alamayacağı için ,bugünkü çağdaş Türkiye cumhuriyeti devleti de siyaset sahnesine çıkamazdı . Bu açıdan ,kurucu önder Atatürk ile O’nun eseri Türkiye Cumhuriyeti arasında kopmaz bir bağ vardır ve bu bağ dayanak noktası ile devlet düzeni arasında köprü görevi görmektedir .

Batı uygarlığının önde gelen devletleri tarafından , batı emperyalizmine karşı savaşmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk’e zaman zaman ödüller verilmiş ve Türkiye’nin kurucu önderi hakkında önemli bilimsel yayınlar yapılarak ,hakkı teslim edilmeye çalışılmıştır . Batının uygar ve emperyal iki yüzü olduğu için , batı dünyasının uygar yüzü ile Atatürk onurlandırılırken ,emperyal yüzü ile de çeşitli saldırılar ve insafsız eleştiriler yapılmıştır . Bugünün koşullarında yüz yıl öncesini değerlendirmek gibi bir bilimsel yanlış , küresel emperyalizmin papağanı konumundaki mandacı kadrolar tarafından dile getirilirken , Atatürk’e karşı büyük haksızlık yapmağa devam etmişler ama bugün gelinen noktada Türk halkının ulusal tepkisiyle karşılaşmışlardır . On yıllık dinci bir yönetimin baskılarından sonra ,Türk ulusunun bir milyonu aşkın temsilcisi yeniden Atatürk’ün huzurunda saygı duruşuna geçerek ,kurucu öndere olan bağlılıklarını yinelemişlerdir . Neredeyse Anıtkabir’e gidilmesini bile yasaklama noktasına gelen baskıcı zihniyetin, bir milyonu aşkın insanın tepkisi ile karşı karşıya gelmesi , halktaki tepkilerin giderek tırmandığını açıkça göstermektedir.

  • Türk halkının en az Amerikan halkı ya da Latin Amerikalılar kadar,
    kurucu önderine sahip çıkmak ve O’na saygı göstermek hakkı vardır.

Küresel sermaye üzerinden medya ve basın organlarını ele geçirerek aksi doğrultuda yayın yapmanın hiçbir işe yaramadığını sosyal medya olgusu gözler önüne sermiştir . Yıllarca türk halkının beynini yıkamağa çalışan , medya kanalları ve basın organlarının artık eskisi gibi izlenmediği görülmekte , gazeteler bedava dağıtılırken , halk kitleleri magazin programlar ile yeniden medya ağına düşürülmeğe çalışılmaktadır . Ama gelinen noktada , işlerin tersine döndüğü ve güç merkezlerinin bütün plan ve programlarının çöktüğü görülmektedir . Bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti yeniden Atatürk’ün yolundan giderek, bağımsız bir gelecek arama noktasına gelmiştir .

Atatürk , hem Türk ulusunun kurtarıcısı hem de Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olarak Türkler için en önemli dayanak noktasıdır . Bugünün Atatürkçü kuşakları atatürk’ten daha şanslıdırlar çünkü onların örnek alacak ve yolundan gidecek bir önderleri vardır . Atatürk ,bu açıdan hem Türk ulusu hem de Türk devleti için sağlam bir dayanak noktası oluşturmakta ve her türlü saldırı girişimine karşı , Türkiye’nin temelinin sağlam kalmasını sağlamaktadır . Atatürk nasıl dünyanın en büyük devletlerinin emperyal saldırılarına karşı direnerek ,ülkeyi ve ulusu kurtarmışsa ,bugünün Atatürkçüleri de kurucu önderin izinden giderek aynı şekilde bir antiemperyalist savaş vermek ve böylece Türkiye cumhuriyetini sonsuza kadar yaşatma yolunu açmak durumundadırlar . Atatürk yola çıktığında dayanak noktasından yoksundu ,bu nedenle kendi dayanağı kendi oldu . Bugünün kuşakları ise böylesine bir çıkmazın ötesinde daha şanslı bir konumda , Atatürk’ü dayanak noktası alarak yola devam edebilmektedirler.

Bugün yaşanmakta olan bütün siyasal sorunların tamamı eski sorunlardı.
Atatürk zamanında bu sorunlar ile boğuşarak bunları göğüsledi ve çözüm üretti . Bugünün Atatürkçüleri ise Atatürk’ü hem dayanak noktası hem de emsal alma şansına sahip oldukları için ,,yapacakları tek şey Atatürk ne yaptıysa aynısını yapmaktır .Atatürk’ü kendisine başlıca dayanak noktası olarak alacak Türk gençliği ,ulusal kurtuluş savaşından gelen antiemperyalist bilinç ile hareket edecek ve Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyi içinde hak ettiği yere gelebilmesi için büyük bir mücadeleye kalkışacaktır.

Kendi partisine güvenmeyerek Türk gençliğine cumhuriyeti emanet eden büyük Atatürk’ün bu jestinin anlamı bugün yaşanan olumsuz koşullar doğrultusunda
daha açık ortaya çıkmaktadır.

Atatürk’ün kemiklerini sızlatan politikalara alet olanların,
Atatürk adına söyleyecek sözlerinin olmaması gerekir.

Böylesine olumsuz koşulları dikkate alacak Türk gençliği Cumhuriyetin bekçisi olarak harekete geçecek, Atatürk’ü başlıca dayanak noktası olarak alacak ve kurucu önderin yolundan O’nun yaptıklarına sahip çıkarak geleceğe yönelecektir.

  • Unutulmasın ki; Atatürk,
    Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca dayanak noktasıdır.