Etiket arşivi: Diktatör

NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN


NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
http://ahmetsaltik.net/2015/03/19/erdoganin-akil-sagligi/

Son derece ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız. 80 milyona varan nüfusuyla dev bir ülke
ve pek çok başka devlet, uluslararası kurum.. RT Erdoğan’ın 12 yılı aşan yönetiminden
illallah demektedir.

Bir “hal” çaresi bulunamamaktadır. Toplum neredeyse nefsi müdafaya geçmiştir.
RT Erdoğan’ın davranışlarındaki tutarsızlıklar, çelişkiler onlarca, yüzlercedir.

Önceki gün de “ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiğini” söyleyerek demokrasiden ne denli uzak ve son derece tehlikeli niyet ve düşünceler taşıdığını
kendi ağzıyla açıklamıştır. Şirketler Kapitokratik / Kapitokrasi ile (sermaye gücü ile,
kapital ile) yönetilen yapılardır; toplumlar ise Demokrasi ile yönetilirler.

Oysa Kadim Plato’dan bu yana Demokrasi 2500 yıldır insanlığın özlemi – hedefidir ve Anayasamız da Türkiye’nin Demokratik bir Cumhuriyet olduğunu değiştirilemez bir hüküm olarak koymuştur (md. 2 ve 4). Bu bağlamda RT Erdoğan’ın “ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiği” önerisi, Plato’dan da geri bir anlayışın dışavurumudur.

***

“Narsisistik kişilik bozukluğu” seyrek görülen bir durum değil, tersine “sıkça” rastlanan
bir tablodur. RT Erdoğan’ın, haydi “Bozukluk” (İngilizce Disorder) sözcüğünü kullanmayalım, “Narsisistik bir kişilik örüntüsü” olduğu ülkemizde yaygın olarak konuşulmakta ve kabul görmektedir. Eski deyimle böylesi bir tanı vaka-i adiyedendir, sıradanlaşmıştır.

Öte yandan bir insana “Narsisistik kişilik bozukluğu” tanısı koymak için hekim olmak
bile gerekmez. Hele tıpta herhangi bir dalda uzman hekim olmak hiç gerekmez.
Başta Psikologlar olmak üzere, ortalama her aydın, özellikle siyaset bilimciler, diplomatlar, öğretmenler…  böylesi bir tanıyı koyabilirler. Kişinin bir hekimin muayenesinden geçmesi de gerekmez. Kamuoyu önünde sergilenen sürgit davranışlar yeter ipucu hatta kanıttır.

RT Erdoğan’ın bu kişilik özelliği herkesin malumu iken, hekimler arasında yaygın olarak
kabul görmekte iken; saygın ve kıdemli meslektaşımız Uz. Dr. Mustafa ALTIOKLAR
“Kral çıplak” deme yürekliliğini göstermiştir.

Apaçıktır ki; cümle aleme malum bu değerlendirmeyi – yargıyı – nitelemeyi …
TIBBİ TANIYI “hakaret” gerekçesiyle dava etmek ise merdi kıptinin şecaat arzını çağrıştırmakta, adeta kendini ele vermektedir.

Bu sitede daha önce benzer kaygılar dile getirilmiş, Türk Tabipleri Birliği ile
Türk Psikiyatri Derneği‘nin, Türk Psikologlar Derneği‘nin meşru girişimlerde bulunması gerektiği vurgulanmıştı.

Şimdi, davacı olarak, aslında ayna tutarak kendisine ve ülkemize çok hayırlı bir iş yapmış olan Sayın Dr. Mustafa ALTIOKLAR’ın cezalandırılmasını istemek yerine, RT Erdoğan, resmi bir Psikiyatristler kurulunca muayeneyi kabul etmeli ve böylesi bir kişiliğinin olup-olmadığını kanıtlamalıdır. Böylelikle şüyuu vukuundan beter bir durum aydınlatılmış olur. Kendisi muayeneye yanaşmazsa, mahkemece, durumun netleşmesi için bilirkişi kurulu oluşturularak Uz. Dr. Altıoklar’ın koyduğu tıbbi tanının, kendisinin de pek yerinde istemine dayalı olarak yerindeliği / yerindesizliği belirlenmelidir.

Dr. Altıoklar’ın RT Erdoğan’ı sağlık raporu almaya zorlaması kişisel olarak olanaklı değildir. Öte yandan davaya bakan mahkeme böylesi bir yola başvurmadan
nasıl hüküm kuracaktır? Sav sahibi, savının kanıtlanması için mahkemeden yardım istemekte, mahkemeyi göreve çağırmaktadır. Ceza Yargılaması Hukukunun gereği olarak sanığın lehine ve aleyhine tüm kanıtları toplamak zorundadır (CMK md. 160/son ve md. 320). Dr. Altıoklar’ın, Erdoğan’a kurul sağlık raporu verilmesi isteminin reddi olanak dışıdır. Gelinen yer, ülkemiz için bir fırsattır, değerlendirilmelidir.

Kaldı ki; ülkenin üst düzey yöneticilerinin beden – ruh sağlığı ile ilgili olarak kamuoyunda bir kaygı – kuşku doğduğunda, demokratik gelenekler, bu kişilerin kendiliğinden
sağlık kurumlarına başvurarak durumlarını belgelemelerini ve kamuoyu ile paylaşmalarını gerekli hatta zorunlu kılar.

Dr. Altıoklar, Türkiye’de de böylesi bir geleneğin yerleşmesine hizmet etmiş olacaktır.

Açık bilimsel veridir ki; “Narsisistik kişilik bozukluğu” demokrasi ile bağdaşmaz.

  • Narsisist kişiler demokrat değillerdir, olamazlar. 

Bu durum Ülkenin selameti açısından son derece sakıncalıdır. Nitekim demokrasi ve
Anayasa dışı pek çok istem ve eylem RT Erdoğan tarafından Türkiye’ye dayatılmaktadır.
Örneğin Demokrasinin bir tramvaya benzetildiği, istenen durağa gelindiğinde inileceği,
laikliğin cumhur isterse tabii gideceğini… vd. apaçık söylenmiştir. RT Erdoğan,
en hafif deyimiyle totaliter (tüm yetkileri 1 kişide toplandığı) bir yönetim istemektedir.
Totaliter rejimlerin başındaki yöneticiler de siyasal bilim literatüründe “Diktatör” olarak tanımlanmaktadır. Ancak Erdoğan, kendisinin tutum ve eylemleri için bu nitemi (sıfatı) kullananları yine “hakaret” gerekçesi ile ve kişilik yapısının denetlenemeyen dürtüsü ile dava etmektedir!

Cumhurbaşkanlığı yemini ve Anayasa ayaklar altındadır; Demokrasinin olanakları
kötüye kullanılarak fiili bir darbe yapılmakta, ülkemiz hızla despotik bir rejime sürüklenmektedir.

Cumhurbaşkanı bile olsa, kişilik haklarına hakaret edildiği sözde savları ardına saklanarak sorumlu yurttaşlık görevini yüreklilikle yerine getiren kişilerin üzerine, “en iyi savunma saldırıdır” taktiğiyle gitmek hukuk ve demokrasi içi değildir. Dava açan savcılığın yargısı son derece sığ ve bilim dışıdır :

“Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak
hakaret suçu teşkil etmektedir.”

31 yıllık kıdemli hekim Uz. Dr. Mustafa Altıoklar akıl hastalığı vurgusu / iması da yapmamakta, akıl hastalığı tanısı koymaktadır. Tıbbi tanı koymak “eleştiri ve düşünce özgürlüğü” kategorisinde bir davranış değildir ki, bu sınırlar aşılarak hakaret suçu işlenmiş olsun! Bu davranış ve eylem; yani “narsisistik kişilik bozukluğu” tanısı koymak, profesyonel sorumluluk gereği yetki ile yerine getirilen, üstün kamu yararı açısından kaçınılması olanaklı olmayan bir edim, bir eda / borçtur, Hipokrat yemininin gereğidir. Yavuz hırsızlık yöntemleri ile agresyon göstererek Dr. Altıoklar’ı linç etmek yerine, buyurun, resmi bir uzman hekimler kurulundan raporla durumunuzu belgeleyin.
Bu sizin de ülkenin de hayrına olacaktır.

Unutulmasın ki, insan bedeni ve ruhsal yapısıyla bir bütündür. Bedensel hastalıkları
nasıl olağan karşılıyorsak, insanlar ruhsal olarak da pekala hastalanabilirler.
İzlenecek biricik yol, modern tıp biliminin olanaklarını kullanarak
ruh sağlığı bozukluklarının da sağaltımını (tedavisini) istemektir.

Türk Tabipleri Birliği derhal devreye girerek, bilimsel gerçeğin hızla aydınlatılması için
tüm olanaklarını seferber etmelidir. Ulusun gerçeği bilme hakkı kesin olarak önceliklidir.

Unutulmasın; söz konusu Vatan olunca, geri kalan her şey teferruattır.

Not : Bu akşam (19 Mart 2015) Ulusal Kanal’da saat 21:00’de sorun tartışılacaktır.
Sayın Gülgûn Feyman’ın çok başarılı “Nasıl Yani?” adlı programında
Dr. Mustafa Altıoklar ve Av. Zeynep Küçük katılımcı olacaklar.
Olanak olursa biz de telefonla bağlanarak katkı vermeye çalışacağız..

Sevgi ve saygıyla.
19.3.2015, Ankara
=================================================

Dr. Mustafa ALTIOKLAR’ın Mahkemede Savunması

Erdoğan’ın akıl sağlığı

Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun…  Mart 17, 2015

Dr. Mustafa Altıoklar’ın, Tayyip Erdoğan için “Kişilik bozukluğu var, 46 raporu vermek lazım.” sözleri mahkemeye taşınmıştı. Uz. Dr. Mustafa Altıoklar’ın davadaki savunması ortaya çıktı Ünlü sinema yönetmeni Uz. Dr.  Mustafa Altıoklar CNN Türk Aykırı Sorular programında Başbakan Tayyip Erdoğan için “Narsistik Kişilik Bozukluğu” olduğunu söyleyerek

“Kendisine rapor vermek lazım 46 raporu” ifadelerini kullanmıştı. Başbakan Erdoğan için kullandığı ifadeler için mahkemede savunma yapan Altıoklar’ın Erdoğan için söylediği ifadelerden geri adım atmadı. Dr. Altıoklar, hakaret etmediğini bir doktor olarak teşhis koyduğunu söyledi. Oyuncu Levent Üzümcü Altıoklar’ın savunmasını Twitter’dan paylaştı…

Dr. ALTIOKLAR’IN SAVUNMASI

SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,

Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR. Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM. Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27. maddesinden bahsedeceğim. ANAYASAMIZ’ın 27. maddesi; “ Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” demektedir.

Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim. (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik.

Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım. Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde “Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri
ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” demektedir.

Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir.
Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim,
hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı. Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik. Davaya söz konusu olan açıklamamda ise
aynen meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.

“Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz.

Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz. Fevkâlâde endişe duyuyoruz.

Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.” (BELGE 2)

Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27. maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir. Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde,
Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını,
ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in Parkinson hastalığı olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de ekstremite yoksunluğu;
Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken;
bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir.

Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını.
Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.” Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de
acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bununla birlikte içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım.
Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna
mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin
suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine yazılmamış Magna Carta dâhil
hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız.

Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken,
akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz. Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi , narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır. Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve
üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için
aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)

1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Her şeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır.
Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim.

Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir psikiyatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim. Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm.

Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi
açıkça beyan ederim.

Kısaca,

Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.

SON SÖZ

Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde
tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir.

Saygılarımla…
————
Gezi’de,”Camiye ayakkabılarıyla” girdiler diyerek kıyameti koparan da;
türbenin yıkılmasını başarı sayan da aynı Recep Tayyip Erdoğan..
***
Dr. Ahmet Saltık’ın notu : 

Meslektaşımız Dr. Altıok’un gönderme yaptığı, 46, eski Türk Ceza Yasasının maddesidir,
5271 sayılı yeni Ceza Yasasında (2005) karşılığı 32. maddedir.

AKIL HASTALIĞI

Madde 32 – (1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir.
Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir.
Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen,
akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.

****
Dr. A. Saltık : Bu yazının tümünü pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız…

NARSISTIK_KISILIK_BOZUKLUGU_ve_ERDOGAN

BAŞKANLIK VE FEDERASYON


BAŞKANLIK VE FEDERASYON

portresi_resmi

 

Emre KONGAR
Cumhuriyet,
13.2.15

 

AKP’nin 2015 seçim kampanyasını “Başkanlık rejimi” üzerine kuracağı ve
propagandanın tarafsızlık yemini etmiş olan Erdoğan tarafından yapılacağı anlaşıldı.

Bu model gerçekleşirse Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor acaba?

***

Birinci olarak, önümüzdeki soru “Nasıl bir Başkan?”
Erdoğan’ın bizzat kendi sözlerine bakıldığında, savunulan bu “Başkanlık Rejimi”nin
dünyadaki hiçbir siyasal sisteme benzemediği, yargı erkinin gücünü yok etmek üzerine kurgulandığı açıkça görülüyor…

Milletvekilleri de parti lideri tarafından belirlendiğine göre,
Meclis zaten çoğunlukla seçilecek olan “Başkanın” denetiminde olacak…

Böylece, Erdoğan’ın savunduğu modeldeki “Başkan”, hiçbir dengelemeye ve denetime
tabi olmadan istediği gibi at oynatacak, yine O’nun sözleriyle
“İstediğini asacak istediğini kesecek!” bir yönetici oluyor…

Ali Sirmen dün bu rejime bir de isim bulmuştu:

“Güçlendirilmiş Başkan Baba Zulmü düzeni.”

Bu düzenin liderine siyasal bilimlerde “Diktatör” denir…
Bunların bazıları, yine yapılan oylamalarla “hayat boyu Başkan” seçilirler!
 Türkiye şimdilik bu öneriyle karşı karşıya değil…
Ama, hele bir anayasayı değiştirelim, yeni Başkanımızı seçelim,
onun becerikli ve şefkatli elleri ile uzun süre bir yönetilelim…

Görev süresinin sonuna doğru bu “Ölene kadar Başkanlık” seçeneğini de düşünürüz elbette!

***

İkinci olarak önümüzdeki soru “Nasıl bir Devlet?”

Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı devam edecek mi?..
Yoksa dünyadaki hemen hemen bütün başkanlık rejimlerinde görülen bir
federasyon veya konfederasyon mu söz konusu olacak?

Federatif devlet tartışmaları, daha Özal zamanında, onun girişimiyle gündeme girmişti…
Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için “Osmanlı Eyalet sistemini” örnek alan bir yönetim biçimini uygulayabileceği, bizzat AKP yöneticileri tarafından kezlerce dile getirilmiştir.
Kürt politikacılar da, federasyon modelini bir çözüm olarak kezlerce belirtmişlerdir.

Bütün bunlara ek olarak, ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde şu anda,
üniter (AS: tekil) devlet modeli ile bağdaşmayan pek çok uygulama görülmektedir.

***

AKP ve Erdoğan, “Başkanlık rejimi” ile birlikte bu rejimin dayandığı
“Federasyon Modelini” de ortaya getirseler,
tartışmalar daha gerçekçi bir zeminde yapılabilir.

‘Nefret Etsinler Ama Yeter ki Korksunlar!’

Dostlar,

Hacettepe Tıp’tan uzmanlık devre arkadaşımız (1978-81) olan
sevgili Prof. Çağatay Güler‘in aşağıdaki yazısı tam anlamıyla “enfes“!

Her zamanki yaratıcılığı, sıradışılığı, yüksek zekâsı ile uzun zamanlar
derin yankı doğurabilecek, ciddi saptama ve iktidara çarpıcı uyarılar içeren bir makale..

Tarihten ve değişik kültürlerden – uygarlıklardan güçlü örneksemelerle varsıl.
Taa Antik Yunan – Roma düşünürlerinden – modellerinden – tiranlarından,
günümüz somut ve gözönündeki modellerine dek tiplemeler çok çarpıcı.

Bizim de dilimize “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”
söylemi düşüyor haliyle..

Prof. Çağatay Güler nam yiğit ve yaratıcı aydının yazısı da mı az size??

Dikkat edin ilgililer; tüm kredileri tüketiyorsunuz ve meşru savunma yapacak
hemen hiçbir araç – gerekçe bırakmıyorsunuz kendinize..
Bunu da siz yapıyorsunuz, diktatör körlüğünüz – sağırlığınızla..

  • Betz hücrelerine sağlık sevgili kardeşim Çağatay Güler! 

Not : 21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet‘in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait.. Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü
2 hekim hocaya.. Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler)
Büyük Atatürk‘ün

  • “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..” 

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan ilk yazısı için lütfen tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

‘Nefret Etsinler Ama Yeter ki Korksunlar!’

Cagatay_Guler_portresi

Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER

“Bir polis devleti, ekinlere büyüme emri veremeyeceğini görecektir.” / J. F. Kennedy

 

 

Tiran Caligula, Romalı şair Lucius Acciusun “Oderint, dum metuant!” dizesini
çok severmiş:

  • “Nefret etsinler ama yeter ki korksunlar!”

Diktatör teriminin kökeni eski Romalılara dayanır. Kriz dönemlerinin olağanüstü yetkilerle donatılmış yöneticileridir. Sözlük anlamıyla bütün siyasal yetkileri kendisinde toplamış olan kimse demektir diktatör. Bir tek kişi ya da küçük bir grubun yönettiği hükümetlere diktatörlük denir.

Ansiklopedilerin yazdığına göre modern diktatörler eski Roma diktatörlerinden çok
Eski Yunan tiranlarına benzerler. Eski Yunan’da siyasal gücü zorla ele geçiren,
onu kötüye kullanan kimselere tiran” denirdi. Bir başka anlamı acımasız, gaddar, despot demektir. Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimseler ,tiranla eşanlamlıdır.

Demokratik yöntemlerle iktidara gelenler de demokrasinin olanaklarıyla donatıldıkları yetkileri istismar ederek diktatörlüğe yönelebilirler.

Phil Stromer “Diktatörlük, kuşkusuz en iyi yönetim biçimidir…
Benim diktatör olmam koşuluyla!”

Herbert Hoover, “Bütün diktatörler konuşma özgürlüğü merdiveni ile güce erişirler.
Güç sahibi olur olmaz kendisi dışındaki herkesin konuşma özgürlüğünü ortadan kaldırırlar.”

Stephen Vizinczey, “Diktatörlük bir sürekli eğitimdir; size duygularınızın, düşüncelerinizin ve isteklerinizin bir öneminin olmadığını, bir hiç olduğunuzu,
sizin yerinize düşünen ve isteyen diğerlerince söylenen biçimde yaşamak zorunda olduğunuzu öğretir.”

diyerek diktatörün toplumu kendi düşünce ve yaklaşımına göre kalıba sokma eğilimini çok güzel vurgular.

Jan Masaryk, “Diktatörler her zaman son on dakikaya kadar iyi görünen yöneticilerdir.”sözüyle bilinçsiz yandaş kalabalıklarını uyarır.

Diktatörlüklerde mutlak güç, herhangi bir kısıtlama olmaksızın yönetimi ellerinde tutanlardadır. Bu yönetim biçiminde yönetilenlerin birçok hakkı ellerinden alınmıştır. Lider anayasal, yasal, sosyal ya da politik herhangi bir kısıtlama olmaksızın hükmeder. Kısıtlamalar karşı görüşlerin kamuoyuna iletilmesiyle sorgulanmaya başlayacağı için
ilk engellenen özgürlüklerin başında düşünme, söyleme ve haber alma özgürlükleri gelir.

Diktatörün istemediği söylenemez ya da kamuoyu gündemine taşınamaz.

Yazılı ve görsel basın vahşi sansürle engellenir ve dolaylı baskılarla kendi kendini sansüre zorlanır. Bu nedenle demokrasi, “sesi çıkmayana mikrofon uzatılan
yönetim biçimi” 
olarak tanımlanır.

Diktatörler, despot politik güçlerini kazanabilmek için güç ya da hileye, aldatmaya; sürdürebilmek için de korku, sindirme, gözdağı, tehdit, yıldırma, dehşet, teröre başvururlar.

Temel insan haklarını ortadan kaldırırlar.

Güçler ayrılığı yalnızca yasalardaki biçimsel tanımlar olarak kalır.

Adil yargılama şansı kalmaz, diktatörü sorgulayacak kurumlar yok edilir ya da işlevsiz, güdümlü kuruluşlar haline getirilir.

Kamuoyu desteğinin sağlanması için kitlesel propaganda tekniklerinden yararlanırlar.

  • Baskılanmış ve çıkar cenderesine alınmış basın,
    kamuoyu oluşturma sorumluluğunu yerine getirmez.

Modern çağın olanakları, güçlü kitle iletişim araçları bir yandan özgürlüklerin savunulmasına yardımcı olabilecek altyapıyı oluştururken, bunların denetimini
eline geçirenlerin güçlü propaganda teknikleri ile örtük diktatörlüklerin oluşturulması amacıyla da kullanılabilir.

Hatta özgürlükleri, toplumlarda yalancı bir özgürlük algısı yaratılmasına
bile yardımcı olabilir.

Bu nedenle diktatörlüklerin tanımlanmasında biçimsel yapılanmadan çok,
özellikle kitlelere ulaşabilme olanağı, adil yargı ve yargılanma,
düşünce özgürlüğü
vb. ölçütler kullanılmalıdır.

Ağ iletişimi baskı ve korkuya karşı kitlesel bir direnme aracı olarak kullanılabildiği gibi, görüşlerin ağda aynı görüşü paylaşanlar tarafından birbirine gönderilmesi gerçek bir iletişim ve kamuoyu oluşturma anlamına gelmeyebilir. Hatta bu gibi küçük grupların
ağ iletişimi, yönlendirmelerle diktatörlük altyapısının oluşturulmasına olanak sağlayan araçlar haline de getirilebilir.

Bu tehlikeyi ancak, baskı altındaki aydınların muhalefeti güçlendirecek
nitelikli yaratıcılıkları
önleyebilir.

Kötü amaçlılar aydınları susturmak için baskı, korku, şantaj vb.nin yanı sıra,
onların her türlü çaresizliğini de kullanır. Direnemeyenleri kul köle eder kendilerine.

Molla Camii şöyle der:

Anki sıransa küned rube mizaç, ihtiyacest ihtiyacest ihtiyaç.
(Eyleyen aslanları tilki mizaç /İhtiyaçtır, ihtiyaçtır, ihtiyaç!)”

Aydınların toplumdan yüz çevirmeleri, kullandıkları dil ve tutumları ile toplumun çoğunluğuna seslenememeleri çok büyük bir tehlikedir. Nitekim Keçecizade İzzet Molla şu dizeleriyle bu durumu çok önceden saptamıştır:

– “Meşhurdur ki fisk ile olmaz cihan harap
Eyler onu müdahane-i aliman harap.”
(Dünya kötülüklerden yıkılmaz / onu mahveden âlimlerin ikiyüzlülükleridir).

Batı’da aydınların baskıya direnişleri adeta refleks haline gelmiştir.
Anatole France’ın

  • Yasa, o görkemli eşitlik yaklaşımıyla yoksullar gibi zenginlerin de
    köprü altında uyumalarını, sokaklarda dilenmelerini ve
    ekmek çalmalarını yasaklamıştır.” 

sözü örtük bir anlatım görünümüne bürünmüş, bir savaş ilanıdır.

Kamuoyu bu tip çıkışlarda hemen tavrını alır ve yöneticiler eskiden olduğu kadar pervasız hareket edemezler.

Gelişmekte olan toplumlarda eğitim düzeyi, toplumsal bilinç eksikliği seçmenleri
katı ve sorgulayıcı olmayan yandaşlar haline getirdiğinden,
aydınların daha yaratıcı olmalarını gerektirir.