Etiket arşivi: Almanya’nın güdümündeki Enver Paşa

94. YILINDA 30 AĞUSTOS’un, 9 EYLÜL 1922’nin GÜNCEL ANLAMI

98. YILINDA 30 AĞUSTOS’un,
9 EYLÜL 1922’nin GÜNCEL ANLAMI


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com


Giriş                                                       :

Onlar (Yunanlar) zafer ve megalo idea için dövüştüler.
Fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar.

(A. H. Lybeyer, “Türk’ün Ateşle İmtihanı” H.E. Adıvar, Atlas Kitabevi, İst., 1994, s. 177)

Osmanlının Milli Savunma Bakanı (Harbiye Nazırı) Enver Paşa ve arkadaşlarının son derece yanlış, serüvenci politik kararları ile 1. Dünya Paylaşım Savaşı’na Almanların yanında giren (1914) Osmanlı Devleti, bağlaşığı (müttefiki) Almanya’nın yenilmesiyle; Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Çanakkale gibi kimi savaşlarda ciddi askeri başarılarına karşın yenik sayılmış, ateşkes (mütareke, silah bırakışması) istemek zorunda kalmıştı.

Mondros Ateşkes Anlaşması’nın kurallarını çiğneyen Batılı işgalciler, Megalo İdea veya
Büyük İyonya düşleri ile kışkırttıkları Yunan komşumuzu silahlandırarak Batı Anadolu’ya sürmüşler ve 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmişti.

Son Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahidettin tarafından kabul edilen önce 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesi (Mütarekesi), sonra da 10 Ağustos 1920’de bağıtlanan Sevr Anlaşması ile, Osmanlı İmparatorluğundan geriye kalan en az bin yıllık anavatan toprakları Anadolu da
Batılı emperyalistlerce hızla işgal edilmiştir!

Mütareke İstanbul’u Çaresiz                               :

…….

Kurtuluş Savaşı Örgütleniyor                             :

…….

Büyük Taaruz”a Hazırlık                                  :

…….

Büyük Taarruz ve Sonuçları                               :

……

Sonuç                                                                     :

Emperyalizmin sömürgeleri, Türk Ulusunun UNESCO’nun 1979 kararıyla da onaylandığı üzere yeryüzünün ilk ve tek anti-emperyalist bağımsızlık savaşını başarmış olmasından cesaret alarak tutsaklığa başkaldırıyor ve Atatürk’ün savaşım yöntemini örnek alarak başarılı oluyorlar.

Bu görkemli tarihsel dönüşüm ve başarının uluslararası kıvancı, Yüce Atatürk’ün önderliğindeki Ulusumuzundur. Bu yüzdendir ki, hazımsız ve kinci emperyalizmin
ülkemizle görülecek büyük hesabı vardır!

Geleceği, bize Yüce Atatürk’ün kutsal emaneti Türkiye Cumhuriyetinin parlak geleceğini,
Cumhuriyet ordusunun aydınlık beyinli, yiğit yürekli ve yurtsever subayları ile biz Kemalist aydınlar el ele Ulusumuza öncülük ederek, “tüm ulusçu ve cumhuriyetçi güçleri bir araya” getirerek kuracağız.

Bu duygularla ulusumuzun ve Ordumuzun ve milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı
ve 9 Eylül 1922’yi, İzmir’in 3,5 yıl sonra Yunan işgalinden kurtarılışını kutluyoruz.

………

===========================================

Dostlar,

6 sayfalık uzunca yazımızın tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız??

93._YILINDA_30_AGUSTOS’un_9 Eylul_1922’nin_Guncel_Anlami_30.8.2015

30_Agustos_Kutlamasi

Bir kez daha kutlu olsun Büyük Zafer

30 Ağustos Utkusu ve uzantısı, tamamlayıcısı 9 Eylül 1922!

İzmir’in ve Ege’nin emperyalistlerin maşası Yunanların işgalinden kurtarılışının 98. yılı!

9 Eylül 1922 ile ilgili görsel sonucu

Mustafa Kemal Paşa Başkomutanİsmet Paşa ise Batı cephesi komutanı idi. Türkiye’nin işgalden kurtaran bu 2 yengin (muzaffer) ve saygın komutan ve devlet adamı için R.T. Erdoğan Başbakan iken ne acı, ne yazık, ne utandırıcı ve ne uyandırıcı ki, “2 ayyaş” nitelemesini kullanabilmişti..

Haziran 2013 Gezi isyanının tetikleyicisi oldu bu acı, haksız, yanlış ve çok sorumsuz.. sözler..

  • Erdoğan özür dilemedi hala, mutlaka dilemeli oysa..
    Tarihin şaşmaz hakemliğine ve yargısına bırakıyoruz Erdoğan’ı ve iftirasını.. Son anavatan toprağı Anadolu’nun bile son Osmanlı padişahının işbirliği ile emperyalistlerce işgaline son veren, Sevr’i yırtıp Lozan’ın yolunu açan, Türkiye’nin kurtuluş zaferi olan 9 Eylül 1922‘yi,

Üstelik bu yıl, “pandemi” bahanesiyle, inanılmaz bir ikiyüzlülükle 30 Ağustos anmalarının yasaklanmasına bile yeltenildi.. Kamuoyunun haklı ve şiddetli tepkisi ile geri adım atmak zorunlu oldu.. Ne denli zavallılık…

Adına AKİT denen gazete olduğu ileri sürülen ceride, “ANIT KABİR ” yerine “ANIR KABİR” yazdı.. Sonra da sahibinin sesi edasıyla maddi hata gerekçeli özür diledi!??
Biz de yuttuk!
Zırva öyle büyük ki, hiçbir tevil kaldırmıyor, kaldıramaz..
Mutlaka yasal işlem yapılmalı ve hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdırlar..
RTÜK hazretleri gece yarısını bekle(ye)meden hemmen, en ağır yaptırımını koymalıdır..

  • Ölen insanın anısına bile saygı göster(e)meyen önce insan, sonra da müslüman olabilir mi??

98 yıl sonra bir kez daha coşku ile anıyoruz.

Büyük Zaferde en küçük emeği olan herkesi, şehitlerimizi sonsuz bir minnet ve şükranla anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.

30 Ağustos 2020, Tekirdağ

Soykırım Girişimi: Ermenilere Karşı mı, Türklere Karşı mı?


Prof. Dr. Özer OZANKAYA

ozer ozankaya

Soykırım Girişimi: Ermenilere Karşı mı, Türklere Karşı mı?

Yaklaşık 40 yıldan beri, birçok Batılı hükümet, Osmanlı Devletinin son döneminde Doğu ve Güney Anadolu’da özellikle Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın kışkırttığı Ermeni – Türk kanlı kavgalarından Türk ulusunu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sorumlu tutmak, üstelik bunu “Ermenilere karşı soykırım„ gibi sunmak haksızlığını,
Türk diplomatlarına yöneltilen ASALA terör cinayetlerini bile görmezlikten gelme ahlaksızlığını sergileyegelmektedirler. Nesnellik ve tutarlılık gereğini gözardı eden
bu ülke yönetimleri,

– “Türkler Ermenilere soykırım uygulamışlardır” diyen Parlamento kararları almakta,
– Bu savın doğru olmadığını söylemeyi suç sayan ve cezalandıran yasalar bile çıkarmaktadılar!

Ermenistan hükümeti gibi bu Batılı devletler de, Türkiye’nin konuyu bilimsel ortamlarda, nesnel ölçülerle incelemek önerisine kulaklarını tıkamaktadırlar! Demokrasi ve barış ilkelerine taban tabana zıt olan bu tutumlarını, Türkiye’nin yüklü tutarda örneğin Fransız helikopteri, Alman tankı ya da Amerikan uçağı, Airbuslar … satınalması vb. ödünler
söz konusu olduğunda, kimi kez geçici olarak unutmuş görünmekte, kimi kez parlamentolarına dek getirmekle birlikte çoğunluk oyuna ulaşmamasına çalışacakları sözlerini vermekte, karşılığında Türk hükümetlerinden ödün üzerine ödün koparmaya çalışmaktadırlar.

Bunlara ek olarak ülkemiz içinden kimi “üniversite“ adını taşıyan kuruluşlarda, “bilim adamı” sıfatı taşıyan kişiler bile yalnızca “Ermenilere soykırım uygulanmıştır“ yalanının söylenebildiği, karşıt görüşe, yani bunun yalan olduğunu savunanlara söz hakkı tanımayan sözde “bilimsel“ toplantılar yapabilmektedirler!!!

Nesnellik; bilimin de, demokrasinin de, uluslararası barışın da başta gelen gereğidir.

Bu ilke, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri arasında yer alır ve Atatürk’ün

  • “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana doğrulukla bağlı (sadık) kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik alır.”

uyarısında anlatımını bulmuştur. Bir süre önce Fransa’da önemli sayıda bilim adamının, doğrudan doğruya “Ermeni soykırımı” savları ile ilgili olarak, “Fransız parlamentosunun tarihsel konularda siyasal görüşlerini yasalara, meclis kararlarına dönüştürmesinin yanışlığını” vurgulayıp, “tarih yazımını bilim dünyasına bırakmanın gereğini” belirtmeleri bu bakımdan sevindirici olmuştu. Ne yazık ki Fransa hükümeti ve siyasetçileri, utanç duymadan sömürgeci tutumlarını sürdürüyorlar. Aynı bilim çevrelerinin daha gür sesle, Fransız ulusunun ve devletinin alnına bu lekenin sürülmesini önlemeğe çalışmaları zorunludur.

Ben de bir Türk toplumbilimci niteliğimle, bu konuya ilişkin gözlem ve değerlendirmelerimi, eğer eksik ya da yanlışı varsa her isteyenin düzeltmesine çağrıda bulunarak, yani artık meydan okuyarak, sunmak gereğini yerine getirmek istiyorum.

I. SOYKIRIM GİRİŞİMİ, AMA TÜRK’E KARŞI!

Osmanlı Devleti’nin yıkılış süreci, doğal kaynaklar ve pazar arayışında olan sanayileşmiş Batılı devletlerin kendi aralarındaki çıkar çekişmeleri yüzünden, Osmanlı uyruğu halkların büyük acılar yaşaması eşliğinde gerçekleşti. Bu acıların en büyüğünü, Osmanlı Devletinin asıl yükünü çektiği halde her türlü gelişmenin dışında tutulan,
son ikiyüzelli yıl boyunca, Batının ardı arkası gelmeyen karşı-saldırısı nedeniyle savaşlarda tüketilen Türk kesimi yaşadı. Amerikalı Göç Tarihçisi Prof. Justine McCarthy’nin araştırmalarıyla otaya koyduğu üzere, Osmanlı’nın Türk uyrukları, devletin batı eyaletlerindeki 500 yıllık Türk yurdu Rumeli’den (ABD’nin tüm tarihinin
225 yıldan ibaret olduğu düşünülsün!) sökülüp sökülüp atıldıkları gibi, doğusunda da yapay olarak bir Ermenistan yaratabilmek uğruna Türk nüfustan arındırılmış bir bölge oluşturulmak istenmiş ve İngiliz, Rus, Fransız kışkırtma ve silahlı desteği ile kurulan Ermeni çeteleri, “yalnızca Türk olduğu için” ve kadın, yaşlı, çocuk demeden Türkleri kıyımdan geçirmeğe ve bölgeden kaçırmağa kalkışmışlardır. Ermeni nüfus çoğunluğu da binlerce yıllık Türk vatandaşlarına karşı işlenen bu cinayetlere baş kaldırmamış
ya da kaldıramamıştır. Ancak Türklere karşı uygulanan kıyım Osmanlı’nın Batı eyaletlerinde başarılı olduğu halde Doğu’da başarılı olamamış,

  • Osmanlı Devleti buradaki çoğunluk Türk nüfusu korumak ve Rusya ile savaşırken arkadan hançerlenmeyi önlemek için Ermeni uyruklarını ülkenin güneyindeki bölgelere zorunlu göçe tabi tutmuştur.

Bu, sık sık söylendiği gibi, yalnız Çarlık Rusyasıyla savaşmakta olan Osmanlı Ordusunun iki ateş arasında kalmaması için başvurulmuş bir önlem değildir. Türklere karşı girişilen soykırım cinayetlerine karşı koymayan ya da koyamayan ve saldırılara ortak olan Ermeni nüfusun, bir daha Türk komşularıyla barış içinde birlikte yaşama şansı da kalmamıştı. Bunun için de o bölgeden başka yere göçürülmeleri zorunluluk olmuştu. Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında da Adana, Maraş, Gaziantep .. yöresinde Fransız üniforması altında Türklere saldırtılmaları, Dünya Savaşı sırasında zorunlu olarak
göç ettirilen Ermenilerin Cumhuriyetin kurulması üzerine yurtlarına dönmelerini daha da olanaksız duruma getirmiştir.

  • Görüldüğü gibi Doğu Anadolu’daki Ermeni halk, Batılı devletlerin
    çıkar hesaplarına araç olmaya hayır demedikleri, diyemedikleri için,
    bu bölgedeki binlerce yıllık varlıklarına kendi elleriyle son vermişlerdir!

Ama Ermeni siyasetçileri ve onları kışkırtan Siyaset Batısı, 1970’lerden başlayarak olayları ters-yüz etmeğe koyulmuştur: Öldürülen, yurdundan ve ocağından sürülen ve meşru savunma durumunda bırakılan Türkler insan değil de hamam böceği imiş gibi, onlara karşı girişilen bu soykırım saldırısından hiç söz etmeden, ‘Osmanlı Devleti ve Türk halkının da, Almanların, Rusların, İspanyolların Yahudilere yaptığı gibi, Ermenilere karşı soykırımı uyguladığı’ propagandasını yapmağa başlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti, dürüstlükle izlediği barışçı politika gereği geçmişin bugünümüzü zehirlememesine özen gösterir ve Ermeni çetelerin ve onlara uyan Ermeni halkın Türklere karşı yaptıkları kıyımları ve onları destekleyen Siyaset Batısı’nın sorumluluğunu gündemden düşürürken, bu soylu politikası zayıflık belirtisi sayılmış ve Türkiye’ye karşı silah olarak kullanılmaya başlanmıştır.

  • Oysa bir ulusa iftira etmek, soykırım girişiminin tâ kendisidir!

II. “ERMENİLERE KARŞI SOYKIRIMI” SAVI NEDEN BİR KARAÇALMADAN İBARETTİR?

Ermeni propagandalarının doğru olmadığı nerdeyse matematiksel bir kesinlikle birçok kez kanıtlanmıştır, dedim. Bunun yalnızca birkaç örneğini sunmak isterim. Bu örnekler, kanımca, doğruya saygılı olan herkesi inandırmaya yetecek açıklıktadır. Buna karşın sözkonusu propaganda makinesinin neden işletildiği ve Türkiye’nin bunu neden önleyemediği, konunun başka bir yönüdür ve ona ilişkin kestirimlerimi daha sonra belirteceğim.

Ermeni savlarının bir karaçalma olduğunu göstermeğe yetecek nitelikteki kanıtların bir bölümü şunlardır :

1) Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşına Almanya’nın güdümündeki Enver Paşa ve benzeri devlet yöneticilerinin çabalarıyla sürüklenmişti. Bütünüyle Osmanlı Ordusu savaş boyunca “Alman Askeri Eğitim Kurulu”nu oluşturan Alman generallerinin doğrudan doğruya komutası altına sokulmuştu. Liman von Sanders’ler, Falkenhein’lar bunun canlı kanıtlarıdır.

Eğer Osmanlı Devleti Ermeni uyruklarına karşı bir soykırım uygulamış olsaydı, Alman hükümeti bunu belgeleyecek olanaklara en çok sahip olacak konumda bulunuyordu. Oysa bugüne değin Alman arşivlerinde böyle bir belge bulunup ortaya çıkarılamamıştır!

2) Savaş sonrasında Mondros silah bırakışmasını imzalayan Osmanlı devleti
bütün yönetimiyle İngiliz, Fransız ve İtayan işgalcilerine teslim oldu. Savaş suçluları mahkemelere verildi, Malta’ya sürüldü. Ama Osmanlı Devletinin bütün arşivlerine
el koymuş olan savaş galibi bu devletler, Ermenilere karşı soykırım uygulandığına ilişkin hiçbir kanıt bulamamış, böyle herhangi bir yargıda da bulunamamışlardır.
İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan arşivlerinde bugüne değin böyle herhangi bir kanıt bulunsaydı bin kez dünyaya duyurulmuş olurdu.

3) Mondros Silah Bırakışması ve Türk Bağımsızlık Savaşı yıllarında Amerikan hükümetinin Ermeni savlarını araştırmak üzere görevli gönderdiği General Mosley ve General Harbord, bir soykırımından değil, “Karşılıklı birbirini öldürme” olayından söz edilebileceğini, bu çatışmalarda Türklerin daha büyük kayıplara uğradığını belirtmişlerdir. Öldürmeği kimlerin başlattığı konusunda ise, beklenebileceği gibi, sessiz kalmışlardır. Eğer Türkler başlatmış olsaydı sessiz kalmayacakları açıktır.

4) Daha 1877 Osmanlı – Rus Savaşı öncesinde İngiltere, Rusya’nın Ermenileri baskıdan koruma bahanesiyle Osmanlı Devletine saldırmasına, kendi sömürgeci çıkarları nedeniyle karşı çıkarken, durumu yerinde gözlemlemesi için bir Kırallık Yüzbaşısını görevlendirmişti. Bütün Anadolu’yu at sırtında gezen Captain Peebody, Five Hundred Miles On Horseback in Asia Minor adlı raporunda Ermenilerin baskıya uğramak şöyle dursun, toplumun en varlıklı ve gönençli kesimi olduğunu, olsa olsa Ermenilerin Osmanlı Devletine karşı sadakatlarında bir kusur bulunduğunun söylenebileceğini gözlemleyip yazmıştır.

5) Adana-Maraş bölgesinde Fransız üniforması altında Ermenileri Türk komşularına saldırtan Fransa’nın Başbakanı Clémenceau, Fransız çıkarları açısından gerek gördüğünde “Ermeniler, başlarına gelenlerden, kendileri dışında hiç kimseyi suçlayamazlar.” demekten çekinmemiştir!

6) Ermenilere karşı soykırımı savının Atatürk döneminde neden hiç ağza alınmadığı, tam tersine neden Atatürk Türkiyesi’nin, böyle bir savdan tek sözcükle bile
söz edilmeksizin, özel bir çağrıyla Milletler Cemiyeti üyeliğine davet edildiği,
sorulmaya değer bir durumdur.

6) Türkiye’de Ermenilere karşı soykırımı yapılmış olsaydı Almanların Yahudilere uyguladığı soykırımından kaçan yüzlerce Yahudi ve Nazilere başkaldıran birçok Alman bilim, sanat ve düşün adamı kuşku yok ki ABD, İsviçre, Kanada vb. yerine
Atatürk Türkiyesine gelmek istemezlerdi; Türkiye’de tam bir özgürlük ortamında yaşayabileceklerini düşünemezlerdi.

7) Ermenileri yüzyıllarca “devlete en bağlı uyruk” anlamına gelen “Teb’a-i sadıka” diye niteleyen, devletin en yüksek makamlarında görevlendiren, saray mimarlarını kuşaklar boyunca hep Ermenilerden (örneğin Balyan ailesinden) seçen Osmanlı Devletinin, kültürün her alanında Türklerle en çok kaynaşmış olan, Ermeni alfabesiyle Türk dilinde kitaplar basan, evlerinde bile yoğun biçimde Türkçe konuşan uyruklarına soykırım uygulamasına olanak yoktur.

8) Bugün bile dünyanın birçok ülkesinde yaşamakta olan Ermeniler, evlerinde ve kendi aralarında sık sık Türkçe konuşmaktadırlar. Binlerce yıllık yurtları olan Anadolu’dan bir soykırım sonucunda göçmek zorunda kalmış olsalardı, herhalde Türkçe konuşmayı sürdürmeyi akıllarından bile geçirmezlerdi.

III. SİYASET BATISI BU GÖZÜPEKLİĞİ NASIL GÖSTEREBİLİYOR?

Bir ulus için izlenecek en doğru strateji, çağdaş bir kültür sahibi olmaktır.
Başka deyişle yönetiminin demokratik, felsefe, bilim ve sanatının özgür, ekonomisinin ileri sanayiye ve ileri teknolojiye dayalı, dilinin gelişkin bir yazı dili olması, bir ulusu
en yüksek güvenlik düzeyinde yaşatır.

II. Dünya Savaşı’nı izleyen Soğuk Savaş döneminde Türk politikacıları, Türk ulusuna böyle bir çağdaş kültür düzeyine yükselme yollarını açan ve Türk hükümetini güçlü ve saygın kılan Atatürk önderliğindeki aydınlanma devrimlerini sürdürecek yerde,
ucuz yoldan iktidarda kalıp bencil çıkarların hizmetinde olmayı yeğlemeleri, bunun için de nüfusun % 80’ini oluşturan eğitimsiz köylü yığınlarını çağın meslek ve sanatlarıyla donanma, böylece insan olarak da ulusal toplum olarak da gelişip güçlenme yolundan alıkoyup yeniden ortaçağ artığı şeyhlik, ağalık, tarikaçılık, üfürükçülük vb. kurumların pençesine düşürmeleri olmuştur.

Sömürgeciliği hâlâ ayıp saymayan Siyaset Batısı da, hem bu gericiliği destekleyerek, hem de bu güçsüz durumdan yüreklenerek, biryandan Atatürk modelinin İslam dünyasına ve sömürülen uluslara örnek olmasını engellemek, bir yandan da Türkiye gibi geniş bir ülkeyi yeniden sömürge durumuna indirgemek üzere, Türkiye Cumhuriyeti ile Türk ulusuna saldırılarını yavaş yavaş yenilemeğe ve bu saldırıların bir bölümünü, sağcısı ve solcusu ile bağnaz kafalı
ve/ya da çıkarcı yerli-yabancı yazar-çizerler, sözde-profesörler … aracılığıyla
Türkiye’ye “yardım” kılıfı altında sunmaya koyulmuşlardır.
Ermeni soykırımı savları da bu saldırılardan başlıca bir tanesidir.

IV. ÇÖZÜM

Ermeni iftiralarına kesin bir son vermek ve bunların helikopter, airbus … alımları sırasında açıkça yapıldığı gibi bir tür şantaj aracı olarak kullanılmasını önlemek için, Türkiye Cumhuriyeti, hükümeti ve bütün siyasal partileriyle, üniversiteleri ve meslek odalarıyla, basını ve sendikalarıyla… yukardaki gerçekleri gür sesle bir kez ve son kez olmak üzere dile getirmeli, bunları görmezlikten gelerek parlamentolarına ve uluslararası ortamlara Ermeni kara-çalmalarını taşıyan, bu savların yanlış olduğunu söylenmesini bile düşünce özgürlüğünü çiğneyerek ceza yaptırımıyla yasaklayıcı yasalar çıkaran hükümetlere bu davranışın “düşmanca eylem” sayılacağı ve
ona göre karşılık göreceği açık ve kesin bir biçimde bildirmelidirler.

Ama bunu yapabilmeleri için önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve onun kurduğu hükümetlerin gerçekten demokratik, yani her eyleminin hesabını Türk ulusuna vermek yükümlülüğünün bilincinde, yani demokratik yapıdaki siyasal partilere dayalı güçlü melis ve hükümetler olması, içerde ve dışardaki görevlilerin de partizan ölçülerle değil, gerçekten Türk ulusunun meşru çıkarlarını koruyup kollayacak yeterlikte olanlar arasından seçilmeleri, sivil toplum kuruluşlarının da hem iç yapı ve işleyişyleriyle demokratik olması, hem de yabancı kaynaklardan beslenmeyen, yalnız ulusal kaynaklara dayalı sivil toplum kuruluşları olmaları zorunludur. Bilim ve yayın dünyamız da bilimsel ve demokratik sorumluluk bilinciyle bu yolda etkin destek verecek nitelikte olmalıdır.

Özetle Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatırken izlediği yol, her bakımdan onurlu, yani özgür, bağımsız, barış, güvenlik ve gönenç içinde yaşayabilmemizin tek yoludur:

  • “Ulusal güçler etken ve ulusal istenç egemen kılınmalıdır.”

Ortaçağ artığı, çıkarcı, işbirlikçi ögelerin ulusal güçleri ve ulusal istenci bastırıp saptırmasına olanak verilmemelidir.

Bunu gerçekleştiremedikçe Ermeni soykırımı iftiralarına Pontus, Süryani, Kürt, Rum,… soykırımları iftiralarının ekleneceğini, Kıbrıs’ın Yunan adasına, Ege’nin Yunan gölüne çevrilmesi, bir Kürt özerk bölgesi kurdurularak Türkü ve Kürdüyle bütün Türkiye’nin mahvedilmesi gibi hain tasarıların uygulanması, kıyılarımızın ve onbin yıllık uygarlık kalıtlarının bulunduğu topraklarımızın yabancı denetimine girmesi … yolundaki baskıların artarak süreceğini, kısacası 93 yıl önce yırtıp parçaladığımız yıkıcı
Sevr tasarımını yeniden Türk ulusunun karşısına dikme heveslerinin hortlayacağını iyi bilmeliyiz.
Aklımızı başımıza toplayalım, Atatürk’ün şu ibret dolu uyarıyı boş yere yapmadığını anlama olgunluk ve sorumluluğunu gösterelim:

  • “Uygarlık öyle bir ışıktır ki, ona ilgisiz kalanları yakar, yok eder.”