Etiket arşivi: Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı – AYYÖŞ

PRENS SABAHATTİN HANGİ PARTİDEN ADAY?

Lütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. – İTÜ

Önümüzdeki seçimlerin en gözde adayı Prens Sabahattin. Seçime katılacak partilerin büyük çoğunluğu adını gizlemeye çalışsa bile Prens Sabahattin’den güç almaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı adayları kesinleşti. Milletvekili aday listeleri henüz kesinleşmese bile aday adayları belli. Ne var ki yakın zamanda açıklanacak listelerde Prens Sabahattin adını göremeyeceksiniz. Çünkü Prens Sabahattin 1948’de öldü. Yaşasaydı, kuşkusuz seçime girecek partilerin büyük çoğunluğu bu adı listelerine yazmak için yarışacaklardı. Peki, kimdi bu Prens Sabahattin?

Bizim kuşağın devrimcileri derin kuramsal tartışmalara girdiklerinde, tartışmayı ya Jöntürk hareketinden ya da İzmir’de yapılan (17 Şubat 1923) Türkiye İktisat Kongresinden başlatırlardı. Kısa süre önce bu İktisat Kongresinin 100. Yıl anmasında kürsüye çıkartılan bir konuşmacı da Prens Sabahattin’in tezlerini savunarak Kongreyi kirletmişti. Şu sıralar pek çok siyasal parti de Prens Sabahattin ile kirlenme yarışına girdi ve kirlendikçe gururlanıyorlar.

Türkiye’de 150 yıllık demokrasi savaşımının (1876’yı başlangıç alırsak) öncülüğünü yapan Jön Türk hareketi ilk bölünmeyi ve kirlenmeyi Prens Sabahattin ile yaşadı. Sabahattin, Liberalizm adına savunduğu tezlerle emperyalizmin böl ve yönet kuralının/kuramının sinsi savunuculuğunu yaptı. Bugün internet sitelerinin arama motorlarına Prens Sabahattin yazdığınızda karşınıza Prens’in kimliğinden önce savunduğu yıkıcı fikirler çıkar. Sabahattin gerçekten de bir Osmanlı Prensidir. Osmanlı Adliye Nazırı Mahmud Celaleddin Paşa ile Sultan Abdülmecid’in kızı, Sultan II. Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan’ın oğludur. Ancak Prens Sabahattin’in ünlü olması yüz yılı aşkın bir süre Türk siyasetindeki ana ayrımı başlatan kuramsal temeli ortaya koymasından ileri gelir. Prens Sabahattin adı ADEM-İ MERKEZİYET kavramı ile özdeşleşmiştir. Adem-i Merkeziyet, merkezin zayıflatılarak yerel yönetimlere güç verilmesi, yerinden yönetim, bugünkü söylemle YEREL YÖNETİMLERE ÖZERKLİK. (AB, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı-AYYÖŞ)

Batılı güçlü devletler, sömürgecilik döneminde elde ettikleri varsıllıklarla 1. Sanayi Devrimini başlatarak (İngiltere, 1760) güçlenirken, bizim gibi ülkelerin iç pazarını gelişmiş sanayi ürünleri ile çökertip sanayi ürünleri yanında yıkıcı emperyal düşüncelerini de pazarlıyorlardı. Siyasal ve askeri yapılarını güçlendirir, bünyelerinde tekil-üniter yapıyı güçlendirerek egemen kılarken, bizlerin payına da Adem-i Merkeziyet yani bölünme düşüyordu. Koskoca Osmanlı ülkesi iç pazarı yok edilip borca batırıldıkça millet birliğini güçlendirip ayağa kalkacağına, bölünüp parçalanıyordu. Baskıcı II. Abdülhamid rejimini yıkmanın formülü olarak, Jöntürk hareketinin içine de bölücülük serpiştiriliyordu. Adem-i Merkeziyet düşüncesi, geçen yüzyılın başında onlarca devletçiğin doğup gelişmesinin bayrağı oluyordu. Abdülhamid diktasını devirip, 2. Meşrutiyet Devrimini gerçekleştiren, özgürlük ve kardeşlik fikrinin egemen olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti‘nin karşısında bu kez Ahrar Fırkası beliriyor ve 10 Eylül 1908’de kuruluşunu ilan ediyordu. Ahrar Fırkası 30 Ocak 1910’da kapatılmış olsa bile, siyasal yaşamımızdan hiç eksilmedi ve siyasal dünyamıza Ademi-i Merkeziyet, bir başka deyişle YEREL ÖZERKLİK kavramını yerleştirdi. Bir bakıma bugün ülkemizdeki Sağ-sol, Devrimcilik-Karşı Devrimcilik, Ulusalcılık-İşbirlikçilik karşıtlıkları Prens Sabahattin’in, daha başka bir deyişle Ahrar Fırkası’nın hediyesidir. Bu tarihten sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Cumhuriyet devrinde kurulan (1924), Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programlarının en başına hep Adem-i Merkeziyet kavramını yerleştirmişler, daha sonra kurulan ve sağ partiler (1930-Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Anavatan Partisi, Doğruyol Partisi vb.) programlarına açıkça yazmasalar bile hep bu geleneğin izleyicisi olduklarını kimi kez açık, kimi kez gizli söyleyegelmiştir. (Bu partilerin bir başka ortak söylemi de inançlara özgürlük olmuştur.)

Adem-i Merkeziyet (Yerel Özerklik) düşüncesinin yaşam bulamadığı tek örgüt İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bu örgütün en bilinçli ve yurtsever kadrolarının içinden doğan Cumhuriyet Halk Partisi olagelmiştir. Ta ki yakın zamana dek…

Bugün ülkemizde HDP (PKK) başta olmak üzere, Hüda Par, Deva, Gelecek, Saadet vb. partiler ile adı duyulmadık pek çok partinin dilinden YEREL ÖZERKLİK kavramı düşmemektedir. Bu kavram ayrılıkçılığın üstü kapalı kimi kez de utangaç söylenişidir. Ne yazık ki son zamanlarda YEREL ÖZERKLİK başka bir deyişle Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı söylemi en çok Cumhuriyet devrimini gerçekleştiren ve Adem-i Merkeziyet kavramı ile mücadele eden Partinin diline yerleşmiş ve programına konmuştur.

Prens Sabahattin bugün yaşasaydı Adem-i Merkeziyet düşüncesini yaşatmak için yukarıda adı geçen partilerden birinden gönül rahatlığı ile aday olabilirdi. Ancak uğrayamayacağı tek parti Atatürk’ün partisi olurdu. Ne yazık ki en çok şaşıracağı olay da, Atatürk’ün partisinde kendi düşüncesinin hem de hararetle savunuluyor olması olurdu.

Partilerin programlarında PRENS SABAHATTİN VARSA, DİKKATLİ OLUN…

VAN, MARDİN ve DİYARBAKIR BELEDİYELERİNE KAYYIM ATANMASI İŞLEMİNİN HUKUKSAL AÇMAZLARI

VAN, MARDİN ve DİYARBAKIR BELEDİYELERİNE KAYYIM ATANMASI İŞLEMİNİN HUKUKSAL AÇMAZLARI


Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Mülkiyeliler Birliği Üyesi, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Biz HDP‘nin politik görüşlerini benimsiyor değiliz, ancak HDP politik sistem içinde kurulu bir siyasal partidir ve 6 milyon dolayında oyu olan / oy alan meşru bir konumdadır. Ayrıca söz konusu 3 büyükşehirin (Van, Mardin ve Diyarbakır) seçilmiş belediye başkanları 31 Mart 2019 seçimleri öncesinde YSK’nın incelemesinden geçmiş ve adaylıklarına yasal bir engel bulunmamıştır.

3. olarak, Anayasa md. 127/4 ile İçişleri Bakanına tanınan yetki gerçekte ayrık (istisnai) olarak uygulanabilecek bir önlem – güvenlik maddesidir :

  • “Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.“

Asıl olan seçmen istencine (iradesine) saygı ve onun korunmasıdır. İçişleri Bakanına tanınan yetki bir önlem (tedbir) niteliğindedir ve bu 3 büyükşehir belediye başkanının görev sanları (unvanları) halen saklıdır. Yukarıda aktarılan Anayasa maddesinin ilk tümcesinde, anılan sanların yitirilmesinin yargı kararına bağlı olduğu açıkça belirtilmiştir.

Yerel yönetim organları hakkında adli soruşturma açılması oldukça kolay bir işlemdir. Savcılığa verilecek bir dilekçe ile bu olanaklıdır. Günümüzde AKP iktidarının yargı üzerinde ne denli ağır bir baskı kurduğu – yönlendirme yaptığı tartışma dışıdır. İçişleri Bakanlığınca adı geçen 3 ilin Cumhuriyet Başsavcılıklarına veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verilecek bir dilekçe ile suç duyurusunda bulunulması ve kimi “belgeler” eklenmesi sıradan bir işlemdir. C. Başsavcılıklarının böyle bir durumda “soruşturmaya yer olmadığı” kararı (takipsizlik kararı) vermesi hiç de kolay değildir. Savcılığın adli soruşturma başlatması ise İçişleri Bakanının Anayasa md. 127/4 ile tanınan gerçekte açıkça anti-demokratik olan tedbir olarak görevden uzaklaştırma yetkisini kullanabilmesinin kapısını hemen açmaktadır. Yargılama uzarsa – uzatılırsa, doğası gereği kısa süreli olması gereken  önlem olarak görevden uzaklaştırma amacından saparak, saptırılarak ağır bir anti-demokratik yaptırım niteliği kazanabilecektir. Nitekim önceki uygulamalarda, İçişleri Bakanlığının kayyım atama gerekçelerinin yargıda 3 yıl sonra çöktüğü bilinmektedir. Ortaya, giderimi (telafisi) olanaksız bir zarar çıkmaktadır.

Bu Anayasa hükmü (md. 127/4), Demokles’in kılıcı gibi demokrasi için tehdit yaratan bir içeriktedir.. AKP yönetimleri de sıklıkla kötüye kullanmaktadır. İlk fırsatta, yerel yönetimler üzerinde ağır bir merkezi yönetim vesayet yetkisi tanıyan bu düzenleme değiştirilmelidir. İçişleri Bakanına tanınan yetki hiç olmazsa “Adli soruşturma” değil “Adli kovuşturma” koşuluna bağlanmalı, salt savcının inisiyatifi ile yetinilmeyip, mahkemenin davayı kabul etmesi koşulu aranmalıdır.

1982 Anayasasının bu düzenlemesi açıkça anti-demokratik olduğu gibi, AYYÖŞ‘e de (Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı) aykırıdır. Türkiye’nin 21.11.1988’de Strasbourg’da imzaladığı AYYÖŞ, Anayasanın 90/son fıkrası uyarınca TBMM’de onaylanması yasa ile uygun bulunan bir uluslararası andlaşmadır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun, RG ile yayımı 21.5.1991, sayı 20877.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.”

Anayasa md. 90/son fıkra devamla şöyle demektedir :

“Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Seçme ve seçilme hakkı Anayasamızda temel hak ve özgürlükler” kapsamındadır. Bu bağlamda, Türk hükmetince çekince konmayan AYYÖŞ hükümleri herhangi bir ulusal yasa ile çelişirse, öncelikle AYYÖŞ uygulanacaktır. Anayasa da özünde bir yasadır, AYYÖŞ ile çelişen hükümler içermemesi beklenir. Nitekim yine aynı Anayasa maddesi (90/son) ilk tümcesinde; “Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.”  kuralını getirmektedir. Bu bağlamda, AYYÖŞ hükümleri karşısında İçişleri Bakanı, Anayasa md. 127/4’te ve 5393 sayılı Belediye Yasasının 47 nci ve 45 inci maddelerinde düzenlenen yetkinin örtük olarak (zımnen) varolmadığını kabulle, söz konusu yönetsel (idari) işleme girişmemeliydi. Bu yönetsel işlem -3 BŞBB’nın önlem olarak görevden alınması- yasal dayanağı olmayan, açıkça hukuka aykırı bir idari işlem olup; aleyhine Yönetsel (İdari) yargıda (yerel İdare Mahkemeleri / Danıştay), kararın tebliğini izleyen 60 günlük hak düşürücü zamanaşımı süresi bitmeden yürütmeyi durdurma istemli iptal davası açılabilir.

AYYÖŞ’ün önsözünde örneğin;

.. Yerel makamların (yönetimlerin) her türlü demokratik rejimin ana temellerinden birisi olduğunu düşünerek,..” denilmektedir.

Andlaşma metnine dahil olan Önsözün öbür hükümleri de benzer nitelikte yerel yönetimleri özeksel (merkezi) yönetimin aşkın vesayetinden koruyucu içeriklidir. Öte yandan AYYÖŞ md. 11 (Türkiye çekince koymadı) çok nettir :

AYYÖŞ md. 11: Özerk yerel yönetimlerin yasal korunması
Yerel yönetimler kendi yetkilerinin serbestçe kullanımı ile anayasa veya ulusal mevzuat tarafından belirlenmiş olan özerk yönetim ilkelerine uymanın sağlanması amacıyla yargı yoluna başvurma hakkına sahip olacaklardır.

Dolayısıyla, özünde kesin olarak bir yönetsel (idari) işlem olan 3 BŞB başkanının  önlem olarak görevden uzaklaştırılması ve yerlerine ilgili il valilerinin kayyım  atanması işlemlerine karşı Yönetsel yargıda (yerel İdare Mahkemeleri / Danıştay), kararın tebliğini izleyen 60 günlük hak düşürücü zamanaşımı süresi bitmeden yürütmeyi durdurma istemli iptal davası açılabileceğini bir kez daha yineleyelim. Savunmada Anayasa’nın ilgili maddesinin (127/4), yine Anayasanın md. 90/son korumasında olan Uluslararası Andlaşma hükümlerine -somut olayda AYYÖŞ- aykırı yorumlanamayacağı ileri sürülebilir. İçişleri Bakanlığının işlem gerekçesi olarak ileri sürdüğü;

“…Bakanlığımızca terör örgütleri ile iltisak-irtibatı olan, terör örgütlerine destek verdikleri yönünde tespit ve deliller bulunan belediye başkanları Anayasanın 127 nci maddesi ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 47 nci maddesine istinaden görevden uzaklaştırılmış, yerlerine Belediye Kanununun 45 inci maddesi uyarınca belediye başkan vekilleri görevlendirilmiştir.”

5393 sayılı Belediye Yasasının 47 nci ve 45 inci maddelerinin, Anayasa md. 90/son güvencesinde olan AYYÖŞ hükümleri karşısında, yönetsel yargıda açılacak davalar sırasında Anayasaya aykırı oldukları ileri sürülerek iptallerinin istenebileceği de açıktır (Anayasa md. 152)

******
Öte yandan, 31.8.2019 günü partisinin Diyarbakır örgütünü ziyareti sırasında, İstanbul BŞB Başkanı E. İmamoğlu’nun sözleri oldukça uyarıcıdır :

“Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanması ne yazık ki gaflet ve dalalettir. Böyle bir ülkede, kendi iradesini milletin iradesinden üstün görme gafletine düşenler, bunun bedelini sandıkta en ağır biçimde öder.”

Sarayın bu kararı ayrıca, AKP tarafından çok ağır sorunlara sürüklenen ülkemizde ciddi bir gündem değişikliği operasyonudur ve ağır biçimde kutuplaştırıcı hatta tahrik niteliğindedir ki; sağduyulu bir siyasal iktidarın asla başvurmaması beklenir, gerekirdi.. AKP hala gerilimden medet ummakta ve ne yazık ki 7 Haziran 2015  genel seçimini yitirmesi nedeniyle Erdoğan’ın 45 gün içinde hükümeti kurdurmaması, ülkemizde birdenbire terörün tırmandırılması, halkın terörize edilmesiyle, 1 Kasım 2015’te yinelenen seçimlerin her nasılsa AKP tarafından kazanılması süreci akıllara gelmektedir.

Sonuç olarak; şimdi 3 BŞB başkanının yargılanmalarının hızla, açık, saydam ve adil biçimde sürdürülmesi gerekir. Anayasa md. 127/4 “kesin hükme kadar” koşulu koymaktadır ki, bu durumda adli yargı için İstinaf ve / veya Yargıtay ile yönetsel yargıda Bölge İdare Mahkemesi / Danıştay’da kesin hükme ulaşılabilecektir. Bu süreç birkaç yıl sürerse, seçim dönemi olan 5 yıl tüketilmiş olacaktır ki, geciken adaletin hiçbir anlamı olmayacaktır.

AKP, anayasal sistemi zorlamaktan artık kaçınmalı, hukuk içinde kalmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 01 Eylül 2019, Tekirdağ