Etiket arşivi: Sadrazam Damat Ferit Paşa

19 MAYIS 1919 GÜNÜ NELER OLDU?


19 MAYIS 1919 GÜNÜ NELER OLDU?

Zeki Sarıhan

Zeki_Sarihan_portresi

19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Türkiye’de ve Türkiye ile ilgili olarak dünyada olup bitenler şunlardı:

1.       9. Ordu Birlikleri bölgesinde asayişi sağlamak ve Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın uygulanmasını denetlemek üzere 16 Mayıs günü İstanbul’dan
Bandırma Vapuru ile  ayrılmış olan 9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal Paşa
ve yanındakiler, sabah saat yedide Samsun’a ulaştılar. Mülki ve askeri ileri gelenler tarafından karşılandılar. Paşa, kendisi için ayrılmış bir Rum otelinde karargâhını kurdu. Teftiş bölgesinde bulunan idareci ve komutanların bölgelerindeki asayiş durumunu
bir telgrafla sordu.

2.       İstanbul’daki İngiliz karargâhı, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gönderilmesinden tedirgin olmaya başladı. Karadeniz Orduları Başkumandanı General Milne, Osmanlı Harbiye Nezareti’ne “Mustafa Kemal Heyeti’nin Samsun’a gönderilme nedeni nedir?” diye sordu.(Bu yazıya 24 Mayıs’ta “Ateşkes hükümlerini denetlemek üzere gönderildi.” yanıtı verilecektir.)

3.       Türkiyeli bütün Müslümanlar, 15 Mayıs günü Yunanların İzmir’i işgalini
protesto etmeye devam ediyor. Bugün Fatih’te işgali kınayan bir miting yapıldı. Konuşmacılardan Halide Edip Hanım “Her gecenin bir sabahı vardır” dedi.
Devletler Hukuku Profesörü Profesör Selahattin Bey “Milletler uyanıyor,
devlet oluyorlar, hakkını isteyen bir millet ortadan kaldırılamaz.” 
diye konuştu.
Gazeteci Hüseyin Ragıp Bey, “Hiçbir milletin bize efendi olmasını kabul edemeyiz” dedi. İstanbul’da dükkânlar beş gün süre ile kepenklerini kapattılar. İngilizler miting alanı üzerinden uçaklar uçurarak halkı korkutmak istediler. Üniversite’de ve Türkocağı’nda da gösteriler yapıldı. İngilizler, Sadrazam Damat Ferit Paşa’dan mitinglere karşı
önlem alınmasını istediler. Niksar’da yapılan mitingde de Wilson İlkelerinin uygulanmayışı protesto edildi. (ABD Başkanı Wilson, Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerin Türkiye’ye bırakılacağını barış programında açıklamıştı). Gece Alaşehir’in Ulucami’sinde yapılan kalabalık bir toplantıda Kuvayı Milliye kurulması kararlaştırıldı. Edirne’den çekilen telgrafta şöyle denildi:

“İzmir’in işgali Edirne’de duyulunca, bütün memleket yaslı bir ruh haleti içinde
gece gündüz baştan başa titredi. Bugün yapılan halk toplantısında bu açık haksızlığın büyük devletlerin kendi koydukları formüller içinde düzeltilmesini dileriz.”

Babaeski’den çekilen telgrafta da on bin kişinin miting halinde bulunduğu belirtilerek “İşgal operatif amaçla geçici ise İtilaf Devletlerince yapılsın..” denildi.

4.       İzmir’in işgali üzerine müşkül durumda kaldığı için 16 Mayıs’ta istifa eden ve Padişah tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Damat Ferit Paşa’nın
İkinci Hükümeti açıklandı. Kendisi Sadrazamlığın yanında Dışişleri Bakanlığını da üstlendi. Kamuoyunu yatıştırmak için, ünlü bazı devlet adamları da sandalyesiz bakan olarak yeni hükümete alındı. Mustafa Sabri Efendi yeniden Şeyh-ül İslamlığa,
Birinci Damat Ferit Paşa kabinesinde Eğitim bakanı olan gazeteci Ali Kemal
bu kez İçişleri Bakanlığı’na, Şevket Turgut Paşa Harbiye, Sait Bey Eğitim Bakanlıklarına getirildi. Şakir Paşa, Reşit Akif Paşa, Abdurrahman Şeref Efendi, Haydarizade İbrahim Efendi, Ahmet Abuk Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa, İsmail Hakkı Paşa, Rıza Paşa, Sadık Bey de bu “Büyük kabine”de sandalyesiz bakan oldular.

5.       Damat Ferit Paşa, İkinci hükümetini kurma vesilesiyle yayımladığı bildiride

“Bu felaketli devrede Padişah’ın kalbi, milletin kalbi ile beraber çarpıyor.
Ben tekrar sadrazam oldum. Fakat icap ederse yarın vatanın bir eri olarak
vazife yapmaya hazırım!” 
dedi.

6.       İtilaf devletleri arasında işgal yarışı devam ediyor. İtalyanlar 28 Mart’ta
işgal ettikleri Antalya’dan sonra Burdur ve Bucak’ı, Yunanlar Torbalı’yı işgal ettiler. İngilizler de İzmit’i işgal etti.

7.       Aydın-Denizli bölgesinde İzmir’in işgali üzerine yapılan moral kırıcı propaganda, askerlerde panik yaratmaya devam ediyor. Kaçışlara engel olmak için 57. Tümen komutanı Mehmet Şefik Bey, vur emri çıkardı.

8.       İzmir Jandarma Kumandanı Süreyya Bey, Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiği raporda, İzmir’in işgali günü Yunanlar tarafından nasıl gözaltına alındıklarını ve uğradıkları hakaretleri anlattı. Dün harabe haline dönmüş dairedeki  görevlerine döndüklerini fakat kendisinin artık burada görev yapamayacağını bildirdi, başka bir yerde görevlendirilmesini istedi.  Urla’daki Türk subay ve er aileleri bir Yunan muhribiyle İzmir’e sevk edildi.

9.       Hindistan Müslümanları ileri gelenlerinin önceki gün Paris Barış Konferansı’nda Türkiye lehine yaptıkları uyarı üzerine Dört Büyükler (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD), Türkiye ve Padişah’ın geleceğini yeniden tartıştılar. İngiliz Başbakanı yeni bir manda planı sundu. İtalyan temsilci, bütün Anadolu’nun İtalyan mandasına verilmesini istedi. Yunanistan’ın işgal edeceği bölge İzmir ve Ayvalık’la sınırlandı. Dört büyükler ayrıca Macaristan’da proletarya diktatörlüğünü nasıl yıkacaklarını tartıştılar.

10.   ABD, İngiltere ve Fransa, Paris Barış Konferansı’nın yeni İtalyan delegesi Sannino’dan Anadolu kıyılarına yaptıkları çıkarma konusunda bilgi istediler. Sannino, Londra ve St. Jean Anlaşmalarındaki İtalyan haklarının gözetilmediği ve sözü edilen yerlerde karışıklık olduğu için çıkarma yaptıklarını söyledi. ABD Başkanı Wilson,
İngiliz Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clamenceau, İtalya’nın böyle bir hakkı olmadığını söylediler.

11.   Venizelos, İzmir’i işgal eden kuvvetlerin komutanı Zafiriu’ya düzenin sağlanması ve göçmenlerin dönüp yerleşebilmesi için memleket içine girilmesini emretti. Yunanistan’ın İzmir’e siyasal temsilci olarak atadığı Steryadis, Yanya’dan Atina’ya geldi. Bakanlar Kurulu’nun toplantısına katıldıktan sonra İzmir’e gitmek üzere Pire’ye
hareket etti.

12.   İstanbul’da 60’tan çok parti ve derneğin oluşturduğu
Millî Kongre, ABD Başkanı Wilson’a bir muhtıra gönderdi.

O’na adil bir barış için koyduğu ilkeleri ve sözlerini anımsattı. İzmir’in işgalinin bu ilkelere aykırı olduğunu bildirdi. 1500 yıllık varlığı olan Türk milletinin imha siyasetine
boyun eğmeyeceğini belirtti.

Muhtırada “Silahlarımızı, prensiplerinizin doğruluğuna güvenerek terk ettik.
Sesimiz galiplerin süngüleri altında boğuldu.
Ümitlerimiz boşa çıktı.
Son karar bizimdir ve o karar, şeref ve namusla ölmektir.”
 denildi.

13.   İstanbul’da Divan-ı Harpte, İttihat ve Terakki Fırkası bakanları ve
genel merkez yöneticilerinin yargılanmasına, İzmir’in işgali üzerine bir süre ara verildi.

14.   Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın uygulanmasını denetlemek ve çıkacak pürüzleri gidermek amacıyla 13 Kasım’da Türkiye ve İtilaf Devletleri temsilcilerinden kurulmuş olan Ateşkes Karma Komisyonu Başkanı Galip Kemali Bey,
İzmir’in işgali üzerine “İtilaf devletlerinin aleti olamam” diyerek istifa etti.

15.   İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Amiral Webb’in raporu:

“İzmir’in işgali bütün ülkede fırtına kopardı. Sükûnetle yapılan gösterilere izin veriliyor.”

Webb’in başka bir raporu:

“Ferit Divan-ı Harp yargılamalarından memnun değil. Tutukluların Malta’ya götürülmesini tavsiye ediyor!”

Webb’in Milne’e mektubu:

“Tutuklular, Türk Hükümeti’nin rızası olmaksızın Malta’ya götürülebilir. Liste eklidir.”

Yüksek Komiser Calthorpe’un İzmir’den raporu:

“İzmir tahkimatı Yunanlara teslim olundu. 21 Mayıs’ta İstanbul’a döneceğim.”  

16.   Kuzey Irak’taki Süleymaniye’de Kürt aşiret reislerinden Şeyh Mahmut,
Kürtlerin istiklalini isteyerek İngilizlere isyan etti. (İngilizler tarafından Hindistan’a sürgüne gönderilecektir.)

17.   Fransız Hükümeti’nin yarı resmî organı Le Temps’ın yazısı:

“İngiltere Ortadoğu’da Fransız etki alanını daraltıyor.
İmparatorluğun parçalanması Fransız çıkarlarına uymaz.” 

Marsilya gazetesi ise şöyle yazdı:

“Mademki Türkiye parçalanıyor, ziyafete geç kalanlardan olmayalım.”

18.   İzmir’de Yunanlar basını sansür koydu.

19.   Bugünkü İstanbul gazetelerinin manşetleri ve kimi köşe yazılarının özeti şöyle:

*Hadisat: “Ahalimizin millî dayanışması.”, “İşgal hakkında tafsilat.”, “Zafiriu’nun bildirisi.”   Süleyman Nazif: “İnsaf ve basiret.”

*Memleket: “İstanbul dün matem içindeydi. Bütün mektepler, müesseseler, ticarethaneler, mağazalar, dükkanlar kapalı, bütün yüzler hüznün ve kasvetin
timsali idi. Bütün gözler ağlıyor, fakat yaşlarını kalplerine gömüyorlardı.”, “ Darülfünun’un azmi.”

*İkdam: “Heyecan ve buhran devam ediyor.”, “İzmir olayının İstanbul ve illerdeki tesirleri.”

*Zaman: “Dünkü matem münasebetiyle.”,
“İzmir’in işgali ve milletin üzüntüleri, Anadolu’nun gözyaşları.”

*Sabah: “Dünkü millî matem.”, “ Taşradaki gösteriler.”

*İstiklal’de İzmir işgali karşısında halkın tepkisi ile ilgili haberler. Rauf Ahmet, Hükümetin kurulmasındaki gecikmeyi eleştiriyor: “Tehlikeli tereddütler: Yegâne selamet çaresi hilafet makamının, Osmanlı tahtının etrafında yekvücut olarak hükümetimize yardım etmek, dünya medeniyetine karşı millî varlığımızı sükûn ve azimle göstermektir.”

*İleri: “Hükümet buhranı.”,  “Dün bütün Anadolu’da olduğu gibi şehrimizde de
İzmir’in işgalinin doğurduğu üzüntüyle birçok millî gösteri olmuştur.”
“Türkler İzmir’i unutamaz.” “Türk milleti zindedir.”

*Vakit’te M. Asım: “Milletin matemi”, “Darülfünun’da heyecanlı bir toplantı.”,
”İzmir beşiğimiz, yatağımız ve mezarımızdır.”

*Tasviriefkâr’da Velit Ebüzziya: “Bütün bu gösteriler, memleketin gerçek evlatlarının vatanının devam ve varlığına ait meselelerde nasıl sağlam ve azimli olduğunu göstermektedir. Millî kitlenin gösterdiği birlik öyle bir kuvvettir ki, o kuvvet her halde ve her zaman tesir ve hükmünü icra edebilir.

*Alemdar’da, Hürriyet ve İtilaf’ın İzmir işgali üzerine tepkisini dile getiren millete teşekkürü.

(Toplu kaynak: Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. I, Ankara 1993,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 255-9)

Samsun: Şanlı Geleceğin İlk Basamağı


Samsun: Şanlı Geleceğin İlk Basamağı

Turkkaya_Ataov_Portresi_Ermeni_soykirimi_belgesi_yok

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Samsun sanki Karadeniz’in Mezopotamya’sı gibi iki “renkli” ırmağın, Kızılırmak’la Yeşilırmak’ın ortasındadır. Bu yalnız bir kent, yalnız bir il değil, şanlı bir geleceğin
ilk basamağı, uzun bir yolun birinci büyük kilometre taşıdır.
Samsun’dan Erzurum’a, Sıvas’a, Ankara’ya, Afyon’a, İzmir’e ve sonunda Lozan’a.
x
Mustafa Kemâl’in buraya ulaşmasına izin verenler gerçekte onu İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir neden aramışlar ve bunu bulmuşlardı. Vahdettin kabinelerinde O’nun için birbirinden farklı iki düşünce vardı: Biri O’nu kendilerine kazanmak,
öteki de bu amaçla güvenilir biri olmadığı düşüncesini kabul ettirmek. Aylarca süren tartışmalardan çıkardıkları sonuç şu oldu: Başkentte birtakım olumsuz düşünceleri başkalarına aktarıyor, belki birtakım hazırlıklar yapıyordu. Bu yönden güvenilmez,
yani Saray’ın işine yaramazdı! İstanbul’dan uzaklaştırmak için çıkan fırsat da şu: Saray’a verilen İngiliz yazanaklarına göre, kimi Türkler Samsun ve çevresinde
Rum köylerine saldırıyorlarmış. Osmanlı yönetimi bunu durdurmalı! Orada güvenliği sağlamak için Mustafa Kemâl Paşa o yöreye denetleme göreviyle gitmeliymiş.
Bir taşla iki kuş!

O’nu çağırıp yeni görevi veren Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya yanıtı:

”Böyle midir? Zannetmiyorum, fakat bir şeyler olmak ihtimali var.”
Saray’ın iki amacı birbirine kilitleniyordu: O’nu başkentten uzaklaştırmak,
ayrıca Rumların koruyucusu işgâlci İngilizlerin istediklerini yerine getirmek.

Mustafa Kemâl’in amacı ise başkaydı. Bu öneri kendine yapılmadan önce,
Şişli’de şimdi müze olan eve İsmet Bey’i (İnönü) çağırıp masaya bir Türkiye haritası açmasını istedi. İsmet Bey’in “Ne yapacaksın?” sorusuna (Falih Rıfkı Atay’a anlattığı kendi sözleriyle) yanıtı:
  • “Hiçbir sıfat ve selâhiyet sahibi olmaksızın Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?”
  • “Karar verdin mi?”
  • “Şimdilik, bundan bahsetmeyelim.”
  • “Ne yapacağını bana ne zaman söyleyeceksin?”
  • “Zamanında!”

Anadolu’ya geçen komutanlarla da en başta bu amaçla ilgiliydi. Kurmay okulunda
aynı sınıfta bulunduğu Ali Fuat Paşa (Cebesoy) 20’nci Kolordunun başına atanmıştı. O’na dedi ki:

“Bundan sonra ehemmiyetli şeyler olacaktır. Kolorduna hakim ol.
Etrafına emniyet ver. Hele halk ile yakından temas et.”
İstanbul’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın da (Çakmak) ulusun önünde sonunda silâha sarılmak zorunda kalacağından kuşkusu yoktu. Mondros Silâh Bırakışma Antlaşmasına göre (30 Ekim 1918), her yerdeki cephane yengin (galip) devletlere teslim edilecekti. Fevzi Paşa, antlaşma koşullarını uygular gibi görünerek, onları Anadolu’nun içinde kalabilecek yollardan sevk eder gibi davranışlar sergiledi. Örneğin, Diyarbakır’dakiler trenle İstanbul’a hemen gelebilecekken onları kağnılarla Sıvas üstünden Samsun’a yollatmıştı. Kütahya’dakileri Ankara-Sıvas yönüne çevirdi. Çanakkale’deki toplar da gizlice sonradan Mustafa Kemâl’in işine yarayacak noktalara geldiler. İstanbul’dakiler de, (Fevzi ve Cevat Paşaların yönlendirmesiyle) kimse farkında olmadan, benzer yollardan Mustafa Kemâl’in eline geçmiştir. Fevzi Paşa da Ankara’ya kapağı atıncaya değin, süngü tehditleri altında bu acılarla yaşamak zorunda kalmıştı.

  • Demek ki, Samsun’a gönderenle gidenin amaçları başkaydı.

O’nu başkentten uzaklaştırmak için bir görev bulmuşlardı. Mustafa Kemâl de,
şu ya da bu nedenle, Anadolu’ya geçme fırsatı arıyordu. Kendisine görevi bildiren Diyarbakırlı Kâzım Paşa, Harbiye Nazırı’nın şu buyruğunu iletmişti:

“Maksat Samsun havalisinde Rumlara tecavüz eden Türkleri tedip etmek;
sonra, Anadolu’da birtakım millî teşekküller beliriyormuş; onları da ortadan kaldırmak! Bunun için yolluyoruz.”
Mustafa Kemâl’in önem verdiği ise, “yetki” sorunuydu. İstediği iki şey vardı:
Anadolu’nun her yanına emirler verebilmesi, asker ve sivil yöneticilere
yol gösterebilmesiydi. Bu yetkileri aldı. Kâzım Paşa: “Bir şey mi yapacaksın?””Bu maddeler olsa da, olmasa da yapacağım.”Bakanlıktan çıkarken “heyecandan dudaklarını ısırdığını” anımsıyordu. Kendi sözleriyle:

“Kafes açılmış, önde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa hazırlanan
bir kuş gibiydim.”

Yanına alacağı kişileri kendi seçti. Öte yandan, Fethi Bey (Okyar) gibi kimi arkadaşları tutukluydular. Hapishane müdürü Ali Bey, savaş sırasında (kendi komutanının savsaklığı nedeniyle) yanlış bilgi verdiği için açığa çıkardığı eski 20’nci alay komutanıydı.
Ama Ali Bey bu kırıklığına karşın O’nu son gördüğünde şöyle demişti:

“Paşam, haber aldık, Anadolu’ya gidiyormuşsunuz. Ne vakit emrederseniz, mevkuflardan istediklerinizi yanıma alarak size geleceğim.”

Ayağa kalkıp Ali Bey’in elinden tuttu:
“Bana muvaffakiyetimin ilk müjdelerini veriyorsunuz, teşekkür ederim.”14 Mayısta Sadrazam Damat Ferit Paşa O’nu ve Cevat Paşa’yı Nişantaşı’ndaki
evine çağırdı. On beş ay sonra 10 Ağustos 1920) Sèvres Antlaşması’nı imzalayacak olan Sadrazam “Müfettiş Paşa”ya sordu:“Samsun ve havalisinde ne yapacaksınız? Nerelere kadar kumanda edeceksiniz.
Bana harita üstünde gösterir misiniz?”

“İngiliz raporlarına göre, bazı karışıklıklar varmış. Mübalağalıdır.
Yerinde yapacağımız tahkikatla hallederiz….Ufak bir parça.”
“Zaten, nerede kuvvet kaldı ki!” diyen Cevat Paşa, Sadrazamı endişelendiren konunun önemli olmadığını anlatmak istermiş gibi masadan uzaklaştı. Konaktan çıktıktan sonra Cevat Paşa’yla Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye yürürken Cevat Paşa içtenlikle sordu:
“Bir şey mi yapacaksın, Kemâl?”
“Evet, Paşam, bir şey yapacağım…Mutlaka muvaffak olacağız!”Müfettişlik karargâhını Samsun’a götürecek olan Bandırma vapuru, 16 Mayıs 1919 günü Galata rıhtımında sabahtan akşama değin bekleme buyruğunu almıştı.
Mustafa Kemâl veda için Fevzi Paşa’ya gitti. İzmir’e çıkmaya hazırlanan Yunanlar adalara asker yığmaya başlayınca, Fevzi Paşa saldırıya ateşle karşı koymak gerektiğini kendi imzasıyla dağıtıyormuş. Bu nedenle görevden alınarak yerine Cevat Paşa atanmış. Fevzi Paşa haritada İstanbul’u göstererek,
  • “Buradaki rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz,
    bu ne akıldır?” diyordu.
Ardından, Yunanlar 15 Mayıs’ta (1919) İzmir’e çıktıklarında,
kabine üyeleri “Allah, Allah” ve “protesto edelim” demekle yetinmiş ve eklemişlerdi:
“Başka ne yapabiliriz?”Mustafa Kemâl, Damat Ferit kabinesini bu sersemlik içinde bırakarak Yıldız Sarayı’na gitti. Bulunduğu salonun Boğaziçi’ne açılan penceresinden yan yana dizilmiş
yabancı zırhlılar görünüyordu. Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuştu. Vahdettin’i veliahtlığında ve padişahlığında tüm duyguları, düşünceleri, eğilimleri ve ikiyüzlülüğüyle tanımıştı. Halife-Sultan Türklerin hiç güçleri kalmadığına inanıyordu.
Tek dayanağı, İstanbul’a egemen olanların siyasetine uymaktı. Mustafa Kemâl’e verilen görev de, yabancıların yakınmalarının üstüne eğilerek sorunu onların istedikleri biçimde çözmekti. Vahdettin’in beklediği, yurdun bu Saray siyasetinin doğru olduğunu kabullenmesi ve buna karşı gelen Türklerin cezalandırılmalarıydı.Mustafa Kemâl’in bir iki dostu, O’na gidişine izin verilmeyeceğini ya da vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Galata rıhtımına geldiğinde, Bandırma’nın
uzakta demirlediğini gördü; gemiye sandalla gitti. Yabancı subaylar ve askerler
gemiyi Kız Kulesi yakınlarında uzun uzun denetlediler. Boğaz’dan çıktıklarında
kaptana tehlikeleri anlattı. Kaptanın yanıtı:

“Ne terslik; bu denizi iyi tanımam; pusulamız da bozuk!””Öyleyse, kıyıları izle; amacım Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaret.”Sinop’ta indi, yolculuğu karadan sürdürme olanaklarını aradı.
Günlerce yollarda kalırlarmış. Vapura geri döndü.
Yunanlar İzmir’e 1919 Mayıs’ının tam ortasında çıkmışlardı (15 Mayıs)
Ordu müfettişliğine atanan büyük devlet adamı da, görüldüğü gibi, hemen ertesi günü İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıktı. Üç gün süren yolculukta vapur gündüzleri kıyılara yapışacakmış gibi yaklaşıyor, geceleri ışıklarını söndürüp seyrediyordu.
x
O günlerde, direnme yanlısı başka kafalar iki şeyden birini düşünüyordu:

– Ya Amerikan mandası ya da
– Her bölgenin kendi başının çaresine bakması.

İlki toptan ölüm, öteki parça parça ölüm. Samsun yolcusu, yalnız halkımıza güvenerek topluca kurtulma kararındaydı. Bu istenç emperyalizmi sallayan ve sonunda dize getiren karardır.

Gemi Samsun açığında demirlediğinde, o zamanki iskelelerin içinde en küçüğüne,
ama en şereflisine ayak bastı. O zaman, iki iskele daha vardı: en sağda gazhane iskelesiyle onun yanında demiryolu-gümrük iskelesi. En sonuncusu ve ufağı
yolcu iskelesiydi.

Üç yıl, üç ay ve yirmi bir gün sonra İzmir’e giriş (9  Eylül 1922).
Samsun’daki bu iskeleden başlar. Bu kent O’nu kırmızı kiremitli ahşap yapılarıyla gülümser gibi, dağınık haneleriyle kollarını açar gibi karşıladı.
İçinde O’nun şahlanmış at üstünde heykeli olan şimdiki park, o günlerde bataklıktı.Gericiliğe ve emperyalizme teslim olmuş saltanatın bataklığı gibi.Bizde heykelcilik Ulus’takini de, Samsun’dakini de yapan Kripel’le başlar.
Ulus’taki heykelin yapımı Yunus Nadi’nin o zaman Ankara’da basılan “Yeni Gün” gazetesinin çağrısıyla başladı. Parayı halk verdi. Samsun’dakinin kaidesinde kadınlı, erkekli top çekenlerin kabartması var. Önder ne yapacağını biliyordu, ama kararını halkla bütünleşerek gerçekleştirdi.

O kararın önce dışı, sonra içi var:

Dışı ülkeyi çepeçevre saran düşmanı kulağından tutup atmak;

İçi de “Altı Ok”lu yeni devleti kurmaktı.

Dışı çözmeden iç ele alınamazdı. Ama iç de değişmezse, dıştaki kazanç yok olurdu. Mudanya (11 Ekim 1922) ile gelen yolcu önce dışa ilişkin kararı bir bayrak gibi açtı. Emperyalizme karşı yeryüzü çapında örnek ve önder olan zaferimizden sonra, içte de;

1. Devrimcilik,
2. Halkçılık,
3. Lâiklik,
4. Ulusçuluk,
5. Cumhuriyetçilik  
6. Devletçilik bayraklarını açtık.Bugün de, Lozan’da noktaladığımız (24 Temuz 1923) dış başarımızın sürmesi içteki devrimlerimize bağlı kalmamızla olasıdır. İç ve dış erekler o gün de, bugün de temelden bağlantılıdır. Cumhuriyet de, lâiklik de, sınırlarımız da ancak bu birliktelikle korunur. Kimi siyasetçiler bir yana, halkımız bunun bilincinde olmak zorundadır.

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi