Etiket arşivi: CDS primi

Faizi Düşürünce Ne Oldu?

HakkımdaDr. Mahfi EĞİLMEZ

Kasım 20, 2021
Faizi Düşürünce Ne Oldu? (mahfiegilmez.com)

Enflasyon, faizden önceki aşama olduğu için faiz, ilk bakışta enflasyonun sonucu gibi görünür ama aslında enflasyon da faiz de başka şeylerin sonucudur. O nedenle çözümü bulabilmek için zincirin ilk halkasına kadar geri gitmek gerekir. Son yazılarımda sıkça kullandığım şemamı bir kez daha yazayım:

Görüleceği gibi faizi yükselten şey aslında ülke riskinin yükselmesiyle başlayan zincir reaksiyonlardır. Ülke riskinin yüksek olduğunu anlamak için bakılması gereken gösterge CDS primidir. Bu prim 300 baz puanın üzerindeyse ülke aşırı riskli demektir. Türkiye’nin CDS primi 411’dir. Bu oranla Türkiye, dünyanın en riskli birkaç ülkesi arasındadır. Bu zincir reaksiyonların çözümü için en başa gidip riski düşürmeye çalışmakla başlamamız gerekirken biz tam tersini yaparak sondan başlıyoruz ve faizi indiriyoruz. Bakın sonra ne oluyor?

Kurun ve enflasyonun yüksek olduğu ve daha da yükselmeye eğilimli olduğu bir ortamda faizi düşürünce riskleri yükseltmiş oluyoruz ve kurlar yükseliyor sonra şemadaki reaksiyonlar tekrar devreye giriyor, enflasyon yükseliyor. Grafik 2019 başından bugüne kadar Merkez Bankası Politika Faizi (MBPF) ile USD/TL kuru arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Merkez Bankası ne zaman faizi indirmişse kur yükselmiş. Kur yükselişi, ithal girdiler üzerinden giderek maliyetleri ve fiyat artışlarını tetikliyor ve sonuçta enflasyon da artıyor. 2019 başından bu yana görünüme baktığımızda hep aynı hatayı yaparak kısır döngü içinde kaldığımız açıkça görülüyor. Bu sefer de öyle olacak. Bir noktada faizi tekrar yükseltmek zorunda kalacağız.

Bir sorunun çözümü için o sorunu yaratan şeyin ne olduğunu bulmak gerekir. Sürekli başı ağrıyan bir kişi kendi kendine ağrı kesici alarak sorunu geçici olarak çözebilir. Ama doktora gidip gerekli tahlilleri ve tetkikleri yaptırdığında sorunun yüksek tansiyon kaynaklı olduğu anlaşılırsa o zaman tansiyon ilacı ağrı kesicinin yerini alır ve sorun kalıcı olarak çözülmeye gider. Tabii sadece doğru ilacı almak da yeterli olmayabilir, diyete dikkat etmek, stresten uzak durmaya çalışmak, egzersiz yapmak da önemlidir.

  • Türkiye’nin ihtiyacı olan şey faizi indirmek değil, yüksek enflasyonu çözmektir.

Bunun da yolu diyet yapmaktan yani risklerden uzak durmaktan geçiyor. Kilosuna, yaşamına dikkat etmeyen bir kişinin eninde (AS: önünde) sonunda yüksek tansiyon veya şeker ya da kolesterol sorunuyla karşılaşmasında olduğu gibi risklerini düşürmeyen bir ekonomi de eninde sonunda yüksek enflasyonla, kur riskiyle, işsizlik artışıyla karşılaşır. Tansiyon, şeker veya kolesterol sorunu nasıl ağrı kesiciyle çözülemezse ekonomi de risklerden kaynaklanan sorunlarını faizle oynayarak çözemez.

Ne zaman risklerden söz etsek bazıları Kıbrıs’tan vaz mı geçelim ya da Akdeniz’deki haklarımızı savunmayalım mı diye soruyor. Benim söz ettiğim riskler bunlar değil. Ama mesela komşularımızla yarattığımız sorunlarda bizim hatamız var mı diye kendimize sorabiliriz. Ya da hukukun üstünlüğü, daha iyi bir demokrasi, insan hakları gibi konuları geliştirmeye çalışabiliriz. Bilim dışı kararlarımızı gözden geçirip bilime dönebiliriz. Kamu hesaplarının şeffaflığı, denetlenmesi, kamuda savurganlığın önlenmesi için adımlar atabiliriz. Enflasyonun yükseldiği ortamda faizi artırmak yerine düşürmemizin bizi daha da kötü bir pozisyona sokup sokmadığını gözlemleyip doğruyu bulabiliriz. Bunları yapmaya başlasak risklerimiz de CDS primimiz de düşüşe geçer.

Türkiye Ekonomisinin Temel Sorunları ve Çözüm Yolu

KENDİME YAZILAR

Türkiye Ekonomisinin Temel Sorunları ve Çözüm Yolu

Dr. Mahfi EĞİLMEZ
27 Ocak 2021

Yüksek Enflasyon ve Yüksek Faiz Sorunu

Türkiye’nin çok uzun bir süredir yüksek enflasyon sorunu var. Yüksek enflasyonun varlığı faizlerin de yüksek olmasına yol açıyor. Enflasyon sorunu döneme bağlı olarak farklı nedenlerden kaynaklanarak çözümsüz biçimde ekonominin tepesinde duruyor. Son birkaç yılda enflasyonun temel nedeni TL’nin yüksek dış değer kaybı yaşaması. Türkiye’nin üretimde kullandığı girdilerin (hammaddeler, ara malları ve makine teçhizat gibi sermaye malları) önemli bölümü ithal ediliyor. O nedenle TL’nin yabancı paralara karşı değer kaybı bu girdilerin pahalanmasına ve dolayısıyla da üretim maliyetlerinin yükselmesine yol açıyor. Üretim maliyetleri yükselince de ister istemez bu artışlar fiyatlara yansıyor ve enflasyona neden oluyor. TL’nin değer kaybı süreklilik gösterdikçe enflasyon da süreklilik sergiliyor. Enflasyon yükseldikçe faizin yükselmesi de kaçınılmaz oluyor.

Bu sorunu çözmenin ilk yolu TL’nin değer kaybını önlemektir. Türkiye bunu 2003-2010 döneminde başardı, bankacılık reformu, kamu mali disiplininin sağlanması ve AB ile tam üyelik müzakeresi çerçevesinde riskleri düşürdü, kredi notu yükseldi, CDS primi düştü, riskler düşünce bütün ekonomi toparlandı, TL’nin değer kaybı duruldu, enflasyon düştü, faizler düştü.

İşsizlik Sorunu

Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrasında önemli sorunlarından birisi yüksek oranlı işsizlik oldu. 2001 krizine kadar %7-8 arasında oluşan işsizlik oranı krizle birlikte iki haneye yükseldi ve bir daha da eski düzeyine inmeyerek % 12-13 arasında gerçekleşir oldu. Aslında konu ettiğimiz resmi işsizlik oranı. Bir başka ifadeyle bilgilerin toplandığı son 4 haftada işsiz olup da iş arama kaynaklarına başvuranların işsiz olarak değerlendirilmesiyle oluşan oran. Bu işsizlerin sayısından daha fazla sayıda insan işsiz olduğu halde son 4 hafta içinde iş arama kaynaklarına başvuruda bulunmadığı için işsiz kategorisine dâhil edilmiyor. Oysa bunlar da işsiz. Onları da katarak bakarsak geniş işsizlik oranı denilen bir oran çıkıyor karşımıza ki bu oran %27 dolayında. Türkiye’nin gerçeklerine en uygun olan tanım bu tanım, yani gerçek işsizlik oranı %27. Bu çok yüksek bir oran ve bu sorunun çözülmesi gerekiyor.

Bu sorunun çözüm yolu da büyük ölçüde riskleri düşürüp doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını Türkiye’ye çekerek üretimi ve ihracatı artırmaktan geçiyor.

Açık Vermeden Büyüyememe Sorunu

Türkiye ekonomisinin bir başka uzun geçmişli sorunu, açık vermeden büyüyememek olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye ekonomisi ya bütçe açığı ya da cari açık vererek büyüyebiliyor. 2001 krizine kadar tercih bütçe açığı vererek büyümekti. Kamu kesimi gelirinden fazla harcama yaparak (farkı da borçlanarak) ekonominin büyümesine öncülük ediyordu. O dönemlerde bütçe açıkları GSYH’nin %10’u dolayındaydı. 2001 krizi sonrasında kamu mali disiplini çerçevesinde bütçe açıklarının düşürülmesi eylemine girişildi ve bütçe açıkları oldukça azaldı. Buna karşılık bu kez özel kesim açık verip borçlanmaya ve cari açık yükselmeye başladı.

Türkiye aslında dünyadaki birçok ekonomi gibi ikiz açık (hem bütçe açığı hem de cari açık) veren bir ekonomi. Her iki açığın da %2-3 dolayında olması ya da birinin %2 diğerinin %4 olması fazla sorun yaratmıyor. Sorun yaratan, her iki açığın da bu oranların üzerine çıkması. Örneğin bütçe açığı %3-4 ve cari açık da %4-5 ise o zaman sonraki döneme devredilmiş sıkıntılar ortaya çıkmaya başlıyor. 2020 yılsonunda Türkiye’nin bütçe açığı %3.5, cari açığı da %5. Bir başka ifadeyle ikiz açığın ikisi de sorunsuz yönetilebilir oranların üzerine çıkmış bulunuyor.

Bu sorun, 2020 yılında büyük ölçüde Covid-19 salgınıyla ortaya çıkmış bir sorun. Ne var ki bu sorun 2021 yılının en azından ilk yarısında devam edecek gibi duruyor.

Yüksek Risk Sorunu

Türkiye yalnızca ekonomik açıdan değil sosyal ve siyasal açıdan da yüksek riskli bir ülke. Risklerin yüksekliğini ölçmekte kullandığımız 2ölçü var: İlki kredi ölçüm kuruluşlarının yaptığı ülke kredi değerlemesi ve buna göre verdikleri notlar. Bu notlar AAA’dan (en iyi) başlıyor F’ye (en kötü, batık) kadar iniyor. Bu sıralamada BBB yatırım eşiği olarak kabul ediliyor. Bu notun altındaki dereceler spekülatif (yüksek riskli) derece olarak görülüyor. Türkiye’nin kredi notu üç büyük kredi derecelendirme kurumu olan Moody’s’den B2, Standard and Poor’s’dan B+ ve Fitch’den BB-. Bir başka ifadeyle Türkiye kredi derecesi olarak üç kurumda da yüksek riskli ülke olarak değerlendiriliyor. İkinci ölçü CDS primi. Türkiye’nin CDS primi uzun süredir 300’ün üzerinde. CDS primi 100’ün altındaki ülkeler düşük riskli, 100 – 200 arasındaki ülkeler orta riskli, 200- 300 arasındaki ülkeler yüksek riskli, 300’ün üzerindeki ülkeler ise aşırı riskli kabul ediliyor.

  • CDS primi ülkenin borçlanma kâğıtlarının maliyetini belirliyor.
  • Risk ne kadar yüksekse faiz de o kadar yüksek oluyor.

Çözüm Yolu

Türkiye, bugüne kadar bu sorunları çözme girişimlerine hep sonuçtan; enflasyonu, hatta ondan önce faizi düşürmeye çalışarak başladı. Bu girişimlerinin karşılığında bazen kısa vadede iyi yanıtlar alır gibi olunca da yöneticiler sorunun bu yolla çözülebileceği yanılgısına kapıldılar. Bu, yeni bir yanılgı değil. Yöneticiler değişse de aynı yanılgı uzun yıllardır tekrarlanıyor. Bu yanılgı, yöneticilerin, risk yaratan yaklaşımların kendi kararlarından doğduğunu kabul edememelerinden kaynaklanıyor. Neden yerine sonuçtan çözüme gitme yaklaşımıyla enflasyonda kısa süreli düşüşler gerçekleşti. Ne var ki bu olumlu sonuçlar vade uzayınca kayboldu. Bir başka ifadeyle Türkiye bu olumlu havayı sürdüremedi. Çünkü riskler ortadan kalkmamış, azaltılamamış hatta artmıştı. Bir başka deyişle sonuçtan giderek nedeni çözmek mümkün olmadığı gibi risklerin de artmasına yol açılmıştı.

Riskleri ortadan kaldıramadığınız ya da en azından azaltamadığınız bir ortamda çözümler hep geçici olmaya mahkûmdur. O nedenle Türkiye’nin kesin çözüm elde edebilmek için sonuçtan değil nedenden yola çıkarak riskleri kaldıracak ya da azaltacak adımları atması gerekiyor. Bunun da yolu komşularla sorunları çözmeye çabalamak (bu yolda çaba göstermek bile yeterli olabilir), demokrasiyi geliştirmek, hukukun üstünlüğünü yaşama geçirmek gibi adımlarla sağlanabilir. Bu adımlar atılabilirse Türkiye’nin CDS risk priminin ciddi biçimde düşeceğini düşünüyorum. Risk primi düşerse, TL’nin yabancı paralar karşısında hızlı değer kaybı önlenebilir ve dolayısıyla enflasyon da denetim altına alınabilir. Enflasyonda düşüş başlamasıyla faizler de düşüşe geçer.

Özetle söylemek gerekirse; bugünkü ekonomik sıkıntıların çoğu, aslında ekonomik olmayan nedenlerin yarattığı risk artışından kaynaklanıyor. O nedenle çözüm de oralardan başlamak zorunda.

Faiz Artırımı Niçin Çözüm Olmuyor?

Faiz Artırımı Niçin Çözüm Olmuyor?

Mahfi EĞİLMEZ, PhD
http://www.mahfiegilmez.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Son zamanlarda yaygın bir akıl yürütme söz konusu: “Faizi artırdık ama kurlar düşmedi, demek ki faizi artırmak işe yaramıyormuş.” Akıl yürütme Sherlock Holmes’in bir konuda sonuca varmak için kullandığı oldukça yararlı ve basit bir yöntem. Yalnız biraz tehlikelidir. Çünkü neden – sonuç ilişkilerini etkileyecek ögeler dikkate alınmazsa tümüyle ters sonuçlara varılmasına yol açabilir. O nedenle bu yöntemi kullanırken çok dikkatli ve titiz olunması, hiçbir ayrıntının atlanmaması gerekir.

Gerçekten faiz artırımı işe yaramıyor mu?

  • Faiz artırımı tek başına çözüm getirmez, mutlaka ardından asıl çözümlerin onu izlemesi gerekir.

Faiz artırımı kanamalı bir hastanın kanamasını durdurmaya benzer. Kanama durdurulmakla hastanın sorunu çözülmüş olmaz ama hastanın kan kaybından ölmesi önlenmiş olur. Asıl derdin ne olduğunu teşhis edip onu tedavi etmek için gerekli işlemleri yapmak şarttır. Bunların hepsi doğru ama faiz artırımı da öyle “hiçbir işe yaramıyormuş” diye kenara atılacak bir şey değil. Çünkü kısa vadede ciddi biçimde işe yarayan bir önlemdir.

Madem faiz artırımı işe yarıyor, madem biz faizi enflasyona neden olan kur artışını tersine çevirsin diye yapıyoruz o halde niçin artırımdan kısa bir süre sonra başladığımız yere geliyoruz, niçin kurlar önce düşse de tekrar artarak aynı noktalara geliyor? Bunun 2 nedeni var.

İlk neden faiz artırımının ardından gereken adımların atılmamasıdır. Türkiye’nin bugün ciddi yapısal reformlara ihtiyacı var. Yargının ve eğitimin siyasallaştığı, demokrasinin ahbap çavuş demokrasisine, kapitalizmin ahbap çavuş kapitalizmine dönüştüğü bir yerde bunları düzeltecek adımlar atılmadıkça faiz artışı çözüm getiremez. Üretimin ithalata bağımlılığı artarak sürerken, tarım ve hayvancılık sektörleri üretip ihraç eden alanlar olmaktan çıkıp ithalatçı olmaya dönmüşken faiz tek başına çözüm getiremez. O halde faiz artırımından gereken etkiyi alamamanın ilk nedeni, faiz artışının yapısal reformlarla desteklenmemesidir. Faiz artışı bir çeşit ek önlemdir. Asıl olanlar bu yapısal reformlardır. Ek önlem, asıl önlemlerin yerini dolduramaz.

İkinci neden faiz artırımının “kerhen” yapılıyor olmasıdır. Kerhen yapılan hiçbir işten hayır gelmez. Faizi artırıp ardından faizin kötü bir şey olduğu, bunu artırmak değil aslında indirmek gerektiği söylenir, bankaların piyasa değerlerini düşürecek açıklamalar yapılırsa faiz artırımının hiçbir etkisi kalmaz. Faiz artırımı, yükselen risklerin bedelidir. Yeni risk artışlarına yol açacak yeni tartışmalar açıldığında faiz artırımının etkisi sıfırlanır.

Eylül ayı başlarında 550’yi aşmış olan CDS primi, 13 Eylül’de Merkez Bankasının yaptığı sert faiz artırımının ardından hızlı bir düşüş sergiledi. Sonrasında tekrar yükseldi. Bu düşüşü izleyen yükselişler 13 Eylül’den hemen sonra risk artırıcı gelişmeler olduğunu ortaya koyuyor. 13 Eylül’den sonra neler olduğuna bir bakalım:

(1) Faizin aslında düşürülmesi gerektiğine ilişkin açıklamalar.

(2) Bazı banka hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğine ilişkin söylemler.

(3) Türk Parasının Kıymetini Koruma düzenlemeleri (döviz ile yapılan sözleşmelerin TL’ye çevrilmesi.)

(4) İDLİB gelişmeleri.

Bunlardan sonuncusu dışında tamamı Türkiye’den kaynaklanıyor ve tümü riskleri artırıcı gelişmeler. Soruna böyle baktığımızda faiz artırımının işe yaramasının zaten olanaksız olduğunu görmek mümkün.

Riskleri artırmayı sürdüreceksek, o zaman faizi artırmanın bir anlamı yok. (19.9.18)
=========================================
Dostlar,

Teşekkürler Mülkiyeli dostumuz Sn. Dr. Mahfi Eğilmez’e..
Türkiye’ye yol gösteren çok ciddi yazılar bunlar..

Sayın Eğilmez,

  • http://www.mahfiegilmez.com adresli web sitesinde ülkemize ışık tutuyor.

Yılların emeği ve birikimi ile olgunlaşmış, damıtılmış bilimsel irdelemeler yayınlıyor..
Ülkemizin en saygın ve en seçkin kurumlarından birinde, Mülkiye – SBF‘de eğitilmiş..

AKP = Erdoğan ve sadık (ama liyakatli??) kadrolarının (kullarının??!!) mutlaka kulak kabartması ve öğrenerek yararlanması gereken içerikler..

  • Aklın inançtan, bilimin de dinden özgürleşmesi temel koşul; yoksa insanlaşmak olanaksız!

İşin şakası yok!

  • Türkiye’ye “ateşten gömlek giydirilmiş” durumda AKP = Erdoğan‘ın 16 yıldır sürdüregeldiği irrasyonel yağma – talan politikalarının kaçınılmaz sonucu; ülke yangın yeri!

Üstelik Hanedan kokuşması eklendi 9 Temmuz 2018’den bu yana..
Biz utanıyoruz Devletin Hazine + Maliyesi’nin damada emanet edilmiş olmasından.
Tek başına bu tablo bile, çok ağır bunalımdan çıkabilmede ciddi bir engel..

https://i2.wp.com/www.yenicaggazetesi.com.tr/d/news/254173.jpg?w=660

 

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com