Etiket arşivi: Düşünce ve ifade özgürlüğü

‘Eller yukarı!..’

author

 

Türkiye’yi yöneten demokrasi düşmanı kadroların ve yandaşlarının, giderayak içine girdikleri ruh hali ve “arkaya dönüp dönüp” salladıkları tehdit ancak iki sözcükle böyle özetlenebilir.

Zaten siyasi kökenleri ve ideolojik kimliklerinden kaynaklanan bir biçimde sürekli olarak tüm demokratik değerlere, başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere her türlü özgürlüğe “ölümüne düşman” olduğunu bildiğimiz bu kafa, iktidarı yitireceklerini anladıkça, daha da hırçınlaşmanın işaretlerini veriyor.

En taze örneği, dün öğleden sonra CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezanın tamamen siyasi bir kararla onaylanmasıydı. Bu kararla iktidar açıkça “mengeneleri” iyice sıkmaya hazırlandığını ilan etmiş ve “kavgayı” kızıştıracağını da belli etmiştir.

Gezi davasında 25 Nisan’da Çağlayan’da adeta “yaylım ateşi” niteliğinde yağdırılan cezaları hatırlayın. Hukuk tarihine bir kara leke olarak geçecek olan o “siyasi yargılamada” kullanılan ve iki kez beraata rağmen “yeniden kıymetlendirme” adı altında tozlu raflardan indirilerek “namluya sürülen” içi bomboş iddianame ile verilen bu cezalar, önemli bir işaret değil mi?

Sık sık gördüğümüz ama bu kez artık iyice “zirve yapan” RTÜK cezalarına bakın.

Gezi kararları açıklandığı gün, Çağlayan’da CHP’li Özgür Özel ve TİP’li Ahmet Şık’ın açıklamalarını canlı yayınlayan KRT TV, Halk TV, TELE1, Flash TV kanallarına verilen para cezaları, akıl alır gibi değil.

Aynı davada bir hâkiminin eşinin “FETÖ zanlısı” olduğuna dair haberi paylaşan gazeteci İsmail Saymaz’ın sorguya çağrılması haberi de aynı “canhıraş tehditler” dizisinin bir parçası sayılabilir.

Tam da bu haberler, önümüze tek tek birer “demokrasi ve hukuk ayıbı” olarak düşerken, Eskişehir’de bir grup gerici yobazın toplanarak “Gençler bizim istediğimiz gibi yaşamıyor. O halde etkinliklerini iptal edin” diye festival yasaklatmak için valiliğe başvuruları ve valinin de bu “asisti gole çevirerek” yasak kararı vermesi de vahim bir örnek.

Memleket fahiş zamlarla inim inim inlerken dolar ve buna bağlı olarak dış borç “fahiş” seviyelere ulaşmışken, gelir dağılımındaki adaletsizlik “fuhşun” da ötesinde ayıplı bir hal almışken, bu yobazlardan teki Eskişehir’de yapılacak festivalin “Çadırlara yansıyabilecek Fuhşi duyguları (kafa hep fuhuşta – muhuşta) önlemek için» engellenmesi gerektiğini savunabiliyor.

Nesin Vakfı’na, “bağış toplama” gerekçesi ile yine “komşu yobazların baskısı ile” verilen hesaplarına el koyma cezası verilmesi.

Bu ülkenin huzur, asayiş ve güvenliğinden sorumlu olması gereken İçişleri Bakanı olmak üzere, iktidar yandaşı çevrelerden sosyal medyada sallanan parmaklar da aynı “Eller yukarı!.. Kımıldamayın yakarım” zihniyetinin bir tezahürü sayılmaz mı?

Zaten hep ısıtıp ısıtıp “sofraya” koydukları o meş’um 15 Temmuz’da yarım bıraktığımız şeyi (neyse o?) tamamlarız haa!..” tehdidi, daha yüksek sesle dile getiriliyor.

Nasıl yani?

Boğaz Köprüsü’nde yine gırtlak mı keseceksiniz? Yine köprüden aşağı adam mı atacaksınız?” diyesi geliyor insanın.

FETÖ’cü demokrasi ve Cumhuriyet düşmanı alçaklarla yıllarca kol kola yürüyüp de o gece (hâlâ izaha muhtaç) yaşanan olayların bir tekrarı mı “planlanıyor” yoksa diyesi geliyor insanın.

Hayatın her alanında, yazılı ve görsel medyada, siyasette, sosyal medyada, okulda, sokakta, çarşıda – pazarda her ağzını açanın tepesine “balyozla” inme tehdidi içeren bu ruh hali, “canhıraş” bir gidiş telâşının dışavurumu değilse nedir?

Siyasi ve ekonomik anlamda “kaybedecek çok şeyi olduğu anlaşılan” bir kesimin, 20 yıllık dinci-faşist baskı rejimini sürdürebilmek için son çırpınışlarına örnek değil midir bütün bunlar?

Zaten ekonomik buhranın her geçen saat (gün de değil, saat) derinleştiği bir ortamda, vatandaşların öfkesini ve duruma isyanını bastırmaya dönük bir iklim, gözle görülür biçimde üstelik de “koyulaştırılarak” dayatılmak isteniyor.

Ancak unutuyorlar ki, bu toprakların insanı bu tür zorbalıkları da bu tür iklimleri de deneyimleyerek, geçmiş kavgalarda pişerek ve sınanarak gelmiştir.

Nerede zulüm varsa, orada direniş olacağını biraz tarih okumuş olsalar bileceklerdi.

Korkunun ecele faydası yoktur.

  • Ellerimizi yukarı kaldırmıyoruz.

Çünkü kaldırdık mı biteceğimizi biliyoruz.

Hani, şu meşhur polis şefinin Etiler’de Boğaziçili öğrencileri itip kakarken söylediği bir laf vardı:

Aşağı bak!.. Toplu gezmek yok!..”

Aşağı bakmayı ve tek tek gezmeyi reddediyoruz.

Toplu gezeceğiz” yani “topluca direneceğiz” bu tehditlere karşı. Tüm demokrasi yanlısı ve yurtsever–devrimci güçler olarak.

Kol kola.

Tarih bize hiçbir şey öğretmediyse bunu öğretti.

Zulüm nereden gelirse gelsin, hoş geldi sefa geldi.

Hakikat kimsesiz değildir!

Olaylar ve Görüşler

Hakikat kimsesiz değildir!

Son on üç yılda giderek artan ölçüde, gazetecilerin mesleki kimliklerinin erozyona uğradığı bir ortamda, Prof. Dr. Çiler Dursun, 26 Kasım’da tutuklanan gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve
Ankara Temsilcisi Erdem Gül‘e hitaben bir mektup kaleme aldı.

[Haber görseli]

Prof. Dr. ÇİLER DURSUN
Ankara Üniv. İletişim Fak. Gazetecilik Bölüm Başkanı
Cumhuriyet
, 04.12.2015

“Sizlerin beklentisi elbette çoktur ama benim sizden beklentim şu:

  • Hakikat dilsiz değildir, hakikat kimsesiz de değildir.
  • Hakikatin kimsesi olacaksınız. Hakikatin dili olacaksınız.
  • Vicdanı satın alınması zor medya çalışanları olmanızı istiyoruz.
  • Herkesin fiyatının olduğunun düşünüldüğü bir ülkede,
    sizin hiçbir rakama denk gelmeyen bir duruşunuz olmalı.”

    İki ay kadar önce, İletişim Fakültemizin açılış günü konuşmamda böyle demiştim öğrencilerimize. Yeni başlıyorlardı gazetecilik eğitimine. Heyecanlıydılar. Gazetecilik yapıp yapamayacakları, yapabileceklerse bunun nasıl bir gazetecilik olacağıyla ilgili kafalarında onlarca soruyla gelmişlerdi. Bilgi, yetkinlik, donanım onlara zaten Bölümün kazandıracağı şeylerdi. Asıl cesaretin, bu mesleğin bir bileşeni olarak aşılanması gerekiyordu.

Hakikatin kimsesi olmak

Çünkü bu ülke, gazeteciliğin geç başladığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün alanının belirli dönemlerde olağanüstü daraltıldığı, basın özgürlüğü mücadelelerinin salt gazetecilerin uğraşı olduğunun sanıldığı bir geçmişe sahipti. Eminim siz gazeteciliğin bu şanlı ve kanlı tarihini de biliyorsunuz. Maksadım, size “daha kötü günler de vardı, dayanın” demek değil. Sizin tutuklanmanızın gölgesinde, gazeteciliğin ne olduğunu cümle âleme ilan etmek:

  • Gazetecilik, hakikatin kimsesi olmak işidir.
  • Gazetecilik, güçlünün konuşulmasını, düşünülmesini istemediklerini,
    gücün uygulandığı kitlelere konuşulur ve düşünülür kılma işidir.
  • Dilsizleştirilmeye çalışılan toplumun, dili ve sözü olarak, onun adına
    yasal ve yasa dışı bütün erklerin yapıp etmelerini sorguya çekme işidir.
  • Gazetecilik, gerçekliğin sınıfa, ırka, dine, cinsiyete dayalı erk sahipleri tarafından
    türlü türlü kurulma biçimlerini, toplumun gözü önünde deşifre etme işidir.

Gazeteci, devletin ideolojik aygıtı değil, toplumun genel çıkarının ve yararının savunucusu olması gerekendir. Son on üç yılda giderek artan ölçüde, gazetecinin mesleki kimliği erozyona uğradı. Buna en yakından sizler tanıklık ettiniz.

Türedi bir gazeteci tipi çıktı ki evlere şenlik! Ama gülemiyoruz çünkü gerçekliğin kurulmasında daima güç sahiplerinin lehine, toplumsalın aleyhine konumlanıyorlar. Bunlar, yanlış olan her şeyin değirmenine üstelik kişisel çıkarları uğuna su taşıyıp duruyorlar. Muhakkak bilinen ya da bilinmeyen bir “fiyatı” var yazdıklarının. Siyasal iktidarın her edimini, toplum adına gözleme, izleme ve gerektiğinde sorguya çekme sorumluluğunu bırakıyorlar. Haberi, bile bile öldürüyorlar. Hakikati dolaşıma sokmaya çabalayan gazetecilerin işsiz kalmasına, tutuklanmasına, öldürülmesine alkış tutuyorlar. Bize de sormak düşüyor o zaman: Kimsiniz siz?

Şeref madalyası

Tuhaftır, gazetecilerin, ifade ve düşünce özgürlüğü için mücadele edenlerin kâh vurulmuş haliyle yolda uzanmış, kâh adliye koridorunda hakkındaki hükmü beklerken ayakkabılarının tabanının görüldüğü (AS: Hrant Dink) her fotoğrafı, Türkiye’nin durumunun bir göstergesi olarak okuyorum: Tabanı sağlam olanların dünyası ile tabansızların dünyası karşı karşıya geliyor ülkede. Ayakkabıları eskimiş de olsa tabanı sağlamların yürekliliği, korku dağlarının kendilerini beklediği tabansızlarda yok.

Özgürlükle, canla, sağlıkla bedel ödemek, söylediğiniz gibi bu ülkede öteden beri bir şeref madalyasıdır. Hakikatin kimsesi olanların ancak takabileceği bir madalya. Hiç kuşkunuz olmasın, gazetecilik öğrencileri, sizlerin gazeteci olarak duruşunuzdan, cesaretinizden, habercilik anlayışınızdan çok şey öğreniyorlar şu anda. Bizlerin derslerde saatlerce anlatmakla kazandıramayacağımız bir şeyi: Hakikate ilişkin gazeteci sorumluluğunun yürekli ve tabanlı olmayı gerektirdiğini.

Hakikat kimsesiz ve dilsiz kalmamalıdır ki, toplum geleceğine yön verebilsin. Bu iradeyi topluma kazandırmak, gazetecinin sorumluluğudur. Sizlerin haberciliğinizle bundan sonra da üstleneceğinizden emin olduğumuz bir sorumluluk. Eminiz, çünkü gazetecinin hakikatin “ajanı” değil ama faili olduğunu ve öyle kalmak zorundalığını en iyi bilenlerdensiniz.

================================

Dostlar,

Sayın Prof. ÇİLER DURSUN’a  teşekkür ederiz. Can Dündar‘ın fakültesinden (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, eski adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Basın Yayın Yüksekokulu) bu sağlıklı ve yürekli çıkışı görmek sevindiricidir. Arkasının kesilmemesini dileriz.. Türkiye genelinde İletişim Fakültelerinin (Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..) ortak açıklamaları, demokratik eylemleri yerinde olur.

Asıl canımızı sıkan, Hukuk Fakültelerinin kahreden sessizliğidir. Neden duayen Hukuk Fakültelerimiz, Başta İstanbul ve Ankara Hukuk Fakülteleri apaçık hukuksuzluğu uygun bir dille kamuoyuna açıklamazlar??
Yargı bağımszılığına saygı mı?
Görülmekte olan bir dava hakkında etkileyici hiçbir eylemde bulunmama özeni mi?
Bunlar artık soyut ve yaşamın gerçekliğinin dışında değil mi?
Soyutlaşan ve içi boşaltılan bu ilkelere saygılı kalma gerekçesi ne ölçüde içtenlikli olabilir?

Tersine, hukuksuzluğa yüksek sesle isyan ederek söz konusu değerler korunabilir.

Bir tek TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) açıklaması yüreğimizi serinletti.
O metni sitemizde yayımlamıştık.. Tam bir bilimsel karşı çıkıştı..
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/29/tbb-gazeteciler-can-dundar-ve-erdem-gulun-tutuklanmasi-hukuka-aykiridir/)
Ama ne var ki tutuklama karaı veren İstanbul 7. ve itirazı reddeden 8. Sulh Ceza yargıçları (Mahkemesiz yargıçlar!) galiba hukuku en iyi biliyor!? TBB’nin başkanı Ceza ve Ceza Usul Hukuku alanının yetkin profesörü Metin Feyzioğlu ve TBB’nin uzman hukukçuları bu 2 yargıç kadar Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku bilmiyorlar!?

Ayrıca Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu bu yargıçlıkların mahkeme olmadıklarını, mahkemesiz yargıç olamayacağını dolayısıyla yargılama yapıp karar – hüküm veremeyeceğini vurguladı (http://ahmetsaltik.net/2015/11/30/35564/). İnsan Hakları Hukuku Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ise tutuklama kararının açıkça AİHS md. 5’e aykırı ve hukuksuz olduğunu yazdı. Bu önemli irdelemeyi de sitemize koyduk
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/30/bu-tutuklama-acik-bir-sekilde-aihs-5-maddeye-aykiri/).

Yersiz inatlaşmayı hızla bırakmak ve Türk adaletine yaraşan adil – yansız – hukuka uygun, Anayasa ve AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 5. maddesindeki ifade özgürlüğünü gözeten bir düzeltim kararına gereksinim var.. Yargı, kamuoyu ile inatlaşma yeri değildir.

Adalet, tüm çaba ve üstün hukuk kurallarına karşın  kendi akışı içinde gerçekleşmezse, düzen meşruluğunu yitirir ve insanların meşru direniş hakkı doğar.. Ve de halk hakkını er ya da geç alır; gaspçılardan da hesabını sorar.. Ülkeyi gereksiz ve tehlikeli biçimde germekten sakınmak herkesin görevidir. Bu yolla gündemini meşgul etmek ve halkı asıl sorunlarından uzaklaştırmaya çabalamak son derece anlamsızıdrı. İnsanlar yoksulluğu, işssizliği, baskıyı, terörü, ölümleri… bizzat yaşamaktadır. Nasıl unutturulabilir, ertelenebilir ki? Beyhude ve akıldışı dayatmalardır.

AKP – RTE, ülkeyi hızla normallaştirmek zorundadır.

Yargılama hızlandırımalı, duruşma tarihi öne alınmalı ve tutuksuz yargılama kararı çıkmazsa, bşize göre, bekletilmeden Anayasa Mahkemesi’ne bireysel “hak ihlali” başvurusu yapılmalıdır (md. 148/3). Bu madde metninde yer alan “… olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır..” koşulunun aranması gerekmeyebilir. Çünkü CMK md 100 üzerinde yapılan yoruma dayalı tutuklama AİHS md. 5’e öylesine aykırıdır ki; “… olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır..” kuralına uymak, yerine getirilebilecek, yerine getirilmesi beklenebilecek bir koşul değildir. Bu koşulun baskısı altında fiili cezalandırma sonucu doğuran hukuksuz tutuklama kararının sürdürülmesi açıkça AİHS’ne (md. 5) aykırı olduğundan ve kararın yürütülmesinin (tutukluluğun sürdürülmesinin) ileride giderimi (telafisi) olanaksız zararlara yol açacağından, bir tür “Yürütmeyi durdurma” istemi Anayasa Mahkemesi önünde ileri sürülmelidir. Bu bağlamda AİHM’nin Türkiye’den açılan davalarda örnek kararları vardır. Buradaki koşul “iç hukuk yollarının tüketilmesi” iken, AİHM, bu koşulun yerine getirilmesini beklemenin anlamsızlığı – olanaksızlığı karşısında davayı kabul etmiştir.

Sevgi ve saygı ile.
05 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Can Dündar ve Erdem Gül’den Brüksel’e dört dilde mektup


Can Dündar ve Erdem Gül’den
Brüksel’e 4 dilde mektup

Can Dündar ve Erdem Gül, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yarın Avrupa Birliği ile yapacağı zirve öncesinde Avrupalı liderlere bir mektup yazdı.

Can_Dundar_ve_Erdem_Gul_28Kasim2015

İki gazetecinin Silivri’den kaleme aldığı mektupta
“Mülteci krizindeki çözüm arzunuzun, Batı dünyasının da temel değerlerinden olan
insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü hassasiyetinize engel olmayacağını ummak istiyoruz. Ortak değerlerimizin ancak ortak tavırlar ve dayanışma ile korunabileceğini hatırlatıyor, bu dayanışmanın önemli ve acil olduğunu belirtmek istiyoruz.”
ifadeleri kullanıldı.
İşte tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün “tutuklu gazeteciler adına”
AB liderlerine yaptığı çağrı:
*****

“Türkiye’nin Avrupa ailesinin bir parçası olduğuna ve tam üyelik hedefine inanan gazeteciler olarak, size Silivri Cezaevi’nden yazıyoruz.
Düşünce ve ifade özgürlüğü, mensubu olduğumuz uygarlığın vazgeçilmez değeridir.
Bu özgürlüğü kullandığımız ve halkın haber alma hakkını savunduğumuz için
tutuklu yargılanıyoruz.
Bu hafta sonu buluşacağınız Türkiye Başbakanı ve onun temsil ettiği rejim,
insan hakları ve basın özgürlüğünü hiçe sayan politikası ve uygulamalarıyla tanınıyor.
Hükümetleriniz hepimizin yüreğini yakan mülteci krizi nedeniyle Ankara hükümetiyle müzakere halinde…
Toplantınızda bu soruna kalıcı bir çözüm bulunmasını samimiyetle arzu ediyoruz.
Bu konudaki çözüm arzunuzun, Batı dünyasının da temel değerlerinden olan insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü hassasiyetinize engel olmayacağını ummak istiyoruz.
Ortak değerlerimizin ancak ortak tavırlar ve dayanışma ile korunabileceğini hatırlatıyor,
bu dayanışmanın önemli ve acil olduğunu belirtmek istiyoruz.
Tutuklu gazeteciler adına
Can Dündar ve Erdem Gül
******
Mektubun İngilizcesi
To the leaders of the European Union,

We as journalists who believe that Turkey is part of the European family and should be
a full member of the Union, write you this letter from Silivri Prison.

Freedom of thought and expression are the indispensable values of our civilization.
We have been arrested and held in custody pending our trial for exercising these freedoms
and defending the public’s right for information.

The Prime Minister of Turkey, whom you will meet this weekend, and the regime
he represents are well known for policies and practices that have flouted human rights
and freedom of the press.

Your governments are negotiating with Ankara in connection with the refugee crisis,
a crisis that has concerned and touched all our hearts.

We sincerely hope that the meeting produces a lasting solution to this problem.

We would also hope that your desire to end the crisis will not stand in the way of your sensitivity towards human rights, freedom of press and expression as fundamental values of the Western world.

We would respectfully remind you that our common values can only be protected by a common stance and solidarity, and this solidarity is now both more vital and urgent than ever.

On behalf of imprisoned journalists
Can Dündar and Erdem Gül

*****

Mektubun Fransızcası
Monsieur le Président de la République française,

En tant que journalistes qui croient en l’objectif d’une adhésion complète à l’Union européenne et qui croient que la Turquie fait partie de la famille européenne, nous vous écrivons de la prison de Silivri.
La liberté de pensée et la liberté d’expression sont des valeurs indispensables
de la civilisation à laquelle nous appartenons.

Nous sommes jugés et détenus pour avoir usé de ces libertés et pour avoir défendu le
droit du public à l’information
.
Le premier ministre turc, que vous rencontrerez ce week-end, et le régime qu’il représente sont connus pour leur politique et leurs pratiques qui ignorent complètement
la liberté de la presse et les droits de l’Homme.
Vos gouvernements sont en train de négocier avec le gouvernement d’Ankara afin de trouver une solution à la crise des réfugiés, qui brise nos coeurs à tous.
Nous espérons sincèrement que vous trouverez une solution durable à ce problème au cours de ce sommet.
Nous espérons que votre volonté de trouver une solution n’entamera pas votre attachement aux droits de l’Homme, de la presse et d’expression, qui sont les valeurs fondamentales du monde occidental.
Nous rappelons que nos valeurs communes ne peuvent être préservées que par la solidarité et par une position commune. Nous insistons sur le fait que cettesolidarité est très importante et urgente.
Au nom des journalistes détenus,
Can Dündar
Erdem Gül
*****

Mektubun Almancası
Sehr geehrte Frau Bundeskanzlerin Dr. Angela Merkel,

Wir sind Journalisten, die der festen Überzeugung sind, dass die Türkei ein Teil der europäischen Familie ist und deshalb eines nicht mehr fernen Tages den Status der EU Vollmitgliedschaft erlangen wird.

Wir schreiben Ihnen diese Zeilen aus dem Silivri-Gefängnis in der Türkei.
Die Meinungs- und Redefreiheit sind ein unverzichtbarer Wert unserer gemeinsamen Zivilisationsgeschichte.

Wir sind verhaftet worden, weil wir unser Recht auf Meinungsfreiheit in Anspruch genommen haben und weil wir die Informationsfreiheit der Öffentlichkeit verteidigen. Deshalb wurden wir bereits während unseres laufenden Gerichtsverfahrens in Haft genommen.
Am Wochenende treffen Sie mit dem türkischen Ministerpräsidenten zusammen.
Der Ministerpräsident und die Regierung, dessen Politik und alltägliche Praxis bekannt sind, lassen leider jede Achtung und jeden Respekt für die Meinungs- und Pressefreiheit vermissen.
Sie jedoch verhandeln mit der Türkei um eine Lösung für die Flüchtlingskrise,
die herzzerreißende Ausmaße erreicht hat.
Auch wir hoffen auf die bestmögliche Lösung für alle Beteiligten.
Wir hoffen aber auch, dass die bestmögliche Lösung für die Flüchtlingskrise Sie nicht daran hindern wird, weiterhin die westlichen Werte wie Bürgerrechte, Meinungs- und Pressefreiheit hoch zu halten und sie zu verteidigen.
Unsere gemeinsamen Werte sind jedoch nur zu verteidigen, wenn wir alle zusammenstehen und solidarisch handeln.
In diesem Sinne bitten wir Sie gerade jetzt sehr eindringlich um Ihre Solidarität.
Im Namen aller in der Türkei verhafteten Journalisten

Can Dündar

Erdem Gül

===================================

Dostlar,

Türkiye’nin IŞİD’e ve Suriye’de Esat rejimi karşıtlarına silah ve mühimmat dahil
her türlü lojistik desteği verdiğini Rus Devlet Başkanı Putin ve Başbakan Medvedev’in ağzından da net suçlamalar olarak duyuyoruz.

Putin ayrıca RTE’nin Türkiye’yi İslamlaştırma girişimlerine de dikkat çekiyor.

Bizim “içeride” söyleyemediklerimizi, söylersek Erdoğan’ın ertesi gün dava açtığı / açtırdığı gerekleri bir süpergücün Devler ve Hükümet Başkanları  söylüyorlar.. Türkiye öylesine bir açıkhava hapishanesine dönüştürüldü ki, majestelerinin yargısına döndü nerdeyse yargı organı! Majesteleri konuşuyor, hedef gösteriyor, dahası “Ben bu davanın savcısıyım”
dahi buyurabiliyor ve.. sonra gelsin öbek öbek davalar ve yıllar süren tutuklu yargılamalar..

Böylesi bir rejimin siyasal literatürde karşılığı açıkça FAŞİZMDİR!
Faşist rejimleri sürdürenler de diktatörlerdir.
Türkiye bu kritik eşiğe maalesef sürüklenmiştir.
Sorun salt Türkiye yurttaşlarının sorunu olmaktan çıkmıştır.
Majesteleri nasıl “Suriye’ye demokrasi götürmek” (!?) için harekete geçtilerse,
Batı Dünyasının pek çok kurumuna üye olan Türkiye’nin “sorunlu demokrasisi” de
Batı gündeminin sorunsalıdır, öyle olmak gerekir..

Yalın bir soru : AKP, 1 Kasım 2015’te raki yinelettiği seçimde iktidar olmasaydı,
yüce yargı gene de Dündar – Gül davasında tutuklu yargılama kararı verecek miydi?

Türk yargısı dik ve onurlu kalabilmeli, hatta AKP – RTE kuşatmasına hukuk devleti adına direnerek halkın savaşımına (mücadelesine) destek vermelidir.
“Majestelerinin yargısı” Türk hukuk tarihi adına çok ağır bir sıfat olacaktır.

Dündar – Gül davası, Batı – AB sistemi için de bir turnusol kağıdıdır, sınavdır.

Tutuklamaya itirazı değerlendirecek üst yargı makamının bu açık hukuksuzluğa /
insan hakkı ihlaline derhal son vermesini diliyoruz.. Dava adil ve açık olarak görülmeli
ve asıl AKP – RTE bu davada aklanmalıdır. Bacayı saran ateş tam da burasıdır!

Sevgi ve saygı ile.
29.11.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com