Etiket arşivi: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç

ARINÇ İHSANOĞLUNA ÇALIŞIYOR


ARINÇ İHSANOĞLUNA ÇALIŞIYOR

Rifat Serdaroğlu

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Erdoğan’ın kendisini kezlerce azarlamasının, dışlamasının, bozmasının ve son olarak da istifasının Abdullah Gül tarafından önlenmesinin acısını, seçimlerde Ekmeleddin İhsanoğlu’na çalışarak çıkartıyor.

Eğer böyle olmasa, Arınç tecrübesinde biri, seçim öncesi özellikle kadınların sinirlerini zıplatacak, onları Erdoğan’dan uzaklaştıracak sözleri üst üste tekrarlar mıydı?

Son günlerdeki birkaç manzarayı sizlere, haberin arkasını araştırarak anlatmak isterim:

-Göbeğine kadar sakallı – şalvarlı – ortaçağ karanlığından fırlamış bir sürü insan, İstanbul gibi bir dünya kentinin göbeğinde açıkça IŞİD çetesinin propagandasını yapıyor ve insanları “CİHADA” çağırıyor. Arınç’a bağlı olan Anadolu Ajansı da bu çirkin olayı fotoğraflarıyla tüm basına anında servis ediyor… Kadının, kahkaha atmasını “İFFETSİZLİK” sayan Arınç, bu caniler için tek söz etmiyor. O fotoğrafları gören; IŞİD’in acımasızca kafa kestiğini öğrenen, kadınlara köle muamelesi yaptığını bilen hangi kadın, tüm bunları Silah-Para ile destekleyen Erdoğan’a oy verir?

Kadın-Erkek eşitliğini “YARATILIŞA TERS” olarak gören Erdoğan’a
aklı başında hangi kadın oy verir?

– Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP kurucusu ve yıllarca AKP Genel Başkan Yardımcılığı yapmıştır. Kâhta-Adıyamanlıdır. Mersin’de geniş narenciye arazileri vardır. Avukattır, ihracatçıdır. Öz be öz Türk olan Rişvan Aşiretindendir, fakat kendisini Kürt Beyi olarak görür. Adıyaman’da 10-15 bin oya hükmetme yeteneğine sahiptir. Kökü Türk olan
bu çakma Kürt Beyi, kurucusu olduğu AKP’den istifa etti. Hem ne ediş!

“AKP’yi yolsuzlukla mücadele edelim diye kurduk. Ama şimdi AKP, yolsuzluğu teşvik eden bir yapıya dönüştü.” dedi. Fırat, demek istiyor ki;

  • AKP, tepeden tırnağa yolsuzluğa hırsızlığa batmış bir durumdadır. AKP’ de bu yapıya uymayana, yani namuslu olana yer yokturHadi bana eyvallah…

Şimdi Fırat’ın her şerefli insan gibi yapması gereken, bildiği yolsuzlukları basına ve yargıya taşımasıdır.

Hangi NAMUSLU Türk Vatandaşı, evine ekmeğini helal yoldan götüren
hangi Müslüman, çoluğu-çocuğuyla milyarlarca Dolar ile oynayan Erdoğan’a oy verecek? Söyler misiniz bana?

Anlaşıldığına göre, Bülent Arınç ve AKP’nin yağma düzeninden yemlenmesi kesilenler önümüzdeki günlerde konuşmaya devam edecek.
Onlar konuştukça sisler dağılacak ve AKP’nin gerçek yüzü ortaya çıkacak.
O zaman Türk Milleti 12 yılda yediği kazığın büyüklüğünü görecek…

Ne demiş atalarımız?

Maymun, yukarıdaki dallara tırmandıkça poposu daha net görünür.
Kötü siyasetçi de, yukarıdaki makamlara tırmandıkça, ayıbı herkes tarafından görünür.

Ha gayret Bülent Arınç, sen de bildiğin yolsuzlukları açıkla, açıkla ve rahatla.
Senin çocukların tek kalemde üstelik peşin olarak 75 milyon Lira verip,
bir gemi alabiliyorlar mı? Senin evinde sıfırlanacak 1 Milyar Avro var mı?

Peki, sen tüm bunları bildiğin halde bu günahları nasıl taşıyacaksın?
Hiçbir insan böyle büyük bir günahı taşıyamaz. Açıkla o zaman! TOKİ ve İstanbul-Ankara Büyükşehir Belediyelerindeki hırsızlıklarda başla, arkası gelir nasılsa.
Denizde kum, bizde AKP yolsuzluk dosyası. Yeter ki sen iste…

Sağlık ve başarı dileklerimle 01 Ağustos 2014

=================================

Teşekkürler Sayın Rifat Serdaroğlu..

Dengir Mir Mehmet Bey’e de Allah hidayet versin, ne diyelim; 12 yıl sürdü AKP gerçeğini kavraması.. Darısı çooook sayıda olduğuna inandığımız ve bildiğimiz vicdanı ve Allah korkusu olan AKP’lilerin başına..

Sevgi ve saygıyla
31.7.2014, Elazığ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

TÜBİTAK’ın tape raporu Meclis’e taşındı.. Sorular.. sorular..


Dostlar
,

Türkiye iliklerine dek soyuluyor ve bu sefil eylemin öznelerinden hesap sorulamıyor.
Ağzını açan da davayla, tazminatla, hapisle korkutulup sindiriliyor. Olmadı şantajla
ve tehditle, kumpas ve tertiple.. Eee Tayyip’in ileri demokrasisi..

17 Aralık 2013 yolsuzluğunun binde 1’i bile bir uygar bir demokraside kezlerce hükümet götürebileceği halde, bizde 4 bakan “emaneten” kenara alındı.
Koşullar elverdiğinde itibarlarının iadesine çalışılacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Götürülen servetler ülkede yoksullukla – işsizlikle…. başetmede çok önemli kaynaklar.
Örneğin Bilal’in “sıfırlayamadık” dediği miktarın 1 Milyar € olduğu söyleniyor. TL karşılığı
Merkez Bankası kuruyla bu gün 2,83 TL’den 2,83 milyar TL demektir. Koca Türkiye Bütçesi (2014) borçlanmalarla 436 milyar TL’dir. 2,83 / 436 = Bütçenin binde 6,5’idir.

Bu parayı 76 milyona bölsek 37 237 TL düşmektedir. Asgari ücret net 18+ yaş yetişkin işçi için 846 TL olup, 37237 / 846 = 44 kez asgari ücrete karşılıktır. Yani Soma’da
feci biçimde ölen (havasızlıktan boğularak, yanarak, ezilerek..) çoğu 20’li -30’lu yaşlarda resmi sayı ile 301 madenci kurbanın yaklaşık 3-4 yılda kazanabileceği bir paradır!
Bu maden şehitleri, yaş ortalaması 10 olan 432 çocuğu geride yetim bırakmışlardır.

Devasa – muazzam soygunun öbür boyutları bir yana..
Tek 1 milyar € böylesine somut bir büyüklüktür, parasal güçtür.

CHP İstanbul Milletvekili Sn. Sezgin Tanrıkulu oldukça sıkı sorular yöneltmiş
Başbakan Yrd. Bülent Arınç’a.. TÜBİTAK da rezil edildi ne yazık ki.. Bülent bey
timsah gözyaşlarını zaptederek vicdanının gereğini yapabilecek mi?
Yoksa yüzyılın yolsuzluğuna – talanına ortaklık mı edecek, örtbas mı edecek??

Değerli okurlar,

Gıda, su, kimyasal maddeler analiz için yasal yetkili denetim organlarınca yerinden alınırken, literatürde “ikiz örnek”,  “tanık örnek” (twin sample) denen bir evrensel uygulama vardır. Materyalden kurallarına uygun 2 örnek aynı anda alınır, birini yetkililer lab. analizi için yetkili birime iletirler, öbürü de materyal sahibine emanet edilir.
Emanetçi kişi dilerse kendisindeki örneği yasal yetkili bir başka laboratuvarda inceletebilir. Böylece hakları korunmuş olabilir.

Şimdi; bu ses kayıtlarının asıl sahibi Türk milletidir. Taraf olan Başbakan R.T. Erdoğan – AKP hükümeti TÜBİTAK’ta bu incelemeyi kendince yaptırdı diyelim.. 5 aydır TÜBİTAK kadrolarıyla epey ama epey oynandıktan sonra, Dünyada örneği olmayan bir yöntemle “montaj” raporu ver(dir)ildi??.. Bu ses kayıtlarının gerçek bir örneğini, Türk Milleti adına anamuhalefet partisi CHP’ye verebilir misiniz?

Veya, yurt içinde, dışında tarafsız bir başka uzman bilirkişi kurumuna da ek olarak incelemeye gönderebilir misiniz?

Yoksa herkesi aptal yerine koyup, birkaç ay daha oyalayıp Cumhurbaşkanı seçimini geçirip unutturacak mısınız?? (“Cumhurbaşkanlığı” değil “Cumhurbaşkanı” seçeceğiz)

Hangisi, hangisi ve nereye dek, nereye dek??

Mızrağın – minarenin çuvala sığdırılamadığının, sığdırılamayacağının görüleceği günler çok uzak olmasa gerektir.

Bir de, sanırız, bunca muazzam ölçüde yetim hakkı – kul hakkı yenmesini Yüce Tanrı’nın bile midesi kaldır(a)mayacaktır..

Hele hele “milletin a’sına koyacağız” dediği savlanan M. Cengiz nam yiğite
İstanbul’da -tümüyle yersiz, spekülatif, rant aktarma amaçlı- 3. havaalanı inşaatının ihalesinin (?) gözümüze soka soka yapılması..

Başbakan R.T. Erdoğan değil feriştah olsanız, halka bunca meydan okumayı sürdürmeniz olanaklı değildir.

Toplumsal – yasal ve de İlahi adalet mutlaka ama mutlaka kahir biçimde yerini bulacaktır.
Dîller (Gönüller) duadadır, milyonlarca mazlumun ahı mutlaka bir hüküm icra edecektir.

Sevgi ve saygı ile.
09 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

====================================================

TÜBİTAK’ın tape raporu Meclis’e taşındı

http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/tubitakin-tape-raporu-meclise-tasindi-h54359.html, 09 Haziran 2014, YURT GazetesiTÜBİTAK’ın tape raporu Meclis’e taşındı. CHP Genel Başkan Yardımcısı
Sezgin Tanrıkulu
, “TÜBİTAK, yeryüzünde mevcut olmayan bir teknolojiden faydalanarak, ses kayıtlarını analiz etmeyi nasıl başardı?” sorusunu yöneltti
TÜBİTAK'ın tape raporu Meclis'e taşındı
ANKARA – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’la yaptığı,
internete sızan telefon konuşmaları konusunda TÜBİTAK, kayıtların “montaj” olduğuna ilişkin rapor hazırladı. TÜBİTAK raporunda da, incelemenin “sesin hecelerine göre analiz edilerek yapıldığı” belirtilmişti.CHP İstanbul Milletvekili Tanrıkulu, yanıtlaması istemiyle Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç‘a yönelttiği yazılı soru önergesinde, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında, TÜBİTAK ses uzmanlarınca hazırlandığı belirtilen bilirkişi raporunun Savcılığa ulaştığı ve 6 Mayıs 2014’te TÜBİTAK’ın Recep Tayyip Erdoğan ile eski bakan Egemen Bağış’ın internete düşen ses kayıtlarının
‘montaj’ oldukları yönünde rapor verdiği açıklanmıştır.” denildi.

Tanrıkulu şu soruları yöneltti;

“1-    TÜBİTAK henüz yeryüzünde mevcut olmayan bir teknolojiden faydalanarak
(ses’in hecelerine göre analiz edilmesi) ses kayıtlarını analiz etmeyi nasıl başarabilmiş ve tepelerdeki seslerin hece hece montajlandığı sonucuna ulaşabilmiştir?

2-    Ses kayıtlarını Uluslararası saygın bir kuruma gönderilecek mi?

3-    TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporun tam metni kamuoyuna açıklanacak mıdır?

4-    Raporu hazırlayan ve ses uzmanı oldukları iddia edilen bilirkişiler kimlerdir?
Hangi eğitimi almışlardır? Kurumda kaç yıldır çalışıyorlardır?
Bilimsel çalışmaları var mıdır? Varsa nelerdir?

5-     Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’na bağlı (TÜBİTAK) Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi’nin (ULAKBİM) Müdür Yardımcılığı görevine Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürü Mustafa Sançarın getirilmesinin gerekçesi nedir?

6-    TÜBİTAK Raporu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık‘ın
“Ben o ses kayıtlarını ilk dinlediğimde çok açık bir montaj olduğunu hissettim”
ifadesini doğrulamak için hissedilerek mi hazırlanmıştır?

7-    Recep Tayyip Erdoğan, Habertürk’ten Fatih Saraç‘ı arayarak, Bahçeli ile ilgili altyazının çıkarılmasını istemiş, Fas’tan Fatih Saraç’ı aramıştı; Recep Tayyip Erdoğan bu ses kaydını “EVET ARADIM” diye bizzat doğrulamıştır; TÜBİTAK,
Recep Tayyip Erdoğan ın doğruladığı ses kaydına da mı montaj demiştir?

8-    Recep Tayyip Erdoğan MİLGEM ihalesinin iptali ile ilgili işadamı Metin Kalkavan ile yaptığı telefon görüşmesini de bizzat doğrulamıştı; TÜBİTAK Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat doğruladığı ses kaydına da mı montaj demiştir?

9-    17 Aralık 2013 tarihinde saat 23.15’te Recep Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde Bilal Erdoğan’ın ‘’Sıfırlamadık babacım, 30 milyon Avro gibi bir miktar daha var, eritemedik henüz. Berat’ın aklına geldi, Ahmet Çalık’ın alacağı bir 25 milyon dolar kalmış, onu oraya verip üstüyle de Şehrizar’dan daire alabiliriz diyor, sen nasıl bakarsın baba?’’ sözleriyle ifade ettiği şekilde evde bulunan paraların bir bölümü ile Şehrizar Konaklarından daire alındığı da daha sonra ortaya çıkmıştır; TÜBİTAK Bilal Erdoğan’ın Şehrizar Konaklarından daire aldığının doğrulandığı ses kaydına da mı montaj demiştir?

10- Sümeyye Erdoğan‘ın 17 Aralık 2013 günü K2123 sefer sayılı THY uçağı ile yanındaki kadın koruma polisi ile birlikte sabah 09.00’da Ankara’dan İstanbul’a uçtuğu da ortaya çıkmışken TÜBİTAK, Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık 2013 günü saat 8:02’de “Onu diyorum işte. Ben şimdi gönderiyorum kardeşini. O bilgiler onda var, tamam mı abinle konuş, amcanla konuş, o da aynı şekilde çıkarsın, eniştenle konuş
o da.” dediği ses kaydı içinde mi montaj demiştir?

11- Eski bakanlardan ve 17 Aralık Yolsuzluk Soruşturmalarının şüphelilerinden
Egemen Bağış’ın kutsal kitabımız ile alay eden sözleri de telefon görüşmesini yaptığı Metehan Demir tarafından doğrulanmış ve aynı kişi kamuoyundan hiç olmazsa
özür dilemiştir; TÜBİTAK Egemen Bağış ile konuşan öbür kişinin doğruladığı
ses kaydı içinde mi montaj demiştir?

12- Urla’daki kaçak villalara sorun çıkardığı için Latif Topbaş’ın şikayeti ile
görevden alınan İzmir Eski Valisi Cahit Kıraç’ın ses kayıtları da mı montajdır?

13- TÜBİTAK’ın alenen ortaya çıkardığı bu raporun hazırlaması talimatını kim vermiştir?

14- TÜBİTAK’ın düzenlediği bu rapor ile ilgili olarak talimatı verenler ve raporu hazırlayanlar ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma
başlatacak mıdır?”

Bülent Arınç: Maalesef savaş çıkmadı!

Dostlar,

İbret olsun diye paylaşalım..

  • Bülent Arınç hazretleri : “Maalesef savaş çıkmadı!”
    buyurmuşlar..

Bir de Bay Arınç’ın Türkçesini biraz geliştirmesi gerek..

..Hrant Dink ile ilgili cinayet..” diyor..

Doğrusu : “Hrant Dink cinayeti..”

Korkarız, benzer muhakeme hataları başkaca konularda us yürütürken de oluyordur??

Kendi ana dilini hatalı semantikle (dil mantığı) kullananların
sağlıklı uslamlama (akıl yürütme) yapmaları olanağı var mıdır??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Bülent Arınç: Maalesef savaş çıkmadı!

portresi

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç
,
ABD Dışişleri Bakanı Kerry‘nin açıklamasının
Suriye’ye müdahaleyi ortadan kaldırdığını söyledi.

 

Arınç, NTV’de katıldığı bir programda Suriye’ye müdahale konusundaki soruları yanıtladı. BM Güvenlik Konseyi‘nden Rusya ve Çin yüzünden bir karar çıkmadığını belirten Arınç, “Gönüllüler koalisyonu için ABD, Fransa ve Almanya’nın ön alması gerekirdi” dedi. Arınç,

  • “Kerry’nin kimyasal silahların teslimiyle ilgili sözü,
    maalesef müdahale imkânını ortadan kaldırdı.” diye konuştu.

Açılım paketi

Arınç, açılım paketiyle ilgili soruyu ise şu yanıtı verdi:

“Farklı düşüncelerin bir arada yaşayabilmesi için tedbirler almamız gerekiyor.
Hrant Dink ile ilgili cinayet aklıma geliyor. Kasten öldürme suçu, nefretle işlenmişse daha büyük ceza verilecek. Ekim ayı içinde yasalaştırmış olacağız.
Özgürlüklerin alanının genişletilmesi anlamında yaptık.”

(http://www.aydinlikgazete.com/guendem/24960-bulent-arinc-maalesef-savas-cikmadi.html, 13.9.13)

EMPATİ KURAMAMANIN HAZİN SONUÇLARI


EMPATİ KURAMAMANIN HAZİN SONUÇLARI

Prof. Dr. M. Kerem Doksat 

AN_GELIR_yikilir_butun_bulutlar_Attila_Ilhan

Bir devleti yöneten insanların en çok sahip olmaları icap eden şey empati (eşduyum) yeteneğidir.

Çığ gibi büyüyen “duran adam”, “durup düşünen adam”, “durup okuyan ve düşünen adam” gibi eylemlere bir davranış bilimci ve psikiyatr gözüyle bakmak istiyorum.

***

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın sarf ettiği şu sözleri hatırlayalım:

“İhtiyaçlarını gidermiyor mu insanlar?

Bu kadar uzun süre ayakta kaldıklarını bilmiyorum.
Bu şiddet eylemi değil.
Göze de hoş gelen bir eylem türü.
Bu çok barışçı bir eylem bunu kınayacak hâlimiz yok.
Kendi sağlıkları önemli, bu insanlar bu kadar nasıl ayakta kalabiliyor?
Meselâ benim boyun fıtığım var, 5 dakikadan fazla öyle duramam.
Demek ki bunlarda bel ve boyun fıtıkları yok.
Sağlıklarına bir zarar gelmesin bu eylemleri anlamlıdır.
Bunlar şiddet barındırmayan eylemlerdir.
Arkadaşımız zarf atmıyorsa 8 saat uzun bir süre.
Bence 5 dakika durmalı, 6’ncı dakikada işine gitmelidir.
8 saat fazla, bunu 8 dakika ile sınırlandıralım”.

Değerlendirme 1

Burada karşılıklı olarak agresyonun (saldırganlığın) ifade farkı çok belirgin.
Eylemciler (direnişçiler) pasif agresif davranıyorlar.
Yâni saldırganca duygularını yıkıcı bir öfkeye dönüştürmeden sergiliyorlar.
Üstelik çok güzel bir sembolizm de var: Durup düşünmek, okumak, tekâmül ve tekemmül etmek (olgunlaşmak).

Peki, muktedir olamayan iktidarın iki numaralı adamı olan Bülent Arınç’ın söylediklerinden ne okunuyor?

Empati eksikliği ve haddini bilmeme…

Kendisi 1948 doğumlu, yâni 65 yaşında.
Hukuk okumuş ve siyaset yapmış hayatı boyunca; san’atla, sporla, Uzakdoğu dövüş teknikleriyle veya baleyle ilgilendiğine dair bir kayıt bulamadım (ne de iyi balet olurdu Allah için).

Tıptan anlamıyor, sahne sanatlarıyla ilgisi nakıs.
Yanında bir danışmanı olsa, eminim ki “aman öyle demeyin” diye fısıldar kulağına ama “istişare sünnettir” diyen Peygamberin izinden gittiğini iddia eden bu kişinin her şeyi bilmek gibi bir kibri var.
Muhtemelen boyun fıtığının (servikal herni) ne olduğunu da tam olarak bilmiyor.
Ama 5 dakikayla ilgili sınır koymayı becerebiliyor.
Neye dayanarak?
Hiçbir şeye!

Üstelik “yapsınlar ama yapmasınlar” şeklinde bir oksimorona (birbiriyle çelişen veya tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması ve bu şekilde oluşturulmuş ifade.
Bazen anlamı kuvvetlendirmek için veya edebî sanat yapmak amacıyla kullanılır,
bazen de hâlihazırda kullanılan bir kavramı eleştirmek veya alaya almak için kullanılır.
Kavramın kökeni Yunanca oxus: keskin ve môros: aptalca kelimeleridir) düşerek ve çifte-açmazla (birbiriyle çelişen mesajların aynı mesajda verilmesi) kendi kazdığı çukura kendisi düşüyor.

Tıpkı Başbakan gibi, o da her şeyi biliyor ve tecessüm etmiş (cisimleşmiş) Tanrı gibi buyuruyor.

Ne gerek var tıbbiyeye, spor hekimliğine, üniversiteye ve bilime; muhteşem ikili zaten her şeyi bilmekte!

“İnternet portallarıyla ilgili bir çalışma var.
İnsanların özel hayatlarıyla ilgili yapılan yorumların bir sınırı olmalı.
Bir kısıtlama, yasaklama doğru olmaz.
Elbette tivit atılabilir, Facebook’ta yazılabilir.
Hiçbirimiz bunun dışında kalamayız.
Ama özel hayata saldırının, suça teşvik etmenin bir sınırı olmalı.
Denetleyici bir yasa yapılabilir”.

Değerlendirme 2

Hukukçu, hukuku (hakları) kafasına göre tayin ve tespit ediyor.

Üstelik gene “yapsınlar ama yapmasınlar” şeklinde bir oksimorona düşerek ve
çifte-açmazla kendi kazdığı çukura kendisi düşüyor.
Tıpkı Başbakan gibi, o da her şeyi biliyor ve tecessüm etmiş Tanrı gibi buyuruyor.

Bir şeyin suç olabilmesi için, önceden yasalarda tarif edilmiş olması gerekir.
“İyi” haberi de veriyor zaten: “Denetleyici bir yasa yapılabilir”.
Peki, bir davranış bilimci ve psikiyatr olarak soruyorum:

Hangi kriterlere göre iyi ve kötü “tvitleri” ayırt edeceksiniz?

Birisi kalkıp da alenen “birleşip saldıralım, öldürüp vandallık yaparak kafamızı bulalım” derse tabii ki bu suçtur ve zaten yasalarda mevcuttur.

Bakın “o kafa” daha neler yapıyor, hem de İzmir’de…

Ameliyathaneye burun kemiği ameliyatı olması için getirilen mahkumun güvenliğinden sorumlu jandarma, ameliyathanede beklemek isteyince, ameliyathane sorumlusu Prof.Dr. Kenan Erzurumlu, steril olan bir ortamda sağlık görevlileri dışında kimsenin bulunamayacağını belirterek, jandarmadan ameliyathane dışında beklemelerini istiyor.
Mahkûmun güvenliğinden kendilerinin sorumlu olduğunu belirten askerlerin yönetimi arayarak olumlu yanıt almaları üzerine, duruma tepki gösteren Prof.Dr. Kenan Erzurumlu, ameliyathane sorumlusu görevinden istifa ediyor.

Prof.Dr. Kenan Erzurumlu, yaptığı açıklamada, kendi sorumlu olduğu alanda bütün yetkinin ve sorumluluğun kendisine ait olduğunu vurgulayarak “bu tür uygulama sıkıyönetim dönemlerinde bile yapılmadı.” diyor.

Söz konusu mahkûm dâhil tüm ameliyat olanların canlarının hekimlere emanet olduğunu ifade eden Prof.Dr. Erzurumlu,“yapılan uygulama sağlık kurallarına aykırı ve Üçüncü Dünya Ülkelerinde olabilecek bir uygulama.

19 Mayıs Üniversitesi’ne (Samsun) yakışmayacak bir uygulama.
Bu nedenle ameliyathane sorumluluğu görevimden istifa ettim” diye konuşuyor.

Peki, Başhekim Prof.Dr. Mustafa Bekir Selçuk ne diyor:

Askerlerin mahkûmun ameliyat edildiği odada değil, ameliyathane koridorunda beklediklerini belirterek, “mahkûmun güvenliğinden askerler sorumlu.
Bu nedenle askerlerin orada bulunmasında bir sakınca bulunduğunu düşünmüyorum.
Hocamızın neden böyle bir istifa kararı aldığına da anlam veremiyorum”.

Yani O da “yapsınlar ama yapmasınlar” şeklinde bir oksimorona düşerek ve
çifte-açmazla kendi kazdığı çukura kendisi düşüyor.

Hele Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Devlet Bahçeli’ye de “travma geçiriyorsunuz” diyor ya…

Kendisini “fahri trafik müfettişi” gibi, “fahri travmatolog” olarak bütün yaşam koçlarının, psikologların, psikiyatrların ve sair kişilerin kurumlarının ve camialarının bağırlarına basmalarını hararetle tavsiye ediyorum.

“Söz gümüşse, sükût altındır” demiş atalarımız.

***

“Nemelâzım Padişahım” deyip bir söylenceyi sizlerle paylaşıyorum:

Kanunî Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye derin derin düşünmeye başlar.

Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan, bunu da sormaya niyet eder.
Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendi’ye gönderir.

“Sen ilahî sırlara vâkıfsın.
Kerem eyle de bizi aydınlat.
Bir devlet hangi hâlde çöker?
Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur?
Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?”

şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı bir bakıma
çok kısa bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır: “Nemelâzım be Sultanım”!

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mânâ veremez.
Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez.
Söylenmeye başlar:

“Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta”?
Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir.
Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:

“Ağabey, ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al”!

Yahya Efendi duraklar:

“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi?
Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim”.

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım.
Sâdece nemelâzım be Sultanım demişsiniz.
Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum”.

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu akıl almaz açıklamasını yapar:

“Sultanım!
Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de neme lâzım deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere
çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır.
Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur.
Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hale gelir”.

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için
Allah’a şükreder, bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak
oradan ayrılır.

Yahya Efendi ne Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini bilirdi,
ne de sosyal psikiyatriyi ama belli ki aklıselim sahibiydi. (19.6.13)

Prof. Dr. Ahmet İNAM : Ağlamak, gülmek, anlamak, anlaşmak

Prof. Dr. Ahmet İNAM
ODTÜ Felsefe Bölümü
AKŞAM, 18.10.12

Ağlamak, gülmek, anlamak, anlaşmak

Ülkemizin anlam dünyasında bir perde aralandı, her zaman olduğu gibi kolayca, çabucak kapanıverecek. Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven

    ‘Dağda ölen terörist için ağlamıyorsan insan değilsin.’

deyince,

ülkemin duygu dünyası, hayata bakışı ile açılan anlam dünyamızdan söz ediyorum. Çoğunluğumuzun öteki olarak gördüğü dağda savaşarak ölen çoğu Kürt kökenli gençlere merhametten dem vuruyordu Emniyet Müdürü.

(Fotoğrafı biz ekledik, A. Saltık)

Biz genellikle böyle durumlarda ‘Onların da anaları babaları var, yazık’ deriz. Merhamet bu kültürdeki hikmetin çekirdeğinde vardır. Diğer yandan ‘merhametten maraz doğar’ da deriz. Her önümüze gelene merhamet edip etmeyeceğimiz konusunda kafamız biraz karışık. ‘Biz’, diyoruz, ‘sağ yanağımıza tokat atana solumuzu dönmeyiz.’

Elbette sorunun kültürümüzde tartışılabilir boyutları var. Yumruk atana kızgınlığımızı yenerek şunu soramaz mıyız:

‘Neden vuruyorsun kardeşim? Nedir sorunun? Gel tartışalım olur mu?’

Peki, adam sürekli vuruyor, canımızı yakıyorsa?

Kendimizi korumak için yumruklaşabiliriz. Gücümüz yetiyorsa dövebiliriz de karşımızdakini. Yine de, karşımıza alıp sormalıyız olabildiğince soğukkanlılıkla:

‘Derdin ne kardeşim? Ne istiyorsun benden? Ne kızıyorsun bana?’
Yumruk atanımızla diyaloğa geçmeyi başaramayıp, onu öldürdükten sonra arkasından ağlamanın bir anlamı olabilir mi?

Ölünün arkasından ağlamanın ölüye faydası ne ola? Kalanlar karşısındaki tavrımızı belirleyebilir, belki. Onları anlamaya yol açabilir. Sonraki gözyaşlarını önleyebilir.

Biliyorsunuz Emniyet Müdürü Recep Güven’in sözlerinin ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sayın Recep Güven’i anlayıp hak verdiğini düşündüren yorumlar yaptı. Ne var ki Başbakanımızın Sayın Güven’e karşı çıkan konuşması sonrasında Sayın Bülent Arınç Bursa’da partisinin toplantısında ‘Keşke Emniyet Müdürü bu cümleyi koymasaydı onun içine veya ‘ağlamak yerine düşünmek gerekir’ deseydi. ‘Kendimizi sorumlu tutmak gerekir’ deseydi. İddialı bir cümle kurmuş’ dedi. Sayın Arınç, ağlamak yerine ‘düşünmek’ ve ‘sorumlu olmak’ sözleri konduğunda söz konusu ifadenin bir sorun yaratmayacağını, sanki Sayın Başbakan’ın da böylesi bir değişikle ortaya çıkacak ifadeyi onaylayacağını düşünüyor gibi. Yine de ‘Benim adım Bülent Arınç o söz doğru’ diyerek, ilk sözünden dönmek istemediğini belirtmeye çalışıyor.

Ağlama, düşün. ‘Dağda ölen terörist için düşünmüyorsan insan değilsin. Ağlama, sorumluluğu üstlen. Dağda ölen terörist için sorumluluğu üstlenmiyorsan insan değilsin.’ İfadedeki ‘terörist’ ve ‘insan değilsin’ gibi ifadelere karşı çıkacaklar için bu söyleyiş tarzını şöyle değiştirip açabiliriz:

‘Dağda ölen gençler için neden birbirimizle olabildiğince sağlıklı bir diyaloğa girmiyoruz?’

Ağlarız. Bizim kültürde yoğun yaslar yaşanır. Acılarımızı bal eyleyenlerimiz de vardır ama acılarımızı bir hınç duygusu olarak yıllarca içimizde taşıyıp, dünyayı bir cehennem olarak yaşayanlarımız da az değildir.

15 Ekim’deki (2012) BDP 2. Olağanüstü Kongresi’nde Sayın Eşbaşkan Selahattin Demirtaş, ağlama ile tavrını şu sözlerle ortaya koydu:

‘Ölen askere de gerillaya da ağlayacaksınız. Bugün herkes için ağlayacaksınız. Birlikte ağlayacağız, yarın güleceksek birlikte güleceğiz. Bugün birlikte ağlamayanlar, yarın gülemezler.’

Kavga edenler, savaşanlar birlikte ağlayacaklar. Ağlamada taraf tutma yoktur. Ağlayacağız. Sonra da güleceğiz, hep birlikte.

Peki, ne zaman düşünecek, ne zaman birbirimize açacağız yüreklerimizi, ne zaman iletişime geçebileceğiz? Ağlamanın ve gülmenin içinde düşüncenin yeri yok mu? Soğukkanlı anlamalara yol açacak, insan saygısına dayalı karşılıklı konuşmalar ne zaman başlayacak? Birbirimizi öldürüp öldürüp, ağlayıp duracak mıyız?
Birlikte ağladık. Demek ki, insanız. Peki, biz insanlar, birbirimizin sıkıntılarını çözecek sağlıklı anlamalara ne zaman ulaşacağız? Ne düşünüyor da ağlıyor ya da gülüyoruz?

Ağlamamızın, gülmemizin ardında yatan niyetlerimiz, düşüncelerimiz nedir?

Artık birbirimizi anlayıp, söyleşecek havayı yaratmanın eşiğindeki ağlamalar gülmeler aşamasını geçmeliyiz.

Yoksa değişemez Türkiye, gönlümüzce.