Etiket arşivi: Anayasalar İnsan derisi ile kaplıdır

Yılmaz Özdil : Yol arkadaşı

Yol arkadaşı

Yılmaz Özdil, SÖZCÜ, 23.06.2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Saygın toplum bilimci, profesör, Hacettepe Üniversitesi’nde sosyal çalışma yüksek okulu’nu kurdu, kültür bakanlığı müsteşarlığı yaptı, 37 kitap yazdı, Almanya’dan İtalya’dan Polonya’dan liyakat madalyaları aldı, Türk Dil Kurumu bilim ödülünü aldı, Sedat Simavi Vakfı bilim ödülünü aldı, Sertel Demokrasi Ödülü’nü aldı, biz Emre Kongar’la yürüyoruz… Sen, bilim-kültür insanı diye, kafasında maraş dondurmacısı gibi fesle dolaşan, akıl hastanesinde yatmış herifle yürüyorsun.
*
Dostlar Tiyatrosu’nu kurdu, Gorki, Brecht, Sartre, Steinbeck gibi yazarların yanısıra Aziz Nesin, Haldun Taner, Nazım Hikmet, Can Yücel’in oyunlarını yönetti, Aslan Asker Şvayk’ı Bir Delinin Hatıra Defteri’ni Keşanlı Ali’yi efsane haline getirdi, senfonik konserlerde Prokofiev’in Stravinski’nin Fazıl Say’ın yapıtlarını anlatıcı olarak seslendirdi, uluslararası festivallerde ödüller kazanan filmlerde başrol oynadı, Altın Portakal kazandı, Afife Tiyatro Ödülü kazandı, Avni Dilligil, İsmail Dümbüllü ödülleri kazandı, biz Genco Erkal’la yürüyoruz… Sen, götünün kılıyım diyen, soytarıyım diyen, iftarda takla bile atarım diyen tiyatrocu Şafak Sezer’le yürüyorsun.
*
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var, yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten, sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
insan saatlerce bakabilir gökyüzüne, denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır, kopmaz kökler salmaktır oraya
kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını,
kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara, bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi,
bir taş gibi dinleneceksin
insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine, hem de bütün benliği sesler le, ezgilerle dolarcasına
insan balıklama dalmalı içine hayatın, bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
ve kederi de
 yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
çünkü acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına,
dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var,
yaşadın mı büyük yaşayacaksın,
ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır,
ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana…

Biz, varlığıyla onur duyduğumuz, kelimelerin efendisi Ataol Behramoğlu’yla yürüyoruz… Sen, Binali beyle yürüyorsun, “sevgili” kelimesini bile yazamıyor birader, “sevğili” yazdı, üstünde şapka var mıydı filan diye sordu.
*
Biz, muhteşem başarılarla dolu sanat hayatı boyunca bu memleketten kazandığı tüm servetini, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlayan Gülriz Sururi’yle yürüyoruz… Sen, rabia’yla yürüyorsun.
*
Biz, baba mirası köşkünü kat karşılığında müteahhite vermektense, Oyuncak Müzesi’ne dönüştüren, servet denilen kavramın, aslında insan biriktirmek olduğunu öğreten Sunay Akın’la yürüyoruz… Sen, toki’yle yürüyorsun, Gezi parkına alışveriş merkezi dikmeye kalkıyorsun, zeytinlikleri betonlaştırmaya çalışıyorsun.
*
Biz, Everest’e tırmanan ilk Türk, gençlerimize rol model olan, ulusal bilinç geliştiren, AKUT’u kuran, “maldan mülkten, paradan puldan, candan canandan geçilir, vatandan geçilmez, vatan lafla sevilmez, vatan eylemle sevilir, vatan sevgisi sorumluluk almaktır, dürüst, namuslu yurttaşlar olarak, korkmadan, kaçmadan elini taşın altına koymaktır” diyen, Türkiye’nin gururu Nasuh Mahruki’yle yürüyoruz… Sen, Türkiye’nin hangi yarımkürede olduğunu bile bilmediği halde, İzmir Marşı’ndan rahatsız olan şeytan Rıdvan’la yürüyorsun.
*
Biz, alınterinin vicdanı DİSK Başkanı Kani Beko’yla yürüyoruz
Sen, milletin orasına koyacağım diyen müteahhitle yürüyorsun.
*
Biz, şehit yarbay Ali Tatar’ın ağabeyi Ahmet Tatar’la yürüyoruz, hiç sesini çıkarmayıp deniz kuvvetleri komutanı olmak varken, hukuksuzluğa, adaletsizliğe isyan ederek istifasını suratlarına fırlatan günümüzün Çaka Bey’i (AS: E. Koramiral) Atilla Kezek’le yürüyoruz, Kardak kahramanı Ali Türkşen’le yürüyoruz… Sen, kasaptaki ete soğan doğramayanlarla, Süleyman Şah türbesinin boş sandukalarını sırtlayıp götün götün kaçanlarla, kendi yaveri tarafından dövülenlerle yürüyorsun.
*
Bugün orada olacak… Biz daima, yarım asırlık pırıl pırıl kariyeriyle her platformun anketinde Türkiye’nin en güvenilir insanı çıkan Uğur Dündar‘la yürüyoruz… Sen, hayırsever Rıza beyle yürüyorsun.
*
Kimlerin “yol arkadaşı” olduğunu…
Kimlerin “aynı yolun yolcusu” olduğunu, tarih görüyor.
*
“Adalet” yürüşüyü deniyor ama…
Aslında “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” yürüyüşüdür bu.
===================================
Dostlar,

Son derece başarılı bir köşe yazısı daha çok değerli yurtsever yazar
Sn. Yılmaz Özdil‘den..
İşte zeka, işte birikim, işte yazının gücü ve haklı olmaktan kaynaklanan yüreklilik. Değerli Özdil’i kutluyoruz. Acaba muhatapları ders çıkarır mı?? Yazmaya, söylemeye, uyarmaya devam.. Elbette, aldatılan halkımızın da günümüzün aymazlarının da anlayacağı vakit,  “yolun sonu” gelecektir.

3,5 milyar Dolar serveti olduğu söylemlerine köpürenler ve ölçüsüz ağır tepkiler verenler, aslında çooooooooooook yalın bir iş yapabilirler :

  • Malvarlığını -kendisi ve 1. derece akrabaları dahil- derhal açıklamak..

    Nedendir bu telaş?? Bir “duyum” alınmıştır diyelim, kamuoyunun kafası karışmıştır ve bu durum / sorun dile getirilmiştir bir milletvekilince.. Görevidir vekilin.. Bu açıklamayı aslında bir soru olarak kabul etmek ve yaranız yok ise gücenmeden – gocunmadan saydamlık ve sükunetle servet bildiriminde bulunmaktır yapılması gereken.
    Üstelik yasal yükümlülüktür. Demokratik hukuk devletlerinde vazgeçilmezdir.

Türk halkı aptal değildir.. Basmakalıp (klişe) ezbere sözlerle ve bağırıp – çağırarak, korkutma davaları açarak hiçbir yere varılamaz.. Malbildiriminizi açıklayınız..
İsviçre vb. bankalarda hesaplarınız için “anonim, açık, açıklanma talimatı” vermelisiniz. Dileyen kişi – kurum bu talimat ile başvurup doğruları öğrenmelidir..

Para trafiği hele hele kara para trafiği hem iç hem dış politikada iktidarın yumuşak karınlarından biri.. AKP Genel Başkanı, giysileri yüzünden genç kızlarımızın yobazlarca saldırıya uğraması konusunda tek sözcük etmiyor ısrar ve inatla.. Oysa kararlı bir karşı çıkış son derece etkili – caydırıcı olabilir.. En azında görmüş oluruz.. 80 milyon böyle mi kucaklanacak? Gezi sürecinde Beşiktaş’ta başörtülü bacımıza taciz (üstüne işeme!) sözleri de gerçek çıkmadı.. Ellerinde olduğu söylenen video kayıtları yıllardır ortaya konamadı!? Yakışıyor mu bir Başbakana şehir efsaneleri uydurmak ya da uydurulmasına katılmak?

Efendiler; gidişiniz gidiş değildir. Ya düzeltirsiniz ya düzeltirsiniz..

Temel insan hak ve özgürlükleri yüzlerce – binlerce yılın kan ve canla verilmiş savaşımının kutsal kazanımlarıdır. Vazgeçilmesi ya da birilerine istiyorlar – dayatıyorlar diye geri verilmesi söz konusu değildir. Anayasalar insan derisi ile kaplıdır ve onları rafa kaldırma dönemi artık kapanmış, tarihin karanlık derinliklerinde kalmıştır.

Siyaset eyleyecek ve iktidar olacak – iktidarda kalacaksanız bu işin 1. farzı;

  • TEMEL İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNE SONUNA DEK
    SAYGILI – BAĞLI KALMAKTIR…

Başka hiçbir çıkar yol yok – tur!. Ne kendinizi yorun ve kandırın ne de halkımızı – dünyayı fukara siyasetinizle kandırmaya – oyalamaya kalkın..
Nafiledir efendiler anlıyor musunuz, nafiledir. Artık yeter, artık yeter; duyun ve görün!

Daha çok tırmandırmadan ve su testisini su yolunda kırmadan NORMALLEŞİN..
Azıcık belagat gösterin, hatalarınızdan dönün, ders ve ibret alın, irfandır, hayırlı olur.

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Erdoğan’ın Alevi düşmanlığının kökeni

Erdoğan’ın Alevi düşmanlığının kökeni

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 1 Haziran 2014

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

O’na göre, “Cemevi, cümbüş evi”ydi! “Candaş medya” “Ateist Alevilik” gibi tanımlar yaptı. Aleviler’i katleden Yavuz Sultan’ın adını köprüye verdi. Madımak katliamı davası zaman aşımına uğrayınca, “hayırlı olsun” dedi. Reyhanlı’da “53 Sünni vatandaşımız hayatını kaybetti” ifadesini kullandı. Erdoğan’a bu sözleri söyleten bilinç altında nasıl bir Alevi düşmanlığı var?
Fikri alt yapısı nasıl oluştu? Kimlerden nasıl etkilendi?

Tes­pit: Ar­tık özel­lik­le “Muh­te­şem Yüz­yı­l” di­zi­sin­den do­la­yı Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man çok bi­li­nir ol­du. İti­ba­rıy­la yan­lış bi­li­nir­lik art­tı!
“Halk için­de mu­te­ber bir nes­ne yok dev­let gi­bi
Ol­ma­ya dev­let ci­han­da bir ne­fes sıh­hat gi­bi­”
Bu iki mıs­ra Ka­nu­ni’nin “dev­le­te na­sıl çok önem ver­di­ği­” şek­lin­de yo­rum­la­nı­yor!
“Dev­le­t” söz­cü­ğü Arap­ça’dan ge­lir ve 19’un­cu yüz­yı­la ka­dar bu­gün­kü an­lam­da kul­la­nıl­maz­dı. Arap­ça­da “dev­le­t”; fe­le­ğin çar­kı­nın dö­nü­şü­nün ba­zı ki­şi­le­ri “ta­lih­li­” kıl­ma­sı de­mek­ti. Ya­ni as­lı­da Ka­nu­ni di­yor ki:
“Ha­yat­ta en de­ğer­li şey mut­lu­luk­tur
Mut­lu­luk­la­rın en yü­ce­si bir so­lu­num doğ­ru­luk­tu­r”
Ya dev­let?.. O ne­re­de?.. Bu­gün bi­zim “dev­le­t” de­di­ği­mi­ze Os­man­lı “mül­k” di­yor­du! Os­man­lı ken­di­ni “Me­ma­lik-i Mah­ru­sa­” kav­ra­mıy­la ta­nım­la­dı; ko­ru­ma­sı- kon­tro­lün­de­ki top­rak­lar ile şe­hir­ler­de­ki ti­ca­ret ve za­na­at pa­di­şa­hın te­ke­lin­dey­di.
Os­man­lı’nın tüm sa­hip ol­du­ğu­na “mül­k” de­nir­di. Ve bu “mül­k” pa­di­şa­ha, Al­la­h’­ın em­riy­le “mi­ra­s” ola­rak gel­miş­ti.
“Dev­le­t”, mülk sa­hi­bi­nin sı­fa­tıy­dı; ya­ni, pa­di­şah biz­zat dev­le­tin ta ken­di­siy­di.
Os­man­lı bu sis­te­mi, Ro­ma­lı­la­r’­dan al­dı (Pat­ri­mo­ni­alizm). Bu sis­tem­de; gü­cü­nü gök­ten alan “Kut­sal Ba­ba­” ve hiz­met­çi­le­ri var­dı.
Rea­ya- be­ra­ya; ya­ni köy­lü- kent­li “yer­den bit­mey­di­”. Oy­sa ik­ti­dar sa­hi­bi “gök­ten in­mey­di­”; Al­la­h’­ın yer­yü­zün­de­ki göl­ge­siy­di!
Sü­rü ve ço­ban iliş­ki­siy­di bu; sü­rü­nün ço­ba­na ih­ti­ya­cı var­dı. Sü­rü’yü kul­la­rın oluş­tur­du­ğu­nu yaz­ma­ma ge­rek var mı?
Ve: Bu “dü­ze­n” (ni­zam) kut­sal­dı.
Ni­za­ma baş­kal­dır­mak, Al­la­h’­a baş­kal­dır­mak­la bir­di ve fe­sat­lık­tı; ka­rı­şık­lı­ğa (ih­ti­la­le) yol açar­dı; ce­za­sı ölüm­dü. Han­gi hu­ku­ka gö­re bu ce­za ve­ri­li­yor­du?
Ne­re­de bü­yük bir İs­lam im­pa­ra­tor­lu­ğu ku­rul­du ise ora­da “Ha­ne­fi Eko­lü­” be­nim­sen­di.
Os­man­lı’da iki hu­kuk sis­te­mi var­dı; bi­ri Şe­ri­at di­ğe­ri Ka­nun hu­ku­ku.
Bi­ri Al­la­h’­ın di­ğe­ri Pa­di­şa­h’­ın ira­de­siy­di.
İki hu­ku­kun da gö­re­vi, de­ğiş­mez/de­ğiş­ti­ri­le­mez “dü­ze­ni sağ­la­ma­k” ve “dü­ze­ni­” yü­rüt­mek­ti. Os­man­lı ik­ti­da­rı­nın dü­şün­sel dün­ya­sı ni­zam ile fe­sat­lık kav­ra­mı ara­sın­da iş­li­yor­du. Bun­lar ik­ti­da­rın ba­kı­şıy­dı.
Pe­ki ya halk? Ko­ca im­pa­ra­tor­luk her­ke­si “ku­l” ya­pa­ma­dı.
Bun­la­rın ba­şın­da Türk­ler/ Ale­vi­ler var­dı…

“Kö­tü Müs­lü­man Türk­le­r”

Türk­ler 10’un­cu yüz­yıl­dan iti­ba­ren Ho­ra­sa­n’­dan baş­la­ya­rak tüm İra­n’­a, Arap-İs­lam coğ­raf­ya­sı­na ve Ro­ma top­ra­ğı Ana­do­lu’ya ege­men ol­ma­ya baş­la­dı.
Türk­ler ön­ce­le­ri gö­çe­bey­di. Za­man­la ço­ban Türk­ler, top­ra­ğı sa­hip­len­me­ye baş­la­dı; Ro­ma köy­lü­sü­nün ye­ri­ni alıp yer­le­şik dü­ze­ne geç­ti. Arap­lar ve İran­lı­lar­la bir­lik­te Or­ta­do­ğu’nun en bü­yük et­nik gru­bu ol­du.
Türk­ler im­pa­ra­tor­lu­ğu bi­len bir mil­let­ti. Bu­nu yaz­ma­mın ne­de­ni, im­pa­ra­tor­luk ha­li­ne ge­len Arap Müs­lü­man­la­rı, Türk­le­ri hep “çöz­me­le­ri ge­re­ken bir so­ru­n” ola­rak gör­dü. Türk­ler kö­tü Müs­lü­man­dı! Çün­kü…
Hâlâ Cen­giz Han ya­sa­la­rı­nı uy­gu­lu­yor­lar­dı; ya­şam­la­rı fark­lıy­dı.
Ör­ne­ğin, ka­dın­lar er­kek­ler­den ay­rı ya­şa­mı­yor­du; iç içey­di­ler; rol­le­ri eşit­ti. Ka­dın­lar pe­çe tak­mı­yor­du. İs­te­dik­le­ri ye­re gi­dip ge­li­yor­du; eğ­len­ce­ler­de baş kö­şe­de otu­ru­yor­du. Ve en önem­li­si sa­va­şa ka­tı­lı­yor­lar­dı. Söz ve ka­rar­da ka­dın­lar var­dı; Türk bey­le­ri ölün­ce tah­ta eşi otu­ru­yor­du; Mo­ğol­la­r’­da Er­ge­ne Ha­tun ya da Ha­rezm­şah­la­r’­da Ter­ken Ha­tun gi­bi…
Türk­le­r’­in ce­na­ze ve dü­ğün­le­ri Müs­lü­man­la­ra (Arap­la­ra) ben­ze­mi­yor­du; Şa­man inan­cın­dan ge­ri adım at­mı­yor­lar­dı.
Ken­di boz­kır geç­miş­le­ri­nin bir par­ça­sı olan Şa­man-Şeyh ben­zer­li­ği ne­de­niy­le su­fi­li­ği/ta­sav­vu­fu be­nim­se­di­ler.
Hz.Ali’­nin ha­li­fe se­çim ay­rı­lı­ğı Müs­lü­man­lar ara­sın­da ay­rış­ma­ya ne­den ol­du ve Türk­ler Şah-ı Mer­dan Hz. Ali’­nin sa­fı­na geç­ti. Ay­rın­tı­ya gir­me­ye­yim…
Türk­ler ön­ce; her ha­re­ket­le­ri­ni kon­trol al­tı­na alan, ver­gi tah­rir def­ter­le­ri­ne ad­la­rı­nı ge­çi­ren, az da ol­sa ver­gi alan Os­man­lı’ya kar­şı ayak­lan­dı.
Son­ra; ida­ri ve ma­li ola­rak tı­ma­r’­ı sö­mü­rü ara­cı ha­li­ne ge­ti­ren ve Sün­ni­li­ği res­mi mez­hep ola­rak da­ya­tan te­ok­ra­tik Os­man­lı sis­te­mi­ne kar­şı ayak­lan­dı.
Dü­ze­n’­e is­yan eden Türk­ler/Ale­vi­ler, Os­man­lı yö­ne­ti­mi ta­ra­fın­dan fe­sat/boz­gun­cu ola­rak gö­rül­dü. Bi­çil­di. Ka­lan­la­rı “yo­la ge­tir­mek için tür­lü yön­tem­ler de­nen­di. Ör­ne­ğin, Cel­ve­ti­ye Ta­ri­ka­tı’nın
Şey­hi Aziz Hü­da­yi Efen­di’nin 1610’lu yıl­lar­da sa­ra­ya gön­der­di­ği bir ra­por var; “Her Ale­vi-Kı­zıl­baş kö­yü­ne bi­rer ca­mi­ ya­pıl­sın, bir ho­ca gön­de­ri­le­rek bun­la­ra Sün­ni­lik öğ­re­til­sin, bel­ki bun­la­rı böy­le­ce ıs­lah ede­bi­li­ri­z” di­yor­du!
Ki­mi Türk­lü­ğü bı­rak­tı Kürt ol­du; ki­mi Ale­vi­li­ği terk et­ti Sün­ni ol­du.

“Keş­ke Os­man­lı, Ale­vi­le­ri…”

Ge­le­lim gü­nü­mü­ze… Şu­nu göz­den uzak tut­ma­yı­nız; ül­ke isim­le­ri, ül­ke re­jim­le­ri de­ği­şe­bi­lir ama kül­tür ko­lay de­ğiş­mi­yor. Os­man­lı’nın bu an­la­yı­şı, Cum­hu­ri­yet dö­ne­min­de ki­mi­le­rin dü­şün­sel dün­ya­sı­nı et­ki­le­me­ye de­vam et­ti. Bun­lar­dan bi­ri Re­cep Tay­yip Er­do­ğa­n’­dı… Os­man­lı­cıy­dı!..
Er­do­ğa­n’­ın fi­kir­le­ri­ni be­nim­se­di­ği en önem­li fik­ri ön­de­ri Ka­dir Mı­sı­roğ­lu’y­du. Os­man­lı hay­ra­nı, hi­la­fet yan­lı­sı Mı­sı­roğ­lu, Cum­hu­ri­yet dev­rim­le­ri­ne kar­şı ol­du­ğu­nu gös­ter­mek için şap­ka dev­ri­mi­ne inat “fe­s” gi­yi­yor. Ata­tür­k’­e, Kur­tu­luş Sa­va­şı’na ve Türk Dev­ri­mi’ne küf­re­di­yor. Ve, “Os­man­lı keş­ke Ale­vi­le­ri bi­tir­sey­di­” di­yen bir “ta­rih­çi­”!
Er­do­ğa­n’­ın bi­lin­ci­ni bu dü­şün­ce­ler oluş­tur­du. Ka­fa­sın­da­ki “dü­ze­n” Os­man­lı sis­te­miy­di ve kuş­ku­suz mü­na­fık­lar bel­liy­di…
Er­do­ğa­n’­ın, Ale­vi/Türk kar­şıt­lı­ğı söz­le­ri­nin, ey­lem­le­ri­nin ta­rih­sel kö­ke­ni­ni bu­ra­lar­da ara­mak ge­re­ki­yor.
Er­do­ğan Baş­ba­kan ola­rak ken­di­ni “mül­k”­ün sa­hi­bi gö­rü­yor; “dev­let be­ni­m” di­yor!
“Mülk sa­hi­bi ola­ra­k” is­te­di­ği ye­re is­te­di­ği­ni ya­pa­ca­ğı­nı sa­nı­yor; ra­hat­ça “Ge­zi Par­kı’na AVM ya­pa­rı­m” di­yor. Kar­şı çı­ka­nı fe­sat­lık­la suç­lu­yor!
Tıp­kı Os­man­lı sul­ta­nı gi­bi! Ay­nı an­la­yış: Tür­ki­ye’de in­san yok; pa­di­şa­h’­ın/Er­do­ğa­n’­ın ku­lu var! Öl­sün, sa­kat­lan­sın ku­lun hiç­bir öne­mi yok Er­do­ğan için; ye­ter ki “cam çer­çe­ve kı­rıl­ma­sı­n”; ya­ni mül­k’­üne za­rar gel­me­sin! Dü­zen bo­zul­ma­sın!
“Er­do­ğan ka­nu­nu­” bu­dur… Ge­zi’de Ale­vi ara­ma­sı Os­man­lı ba­kış açı­sı­nın so­nu­cu­dur! Er­do­ğan Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Baş­ba­ka­nı ola­rak de­ğil; Os­man­lı sul­ta­nı gi­bi, kar­şı çı­ka­na sert ta­vır al­ma­sı­nın se­be­bi bu­dur.
Dü­şün­sel dün­ya­sın­da Ale­vi­ler iti­ba­rıy­la Türk­ler ye­ni de­ğil bin yıl­dır zın­dık!..

Türk düşmanlığının kökeni

Er­do­ğan di­yor ki: “Hı­zır pa­şa­lar asır­lar ön­ce­sin­de kal­mış­tır. ‘A­çı­lın ka­pı­lar şa­ha gi­de­li­m’ di­ye, me­det ara­ma dö­ne­mi de asır­lar ön­ce­sin­de kal­mış­tır.”
Er­do­ğan “Hı­zır Pa­şa­” ol­du­ğu­nun far­kın­da de­ğil; de­mek Hı­zır Pa­şa’yı ta­nı­mı­yor. Ta­rih bil­gi­si bu ka­dar! Er­do­ğan “Şa­h”­ın kim ol­du­ğu­nu da bil­mi­yor; Hz. Ali’­dir. “Hz. Ali dö­ne­mi bit­miş­ti­r” de­di­ği­nin far­kın­da de­ğil?
Er­do­ğan “ka­pı­”yı da bil­mi­yor; Os­man­lı sis­te­mi­nin sem­bo­lü; Av­ru­pa’da­ki gi­bi “mer­di­ve­n” de­ğil; “ka­pı­”dır! Dev­let ka­tı­na “gü­ç” ka­pı­sın­dan gi­ri­lir. “Ka­pı­” si­ya­sal gü­cün sim­ge­si­dir. Di­ni an­la­mı­na ba­kar­sak; “ka­pı, Al­lah ka­pı­sı­dır.”
“Ka­pı­” ta­sav­vuf an­la­yı­şın­da “in­ti­sa­p” et­me­dir; “bağ­lan­ma­dır.”
Hz. Ali’­nin tüm mer­te­be­le­ri dört ka­pı, kırk ma­ka­m’­dır.
Er­do­ğa­n’­ın “me­det ara­ma­” söz­le­ri­ne hiç gir­me­ye­yim…
Ce­me­vi’nin bah­çe­sin­de Ale­vi öl­dü­ren­ler “dö­ne­min bit­ti­ği­ni­” ne ka­dar ko­lay di­le ge­ti­ri­yor?..
Ge­le­lim sö­zün sa­hi­bi Pir Sul­ta­n‘­a…
Mu­ha­lif bir söy­le­min söz­cü­sü ve bu bağ­lam­da da ge­le­ne­ğin üret­ti­ği ko­lek­ti­fin se­siy­di. Ku­ru­lu dü­ze­nin hak­sız­lık­la­rı kar­şı­sın­da du­ran; eko­no­mik ve si­ya­si hak­la­rı­nı ara­yan, baş­kal­dı­ran ve di­re­ni­şe ça­ğı­ran Ale­vi/Tür­k’­tü.
Pir Sul­ta­n’­la Hı­zır Pa­şa iliş­ki­si; Os­man­lı ile Türk/Ale­vi iliş­ki­si­ne ben­zer.
Pir Sul­ta­n’­ın asıl adı Hay­da­r’­dı. Si­vas Vi­la­ye­ti’n­de Ba­naz Kö­yü’n­de doğ­du. Ale­vi Oca­ğı’­nın pi­ri idi.
Mü­rit­le­ri ara­sın­da So­fu­lar kö­yün­den ge­len Hı­zır isim­li bir der­viş var­dı. Hı­zır İs­tan­bu­l’­a git­ti; “o­ku­du­” Pa­şa-Bey­ler­be­yi ol­du. Si­va­s’­a atan­dı ve ayak­la­nan Pir Sul­ta­n’­ı Si­va­s’­ın Top­rak Ka­le­si’­ne hap­set­ti. Yet­me­di asıl­ma­ya mah­kum et­ti.
Ge­le­lim di­ğer iliş­ki­ye…
Türk­ler/Ale­vi­ler, Os­man­lı’nın ku­ru­cu­suy­du. Za­man­la Os­man­lı yö­ne­ti­miy­le yol­la­rı ay­rıl­dı. Os­man­lı, Tür­k’­ü aşa­ğı­la­ma­ya baş­la­dı:
Ho­ca Saa­det­tin Efen­di’ye gö­re Türk; le­ş’­ti.
Na­ima’­ya gö­re Türk; az­gın­dı; çir­kin yüz­lüy­dü; ka­bay­dı; ca­hil­di.
Ne­f’­i’­ye gö­re Türk; Al­la­h’­ın ir­fan pı­na­rı­nı ya­sak­la­dı­ğıy­dı.
Ha­fız Çe­le­bi’ye gö­re Türk; ba­ban bi­le ol­sa öl­dü­rül­me­si ge­re­ken­di.
Sad­ra­zam Ku­yu­cu Mu­ra­t’­a gö­re Türk; ba­şı vu­rul­ma­sı ge­re­ken pi­s’­ti.
Ak­sa­ray­lı Ke­ri­med­din Mah­mu­d’­a gö­re Türk; hun­har kö­pek ve kurt gi­biy­di; Tür­k’­ün eli­ne fır­sat ge­çer­se yağ­ma­yı ga­ni­met bi­lir­di.
Mer­zi­fon­lu Sey­yit Ab­dur­rah­man Eş­re­f’­e gö­re Türk; ta­lan­da, ül­ke yak­mak­ta eş­siz­di bir gad­dar­dı.
Şey­hü­lis­lam Mus­ta­fa Sab­ri Efen­di’ye gö­re Türk; soy­suz­du. Vah­det­ti­n’­e gö­re Türk; di­ni, so­yu so­pu, yur­du be­lir­siz kar­ma­ka­rı­şık bir ca­hil­ler sü­rü­süy­dü.
Bu söz­ler hiç şa­şır­tı­cı de­ğil…
Rum­be­yoğ­lu Fah­ret­tin Bey, 1920 yı­lın­da İs­tan­bu­l’­un iş­ga­li sü­rer­ken Da­mat Fe­rid hü­kü­me­tin­de Maa­rif Na­zır­lı­ğı’na ya­ni Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı’na ge­ti­ril­di ve gö­re­ve ge­lir gel­mez ilk işi, ki­tap­lar­dan “Tür­k” sö­zü­nü çı­kart­mak ol­du. (Ana­ya­sa’dan, ka­mu ban­ka­la­rın­dan kim­le­rin “Tür­k” adı­nı çı­kar­ma­ya ça­lış­tı­ğı­nı bi­li­yor­su­nuz.)
Çal­dı­ran Sa­va­şı’n­dan ön­ce­ki ya­zış­ma­la­rın­da Ya­vuz Sul­tan Se­lim, Şah İs­ma­il’­e ne di­yor­du: “Ben Sul­tan Be­ya­zıt oğ­lu Sul­tan Se­lim, sen ki ey eşek Türk.”
Pe­ki…
Os­man­lı; Er­me­ni­le­re “mil­let-i sa­dı­ka­”, Arap­la­ra “kavm-i ne­ci­p” der­ken Türk­le­r’­i ne­den aşa­ğı­la­dı?
Os­man­lı bir im­pa­ra­tor­luk­tu; kul­la­rı ara­sın­da bir­çok din-mez­hep ve et­nik men­sup­luk var­dı. Ni­ye Tür­k’­e düş­man­lık et­sin?
As­lın­da Os­man­lı’nın “Tür­k” de­di­ği, “kut­sal dü­ze­ne­” baş­kal­dı­ran Ale­vi’y­di!
Os­man­lı, Ale­vi’ye Türk di­yor­du… Ale­vi düş­man­lı­ğı­nın te­me­lin­de Türk düş­man­lı­ğı var­dı. Arap Tür­k’­e na­sıl “kö­tü Müs­lü­ma­n” gö­züy­le bak­tı ise, Os­man­lı da öy­le bak­tı. Öy­le ki, bu ba­kış açı­sı, bir Türk Dev­le­ti olan Sa­fe­vi­ler dö­ne­min­de
da­ha da art­tı.
Os­man­lı-Sa­fe­vi­ler Sa­va­şı hep bir “ez­be­r” üze­rin­den ko­nu­şu­lu­yor. As­lın­da bu sa­va­şa, “Os­man­lı-Türk Sa­va­şı­” mı; ya da “Tür­k’­ün Tür­k’­le sa­va­şı­” mı de­me­li­yiz. Ama Os­man­lı Türk­lü­ğü ka­bul et­mi­yor­du! O dö­nem…
Şah İs­ma­il, “Şah Ha­ta­yi­” mah­la­sıy­la Ça­ğa­tay Türk­çe­si’y­le ya­zar­ken, Os­man­lı Sa­ra­yı Türk­çe­si’ni, Arap­ça ve Fars­ça so­ka­rak bo­zu­yor­du.
Üs­te­lik… Türk­ler, Sa­fe­vi­ler ile İran ta­ri­hi­ne çık­mış fi­lan de­ğil; bas­kın rol­le­ri Sa­fe­vi­le­r’­den çok ön­ce baş­la­dı. “Tür­k” ol­ma­dan İran ta­ri­hi ya­zı­la­maz. Ya­zı­la­ma­dı. Pe­ki… Türk­ler Os­man­lı’ya na­sıl ba­kar­dı; “Os­man oğ­lu­” di­ye anıp ken­di­le­ri­ne denk gö­rür­ler­di. Os­man­lı “e­şit gö­rül­me­yi­” ka­bul et­me­di; ede­me­di.
De­mem o ki: Bu­gün ül­ke­miz­de­ki Ale­vi düş­man­lı­ğı ile Türk düş­man­lı­ğı­nın or­ta­ya çı­kış se­be­bi rast­lan­tı de­ğil­dir. İzi Os­man­lı’nın ge­le­nek­çi an­la­yı­şın­da­dır; Er­do­ğan sa­de­ce bu­nun ta­kip­çi­si­dir…
=========================
Dostlar,

Değerli yazar Soner Yalçın’ın bu makalesi önemlidir.
(Biraz gecikerek de olsa paylaşmak istedik.)

Önce Kanuni’nin şu sözüne bakalım :

  • “Halk için­de mu­te­ber bir nes­ne yok dev­let gi­bi
    Ol­ma­ya dev­let ci­han­da bir ne­fes sıh­hat gi­bi­”

Bu sözler, padişahlığının 46. yılında, 64 yaşında iken Zigetvar kalesi kuşatmasında söylenmiştir. Kanuni, olasılıkla apandisit krizi nedeniyle çok şiddetli sancıdan kıvranmaktadır. O yaşına dek aklına gelmeyen görünmez hazine sağlığın çoook geç bir ayrımsanmasıdır (fark edilmesidir). Izdırabı öylesine büyüktür ki Kanuni’nin, tek 1 nefes bu ağrıdan kurtulmak için Devlet denilen o yüce varlıktan – saltanattan vazgeçmeye hazırdır. Ne var ki işe yaramaz!
********
Alevi ya da başkaca bir inanç, etnisite, milliyet vb. düşmanı ırkçı – ayrımcı her kim varsa Allah ıslah eylesin, başkaca ne diyelim, ne dileyelim..

Ancak bu kişi neredeyse Sultan yetkisi ile Türkiye’nin tepesinde ise, orada ciddi ve yakıcı bir sorun var demektir. Anayasaya göre herkesin Cumhurbaşkanı olmak, tarafsız olmak zorunda biri ise, deyim yerindeyse sorun ‘çatalkazık‘ olmaktadır. Üstelik bu düşmanlık eylemli biçimde, davranış – söz ve uygulamalarla dışa vuruluyorsa, sorun daha da büyüyebilir. Hem Devletin kurumsal yapı ve işleyişi hem de bu kişinin kendisi, ne yapıp edip, düşmanca – ayrımcı – insanlık dışı her tür edimden kurtulmanın yolunu mutlaka bulmak zorundadır.

Anayasalar, bu vb. temel insan hak ve özgürlüklerine erişmek ve onları güvencelemek, devletin ve yöneticilerinin yetkilerini sınırlamak için İNSAN DERİSİ İLE KAPLIDIRLAR.. Paris Carnavelle müzesinde bu bölüm ziyaret edilebilir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), yüz yılların – bin yılların kavgasının şahikası olarak Birlemiş Milletler çatısı altında ancak 10 Aralık 1948’de bağıtlanabilmiştir. Daha 1. ve 2. maddesinde temel ereğini haykırır :

Madde 1
Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar.
Akıl ve vicdanla donatılmış olup,
birbirlerine karşı bir kardeşlik anlayışıyla davranır.

Madde 2
Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ve toplumsal köken, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge’de ileri sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir.

Bu ve izleyen maddelerin, yerkürede yaşayan tüm Dünyalılarca iyice bellenmesi ve içselleştirilmesi en temel küresel sorunsal (problematik) olarak duruyor hala..

Aydın olmak, hele son yıllarda Türkiye’de, ne zor bir işmiş.. Sabır taşı çatlasa da ortadan ikiye yarılmamak ve İNSANI AYDINLATMA uğraşını sürdürmek..

İyi de, insanın kendisinin hiç mi yükümü yok okuyup aramak, gerçeği bulmak, takıntılarını sorgulayıp ayıklamak, kendini aşıp kemale erişmek, insanlaşmak??
Sevgi ve saygı ile. 12 Haziran 2017, Datça 

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ARKASINDAKİ İRADE ve SİLAHLI GÜÇ KİM?

TÜRKER ERTÜRK 

AKP’nin Genç yaşta emekli ettiği parlak tuğamiral,
Deniz Harbokulu Eski Komutanı

ARKASINDAKİ İRADE ve SİLAHLI GÜÇ KİM     ??

Mİllİ Anayasa Forumu yurdun her tarafında toplantılar düzenleyerek hazırlanmakta olduğu söylenen, esasında emperyalİst merkezler tarafından hazırlatılan ve yürürlüğe sokulması İçİn dayatılan yenİ anayasanın ne menem bir şey olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.

Biz de bu Forum’un bir üyesi olarak bu çalışmalara katılmaktayız. Bu kapsamda geçtiğimiz Cuma Artvin’de, Cumartesi Hopa’daydık. Ayrıca Pazar günü de Özdere/İzmir’de Türkiye’nin genel durumu ile ilgili olarak başka bir çalışmada konuşmacı idik. İster istemez burada da konu yeni anayasa çalışmalarına geldi.

Forum ve diğer gazetecilik çalışmalarımız nedeniyle bugüne kadar ülkemizin birçok köşesine gittik ve oralarda yaşayan insanlarımızla yakından temas ettik. Halkın yeni bir anayasa talebi kesinlikle yoktur. Halkın ihtiyaçları, istekleri ve çözüm bekleyen sorunları çoktur. Hal böyle iken bu yeni anayasa çalışmaları nereden çıkmıştır?

Çağdaş anlamda dünyanın en eski anayasası sayılan 17 Eylül 1787 tarihli ABD Anayasası’ndan başlamak üzere günümüze kadar hazırlanan bütün anayasaların arkasında kurucu irade ve silah vardır. Bu tespit, çağdaş anlamda olmasa bile 1787 öncesinde bir devletin veya bir toplumun en üst hukuk kaynağı olarak yapılan ve anayasa sayılabilecek tüm metinler için de geçerlidir.

Kurucu irade ve arkasında zorlayıcı yaptırım gücü olan silah yoksa anayasa yoktur.
ABD Anayasası’nın arkasındaki silah, İngilizlere karşı verilen bağımsızlık savaşının Başkomutanı General George Washington ve O’nun komuta ettiği ordudur.
O güç olmasa ABD Anayasası yapılamazdı.

İnsan derisi ile kaplıdır!

Paris’te Karnavale Müzesi’nde bulunan ve kapağında “İnsan derisi ile kaplıdır” yazan Fransızların ilk anayasasının arkasındaki irade 1789 tarihli Fransız Devrimi, yaptırım gücü ise devrimin silahlı güçleridir.

1947 tarihli Japonya Anayasası’nın arkasındaki kurucu irade Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim alan ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal gücüdür. ABD İşgal Kuvvetleri komutanı Douglas MacArthur emrinde bulunan hukukçularına bir taslak hazırlatmış, bunu Japonlara zorlamış ve ufak tefek değişikliklerle kabul ettirmiştir.

23 Mayıs 1949 tarihli Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nı hazırlatan irade,
II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’yı işgal eden müttefikler ve onun başat gücü ABD’dir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu adı altındaki anayasasının arkasındaki irade, Türk Milleti’nin bu topraklarda hür ve bağımsız yaşama arzusudur. Arkasındaki silahlı güç ise Kurtuluş Savaşı’nı yapan Mustafa Kemal ve
O’nun komuta ettiği ordudur.

2005 tarihli Irak Anayasası’nın arkasındaki irade bu ülkeyi istila eden ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal kuvvetleridir. Bu anayasa ile Irak federal sistem altında yapılandırılmış, toplum etnik ve mezhepsel kompartımanlara ayrılmıştır. Ayrıca bu anayasa Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına ve zaman içinde bölünmesine elverişli bir ortamı yaratmıştır.

  • Dünyada bugüne kadar yapılmış tüm anayasaların mutlaka bir devrim, karşı devrim veya işgal sürecinden sonra yapıldığı düşünülürse, Türkiye’de gündemimize oturan yeni anayasa hangi sürecin sonucudur?

Yürürlükteki 1982 Anayasası TBMM’nin yeni bir anayasa yapmasına yasal olarak izin vermemesine hatta böyle bir girişimin suç olmasına rağmen, Türkiye’de yeni anayasa yapılmasını isteyen irade kimdir? Bu iradenin zorlayıcı yaptırım gücü kimlerdir?

  • Ülkemiz ABD’nin işgali altındadır.
  • Hala gönderlerde dalgalanan Türk Bayrakları, halkın uyanmasını engellemek içindir.

Çünkü geçmişte yaşanan Yunan’ın İzmir’e girmesi ve Anadolu’nun bir bölümünü
işgal etmesi halkın tehlikeyi somut olarak görmesine yardım ettiği deneyimi nedeniyle,
şu anda yaşadığımız işgal örtülü yapılmaktadır.

  • Arkasında ABD var…..
  • Bu işgalin işbirlikçisi AKP hükümetidir.
  • Zaten Erdoğan ABD’nin ülkemizi de içine alan bölgemize yönelik planının
    eş başkanı olduğunu kendisi itiraf etmiştir
    .
  • Başka bir AKP’li, ABD ile bu konuda 2 sayfa 9 maddelik bir anlaşma imzalamıştır.

Evet, Türkiye’de yapay olarak gündeme getirilen
yeni anayasanın arkasında ABD vardır.

Bu iradenin silahlı güçleri ise ülkemizde ve çevre ülkelerde konuşlanan ABD Silahlı Kuvvetleri, CIA kontrolünde bulunan ve devletin içinde yuvalanan F tipi örgüttür.

Yeni anayasa ile arzu edilen; rejim değişikliği, bölünme ve Türkiye’nin bölgede emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak sınırsız şekilde kullanımına elverişli hale getirilmesidir.

  • Ergenekon, Balyoz ve diğerleri bunun için vardır.
  • Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe zindanlarında insanlar
    bu nedenle acı çekmektedir.
  • TSK’ya operasyonlar bunun için yapılmış ve yapılmaktadır.

ABD Başkanı Barak Obama, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, ABD Savunma Bakanı Leon Panetta ve onların temsilcisi ABD Ankara Büyükelçisi Francis J. Riccciardone bu nedenle bizimkilere hesap soruyorlar “Ne oldu, ne zaman bitecek bu yeni anayasa çalışmalarınız?” diye.

ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, yeni anayasanın arkasındaki iradenin
silahlı gücünün temsilcisi ve ülkemizin MacArthur’u olarak Türkiye’ye gelmekte ve direktifler vermektedir.

  • Yeni anayasaya her platformda ne pahasına olursa olsun direnmek, 
    işgale karşı direnmektir ve yurtseverliğin gereğidir.

Saygılar sunarım.
İLK KURŞUN