Etiket arşivi: İLK KURŞUN

Türker Ertürk: İŞGALCİLER İSİMLERİ DEĞİŞTİRİR


E. Amİral Türker Ertürk

portresi_sade

İŞGALCİLER İSİMLERİ DEĞİŞTİRİR

Atatürkçü Düşünce Dernekleri’nin davetlisi olarak üç gündür eski CHP MV
Şahin Mengü
 ile birlikte Almanya’dayız. Bu yazımı size Stuttgart’tan otel odasından yazıyorum. Bugüne kadar Wurtheim, Frankfurt ve Stuttgart olmak üzere üç yerde
panel yaptık. Bu panellerde hazırlanmakta olan yeni anayasa, dış politikamız ve
Suriye konularını konuştuk.

En çok dikkatimi çeken şey Almanya’da yaşayan Türk toplumunun ülkemiz sorunlarına olan duyarlığı, ilgisi ve Türkiye’nin nereye götürüldüğü konusunda duyduğu endişeydi.

Her panelden sonra dinleyici olarak katılanların soru sormasına imkan sağlamak için uzun zaman ayırdık. Ama biz ne kadar uzun zaman ayırırsak ayıralım, süre yeterli olmuyordu. Çünkü insanlarımız sordukça daha fazla sormaya çalışıyorlardı. Herkesin endişe, korku, infial ve kızgınlık içinde olduğunu gördük. AKP’ye ateş püskürülüyor ve Türkiye hızla felakete doğru sürüklenirken muhalefetin sessizliği, etkisizliği ve kimi zaman bu kötü gidişe desteği sorgulanıyordu.

En çok zorlandığım ve üzülerek anlattığım konu Türk dış politikasıydı.
Çünkü başında Davutoğlu’nun bulunduğu Dışişleri Bakanlığı’nın sürdürdüğü
dış siyaset Türklüğe düşmandı, hayal peşindeydi ve ülkemizin çıkarına olmayan
ama emperyalist işbirlikçisi olan çalışmalar içindeydi. Bu konuda sayısız örnek vermek mümkündü.

Panellerden sonra insanlarımızla uzun uzun sohbetler yaptık. Onları, dertlerini ve sorunlarını dinledik ve anlamaya çalıştık. Bu ilk gelişimiz değildi. Daha önce de
birçok kez Almanya’nın değişik kentlerine gelmiş aynı sorunları farklı bakış açılarından yine dinlemiştik.

Böl ve yönet!

Almanya’da yaşayan insanlarımızın en büyük sorunu bölünmüşlükleri
ve en temel sorunlarında bile bir araya gelme iradesini ortaya koyamamalarıydı.
Bu durum yanlış politikalar, çok uzun süren ilgisizlik, dinci ve tarikatçı yaklaşımlar nedeniyle oluşmuştu ve her geçen gün daha da derinleşmekteydi. Türkler Almanya’da yaşayan en büyük yabancı grubu oluşturmalarına karşın, bin bir parça olmaları nedeniyle güçlü bir ses verememekteydiler.

Etnik bölücülük ve tarikatçılık virüsünün arkasında Almanya’nın da olduğunu söylemek sanırım abartı olamaz. Emperyalizmin böl ve yönet ilkesi burada kendisini göstermektir. Almanya’da yaklaşık 3,5 milyona ulaşan Türkiye kökenli nüfusu, bir biçimde bölemez ve birbirine düşüremez isen, azınlık haklarına dek varan istemlerde bulunabilirler. Bölersen en temel hak istemlerinde bile bir araya gelemezler!

Ne yazık ki AKP yönetiminde bulunan dış temsilciliklerimizin çoğu, Almanya’da ve Avrupa’da yaşamını sürdüren insanlarımızın bölünmüşlüğüne bölünmüşlük katan faaliyetler içindeydi. Yalnız bu neden bile AKP’nin ivedi yıkılmasını gerektirmektedir.

Almanya’nın güneybatısında yer alan Stuttgart, 650 bin nüfusuyla bu ülkenin 6. büyük kent, olup Baden-Württemberg eyaletinin başkentidir. Stuttgart ve çevresi Almanya’nın en önemli endüstri merkezlerinden biridir. Mercedes, Porsche ve Bosch buradadır. Otomotivde dünya lideri olan Mercedes-Benz’in genel merkezi de buradadır.
Stuttgart borsası Frankfurt’tan sonra Almanya’nın 2. büyüğüdür.

Stuttgart’ın bizim için de önemli başka bir özelliği, 2008’de kurulan ABD’nin Afrika Komutanlığı’nın burada olmasıdır. 2011’de Libya’da yapılan operasyonda bu komutanlık aktif olarak görev almıştır. AKP hükümetinin Meclis’ten daha tezkereyi çıkarmadan Libya’ya gönderdiği 6 savaş gemimiz, bu komutanlığın sorumluluk alanında
görev yapmıştır.

Halen 4 yıldızlı bir general tarafından komuta edilen ABD’nin Afrika Komutanlığı, Stuttgart yakınlarında bulunan Kelly kışlasında konuşlanmıştır.

Bu kışla ilk kez Almanlar tarafından Helenen Kaseme adıyla 1938’de kurulmuş ve
2. Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın müttefiklerce işgal edilmesi sonunda 1951’den başlayarak Amerikalılar tarafından kullanılmaya başlanmıştır.

Amerikalı kahraman Başçavuş

Fakat Amerikalılar kışlanın adını Kelly olarak değiştirmişlerdir. Bu ad Amerikalı Kıdemli Başçavuş Jonah E. Kelly’e atfen verilmiştir. Başçavuş Amerikalılar için kahramandır ama bu kahramanlığı Almanlara karşı kazanmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında Belçika-Almanya sınırında Amerikalılar ile Almanlar arasında meydana gelen en uzun süreli (19 Eylül 1944 -10 Şubat 1945) muharebede (The Battle of Hürtgen Forest) Kelly, büyük kahramanlıklar göstermiş Almanların canına okumuştur.

Ne denli onur kırıcı değil mi? Sizin askerinizi öldürerek kahraman olmuş, sizin için düşman olan birisinin adı kendi topraklarınızda bir kışlaya ad oluyor. İster istemez,
işgal eden gücün buna hakkı oluyor. İşgali yaşayanlar da bu onursuzluğa katlanmak zorunda kalıyor.

Ya bizim ülkemizde neler oluyor? İstiklal Savaşı’nda düşmanla işbirliği yapanların, düşmanla aynı safta atalarımıza karşı savaşanların, emperyalist kışkırtma ile isyan edip askerimizi öldüren ve arkadan vuranların, karşı devrim operasyonlarında görev alan işbirlikçilerin ve hainlerin adları sağa ve sola verilmiyor mu?

Bu durumun tek bir açıklaması var; ülkemiz işgal altındadır.

Fakat işgal; halk uyanmasın diye işbirlikçileri eliyle gizli yapılmaktadır.

Bayrağımızın hala dalgalanıyor olması; işgali halkın gözünden kaçırmak içindir.

Saygılar sunarım.
İLK KURŞUN
19.3.12

ÇİFT PIRPIRLI MEKTUP!

Dostlar,

Yurtsever yazar Mustafa Mutlu‘dan insanı kahreden bir yazı…

Anadolu’da bir şehit ailesinin orada konferansta iken kendisine verdiği bir mektup metni..

Daha fazla tanıtıma gerek de yok, benim gücüm de yok..

Özellikle vicdan sahibi AKP’li kardeşlerimiz ve vicdanı nasır bağlamamış AÇILIMCILAR, en önemli sorun KÜRT SORUNU korosunun üyeleri okusun..

Ama mutlaka okusun..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 20.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

MUSTAFA MUTLU

Mustafa_Mutlu_portresi

çİft pırpırlı mektup!

Konferans davetleri nedeniyle Anadolu’yu karış karış dolaşıyorum. En son gittiğim yerlerden birinde sohbet bittikten sonra yanıma altmışlı yaşlarda bir beyefendi yanaştı.

Ben yıllarca devlete hizmet ettim. Bunu daha sonra okumanız için size vermek istiyorum ama lütfen şimdi açmayın” dedi.

Verdiği bir zarftı, katlayıp cebime koydum.

Bir gün sonra İstanbul’a döndüm, ceketimi çıkarıp askıya asmak için ceplerini boşaltmaya başladım.

O sırada fark ettim zarfı ve hemen açtım. İçinden önce askerlerin “çift pırpır” dedikleri bir çavuş rütbesi çıktı.

Daha da meraklandım ve zarftaki mektubu çıkarıp okumaya başladım. Aslında bu mektubu yayınlamayacaktım ama… Fransa’da öldürülen teröristlerin dünkü cenaze görüntülerini izledikten sonra, farz oldu:

***

“Mustafa Bey. Şehrimize geleceğinizi duyduğum günden beri bu mektubu yazıp yazmamak konusunda karar veremedim. Şimdi yazıyorum ama size verip veremeyeceğimi bilmiyorum. Belki son anda vazgeçerim.

Eğer okuyorsanız; cesaretimi toplamışım demektir.

Beyefendi.

Mektubumun kahramanı biricik oğlum S.

Bir de kızımız var Allah bağışlarsa.

O sadece mektubumun değil, annesinin, benim, bütün ailemizin ve şehrimizin kahramanı. Bugün geldiğiniz kentte adını taşıyan bir ilköğretim okulu bile var.

Meslek Lisesi’nde okudu oğlum, motor bölümünde.

Okulunu bitirir bitirmez de mesleğiyle ilgili bir iş buldu. Takım anahtarları elinde kelebek gibi uçuşurdu. Cin gibi bir çocuktu. Askerlik yaşı gelince koşa koşa gitti. Annesi biliyormuş ama ben sonradan öğrendim, sevdiği bir kız varmış, onunla bir an önce evlenmek istiyormuş. O yüzden askerlik engelini önünden kaldırmakmış niyeti.

Askere 1998’in Mart ayında uğurladık oğlumu davulla zurnayla. Acemiliğini Bilecik’te jandarma olarak yaptı. Orada onbaşı oldu. Sonra dağıtımı Şırnak’a çıktı. Dağıtıma gitmeden önce memlekete uğradı, öpüşüp koklaştık. Bu, onu son görüşümüz oldu. Çünkü 6 ay 19 gün sonra şehit olduğu haberi geldi. Meşhur karakol baskınlarından birinde can verdi.

Haberi duyduğumuzda kahrolduk tabii, o bizim tek oğlumuzdu. Cenazesi, şehit haberinden üç gün sonra geldi. Biz karımla ve kızımla bu sürede bir karar verdik:

Ne cenazede, ne de cenaze sonrasında ağlamayacaktık. Çünkü gözyaşlarımız oğlumuzun ruhunu huzursuz eder diye düşündük.

Söz verdiğimiz gibi; gözyaşlarımızı içimize akıttık.

1998’in on ikinci ayından beri, geçen ayın ortasına kadar kimse bizim ağladığımızı görmedi. Ne zaman televizyonda bir şehit haberi duysak, günlerce uykularımız kaçtı ama ağlamadık.

Karım, oğlumuzu toprağa verdiğimiz günden beri oğlumun arkadaşlarıyla karşılaşmamak için sokağa çıkmıyor.
14 yılda sadece 16 kez sokağa çıktı:

14’ü oğlumuzun doğum gününde kabristana gitmek için, iki kere de zorla hastaneye götürdüm.

Balkona bile çıkmıyor. Kendisini eve hapsetti. Evet; söz verdiğimiz gibi ağlamıyor ama yaşamıyor da…

Geçen aydan beri ise durum değişti Mustafa Bey.

Gece gündüz, durmadan ağlıyor. Ne yapsak, ne kadar yalvarsak durduramıyoruz. Kızımın kocası doktor, sakinleştirici hap veriyor, iğne yapıyor ama o bana mısın demiyor.

Neden ağladığını ise tahmin etmişsinizdir sanırım.

Devletimiz, adını bile anmak istemediğim o alçakla kaldığı inde görüşmeye başladı ve bunlara genel af gibi söylentiler çıktı ya işte o yüzden.

‘Helaaaaalllll etmeeeem, helaaaallll etmeeeem. O köpeklerin elini eteğini öpenlere hakkımı helaaaallll etmeeeemm’ diyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

Elbette biz de vicdan ve insaf sahibi her vatandaş gibi akan kanın dinmesini istiyoruz Beyefendi.

Suça bulaşmamış olanların kazanılmasını da istiyoruz.

Ama söz konusu olan cinayetse af yetkisi sadece maktulün annesinde, babasında, karısında ve çocuğundadır.

Biz affetmiyoruz Mustafa Bey…

Nasıl affederim ki, onlar sadece oğlumu öldürmediler; kızımın, karımın, benim hayatımızı bitirdiler. Soframızdaki bereketi kuruttular, yüzümüzü soldurdular. Bizi canlı ceset haline getirdiler.

Müebbet hüzne mahkûm ettiler.

Ne yediğimizi biliyoruz, ne içtiğimizi.

Karım her gün beş vakit namazdan sonra, ‘Al benim de canımı, kavuştur oğluma Allah’ım’ diye dua ediyor; bu duaya 12 yıldır günde beş kez tanıklık etmek nasıl bir duygudur bilir misiniz Mustafa Bey…

Son yıllarda karımın bu sesli duasını duyduktan sonra ben de her defasında ‘Beni de unutma Ya Rabbim’ diyorum.

Allah bize oğlumuzun katillerinin yüzünün güldüğünü göstermesin. Adaletsiz acı, kanayan parmak bırakmasın.

Ve Allah, bizi yönetenler dahil hiç kimseye böyle bir acı yaşatmasın Mustafa Bey…

Bu mektubu size verirken bu kadar kararsız kalmamın nedeni, yine karım.

Hani siz yayınlarsınız da ona da yazınızı okuyan komşular haber verir ve acısı katlanır diye endişe ediyorum. Bu yüzden ne olur oğlumuzun ve şehrimizin ismini, bizim isimlerimizi yazmayın. Bizi tanıyan komşulardan da rica ediyorum; lütfen karıma haber vermeyin.

Fakat siz bu mektubumu yayınlayın ki her gün ekranlara birilerini çıkarıp, ‘Şehit aileleri İmralı’da sürdürülen uzlaşma çabalarını destekliyor’ diye haber yapan televizyoncular biraz utansın.

Öyle düşünen aileler de olabilir ve onlara saygı duyarız. Ama biz oğlumuzu bizden alan katilleri affedeni affetmeyiz.

Bu dünyada hesabını soramazsak bile öbür dünyada iki elimiz yakalarında olur.

Allah sizi, tüm yakınlarınızı ve milletimizi, bizim yaşadığımız acıları yaşamaktan korusun.”

***

Bana “İmralı’daki gizli görüşmelerde konuşulan çok önemli detay” haberleri gelmez…

Anadolu’yu gezerim; bir beyefendi buğulu gözlerle yanıma yaklaşır, elime bir zarf tutuşturur…

Açarım o zarfı; içinden şehit bir çavuşa ait “çift pırpır”la, babasının yazdığı bir mektup çıkar…

Yani halkım gibidir, bizim kaderimiz:

Bize hep acı düşer!

*****

GÜNÜN SORUSU

Sorum İmralı’da cezasını çeken teröristle pazarlık yapan devlet görevlilerine:

Yukarıdaki mektubu yazan babanın bana gönderdiği “çift pırpır”ı içinizden birine göndermek istiyorum. Kabul edebilecek kimse var mı?

(İLK KURŞUN, 18.1.13)

SOKRATES ADALETİ

Em. Amiral Türker ERTÜRK

Size bu yazımı “Suriye’de nelere oluyor? Tür­kiye’nin rolü nedir?” konusunda Avrupa Ata­türkçü Düşünce Derneği‘nin planladığı panel­lere katılmak için geldiğim Viyana’dan yazıyo­rum.

Suriye‘de 18 aydır devam eden bu gayri ah­laki savaşın arkasında ABD ve İsrail’in olduğu­nu, AKP yönetiminde Türkiye‘nin bölgesinin ve kendisinin çıkarına olmayan bu savaşta işbirlikçi ve taşeron rolünü üslendiği anlatıyoruz.

Suriye‘ye müdahalenin koşullarını olgun­laştırmak ve bu ülkede beraber yaşamanın şart­larını etnik ve mezhepsel temelde ortadan kal­dırmak için ülkemiz toprakları terör üssü hali­ne getirilmiştir. Bu yapılanlar insanlık suçudur, sorumlularının er veya geç yargılanmasını ge­rektirir.

Panele katılan Türklerin yanıtını en çok me­rak ettiği “Suriye’nin bölünmesinin, Türki­
ye’nin bölünmesine ve bölgenin yangın yerine dönmesine neden olacağı bu kadar açıkken, Türkiye’nin niçin bu savaşta emperyalizmin uşaklığını yaptığı?” konusu olmuştur.

Biz de yanıtlamaya çalışıyoruz; işte bunun için Türk Silahlı Kuvvetleri‘ne operasyonlar yapıl­mış ve bunun için dijital terör unsuru Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki davaların alt ya­pısı oluşturulmuştur.

Balyoz Kararınaa şaşırmadım

Balyoz davasının mahkeme kararını burada, Viyana‘da öğrendik. Bu davaları yakından iz­leyen, duruşmalara giden ve başından itibaren bu konulan yer aldığı “büyük resmin” içinde ya­zan ve anlatmaya çalışan bir insan olarak hiç şa­şırmadık.

Bu karara şaşıranlar; Büyük Ortadoğu Projesi‘ni, Türkiye‘nin bu proje içinde biçilen rolünü, bu role uygun dönüştürülme operasyonlarını an­layamayanlar ve algılayamayanlardır.

Türkiye‘de son günlerde terör niçin arttı? Tür­kiye, Suriye ve İran‘a karşı niçin düşmanca tu­tum takındı? Türkiye Kürecik’e İsrail‘i korumak için radar konuşlandırılmasına niçin izin verdi? Türkiye Irak‘ta niçin bölücülük yapıyor ve Maliki‘ye düşman? Türkiye Irak‘ta terör suçundan hüküm giymiş Tarık Haşimi‘yi niçin sakla­makta ve korumakta? AKP Milli Bayramlarımızı niçin yasaklıyor? Yeni anayasa nereden çıktı? Bu eğitim ve öğretim yılında uygulamaya baş­ladığımız “4+4+4″ adı altındaki ortaçağ ka­ranlığının eğitim sistemi nereden çıktı? Soruların yanıtlarını tek tek ararsanız şaşırmaya devam edersiniz.

Balyoz, Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüştü­rülmesinin ve Türkiye‘nin Ortadoğu‘da em­peryalizmin taşeronu olarak kullanılabilmesinin önünü açan operasyonlardan biridir. Bunu doğru anlarsanız karardaki hukuksuzluğu ve ada­letsizliği kavramanız kolaylaşır. Bu bir savaştır, savaşta acımak olmaz.

Balyoz Kararı siyasidir ve dava açıldığı gün sonucu belirlenmiştir. Yargılama ise dostlar alışverişte görsün yaklaşımı için yapılmıştır. Sanıklar aley­hine ciddiye alınabilecek tek bir delil yoktur. Hepsi “kes, biç ve yapıştır” türü uydurma diji­tal belgelerdir. İçlerinde ıslak imzalı bir belge bi­le yoktur. Sanıkların lehine olan deliller dosyalardan uçurulmuştur. Duruşmaların Silivri‘de yapılmasının nedeni ise davayı halkın gözünden kaçırmak ve sanık ailelerine eziyet çektirmek içindir.

Hemen tahliye ederdim

Duruşmaların başladığı ilk aylarda ben ka­rarımı vermiştim. Bunu yazdım da! “Eğer yar­gıç olsam veya mahkeme başkanı, bu davayı he­men durdurur, sanıkları hemen tahliye eder, esas bu kumpası düzenleyenlerin bulunup yargılan­ması için geniş kapsamlı soruşturmanın başla­tılması kararını verirdim.”

“Balyoz Darbe Planı” denen şey tümüyle hayal ürünü olup belirlenen hedeflere ulaş­mak ve gerçek niyetleri gizlemek için kurgu­lanmıştır. Bunu anlamamak; ya zeka özürlü ol­mak, ya gafil olmak, ya operasyonun bir par­çası olmak, ya da Türkiye Cumhuriyeti‘nin ku­ruluş felsefesine, Atatürk‘e ve Türk Devrimle­rine düşman olmak kavramı ile açıklanabilir.
Balyoz Darbe Planı’nı kurgulayan, uyduran ve hayal eden irade Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Silahlı Kuvvetleri‘ne karşı darbe yapmış­tır. Esas bu güç darbeden dolayı mutlaka yar­gılanmalıdır.

ABD Başkanı Obama‘yı elinde beyzbol so­pası olduğu halde Erdoğan ile telefonda görü­şürken gösteren ve basına servis edilen fotoğ­rafla verilen mesajın arkası Balyoz kararı ile dol­durulmuştur. Beyzbol sopası Türk Silahlı Kuv­vetleri‘nin kafasına inmiştir. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri AKP hükümetine Suriye veya Orta­doğu‘da ki diğer taşeronluk konularında ayak sürümeye devam ederse kafasına başka darbeler de yiyecektir. Obama‘nın tuttuğu sopa yalnız as­ker için değildir. Eğer Erdoğan kendisine biçi­len rolü oynamakta nazlanırsa bu sopa bu se­fer onun kafasına inecektir.

“Daha hukuki süreç tamamlanmamıştır” söylemi tepkileri azaltmaya ve Türkiye Cumhuriyeti‘ne ve Türk Silahlı Kuvvetleri ne yöne­lik tasfiye operasyonunun salimen nihayetlendirilmesine yöneliktir. Sokrates‘e sunulan ada­lete razı iseniz size sözüm yoktur.

Sevgili okurlar,

MÖ 399 yılında Tanrılara say­gısızlıktan idam cezası alan ünlü filozof Sokra­tes’in masum olduğuna karar verildi. Ama bu beraat karan ceza infaz edildikten tam 2411 yıl sonra Atina‘da kurulan temsili mahkemede bu yıl içinde alındı.

Saygılar sunarım.

İLK KURŞUN, 25.9.12