Etiket arşivi: Ali Rıza Aydın

Barış için direnmek


Barış için direnmek

Ali_Riza_Aydin_portresi

 

Ali Rıza Aydın
Em. Anayasa Mahkemesi Yzmanı

 

 

AKP’nin dayanılmaz tavrı, 2013 yazını iyice kavurdu. Eylül, savaş çığlıklarıyla geliyor. Baskıcı ve savaşçı tavır, Haziran Direnişi’nin sürdürülmesini kaçınılmaz kılıyor.

Savaştan, her türlü baskı ve sömürüden kurtulmak, toplumsal yaşam hakkında ve yaşama yön veren temel kararların alınmasında söz ve karar sahibi olmak için “sessizliği”, “suskunluğu” kırmak gerekiyor. Yetmiyor, kurulu düzene sığınma masumiyetini kırmak gerekiyor. Stefan Zweig’ın deyişiyle, “En içten hisler karşısındakine anlatılmadıktan sonra ne değer taşır ki”… Ancak, hisleri aşmak, bulanıklıktan kurtulmak, ayakları yere basmak, gerçeği anlatmak gerekiyor;
hem de durmaksızın anlatmak.

  • Bir devlet düşünün, sermayeye ve AKP’ye teslim olmuş.

Teslim olmuş ve halka, emekçilere yönelik her türlü baskıyı önleyemediği gibi, şiddete ortak olmuş.

Bir devlet düşünün, ne demokrasi, ne hukuk… Ne halk, ne emek… Ne güvenlik,
ne özgürlük, ne eşitlik…

O devlet içinde bir iktidar düşünün, artık ülkesini ve halkını unutmuş. Gözü dışarıda, sözü dışarıda… İç politikada toplayamadığı kalabalığı, dışarı işaretiyle toplamaya çalışıyor. O iktidarın yandaşı bir sendika düşünün, emek ve emekçi ile ilgilenmiyor. Sendika üyelerini ve halkı dışarı için direnişe çağırıyor. Kendi toplumu için söyleyecek sözleri yok.

  • AKP, savaş istiyor. Suriye’yi, ne pahasına olursa olsun, dağıtmak istiyor. 

Savaş hukuku ve Birleşmiş Milletler sözcükleri bir araya gelince “barış” ve anlamı unutuluyor. Öyle ki, anamuhalefet CHP bile BM onaylı bir savaşı meşru görebiliyor. BM’nin, Afganistan, Irak, Libya müdahalelerinin önünü nasıl açtığı, Suriye’ye ABD ile koşut bakışı ve kararları unutuluyor; savaş ilanını meşru kılmak için kullanıldığı, emperyalist müdahale ve yağmanın onay örgütü görevini üstlendiği unutuluyor.

ABD’nin, saldırganlığını, Ortadoğu projesini bile bile, Suriye’de yaşananları bile bile, ülkeyi savaşa sürükleyenlere uluslararası hukuka sığınarak yandaşlık yapmaya kimsenin hakkı yok.

  • Savaş kararı TBMM’den çıkmadan savaşa girilmez demeye bile hakkı yok.

Çünkü başkasının savaşına “halk adına” yollar aramaya kimsenin hakkı yok.
AKP çoğunluklu Meclis’ten geçen Anayasa değişikliklerinin, yasaların ve asker gönderme kararlarının önlenemediği biline biline, “Meclis’e gelirse hayır oyu kullanacağız” demek de savaşa girmeyi kurtarmıyor.

Bir yandan soykırım yaparken öbür yandan barıştan söz eden beyazlar için “barış, beyazların rüzgara yazdığı bir söz” diyen Kızılderili liderine gönderme yaparak, “barış, emperyalistlerin rüzgara yazdığı bir söz” demek ve savaşın değil, barışın çağrısını yapmak gerekiyor.

  • Savaşı, emperyalizmin hukuku içinde meşrulaştırmak değil,
    barış için direnmek gerekiyor.
  • Savaşa, savaş çıkmadan önce direnmek gerekiyor.
  • Emperyalizmin savaşı için meşruluk arayışları içinde kaybolmak,
    burjuva demokrasisi içinde vahşi kapitalizme teslim olmakla özdeştir.
  • Savaşın karşıtı, ona hukuksal meşruluk aramak değil barıştır.

AKP’nin ileri demokrasisinin odağı açık: İslami faşizm… AKP’nin ciddiyetini anlamak ile anlamamak arasında kalan, ancak Haziran Direnişi’nin ciddiyetini anlamayanların demokrasi odağı da açık: Burjuva demokrasisi… AKP, ikincinin içinden doğdu, birinciye yöneldi. İkisi de sömürüye hizmet ediyor. Emperyalizmin kurum ve kurallarına, hukuksal meşruiyetten uzaklaşmama uğruna rıza gösteren düzen partileri de istemese bile, aynı hizmete ortak oluyor.

  • Barış için mücadele, savaşın ve meşruiyet arayışlarının reddini gerektirir. 

Bu nedenle de tıpkı “direnme hakkı” gibi, burjuva hukuku kuralları içinde karşıtı aranır. Yani, direnme hakkı için, nasıl pozitif hukuk kuralları engel olarak ortaya çıkarsa, barış için de ulusal ve uluslararası hukuk engel olarak ortaya çıkar.
Doğal olan “barış” iken, pozitif hukuk, “ben varım, en iyi çözümü bulurum,
işleri bana bırak, sen dışarıda kal” der.

Haziran Direnişi’ne, “illegal tuzağa düşmeme”, “partiyi koruma” uğruna masumiyet sınırları içinde yaklaşanlar, bireysel katılımı tercih edenler, direnme hakkının meşruluğunu kavramakta soğuk davrananlar, her kim iseler, barış için direnmezlerse, kendilerini uçuruma attıkları gibi, savaşan ülkelerin halklarını da yanlarında sürüklerler.

Haksız bir savaşa karşı çıkmak suç değildir.

Barış için tek yol, savaşı isteyenlerin hukuku içinde yol arayışına girmek değil, savaşa karşı büsbütün ve kararlı şekilde direnmektir.

Direniş ve yeni anayasa


Dostlar

Sayın Ali Rıza Aydın, Anayasa Mahkemesi Em. Raportörüdür.
Politik literatürdeki nitemiyle “Topal ördek” RTE, hiç sıkılmadan
“Yeni Anayasa” girişimini sürdürürse ve Sn. Aydın’ın pek yerinde nitelemesiyle politik bağlamda artık “Aksak Meclis” (halk tabanındaki temsil olanağını büyük ölçüde yitirdiğinden) bu sürece katılırsa.. çıkarılabilecek sözde “Yeni Anayasa” nın nasıl bir ucube olabileceğine ilişkin ince ama ürkütücü hicvine dayalı yazısı okunmalı ve yabana atılmadan üzerinde düşünülmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
28.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Direniş ve yeni anayasa 

Ali_Riza_Aydin_portresi

 

Ali Rıza Aydın
Em. Anayasa Mahkemesi Rap.

 

 

Hiçbir şey olmamış gibi, tarihin farklı ve haklı direnişlerinden biri bitmiş gibi yola devam edilmek isteniyor. İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Başbakan’ı istifaya çağıran basın açıklamasında (22.6.2013) belirttiği gibi, “kendisine dönük toplumsal öfkenin nedenlerini kendi uygulamalarında ve ülkeyi götürdüğü karanlık yollarda arayacağına” suçlu avına çıkan, “otoriter bir polis devletine yönelen tepkileri, daha da şiddetlenen bir polis devletiyle” karşılayan Başbakan saldırdıkça saldırıyor.

Bu ağır baskı koşullarında, hâlâ yeni anayasa ve yeni demokratikleşme paketinden
söz ediliyor. İyimser görüntülerle AKP’nin ders almasından söz ediliyor.
Sermaye dünyasının kimi örgütleri, esnaf, sanatkâr ve ziraat odaları, sınıf tavrına
ihanet eden işçi ve memur sendikaları aracılığıyla tam sayfa gazete ilanı veriliyor.

“Türkiye kısır çatışmalarla enerjisini boşa harcamak yerine, yeni anayasasını yapmak; son yıllarda elde edilen tüm kazanımları koruyarak daha güçlü ekonomi ve demokrasi yolunda 2023 hedeflerine hızla ilerlemek zorundadır” deniliyor. Yandaş medyanın desteğiyle “yıkılmadık, ataktayız” mesajları veriliyor.

Dinsel çember içine sıkıştırılmış suskunlardan da destek alınıp, sömürü düzeninin, sermayenin istikrarının, gericiliğin devamı isteniyor. Seçimin kutsallığına sığınılıyor. Erdoğan’ı 2002 Anayasa değişikliği ile milletvekili ve başbakan yapan, seçimi öne çıkaran hukuk ve demokrasi anlayışı kutsallığını koruyor da devlet yönetimini keyfilikten kurtarma, hiç olmazsa burjuva demokrasisi ve hukukunun ilkelerini tanıma olanağı yaratılmıyor.

Direnen halk almış başını giderken, AKP’nin dünyasını fersah fersah aşarken,
bu otoriter iktidarla mı yeni anayasa yapılacak? Ülkenin dört bir yanında savunmasız olarak saldırıya uğrayanların, hak ve özgürlükleri ihlal edilenlerin, gözaltına alınanların, tutukluların, yaralıların ve yaşamını yitirenlerin üzerine basılarak mı Meclis’in dört duvarı arasında en tumturaklı sözcüklerle yeni anayasa yazılacak, insanlık onurundan
söz edilecek?

Halkla barışık olmayı beceremeyen, kendi yandaşları dışındakileri tanımayan,
vahşi kapitalizmin her istediğini koşulsuz yerine getiren, gericiliği yaşam tarzı yapan AKP’nin anayasa girişiminden, on yılı aşan iktidar döneminin kopyasıyla birlikte, direnişi bastırma yönteminin kopyasının çıkacağı açık.

İşte yeni anayasaya yansıması olası kimi örnekler:

Polisin “Allah Allah” nidaları, TOMA, tank ve gaz kullanımı güvenlik aracı olarak, “baret” ve “gaz maskesi” halk tarafından kullanımı yasak eşyalar olarak anayasaya girer.

Park işgali yasak, emperyalist işgal serbesttir.

  • Açık alanda “tıbbi müdahale” yasak, çivili sopa ve satır serbesttir.

Tek yetkili organ, istihbaratı ve polisi güçlü “başkan”dır. Polis giysili herkes polistir.
Halk, “başkanın vatandaşı” olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılır.
Başkanın vatandaşlarına güvenceli haklar tanınır, “insanlık onuru” payesi verilir.
Bu haklar “kul hakkı” olarak tanımlanır ve ötekilere tanınmaz. Şüphelilere “kul hakkı” yemini ettirilir. Kul hakkı belgesi olmayanlar kamuda çalışamayacağı gibi sanatçı da olamaz. Bunların sokağa çıkması, yan yana yürümesi ya da durması, başkanın izniyle serbesttir. Başkan ve yandaşlarının söylediklerine, yalan da olsa karşı çıkılamaz. Sermaye-emek ilişkileri işyerlerinde işveren tarafından iç genelgeyle belirlenir.
Lokavt serbest, grev izne bağlıdır. Yüzden fazla güvencesiz işçi çalıştıran işverenler gazete ve dergi, iki yüzden fazla güvencesiz işçi çalıştıran işverenler radyo ve televizyon sahibi olabilirler. Anayasada hüküm olmayan durumlarda başkan ya da diyanet başkanı fetvaları uygulanır. Fetvalar hakkında dava açılamaz.

AKP döneminde, emperyalizmle işbirliğinin, “İslami kapitalizm”in ve özellikle
direniş boyunca “İslami faşizm”in gerekleri fazlasıyla yerine getirilmiştir.
Direnişin birçok buluşma noktası içinde, temel bileşenlerin başında bu gereklerin
reddi gelmektedir.

İstifası istenilen bir siyasal iktidarın yeni anayasa girişimi de,
Meclis’in ve Komisyon’un çabalarına rağmen direnişin duvarına çarpmıştır.

Toplumun geleceğinin ve barışçı anayasasının sahibi, ne AKP’dir ne de direnişi seyretmekle yetinen aksak Meclis’tir; yaşam tarzını ve toplumsal ilişkileri belirleme konusunda inatçı ve dirençli olan, üretim ilişkilerini belirleme konusunda da kararlılığı bırakmayan, örgütlenerek çoğalan halktır.

Özgün Haziran Direnişi,

  • eşitleştirme ve özgürleştirme hedefiyle

yeni anayasanın da adını koymuştur: Toplumcu Anayasa

(27 Haziran 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/direnis-ve-yeni-anayasa-75394, 27.6.13

‘Yaşamak direnmektir’


‘Yaşamak direnmektir’

Ali_Riza_Aydin_portresi 

Ali Rıza Aydın
Anayasa Mhk. Em. Raportörü

 

Başlığı, Alanya’da Pazar günü yapılan eylemden aldım. “Boyun Eğme” afişinin yanında genç bir eylemcinin tuttuğu küçük afişte yazıyordu. Cumhuriyet Meydanı’nda,
Canel Durak arkadaşımızın yönettiği serbest kürsüde konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. Sonra da “Hükümet istifa” ağırlıklı sloganlarla, tencere-tavalı, düdüklü yürüyüş yapıldı, yürüdükçe katılım arttı.

Taksim-Gezi Parkı öncülüğü yaptı. Tüm ülke eylem alanı oldu. Erdoğan ve AKP’nin meydan mitingleri eskidi. “Her gün yürüyüş nerede görülmüştür?” uyarısı anlamsızlaştı. Devlet şiddeti arttıkça, direnişin gücü arttı ve yaygınlaştı. Medyanın yetişemeyeceği genişliğe ve yaratıcılığa ulaştı.

Mitinglerde Erdoğan konuşuyor, katılanlar dinliyor. Direniş eylemlerinde ise halk konuşuyor. “Ben”, “biz” oldu. Tıpkı, yaşamdan öğrenilenlerin yaşama aktarılması gibi, eylemden öğrenilenler de aynı zamanda eyleme aktarılıyor. Eylem de zenginleşiyor, direnç de…

Alanya’da bir öğretmenin anlattığı olay şöyle:

Yeni sınıfında öğrencilerin durumunu görmek için sorular sormaya başlamış.
Herkes parmak kaldırıyor, ama söz alan hiçbir öğrenci yanıt veremiyormuş.
Öğretmen, “yalnızca bilenler parmak kaldırsın” demiş ve sorusunu sormuş.
Bir öğrenci parmak kaldırmış. Tahtaya kalkmış. Sus pus duruyor. Öğretmen,
“hani biliyordun, neden anlatmıyorsun” deyince öğrenci, “öğretmenim, biliyorum, biliyorum ama anlatamıyorum.” demiş.

Bugünün Türkiyesi’ne uyarlanırsa, Erdoğan ve AKP’nin işbirlikçi, piyasacı, gerici, baskıcı gerçek yüzü biliniyordu. Toplantılarda, evlerde, işyerlerinde, kahvelerde ya da yemek buluşmalarında, dar alanlarda dertleşiliyordu; ancak yaygınlaştırarak anlatılamıyordu, geniş kesimlere ulaşılamıyordu. Böylece AKP’ye de soyut bir güç yüklemesi yapılıyordu.

Haziran Direnişi, bu bilinen ama anlatılamayan tabloyu tersyüz etti,
anlaşılabilir ve anlatılabilir kıldı.

Artık, seçimden seçime sandık başına gidip, kapitalizmin işbirlikçisi, farkında olarak ya da olmayarak destekçisi temsilcileri seçmenin, yeni seçime kadar da o yönetimin kararlarına boyun eğmenin demokrasi olmadığı anlaşıldı. Eşitleştirme, özgürleştirme, bağımsızlık mücadelelerinin, temsilci ve yöneticilerin değil; halkın elinde olduğu anlaşıldı. Adaletin, devlet güdümündeki yargıyla değil, toplumsal yaşam ve ilişkilerle sağlanabileceği, koridorları boş mahkemelerin adaletin göstergesi olabileceği anlaşıldı. Mekana sahip olmayla insana sahip olunamayacağı anlaşıldı.

– Polis gücünün şiddetiyle halkın susturulamayacağı,

  • suskunluğun bile direniş olduğu, direnişin engellenemeyeceği anlaşıldı.
  • Hiç kimsenin sömürü düzeninin vahşi koşulları içinde yaşamaya
    mahkum edilemeyeceği anlaşıldı.
  • Gençlerin umutsuz vaka olmadığı, yaşlıların evde oturan edilgen birey olmadığı anlaşıldı.
    Direnişin, her zaman her yerde yapılabileceği, polis şiddetinin, ölümlerin, yaralanmaların ve gözaltıların hak savaşımını engelleyemeyeceği anlaşıldı.
  • “Kendi halkına zulmeden iktidar”ın kim olduğu anlaşıldı.

Özelleştirme ve ticarileştirme yöntemiyle, aslında halkın olanın tekelci sermayeye
peş keş çekildiği, sermayenin dili olan “kalite”nin yaşamın dili olan “nitelik” ile
yer değiştiremeyeceği anlaşıldı. Kapitalist yönetim sisteminin, emperyalist işbirliğinin seçeneksiz olmadığı anlaşıldı. Sömürünün yazgı olmadığı, halkın gücüyle ortadan kaldırılabileceği anlaşıldı.

Siyasilerin yalanlarının yüzlerine vurulabileceği, çoğunluk hükümetinin ve başbakanının istifaya çağrılabileceği; yeni liberal düzenin, demokrasiyi yalnızca kendi çıkarı için kullandığı, aslında burjuva demokrasisinin de bu kullanıma, halkı kandırmaya yatkın olduğu anlaşıldı. Seçim sistemindeki oyunlarla kitleselleşen büyük partiler ve liderleri olmadan eylem yapılabilip hak aranabileceği, “politik ve devrimci” istemlerde bulunulabileceği anlaşıldı. Sınıfsal bakışın ve burjuva demokrasisi dışında bir politika etrafında örgütlenmenin varolduğu anlaşıldı.

Ve anlaşılan her şey anlatıldı. Anlatılmaya da durmaksızın devam edilecek. Sosyalistlerin Meclisi’nce açıklandığı gibi, “halk hareketinin ortaya çıkardığı gerçekler ve gereksinimlere uygun düşecek şekilde, sosyalizmin güçlü bir cazibe merkezi,
bir politik otorite olarak topluma sunulması” yönünde de daha çok görev ve sorumluluk üstlenilecek.

Boyun eğmeden, ezilmeden, sömürülmeden, eşit ve özgür yaşamak için verilen
her savaşım direnmektir.

  • Yaşamak direnmektir!

Bu direniş, ne mekana ve zamana sığar
ne de emperyalizmin işbirlikçisi AKP politikalarına…

(20 Haziran 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)

İçine sindirebilenlere bayram kutlu olsun

Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü Ali Rıza Aydın

İçine sindirebilenlere bayram kutlu olsun

Ali Rıza Aydın
Odatv.com 20.8.12

Adettendi… Göndereceğiniz kişinin ya da ailenin özelliğine göre kartlar seçilir, ulusal ve dinsel bayramların ya da yeni yılın iyi dilekleri postalanırdı; mevki sahipleri özel kart bastırır, ekonomik olarak zorlananlar baskısız küçük kart ya da beyaz küçük kağıtları kullanırdı. Öyle kalıplaşmış tümceler yerine, kişilere ve dostluklara özel notlar yazılırdı, dilekler renklendirilirdi. Yılda birkaç kez kurulan bu bağlantı, dostların yerlerini ve adreslerini de sabitlerdi.

Artık, internet gönderileri ve özellikle de telefon mesajları iyice yerleşti. Teknolojiye uzak kalınamıyor. Çoğunlukla kalıplaşmış mesajlar bir tuşa basarak rehberdeki herkese gönderiliyor. Kimi mesajlar o kadar mekanik ki, isim bile yazılmıyor. Kişiye özel, anlamlı mesajlara az da olsa rastlamak olanaklı…
Özellikle telefonla yapılan toplu gönderilere alışamadım, yanıt veremiyorum.
Olanağıma göre sesimi duyurmayı, ses duymayı tercih ediyorum.

1976’da Tuzla Piyade Okulunda, kısa süreli birlikte olduğumuz, yemin töreninden önce ayrıldığımız bir arkadaşımla, bayram ve yılbaşı kutlamaları nedeniyle hiç kopmadık. Görüşemiyoruz, ama o klasik deyişle “asker arkadaşlığı” sıcaklığı hiç soğumadı. Ben yanıtı aksatsam bile mesajları geliyor. Olaya, zamana göre mesajlar yazıyor. Aradım, sesini duydum, bu bayramdaki mesajını ve adını yazmak için iznini aldım.

İşte sevgili arkadaşım Mustafa Çoban’ın bu bayramda yazdığı mesaj: “Adalet kılıcının tek yanlı çalıştığı, hukukun guguk yapıldığı, kadına şiddet, kan dökme, iş ve trafik kazaları ile terörün tavan yaptığı şu ortamda içine sindirebilenlere helal ve de kutlu olsun”…

Diyecek söz yok. Yalnızca mesajdaki olumsuzluk listesi uzar, uzadıkça da arkadaşımın yazdıklarını içine sindirenlere ağır gelir. Uzatmayalım, “şeker bayramı şeker tadında kalsın” demeye bile dilim varmıyor.

Hiç olmayacak yerlerde, hiç olmayacak olumsuz durumlarla karşılaştığımda, insanın yapmaması gerekenleri yapanları gördüğümde, -tepkisel olarak-“kutluyorum efendim” derim. Öyle ya, sonuçta insana ve insanlığa yakışmayan olağandışı bir durum söz konusu… Şimdi 36 yıllık arkadaşımın mesajından esinlenerek bu güzelim ülkeyi ve insanlarını bu hale getirenlere, ağız tadını bozanlara ve sömürdükçe sömürenlere aynı sözcükleri kullanacağım:

Yaptıklarınızı içime sindiremiyorum ve kutluyorum efendim…