Etiket arşivi: Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa

BÜYÜK TAARRUZ – BÜYÜK ZAFER

BÜYÜK TAARRUZ, BÜYÜK ZAFER

ZAFERLERİ VE MAZİSİ İNSANLIK TARİHİYLE BAŞLAYAN, ZAFERLE BERABER MEDENİYET NURLARINI TAŞIYAN
KAHRAMAN ORDUMUZUN, 
30AĞUSTOS1922’DE KAZANDIĞI
“BÜYÜK ZAFER” MİLLETİMİZE KUTLU OLSUN.

AZİZ ŞEHİTLERİMİZİ VE (BAŞTA GAZİ M. KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE) KAHRAMAN GAZİLERİMİZİ RAHMETLE, HÜRMETLE ANIYORUZ…

Displaying f.k-ATATÜRK26Ağs.jpg

“BÜYÜK TAARUZ, BÜYÜK ZAFER” başlıklı yazım aşağıdadırr.

PORTRESİ

ŞAHAP OSMAN ARAS
Emekli Kurmay Albay – Tarihçi Yazar (2016 – İZMİR)

BÜYÜK TAARRUZ – BÜYÜK ZAFER

25/26 Ağustos 1922 gecesinde; işgalci Yunan Ordusunun Başkomutanı General Hacı Anesti İzmir’de keyif çatarken, cephedeki komutanlar da Afyon Belediye Binasında balo düzenleyerek eğleniyordu… Türk Ordusunun Başkomutanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa ise, Afyon/Kocatepe’de (beraberinde Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa olduğu halde) taarruz için, fecir vaktini bekliyordu. 26 Ağustos Cumartesi sabahı, yoğun bir topçu ateşinin ardından başlatılan hücumla Kahraman Mehmetçiklerimiz, düşmanın “6 ayda geçilemez denilen” tahkimli mevzilerini bir hamlede aşarak, Sincan Ovası’na indi.

27 Ağustos günü Afyon işgalden kurtarıldı. Baskına uğrayan düşman, 27/28 Ağustos gecesi İzmir istikametinde geriye çekilmek istedi. Ancak, Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki 5 inci Süvari Kolordumuz düşmanın çekilme yollarını kesmişti. Böylece, 1. ve 2. Yunan Kolorduları Dumlupınar’ın kuzeyine sürüklenerek, Murat Dağı eteklerinde çembere alındı… Burada, 30 Ağustos günü yaşanan Meydan Muharebesinde, beş Yunan Tümeni imha edildi. Savaş gücünü tümden yitiren düşman güçleri,  bozguna uğrayarak, İzmir’e doğru kaçmaya başladı… Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa, bu muharebeyi 1181 Rakımlı (Zafer) Tepe’de karargâh kurarak bizzat yönettiği için, “Başkumandan Meydan Muharebesi” adı verilmiştir.

Yenilgiye uğrayan Yunan Ordusunun komutanları, başlarında General Trikupis olduğu halde, 2 Eylül günü Uşak dolayında tutsak alındılar. 5 inci Kolordumuzun kahraman süvarileri düşmanın tüm haberleşme ve demiryolu ulaşım imkanlarını felce uğratmış olduğundan, 1 inci Kolordu Komutanı General Trikupis; General Hacı Anesti’nin görevden alınarak, kendisinin Başkomutanlığa atandığını” tutsak düştüğü birliğin komutanından öğrendi… Başkomutan M. Kemal Paşa ve karargâhı 3 Eylül günü Uşak’ta idi. General Trikupis ve 2 nci Kolordu komutanı General Diyenis (1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa ve 4. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’nın gözetiminde) Gazi Paşa’nın huzuruna getirildiler.

ATATÜRK tutsaklara yer göstererek kahve ısmarladı ve ardından, düşman cephesinde yaşananları öğrenmek için, onları sorgulamaya başladı… General Trikupis: “Büyük Taarruzun başladığı gece,  her şeyden habersiz olarak Afyon’daki bir baloda eğlendiklerini; bir ucu Kütahya’da, diğer ucu Afyon’da olan Türk Taarruzunun baskın tarzında başlayarak Yunan mevzilerini ezip geçtiğini; şiddetli bir sele kapılmışçasına Murat Dağı’nın eteklerine doğru sürüklendiklerini ve de Kızıltaş Deresi vadisinde kapana kıstırıldıklarını” büyük bir üzüntüyle anlattı.

Sonrasını da, yine bizzat General Trikupis’ten dinleyelim: “30 Ağustos gününe kadar toplarımızı kısmen kullanarak, geri çekiliyorduk. Fakat, sırtımızı o yamaca (Murat Dağı yamaçlarına) dayadıktan sonra, hiç mecalimiz kalmamıştı. İşte o zaman, sizin süngüleriniz parıldamaya başladı. Arkamız, önümüz, her yanımız süngü… Artık, sonumuz gelmişti. Atımı bile bulamadım; ormanların içinde, yollara düştüm.” Tutsak Yunan Generali, bozgunu böylece özetledikten sonra, Gazi’ye sorar: “Siz bu savaşı nereden yönetiyordunuz?” 

ATATÜRK’ün yanıtı: “İşte, tam o süngülerin parıldadığı yerden!”

Trikupis şaşırır; müthiş bir heyecana kapılarak, saygıyla doğrulur. “İşte, savaş böyle kazanılır… Değilse, yüzlerce kilometre uzakta, harita üzerinde pergelle ölçüp/biçerek savaş yönetilmez” der… Yunan Ordusunun Başkomutanı General Trikupis (1868-1959) tutsaklıktan kurtulup ülkesine döndükten sonra, yaşamı boyunca her 29 Ekim’de Atina’daki Büyükelçiliğimize gelerek; ATATÜRK’ün fotoğrafı önünde saygı duruşunda bulunmuştur. Düşmanların bile sevgi ve saygısını kazanan Gazi M. Kemal ATATÜRK’ü karalamaya çalışan gafilleri Allah ıslah etsin.

============================

Dostlar,

İzmir’den değerli dostumuz Em. Kurmay Albay – Tarihçi Yazar Sayın ŞAHAP OSMAN ARAS’ın özlü makalesi yukarıda…

Kendisine teşekkür borçluyuz..

Bize bu utkuyu (zaferi) ve sonuçlarını (Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti!) kanları ve canları pahasına bağışlayan vatan evlatlarına minnetimiz ödenemez… Aziz hatıralarına saygılı olmanın en etkili yolu, kutsal vatana – cumhuriyete – bağımsızlığımıza – ulusumuza sahip çıkmaktır!

Sevgi ve saygı ile.
30 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Samsun: Şanlı Geleceğin İlk Basamağı


Samsun: Şanlı Geleceğin İlk Basamağı

Turkkaya_Ataov_Portresi_Ermeni_soykirimi_belgesi_yok

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Samsun sanki Karadeniz’in Mezopotamya’sı gibi iki “renkli” ırmağın, Kızılırmak’la Yeşilırmak’ın ortasındadır. Bu yalnız bir kent, yalnız bir il değil, şanlı bir geleceğin
ilk basamağı, uzun bir yolun birinci büyük kilometre taşıdır.
Samsun’dan Erzurum’a, Sıvas’a, Ankara’ya, Afyon’a, İzmir’e ve sonunda Lozan’a.
x
Mustafa Kemâl’in buraya ulaşmasına izin verenler gerçekte onu İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir neden aramışlar ve bunu bulmuşlardı. Vahdettin kabinelerinde O’nun için birbirinden farklı iki düşünce vardı: Biri O’nu kendilerine kazanmak,
öteki de bu amaçla güvenilir biri olmadığı düşüncesini kabul ettirmek. Aylarca süren tartışmalardan çıkardıkları sonuç şu oldu: Başkentte birtakım olumsuz düşünceleri başkalarına aktarıyor, belki birtakım hazırlıklar yapıyordu. Bu yönden güvenilmez,
yani Saray’ın işine yaramazdı! İstanbul’dan uzaklaştırmak için çıkan fırsat da şu: Saray’a verilen İngiliz yazanaklarına göre, kimi Türkler Samsun ve çevresinde
Rum köylerine saldırıyorlarmış. Osmanlı yönetimi bunu durdurmalı! Orada güvenliği sağlamak için Mustafa Kemâl Paşa o yöreye denetleme göreviyle gitmeliymiş.
Bir taşla iki kuş!

O’nu çağırıp yeni görevi veren Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya yanıtı:

”Böyle midir? Zannetmiyorum, fakat bir şeyler olmak ihtimali var.”
Saray’ın iki amacı birbirine kilitleniyordu: O’nu başkentten uzaklaştırmak,
ayrıca Rumların koruyucusu işgâlci İngilizlerin istediklerini yerine getirmek.

Mustafa Kemâl’in amacı ise başkaydı. Bu öneri kendine yapılmadan önce,
Şişli’de şimdi müze olan eve İsmet Bey’i (İnönü) çağırıp masaya bir Türkiye haritası açmasını istedi. İsmet Bey’in “Ne yapacaksın?” sorusuna (Falih Rıfkı Atay’a anlattığı kendi sözleriyle) yanıtı:
  • “Hiçbir sıfat ve selâhiyet sahibi olmaksızın Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?”
  • “Karar verdin mi?”
  • “Şimdilik, bundan bahsetmeyelim.”
  • “Ne yapacağını bana ne zaman söyleyeceksin?”
  • “Zamanında!”

Anadolu’ya geçen komutanlarla da en başta bu amaçla ilgiliydi. Kurmay okulunda
aynı sınıfta bulunduğu Ali Fuat Paşa (Cebesoy) 20’nci Kolordunun başına atanmıştı. O’na dedi ki:

“Bundan sonra ehemmiyetli şeyler olacaktır. Kolorduna hakim ol.
Etrafına emniyet ver. Hele halk ile yakından temas et.”
İstanbul’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın da (Çakmak) ulusun önünde sonunda silâha sarılmak zorunda kalacağından kuşkusu yoktu. Mondros Silâh Bırakışma Antlaşmasına göre (30 Ekim 1918), her yerdeki cephane yengin (galip) devletlere teslim edilecekti. Fevzi Paşa, antlaşma koşullarını uygular gibi görünerek, onları Anadolu’nun içinde kalabilecek yollardan sevk eder gibi davranışlar sergiledi. Örneğin, Diyarbakır’dakiler trenle İstanbul’a hemen gelebilecekken onları kağnılarla Sıvas üstünden Samsun’a yollatmıştı. Kütahya’dakileri Ankara-Sıvas yönüne çevirdi. Çanakkale’deki toplar da gizlice sonradan Mustafa Kemâl’in işine yarayacak noktalara geldiler. İstanbul’dakiler de, (Fevzi ve Cevat Paşaların yönlendirmesiyle) kimse farkında olmadan, benzer yollardan Mustafa Kemâl’in eline geçmiştir. Fevzi Paşa da Ankara’ya kapağı atıncaya değin, süngü tehditleri altında bu acılarla yaşamak zorunda kalmıştı.

  • Demek ki, Samsun’a gönderenle gidenin amaçları başkaydı.

O’nu başkentten uzaklaştırmak için bir görev bulmuşlardı. Mustafa Kemâl de,
şu ya da bu nedenle, Anadolu’ya geçme fırsatı arıyordu. Kendisine görevi bildiren Diyarbakırlı Kâzım Paşa, Harbiye Nazırı’nın şu buyruğunu iletmişti:

“Maksat Samsun havalisinde Rumlara tecavüz eden Türkleri tedip etmek;
sonra, Anadolu’da birtakım millî teşekküller beliriyormuş; onları da ortadan kaldırmak! Bunun için yolluyoruz.”
Mustafa Kemâl’in önem verdiği ise, “yetki” sorunuydu. İstediği iki şey vardı:
Anadolu’nun her yanına emirler verebilmesi, asker ve sivil yöneticilere
yol gösterebilmesiydi. Bu yetkileri aldı. Kâzım Paşa: “Bir şey mi yapacaksın?””Bu maddeler olsa da, olmasa da yapacağım.”Bakanlıktan çıkarken “heyecandan dudaklarını ısırdığını” anımsıyordu. Kendi sözleriyle:

“Kafes açılmış, önde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa hazırlanan
bir kuş gibiydim.”

Yanına alacağı kişileri kendi seçti. Öte yandan, Fethi Bey (Okyar) gibi kimi arkadaşları tutukluydular. Hapishane müdürü Ali Bey, savaş sırasında (kendi komutanının savsaklığı nedeniyle) yanlış bilgi verdiği için açığa çıkardığı eski 20’nci alay komutanıydı.
Ama Ali Bey bu kırıklığına karşın O’nu son gördüğünde şöyle demişti:

“Paşam, haber aldık, Anadolu’ya gidiyormuşsunuz. Ne vakit emrederseniz, mevkuflardan istediklerinizi yanıma alarak size geleceğim.”

Ayağa kalkıp Ali Bey’in elinden tuttu:
“Bana muvaffakiyetimin ilk müjdelerini veriyorsunuz, teşekkür ederim.”14 Mayısta Sadrazam Damat Ferit Paşa O’nu ve Cevat Paşa’yı Nişantaşı’ndaki
evine çağırdı. On beş ay sonra 10 Ağustos 1920) Sèvres Antlaşması’nı imzalayacak olan Sadrazam “Müfettiş Paşa”ya sordu:“Samsun ve havalisinde ne yapacaksınız? Nerelere kadar kumanda edeceksiniz.
Bana harita üstünde gösterir misiniz?”

“İngiliz raporlarına göre, bazı karışıklıklar varmış. Mübalağalıdır.
Yerinde yapacağımız tahkikatla hallederiz….Ufak bir parça.”
“Zaten, nerede kuvvet kaldı ki!” diyen Cevat Paşa, Sadrazamı endişelendiren konunun önemli olmadığını anlatmak istermiş gibi masadan uzaklaştı. Konaktan çıktıktan sonra Cevat Paşa’yla Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye yürürken Cevat Paşa içtenlikle sordu:
“Bir şey mi yapacaksın, Kemâl?”
“Evet, Paşam, bir şey yapacağım…Mutlaka muvaffak olacağız!”Müfettişlik karargâhını Samsun’a götürecek olan Bandırma vapuru, 16 Mayıs 1919 günü Galata rıhtımında sabahtan akşama değin bekleme buyruğunu almıştı.
Mustafa Kemâl veda için Fevzi Paşa’ya gitti. İzmir’e çıkmaya hazırlanan Yunanlar adalara asker yığmaya başlayınca, Fevzi Paşa saldırıya ateşle karşı koymak gerektiğini kendi imzasıyla dağıtıyormuş. Bu nedenle görevden alınarak yerine Cevat Paşa atanmış. Fevzi Paşa haritada İstanbul’u göstererek,
  • “Buradaki rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz,
    bu ne akıldır?” diyordu.
Ardından, Yunanlar 15 Mayıs’ta (1919) İzmir’e çıktıklarında,
kabine üyeleri “Allah, Allah” ve “protesto edelim” demekle yetinmiş ve eklemişlerdi:
“Başka ne yapabiliriz?”Mustafa Kemâl, Damat Ferit kabinesini bu sersemlik içinde bırakarak Yıldız Sarayı’na gitti. Bulunduğu salonun Boğaziçi’ne açılan penceresinden yan yana dizilmiş
yabancı zırhlılar görünüyordu. Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuştu. Vahdettin’i veliahtlığında ve padişahlığında tüm duyguları, düşünceleri, eğilimleri ve ikiyüzlülüğüyle tanımıştı. Halife-Sultan Türklerin hiç güçleri kalmadığına inanıyordu.
Tek dayanağı, İstanbul’a egemen olanların siyasetine uymaktı. Mustafa Kemâl’e verilen görev de, yabancıların yakınmalarının üstüne eğilerek sorunu onların istedikleri biçimde çözmekti. Vahdettin’in beklediği, yurdun bu Saray siyasetinin doğru olduğunu kabullenmesi ve buna karşı gelen Türklerin cezalandırılmalarıydı.Mustafa Kemâl’in bir iki dostu, O’na gidişine izin verilmeyeceğini ya da vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Galata rıhtımına geldiğinde, Bandırma’nın
uzakta demirlediğini gördü; gemiye sandalla gitti. Yabancı subaylar ve askerler
gemiyi Kız Kulesi yakınlarında uzun uzun denetlediler. Boğaz’dan çıktıklarında
kaptana tehlikeleri anlattı. Kaptanın yanıtı:

“Ne terslik; bu denizi iyi tanımam; pusulamız da bozuk!””Öyleyse, kıyıları izle; amacım Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaret.”Sinop’ta indi, yolculuğu karadan sürdürme olanaklarını aradı.
Günlerce yollarda kalırlarmış. Vapura geri döndü.
Yunanlar İzmir’e 1919 Mayıs’ının tam ortasında çıkmışlardı (15 Mayıs)
Ordu müfettişliğine atanan büyük devlet adamı da, görüldüğü gibi, hemen ertesi günü İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıktı. Üç gün süren yolculukta vapur gündüzleri kıyılara yapışacakmış gibi yaklaşıyor, geceleri ışıklarını söndürüp seyrediyordu.
x
O günlerde, direnme yanlısı başka kafalar iki şeyden birini düşünüyordu:

– Ya Amerikan mandası ya da
– Her bölgenin kendi başının çaresine bakması.

İlki toptan ölüm, öteki parça parça ölüm. Samsun yolcusu, yalnız halkımıza güvenerek topluca kurtulma kararındaydı. Bu istenç emperyalizmi sallayan ve sonunda dize getiren karardır.

Gemi Samsun açığında demirlediğinde, o zamanki iskelelerin içinde en küçüğüne,
ama en şereflisine ayak bastı. O zaman, iki iskele daha vardı: en sağda gazhane iskelesiyle onun yanında demiryolu-gümrük iskelesi. En sonuncusu ve ufağı
yolcu iskelesiydi.

Üç yıl, üç ay ve yirmi bir gün sonra İzmir’e giriş (9  Eylül 1922).
Samsun’daki bu iskeleden başlar. Bu kent O’nu kırmızı kiremitli ahşap yapılarıyla gülümser gibi, dağınık haneleriyle kollarını açar gibi karşıladı.
İçinde O’nun şahlanmış at üstünde heykeli olan şimdiki park, o günlerde bataklıktı.Gericiliğe ve emperyalizme teslim olmuş saltanatın bataklığı gibi.Bizde heykelcilik Ulus’takini de, Samsun’dakini de yapan Kripel’le başlar.
Ulus’taki heykelin yapımı Yunus Nadi’nin o zaman Ankara’da basılan “Yeni Gün” gazetesinin çağrısıyla başladı. Parayı halk verdi. Samsun’dakinin kaidesinde kadınlı, erkekli top çekenlerin kabartması var. Önder ne yapacağını biliyordu, ama kararını halkla bütünleşerek gerçekleştirdi.

O kararın önce dışı, sonra içi var:

Dışı ülkeyi çepeçevre saran düşmanı kulağından tutup atmak;

İçi de “Altı Ok”lu yeni devleti kurmaktı.

Dışı çözmeden iç ele alınamazdı. Ama iç de değişmezse, dıştaki kazanç yok olurdu. Mudanya (11 Ekim 1922) ile gelen yolcu önce dışa ilişkin kararı bir bayrak gibi açtı. Emperyalizme karşı yeryüzü çapında örnek ve önder olan zaferimizden sonra, içte de;

1. Devrimcilik,
2. Halkçılık,
3. Lâiklik,
4. Ulusçuluk,
5. Cumhuriyetçilik  
6. Devletçilik bayraklarını açtık.Bugün de, Lozan’da noktaladığımız (24 Temuz 1923) dış başarımızın sürmesi içteki devrimlerimize bağlı kalmamızla olasıdır. İç ve dış erekler o gün de, bugün de temelden bağlantılıdır. Cumhuriyet de, lâiklik de, sınırlarımız da ancak bu birliktelikle korunur. Kimi siyasetçiler bir yana, halkımız bunun bilincinde olmak zorundadır.

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi