Etiket arşivi: ahmet saltık

Atatürkçü Düşünce Sistemi = KEMALİZM = Kemalist İdeoloji


Dostlar,

Çok değerli hocamız, ADD Bilim Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN,
bir nükleer fizik hocası olmasına karşın, sosyal bilimler alanından da yetkinlikle
akıl yürütüyor; evrensel bilimsel yöntembilim ilkelerini kullanarak.

Özellikle matematiksel düşünceyi ustalıkla kullanarak sorun çözümlerine uyarlıyor ve  doğallıkla bilimsel açıdan geçerli sonuçlara varıyor.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ = KEMALİZM = KEMALİST İDEOLOJİ

başlıklı yazısını Temmuz 2012 içinde sitemizde yayımlamıştık.Türkiye’nin akıllara seza biçimde TBMM’de anayasasını değiştirerek kaçınılmaz biçimde bölünmeye sürükleyecek federal yapıya elveren değişikliklerin gündeme alındığı bir kesitte, ULUS DEVLETin ne olduğu, ne denli stratejik nitelik taşıdığı ve ülkemiz için nasıl vazgeçilmez ve de etnik ayrımcılığın ne denli saçma olduğunu bu yazıyı özenle okuyarak anlamanın, anlatmanın tam da zamanı.
Sn. Ercan’ı hem kutluyor hem de teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
4.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
========================================================= 

 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ
= KEMALİZM = KEMALİST İDEOLOJİ

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
ADD Bilim Kurulu Başkanı
Savunma Sanayisi Eski Müsteşarı
Nükleer Fizik Uzmanı

Atatürkçü Düşünce Sistemi olarak ifade ettiğimiz “Kemalist ideoloji” yi anlatabilmek için öncelikle ideoloji kavramını açıklamak gerekiyor… ideoloji nedir?

İdeoloji, Batı Felsefe dünyasında, özellikle Marksist gelenekle birlikte 19. yüzyılda oluşmuş ve 20.nci yüzyıl başlarından bu yana, 150 yıldır yoğun kullanıla gelen bir kavramdır. Evreni, dünyayı, özellikle toplumsal yaşamı algılamak biçimi “Aksiyomatik dünya görüşü” olarak da betimlenebilen İdeoloji; önerdiği, öngördüğü, kurguladığı yaşam tarzını biçimlendirmek ve uygulamak yönünde, beklenti, amaç ve eylemleri kapsayan sistematik, (yani birbiriyle ilintili ve çelişkisiz) düşünceler bütünlüğüdür.

Daha kısa, genel bir ifade ile “ideoloji = düşünce sistemi” diyebiliriz.

Yapısal bölümler halinde ifade edilecek olursa, bir ideolojinin,

• Evreni, Dünyayı (dogmatik, düşünsel, bilimsel) algılama biçimi, görüşü vardır.
• Gerçekleştirmek istediği bir amacı, erişmek istediği hedefi vardır.
• Amacına varmak için bir yöntemi ve eylemleri vardır.
• Amaç ve yöntem arasında çelişkisiz bir söylem bütünlüğü vardır.

Toplumsal işlemlere uygulanan ve dolayısıyla temel politikaları oluşturan soyut bir düşünce sistemi olarak ideoloji, asgari sürtüşme ile ve kamu yönetiminde azami kontrol sağlayacak biçimde, toplumsal yaşamda köklü bir yenilik ve değişiklik sunmak savındadır.

Bu açıklamaların ışığında, Kısaca, “Bilimi rehber alan1 ulus devlet2 ” anlayışı olarak tanımlayabileceğimiz Kemalizmin de evrensel bir ideoloji olduğu görülür.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesini oluşturan Kemalizm/Atatürkçü düşünce sistemi iki temel aksiyom üzerine inşa edilmiştir:

1. Toplumsal yaşamda, devlet yönetiminde Bilimin rehber alınması.

Kemalizm/Atatürkçülük dışında hemen bütün ideolojiler, doktrinler belirli değişmez dogmalar temelinde inşa edilmişlerdir. Dolayısıyla belirli sosyal paradigmalara yanıt olarak ortaya konan bu dogmatik kurallar, değişen koşullar nedeniyle, er ya da geç değişmeye, yok olmaya mahkûm olduklarından, ilke olarak bütün ideolojilerin tarihin çöplüğüne gitmeleri kaçınılmazdır. Ancak bilimsel akla dayalı Atatürkçü düşünce sistemi “bilim” var olduğu sürece var olacaktır.

Toplumsal yaşama bilimsel akılcılık yön verdiği sürece laiklik, laik devlet sistemi işleyecek, yurttaşlar arasında toleransın, hoşgörünün, empatinin ve dayanışmacı işbirliğinin geliştiği barış ortamı oluşacaktır. İşte gerçek Demokrasi (Atatürk’ün tanımıyla Halkçılık, yani halkın, halk tarafından, halk için yönetim erkini kullanması) bu temel üzerinde mümkün olabilir. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, doğurganı Laikliktir.
Bu doğurganlık sıralamasını takip edecek olursak sonuçta barış, güvenç ve erinç içerisinde yaşayan bir toplum düzenine ulaşırız:

  • Bilimin rehberliği → aklın özgürlüğü → laiklik → demokrasi → halkçılık → 
    sosyal adalet → özgürlük → yurtta barış

(Bu sıralamada her kavram bir önceki kavramın türevidir; özgürlük olmadan barış olmaz, sosyal adalet olmadan özgürlük olmaz. vs… Muhakkak ki bu kavramların her biri üzerine kitaplar dolusu açıklayıcı bilgiler yazılabilir, ancak biz şimdilik başlıklarla yetinelim.)

Bilimin rehberliği yerine dinin, dogmaların rehberliğini alan devlet şekline
“teokratik” devlet denir (örn. şeriatla yönetilen ülkeler). Bu tür devlet mantığında, yukarıdaki sıralamayı şu şekilde değiştirmek gerekir:

  • Dinin rehberliği, dogma → iman → teokrasi → ümmet → kul →
    rıza, biat → sükûnet

Unutmayalım, çok defa zor ve dayatmayla gerçekleştirilen “sükûnet” gerçek anlamda
bir “barış” değildir.

2. Atatürkçü düşünce sisteminin ikinci temel aksiyomu
   “Ulus devlet” yapılanmasıdır.

Neden Ulus devlet ??

Sınırlı bir coğrafyada (örn. Misak-ı Milli ile belirlenmiş Türkiye) bir arada yaşamak istencini gösteren ve bu amaçla bir araya gelen (Latince re-public = halkın bir araya gelişi, toplanması, Arapça Cumhur = yığın, topluluk) ve bir “Cumhuriyet” kuran
halk bütünlüğüne millet (ulus) denir. Vatan (ülke) ve Ulus bileşenlerinden oluşan
Devlet dediğimiz yapı da, ulusal iradenin (Anayasa) somutlaşmış halidir:

Örneğin Türkiye + Cumhuriyeti = Devleti

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”

ifadesiyle Türk milletinin veciz ve gerçekçi bir tanımını vermiştir.

  • Dikkat edilirse, Atatürk “Türk halkı” demiyor, “Türkiye halkları” da demiyor…
  • Çünkü Türkiye’de halklar yoktur ve
    Türk” bir halkın, bir etnik grubun adı değil, bir milletin adıdır.

Unutmayalım ki; binlerce yıllık geçmişi boyunca bu topraklarda, Türkiye coğrafyasında, 3 büyük imparatorluk, 7 büyük Krallık, onlarca beylik, sultanlık kurulmuş, değişik kültürler yaşamıştır.

Büyük akınların, kavimler göçlerinin hallaç pamuğu gibi attığı Anadolu kültürel ve genetik anlamda dünyanın en yoğun karışıklığına sahne olmuştur.

Böyle bir coğrafyada yaşayan insanların gerçekle uyuşmayan, bilimsel tutarlığı olmayan ırkçı söylemlerde bulunması, artık tarihi hatıralar olmuş etnisitelerden söz ederek ayrımcılık yapması, saçmalıktır, “abesle iştigaldir”.

Her şeye karşın, yurttaşlarımızdan bazıları kendilerini hâlâ Kürt, Arap, Çerkez, Türkmen, Pomak, Gürcü, Abaza, Yörük, Tatar, Rum, Zaza, Boşnak, Alevi, Sünni, Ermeni, Musevi, vs. vs… olarak betimleseler de, sonuçta hepsi 82 milyonluk büyük TÜRK ULUSU’nun eşit bireyleridir.

  • Türklük, bir kan meselesi, bir ırka aidiyet değil, bir kültür meselesi ve bir millete bilinçli mensup oluştur.

***
Sistemler teorisi sistem büyüklüklerinin fiziksel çevre koşulları tarafından belirlendiğini söyler. (örneğin soğuk iklimlerde, kutuplarda 10 cm’den daha küçük bir memelinin yaşaması mümkün değil, çünkü bütün vücut yalnızca koruyucu yağ kütlesi olmak durumunda kalırdı.) Ülkelerin büyüklükleri için de benzer çözümlemeler geçerlidir.

Ölçüsüz toprak kazanımlarıyla Emperyal büyümelerin kısa sürede yozlaşıp, çözünüp dağılmalarının kaçınılmaz olduğunu tarih göstermiştir; yine aynı şekilde şehir devletçikleri şeklindeki minik yapılanmalar da uzun ömürlü olamamışlardır.
Büyük emperyal devletlerle, küçük şehir/eyalet devletler arasındaki Ulus devlet, Gezegenin fiziksel koşulları da göz önüne alındığında, “optimal” yapılanmadır.
Bugün dünyada 200’ü aşkın devletin yarısına yakını ulus devlet modeli devletlerdir.

Sömürü temelinde egemenlik kurmak demek olan “emperyalizm” bir yandan kolay sömürü için ülkeleri parçalamak ve bölmek (divida et impera!) siyasetinin icabı dünyada binlerce (en az 2 bin devletçik) kurmak planları geliştirirken, öte yandan tüm dünyayı finans kapitalizmin tek elden yöneteceği bir modele, büyük “küresel devlet” modeline yönelmektedir. Hem bütün dünyayı tek elden “yönetmek” için ele geçirmek, tek dünya devleti kurmak, hem de bu bütünü “sömürmek” için binlerce parçalara bölmek!

Emperyalizm, bu iki uç arasındaki çelişkisini yaşarken, Ulus devlet modeli Emperyalizmin işine gelmeyen, emperyalizme karşı durabilen model olarak öne çıkmıştır. Bu nedenle Küresel Emperyalizm sömürüye karşı duran, bağımsız
ulus devlet modeli istemez. Emperyalizm sömürmek için örgütlenmek, ulus devlet ise sömürüye karşı durmak için ulusal egemenlik temelinde örgütlenmektir.

Ulus devletin en büyük, başat özelliği, Mustafa Kemal’in dediği gibi, tam bağımsızlık (istiklal-i tam) temelinde oluşudur; yani siyasi, kültürel, askeri, hukuksal ve ekonomik anlamda bağımsızlık. Tam bağımsız bir ülke, Uluslar arası ilişkilerde karşılıklılık ve eşitlik ilkesiyle hareket eder. Ulus devlet anlayışı ve istenci “tam bağımsızlık” kavramını doğurur; bu aksiyom için de kavramsal türev sıralamasını şu şekilde gösterebiliriz.

  • Ulus devlet → tam bağımsızlık → antiemperyalizm → devrimcilik, sömürüye karşı mücadele → anti-kapitalizm → planlı ekonomi (devletçilik) → küresel barış.

Sonuçta Mustafa Kemal’in veciz sözü : “Yurtta barış, Dünyada barış !”

haklılık ve anlam kazanıyor.

Yurtta ve Dünyada barış amacına erişmek için tüm dünyaya Kemalist öneri;

  • Bilimin rehberliğindeki Ulus devlet modelidir.

21. yüzyılın devasa sosyo-ekonomik problemlerinin batağından 22. yy’a
salimen çıkacak ülkeler, adını doğrudan, açıkça telaffuz etmeseler de,
sonuçta Atatürkçü düşünce sistemini başarıyla uygulayan ülkeler olacaktır.

Saygılarımla. æ

KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ


Dostlar,

ADD Bilim Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan bize ulaşan
önemli bir e-ileti ve ekini sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Konu başlığı : KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ

Tarihçi Prof. Kırzıoğlu‘nun kitabından bir bölüm..

Dikkatle okunmalı..

Sevgi ve saygı ile.
3.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
============================================== 

Değerli arkadaşlar,

Babamın kirvesinin oğlu  Tarihçi Prof. Kırzıoğlu‘nun kitabından bir bölüm aşağıdadır.. Prof. Kırzıoğlu, Asya’dan gelen ve Perslerin etkisiyle dillerini yitiren Kürtlerin kökenine yönelik ilginç bir araştırmaya girişmiş…

İlgilenen arkadaşların dikkatine. æ

Prof. Dr. Ali Ercan
3.11.12, Ankara
***

KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ

Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu
(1995, İstanbul)

Muhterem misafirler, aziz Arkadaşlar, sevgili Öğrenciler!
Burada sizlere, 2700 yıllık Türk tarihinin, yazık ki az bilinen bir yönünü açıklayacağım. Doğuda 100. boylam da denilen Tul dairesinden, yani Moğolistan kuzeyindeki Baykal Gölü batısından; batıda Viyana doğrusuna kadarki 17. Tul dairesi arasında ve kuzeyde, 55. paralel de denilen arz dairesinden, güneyde Afganistan ve Basra Körfezinin bulunduğu 30. arz dairesi aralarındaki beş ayrı bölgede, tarih boyunca görülen Kürt adlı Türk uruklarını, tarih ve dil bakımından tanıtmaya çalışacağım. Bendeniz bu konuyu , Mayıs1946″da İstanbul”da “Tasvir” gazetesinde üç makale halinde yazdığım “Kürmanç Kürtlerinin Aslı” adlı yazımdan beri 22 yıldır makale, konferans, risale ve kitaplarım ile işlemekteyim. Ankara”da toplanan “VI. Türk Tarih Kongresi Bildiriler” kitabında çıkmış ve ayrı basımı da yapılmıştır.

Hepsi bugünkü gibi, serbest münakaşalı olmak üzere, 1951″den beri Kürtler üzerine
9 defa konferans verdim. Bunların tarihini ve yerlerini saymamda, fayda vardır:

Diyarbakır Lisesi”nde Tarih Öğretmeni iken 1951 Mayısında, önce Öğretmen Okulu Salonu”nda, sonra da Diyarbakır Öğretmenler Lokalinde, “Kürtlerin Menşei” adlı konferansımı verdim. Ergani”deki Dicle Köy Enstitüsü Müdürü (şimdi Kayseri Senatörü) Sayın Hüsnü Dikeçligil”in daveti üzerine, 1952 Mayısında Dicle Köy Enstitüsünde;
Türk Milliyetçiler Derneği İstanbul Şubesi adına, 1952 Temmuzunda İstanbul-Eminönü Halk evinde; 1960 ara tatilindeki bir folklor seyahatim sırasında, Muş Valisi Erzurumlu Sayın Mehmet Belek’in isteği üzerine, Şubat’ta Muş’ta Sümer Sineması Salonunda; Erzurum Lisesinden Hocam, Türk Ocakları başkanı Sayın Prof. Necati Akder”in isteğiyle, 1960 Ağustosunda Kars ve Erzurum Halk Eğitim Merkezi Salonlarında ve 1962 Kasımında, yine Ankara Türk Ocağında, aynı adla bu konferanslarımı tekrarlamıştım.

Şimdi de Atatürk Üniversitesinde “Tarih Öğretim Görevlisi” bulunuşumun ikinci ayında, Erzurum’da ilk konferansım olarak, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği”nin isteği üzerine, “Tarih ve Dil Bakımlarından Kürtler” adıyla bu konuyu, yüksek huzurlarınızda anlatmak, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Bugün bu arada, milli ve ilmi bir konu olan, yeryüzünde Türklerin yayıldığı beş ayrı bölgede, tarih boyunca tanınan Kürt adlı Türk urukları”nı, birkaç saatinizi alacak olan bir uzunca konferansla anlatmaya çalışacağım. Bendenize bu mutlu fırsatı hazırlayan, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği”ne ve bendenizi dinlemek lütfunda bulunarak burayı teşriflerinizden dolayı, siz sayın dinleyicilere çok teşekkür ederim.

Asıl konumuza girmeden, tarih boyunca Asya, Avrupa ve Afrika”ya hakim olarak yayılan Türklerin, umumi ve ülke-bölge tarihindeki birçok meseleler gibi, Kürt adıyla tanınan kalabalık ve güçlü bir uruk yani kavminin neden şimdiye kadar incelenerek, derli toplu bir kitapla tanıtılamadığını, haklı olarak düşünenler olacaktır. Bu haklı düşünce sahiplerine, kısaca şöyle cevap verebiliriz: Rahmetli Ziya Gökalp, 1.  Cihan Savaşı içinde 1916’da ders yılı başında, şimdiki  İstanbul Üniversitesi demek olan, Darülfülün’u ıslah ederken, burada ilk defa bir “Tarih Kürsüsü” nü kurmuştu. Bu tarihten önce, koca Türk-Osmanlı İmparatorluğunda, Liselerin üstünde ancak Harbiye”lerde harp tarihleri ve Mülkiye Mektebinde de, çoğu tercüme olan siyasi ve idari tarih okutulurdu. Fakat, 1916-1933 arasında İstanbul  Darülfülünu Edebiyat Fakültesi “Tarih Kürsüsü” nde “Müderris” (Profesör) unvanı ile  ders okutan rahmetli Necib Asım, Ahmet Refik, Şemseddin Günaltay, Fuad Köprülü gibi zatların hiçbiri, “Tarih Enstitüsü” nde okumamış ve doktora yapmamış kimseler olup, lisan bilen ve kendi kendini yetiştirmiş Harbiye, Hukuk veya Mülkiye mezunu idiler. Bu yüzden, eski Türkleri tanıtan kaynakların yazdığı Çince, Hintçe, Eski İran”ca, Asurca, Yunanca ve Latince gibi dilleri bilmiyorlardı. Mezopotamya, Mısır ve Hitit yazılarını okuyan, tek bir Türk yoktu. Tarih ilmi “usul” ü bakımından da kendileri donanmış olmadığından, 1916-1933 arasındaki İstanbul Edebiyat Fakültesi “Tarih Mezuniyet Tezleri” de, çok zayıf olup, “Tez” vasfını taşıyanların sayısı, bir elin parmağını geçmezdi.

Ancak, rahmetli Atatürk”ün emriyle 1933″te “Darülfünun” adı da kaldırılarak ıslahat yapılıp “Üniversite” adı verilerek, yabancı uzman ve Profesörler İstanbul”a getirildikten sonra, Türk Tarih ilmi de gelişmeye başladı. Yine rahmetli Atatürk”ün isteği ile, başkent Ankara”da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi“nin 1936’da açılması ve gelişmesiyle, demin arz edilen Umumi Türk Tarihi kaynaklarının yazdığı dilleri, doğrudan doğruya okuyup değerlendirebilen Türk gençleri yetişmeye başladı; ve Ankara”da Macar dili ile tarihini öğreten Hungaroloji Enstitüsü”nün gayretli Macar Profesörleri , Türk Tarih araştırmalarına geniş ufuklar açtılar ve çok değerli gençlerimizi yetiştirdiler 1938″de yeniden İstanbul Üniversitesi’ne dönen Sayın Hocam Prof. A. Zeki Velidi Togan da, burada “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olarak, bugüne kadar çalışmakta ve değerli, müdekkik gençler yetiştirmektedir.

Artık İstanbul’da Edebiyat fakültesi ve Ankara”da Dil ve Tarih-Coğrafya  Fakültesi gittikçe gelişerek, milletler arası ilim kongrelerinde, “Umumi Türk Tarihi” nin ana meselelerini kavramış olarak, yetki ile konuşan ve hatırı sayılan Türk uzmanlarını yetiştirmektedir. Bu yüzden, milli ve umumi tarihimizin birçok meseleleri de çözülüp, aydınlığa kavuşmaktadır. Fakat, hiçbir milletin eski tarihi, Türklerinki gibi çok geniş ve dünyayı saran bir ululuk göstermemektedir ; yani, doğuda Japon Denizi”nden, batıda Atlas Okyanusu”na ve Kuzey Sibir ile Kazan bölgelerinden güney Hinde, Yemen”e, Habeşistan”a kadar, asırlarca hakim olup, medeniyetler geliştirerek, “Üç-Kıta” ya yayılan Türk ırkının, Yakınçağa kadar gerçekten “dünyanın efendisi” sayılan ve en büyük teşkilatçısı olan şanlı atalarımızın tarihini, bütün ayrıntıları ile 30-35 yılda aydınlığa kavuşturmak, kolay değildir.

İşte, kısaca arz ettiğim bu gibi sebepler yüzünden, yani Türkiye”de tarih araştırma ve öğretimin üniversitede çok geç başlamasından dolayı, daha Umumi Türk Tarihi içindeki birçok meselelerin bile çözülüp su yüzüne çıkmayışı gibi, Kürt diye anılan Asya ve Avrupadaki Türk urukları da, tüm olarak bir arada araştırılmaya, yeni başlanmıştır. Edebiyat Fakültesi “Tarih Dalı” mezunu olarak bu işe, ilk defa bendeniz başladığımdan, mutluyumdur. 1944″‘e ikinci askerlikten terhisim üzerine İstanbul’a dönüp, “Kars Tarihi” adlı kitabımı hazırlarken, “Dede Korkut Oğuz Nameleri” ile, 1597’de Bitlis’te Farsça olarak yazılan “Kürtler Tarihi” üzerine iki eser olan “Şeref Name” de, bir “Kürt-Oğuz Namesi” nin bulunmasından ilham alarak, 1945 Ocak ayında Kürtlerin menşei meselesini çözdüm. Ertesi 1946 yılı Mayıs-Haziran ayında “Tasvir” adlı uzun uzun üç makale neşrettim. Ondan sonra da, konuşmamın başında arz ettiğim gibi :

1) 100. doğu boylamında Moğalistan kuzey batısındaki Sayan Dağları ve Yenisey Irmağı Başlarında,
2) Batı Türkistan’da (Horasan ile Afganistan),
3) Dağıstan ile Romanya-Macaristan Çekoslovakya gibi Tuna boylarında,
4) Kuzey Azerbaycan’da Kür-Aras Irmakları boylarında,
5) Dicle boylarından yayılmış olarak, Türkiye, İran, Irak ve Kuzey Suriye’dekiler olmak üzere.

Asya ve Avrupa”daki başlıca beş ayrı coğrafya bölgesinde yaşamış ve hatıralar bırakmış olan “Kürt” adlı, güçlü ve kalabalık Türk uruklarını tespit ettim. Bunların
tarih boyunca varlıklarını ve dillerini öğrenip tanıtma merakı da, bendenizi sarmış oldu.

1946’dan beri yaptığım yayınlar, gerçek kaynaklar ve sağlam delillere dayandığından, arz ettiğim ilk dört bölgedeki Kürtler gibi, bir Türk ve Oğuz uruğu olan ve umumiyetle “Kürmanç” denilen Dicle Kürtleri”nin de gerçek mahiyeti ve kökleri, artık aydınlığa kavuşmuştur. Kurucularından olduğum “Diyarbakır”ı Tanıtma Derneği” nin 1963″te Ankara”da 32 sahife halinde bastırdığı “Kürtlerin Kökü I. Bölüm” ve 1964’te bendenizin Ankara’da neşrettiğim iki haritalı,

Her Bakımdan Türk Olan Kürtler I” adlı 130 sahifelik kitabım ile,

“VI. Türk Tarih Kongresi” ndeki tebliğim, artık “Tarih” bakımından Kürtlerin kökünü, ilmi olarak ortaya koymuştur.

Burada sizlere, Kürtleri, tarih yönünden başka,, son derece ilgi çekici olan, dil bakımından da tanıtmaya çalışarak, Kürtlerin Türklüklerini ispat edeceğim. Vaktimiz kalırsa ve sabrınızı tüketmezsem, biraz da, antropoloji, etnografya/etnoloji ve folklor bakımlarından da, Kürmanç ve Zaza uruklarına ayrılan Dicle Kürtlerinin, asla İranlı/Aryani olmayıp, Türklüklerini belirteceğim.

Asıl konuya başlarken,şunu da arz edeyim ki, yurdumuzun doğusundaki aziz Atatürk”ün adını taşıyan bu en büyük ilim ocağı Üniversitemizde “Edebiyat Fakültesi” yakında gelişip, “Enstitü” leri ikmal edildikçe, buradan yetişecek Türk gençleri, bölgemiz tarihi ile birlikte ““yabancı yayın ve ajanlarının propaganda ve yemleme telkinlerinden kendilerini sıyırarak- ilmin ışığı ve aklın ölçüleriyle, yalnız Kürtleri değil , yurdumuzdaki yerleşik veya göçebe : Türkmenler, Yörükler, Tahtacılar, Manavlar, Mavalılar, Terekemeler, Karapapaklar ve başkaca adlarla anılan halkımızı da inceleyip, mazilerini aydınlatacaklardır. Bu uğurda, milletler arası ilim değeri taşıyacak eserleri ortaya getireceklerdir. Bu gerçeği unutmayalım ki, 1945″te “Kars, Ardahan, Artvin” başta olmak üzere, doğu Karadeniz illerimizi, Gürcistan “tarih hakları” adına; ve bütün Doğu Anadolu”yu da, Amerika”da toplattıran “Dünya Ermeniler Kongresi” ve “Revan Komünist Partisi Kararları” adına, Ermenistan için Türkiye”den, bu kutlu ve mutlu Son-Ana yurdumuzdan koparmak isteyen emperyalist ve korkunç derecede Türk düşmanı Moskoflar, “Tiflis-Gürcü Üniversitesi” ile “Revan-Ermeni Üniversitesi” gibi ocaklarda, Kars”tan çıkan Kür ve Erzurum’dan doğan Aras Irmakları boylarında, “ilmi siyasete alet ederek” , geceli-gündüzlü çalışmaktadırlar! On yıl önce Erzurum’da açılan “Atatürk Üniversitesi”, bu kutlu irfan ocağımız, her şeyden önce, “Doğuda Türklüğün bir manevi kalesi” olarak kurulmuştur.

Unutmayalım ki, eskiden Çinliler ile Bizanslıların güttüğü “parçala, hükm-et” düsturunu, 1552 yılından beri genişleyip yayılmakta olan Moskoflar, maharetle tatbik etmektedirler. Bu sayede Ruslar : Kazan Hanlığını,Astakan Ülkesini, Sibiri ve İstiklal Vadi ile Kırım Yurdunu, Kabartay-İlini, Gürcistan”ı, Dağıstan ile Kuzey Azerbaycan”ı, Batı Türkistan”ı, sıra ile istila etmiş; para ve türlü yollarla, Türk”ü ve Müslüman”ı biri birine düşürerek kırdırmış ve I.Petro”dan beri de, Osmanlı-Türk İmparatorluğunun, amansız düşmanı olarak, çöküşünü hızlandırmıştır. Bu yüzden pis Moskof ayakları, 1829 ile 1878″de ve 1916″da üç defa, kahraman Erzurum”u da çiğneyip kirletmiş; ve yüz binlerce Anadolu-Türkünün ocağını söndürmüş, yuvasını yıkmıştır. Şimdi de, Moskova”daki kurmaylar ve korkunç istila plancıları, Boğazlar ile Akdeniz”e çıkmak, Dicle petrollerine de konmak için, Türkiye”yi yıkacak usullere başvurmakta: Ansiklopedileri, Üniversite yayınları, aşırı solcu akımları ve yüz milyonlarca lira sarfiye yurdumuzu, yurttaşımızı parçalamaya çalışmakta; bu arada “kanı bizden,dini bizden donu (giyimi) bizden” diye söylenen halk deyimimizdeki gibi, her şeyi ile bir ve bizden olan milletimizi : Türk-Kürt ayrımı, Sünni-Alevi düşmanlığı, Sağcı-Solcu çatışması ve daha türlü türlü çökertici mikrop aşıları ile bölmeye, milli birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmaktadır.

Tanrıdan korkan, insanlık ve ilim hassasiyeti olan, gerçekten milletini ve yurdunu seven Aydınlar, bu gibi düşman tesirlerinden kendilerini kurtarıp; gerçeği ve doğruyu seçebiliyor. Burada, engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından birisini, yani kanımızdan ve canımızdan  olan Kürtlerin: tarih, dil, antropoloji, etnoloji/etnografya ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini, bir konferansta sizlere arz ederken, gerekli gördüğüm bu Girişi uzattığım için, bağışlamanızı dilerim.*

KÜRT ADININ MANASI 

Asıl konumuza girerken, hiçbir İran veya Aryanı toplulukta görülmeyip, yalnız Türk ve Oğuzlar kolundan gelen urukların adı olan “Kürt” deyiminin, anlamından işe başlayalım. Başta Macar dilcileri olmak üzere, Türkologlar, doğru olarak “Kürt” adının, Türkçe “yatkın kar, sertleşmiş kar, yazın dağ başlarında bulunan ve geç eriyen kar” anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Türkistan, Kırım ve Kafkas  İllerinde bugünde, “kar” anlamına kullanılan “Kürt” sözü, Azerbaycan  ile Anadolu”da, kışın insanı, hayvanı ve kızağı batırmaz derecede, tahta gibi sert kar yığını demek olan “kurtuk” (Ahıska, Artvin, Çorum, Kırşehir), “kürtük” (Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Amasya, Malatya, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari) ve “kürtün” (Kastamonu, Bolu, Edirne, Konya, Isparta*) deyimlerinde yaşamaktadır ki; bu sonuncular, dağların kuzey ve kuytu yerlerinde
yaz ortalarına kadar kalan kar anlamına gelmektedir.

Tipi veya boranın çukur yerlere doldurduğu ve sertleşerek uzun zaman kalan “kar yığını” anlamına da gelen “kurtuk-kürtük” ile, Orta Asya (Doğu) ve Kuzey  Türk dillerindeki “kar” demek olan “Kürt” sözü, yatkın ve sertleşmiş karın üzerinde yürünürken çıkan, “Kürt-Kürt” gibi sesten kalmadır.

Bundan 900 yıl önceleri yazılmış olan Kaş garlı” nın “Divanü Lügat”i Türk” adlı büyük sözlüğünde, Kürt” deyimi iki anlamda geçmektedir. :1-“At arpanı (arpayı) Kürt Kürt yedi” cümlesi misal veriliyor ve insanın “hıyar” (salatalık) gibi sert nesneleri yerken çıkarılan sese de “Kürt-Kürt” (şimdiki İstanbul ağzımızla “kütür-kütür”) deniyor ;

2- “Yay, kamçı ve değnek gibi (sert, dayanıklı) nesneler yapılan kayın ağacına da , “Kürt” dendiği belirtiliyor. Azerbaycan, Dağıstan ve Doğu Anadolu”da Çoban Hesabı (Takvimi) içinde “gücük” (Şubat) ayı sonundaki “üçüncü cemre” de “Kürdoğlu” veya “Kürdoğlu Kayada Kaldığı Gece” denilen sayılı bir gün vardır. İnanışa göre, bu sırada “Kürdoğlu, yarı geceye kadar soğuktan titreyip, diş dişe vururken, yarı geceden sonra, çağ (mevsim) dönüp, yer nefes aldığından, kışın dondurucu soğuğu sona erer; yazın
(İlk baharın) ilk saatlerinde başlar.” Bu yüzden Çıldır Gölü gibi, kışın kızaklar ve hayvan sürüleri geçen üzeri buzlanmış sulardan, artık hiç geçilmez. Bu “Çoban Hesabı” ndaki “Kürdoğlu” deyimi, halk inanışına göre,  “Kar Adamı”nın oğlu, Kar Oğlu” dur ve artık ondan sonra, “İnsanoğlu” nun bulunduğu bölgelerden uzaklaşıp, gözden yitermiş!

Biraz sonra göreceğimiz gibi, Kürklerin “Kürt” adlı uruğu, yazın tepesinde ve kuzeyde kar bulunan yüksek yaylaklarda yaşadıklarından, böyle anılmışlardır. Biz, bu adın eş anlamını, “Karluk” diye tanınan  Oğuzlarda da görmekteyiz. XIII. yüzyıldan kalma Uygurca yazılı “Oğuz Kağan Destanı” nda, Orta Asya’daki yüce Tanrı Dağlar bölgesinde yaşayan “Karluk” (kar-lık) Türkleri”ne bu adın, “kar içinde” yaşadıkları için Oğuz Kağan tarafından verildiği belirtilmektedir. Türkistan”ın güney kesiminde Afganistan’a değin yayılan Karluklar, 751 Talas Savaşı sırasında İslam Arapların tarafını tutarak, Çinlilerin  yenilmesini sağlamışlardı. Bu Karluk Türkleri”nin güneyde devlet kuran bir koluna verilen “Abdal” adının, kuzey-Hint  dilince, “karlık” (karlı yerde yaşayan) anlamına geldiği tespit edilmiştir. Çin kaynaklarında bunlara “Ye-ta/ Hu-ta”, 568’deki Bizans kroniklerinde “Heptalit” (=Haptal’lar) ve İslam Arap eserlerinde “Ha batıla” (Habtallar) denilmekte idi. Hintçe kaynaklar bunların, “Huna” (Hun Türkleri) soyundan geldiğini belirtir. 563-567 yılları arasındaki savaşlar ile Göktürkler ve müttefiki Sasanlı İranlılar, Tanrı Dağların doğu ve batısına yayılarak geniş bir imparatorluk halinde yaşayan bu Heptalit/haptallar/Abdallar Devletini yıkarak, aralarında paylaşmışlardı.

İşte bu Karluk/Abdal Türkleri kolundan bugün Türkiye”de Bingöl”den Silifke”ye ve Adapazarı”na kadar yer yer yayılmış olarak “Abdallar” veya “Abdalan” (=Abdallar) adıyla Kürtler, Zazalar, Türkmenler ve Yörükler topluluğu içinde, çoğu göçebe ve çalgıcı, oyuncu olarak tanınan oymaklar vardır. Köy adlarında da hatıraları yaşayan ve ana dilleri kür maçça, zazaca veya Türkçe olan Anadolu”daki bu Abdalan/Abdalların adının, “Karluk” (=karlı  dağ bölgesinde yaşayan) anlamından geldiği ve hepsinin Afganistan ile doğusundaki eski Haptallar’dan oldukları anlaşılmıştır.

Kısacası, hiçbir İran veya Hint-Avrupalı/Aryani topluluğunda bulunmayan “Kürt” veya buna benzer bir etnik topluluk, yalnız Moğolistan kuzey batısındaki Sayan Dağları”ndan Viyana”ya ve Sibir”den Basra Körfezine kadarki yerlerde yaşayan Türkler arasında, güçlü ve kalabalık bir uruk (kavim) olarak görülmektedir. Bunların adı da, tarihçi ve Türkologların belirttiği üzere, Türkçe’de “Kürt, Kürtlük, kürtün” deyimlerindeki gibi “sertleşmiş veya yaza da kalan kar yığını” anlamına gelmektedir. Azerbaycan ile Türkiye’de köylülerin : “Kürdün bir yanı dağ olmazsa yaşayamaz” biçimindeki atasözü ve Kars, Erzurum Halay türkülerinden birinde :

“Allah Kürdü yaratmış, Dağlar khali (boş) kalmaya” mısraları da koyuncu ve çoban Kürtlerin, karlı yaylaklar bölgesini severek, böyle yerlerde yaşamalarının hatırasından kalmadır. Oğuzların  bir kolu Tanrı Dağları bölgesi ve çevresinde “karluk” ve kuzey Hintlilerce “Abdal/Haptal” diye tanındığı gibi, Asya”nın kuzey ve batısında da, aynı anlamda “Kürt” (Karduk/Kortuk/Kortik ve Batı Sibir’de Kürdak varyantları ile) diye anılan Türk/Oğuz kolu tarih boyunca tanınmıştır.

I. BÖLÜM : Tarih Bakımından Kürtlerin Türklüğü 

Bizim araştırmalarımıza göre, M.Ö. VIII. Yüzyılda Orta Asya”nın doğusuna hakim Hunlar (Hiyung-nu) kolundan gelip, Tanrı Dağlar bölgesine yerleşerek burada “karluk” ve “Abdal/Haptal (Heptalit)” adıyla tanınan  Oğuzlara karşılık ; Saka (İskit) birliği içindeki Oğuzların karlı dağ/yaylak bölgelerinde  yaşayanlarına, “Kürt” ve bunun benzeri adlar verilmiştir. Yani, “Karluk/Abdal” urukları, Hunlar kolundan olup ; “Kürtler” ise , sakalar (İskitler) topluluğundaki yüce dağlar bölgesinde yaşayan Oğuzlardandır. Biz, tarih boyunca Sakaların ülkesinde başlıca beş ülke ve bölgede “Kürt” adıyla tanınan göçebe toplulukları görmekteyiz. Bunları, doğudan batıya ve kuzeyden güneye yayılış yönlerine göre, sırasıyla gözden geçirelim.

Yenisey Kürtleri :

Türklerin Sibir ve Avrupalıların Sibirya/Siberya dedikleri, Asya”nın bütün kuzeyini kaplayan geniş ülkelerin ortasından geçen ulu ırmağın adı, Türkçe Yenisey”dir.
Bu Yenisey Irmağı başlarında, Göktürklerin “Kögmen” dediği Sayan Dağları (En yükseği 3490 m.) arasında, küçük dağ gölleriyle donanmış çok güzel ve bol otlaklı yeşil yaylaklar vardır. Moğolistan”ın kuzeybatısı ile Baykal Gölü”nün batısında bulunan Yenisey başlarındaki bu toprakların doğu kesiminde, bugün Sovyet Rusya”ya tabi Tannu-Tuva adlı bir “Muhtar Türk Cumhuriyeti” vardır. Yüzölçümü 200 bin Km. tutan bu ülkede, ikinci Göktürk Kağanlığı”ndan  (681 yılından) önce yaşayıp, “Altı Oğuzlar”a” komşu bulunan
ve sürüler ile yılkılar besleyip geçinen “Kürt” adlı göçebeye bir Türk uruğu vardır.
Bu Yenisey Kürtleri, 650 yıllarından öce, daha doğrusu, Doğu Göktürkleri”nin 630-681 yılları arasında Çin İmparatorluğuna tabi bulunduğu sırada, güçlü bir “el-kan”lık (il-han)” kurmuştu. Sayan Atay Dağları çevresinde ve Yenisey başlarında yaşayan Türkler, Orkun Irmağı bölgesindeki Doğu Göktürkleri”nden kalma anıtlardaki yazıdan daha eski olup, “Yenisey Yazısı” denilen 39 harfli en eski Türk alfabesini kullanıyorlardı.

Göktürk veya Orkun yazısının eski biçimi sayılan yenisey Yazısı ile yazılı 32 mezar taşı  bulunarak okunmuştur; bunların hepsi Türkçedir. “Yenisey Yazıtları (Kitabeleri)” denilen bu anıt mezar taşlarının en uzun yazılanı, 12 satırlı olup, 650 yıllarından önce ölen “Kürt Elkan” lığı  hükümdarı “Alp Urangu” ya aittir ve ölünün ağzından Türkçe bir ağıt gibi yazılmıştır. Yenisey Irmağı”nın baş kollarından Elegeş Suyu boyunda bulunduğundan, “Elegeş Yazıtı” da denilen bu anıt, çok büyük bir bitevi taş yontularak üzerine yazılmış olup; yere gömülü bulunan bu taşın topraktan yukarısı, 320 santim boyunda ve en geniş yeri 60 santim enindedir. Bu koca taşı, Yenisey Kürtleri uruğu, kendi padişahları için mezar anıtı olarak dikmiştir. “Elegeş Yazıtı” nın 8. satırında, bizi ilgilendiren şu sözler yazılıdır:

“(Men) Kürt El-Kan  Alp-Urangu, altunlug keşigim bantım belde; El”im, tokuz-kırk yaşım.” 14. yüzyıllık bu Türkçe cümleleri, bugünkü dilimize şöylece aktarabiliriz : “(Ben) Kürt İl-hani (Padişahı) Alp-Urungu”yum, altından yapılmış okluğumu bağladım belime ; El”im (Devletim ve Milletim) ben 39 yaşımda öldüm.” 

100. Doğu boylamı bölgesinde Yenisey Kürtleri”nden ve 1300 yıldan önce kalan “Elkan Alp-Urangu” nun  yazılı mezar taşında, zengin hayvan sürülerinden de bahsediliyor ve buradaki “Kürt” adı güçlü uruğun, Türk soyundan olup, Türkçe konuşup yazdığını gösteriyor. Asya”nın bu kadar doğu ve kuzey kesimine, eskiden hiçbir İranlı ve Aryani kavim gelmemiştir. Yenisey başları, Türklerin Anayurdunun doğu kuzey kesimidir. Böyle iken, henüz mektep kitaplarımızda, bu Yenisey Kürtleri”nden hiç bahsedilmediği gibi, eski bir Rus diplomatı olan ve Çarlığın  son yıllarında başkent Petersburg/Petrograd (şimdi:Leningrad)  daki ”  Kürtler Masası Şefi” sıfatı ile, Rusların 1914-1917 arasında, Kars”tan İskenderun”a ve Tebriz”den Basra Körfezi”ne  ilerleyen ordularına, yol üzerindeki “Kürtler” den nasıl istifade edilebileceğini, gizli ve numaralanmış olarak basılan bir kitabında anlatan V. Minorsky”nin 1927″de İslam Ansiklopedisi”nin Avrupa dillerindeki nüshalarında yazdığı “Kürtler” maddesinde de, asla bu hususa dokunulmamıştır. Ne yazık ki, bu korkunç Türk düşmanı ve Rusların Kürtleri bizden ayırıcı faaliyetlerinin akıl hocası olan Prof.V. Minorsky”nin “Kürtler” makalesi, 1955″te çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi” nde, olduğu gibi tercüme edilerek, basılmıştır!…Umarız ki, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Profesörleri, “Türk Ansiklopedisi” nin zeyil Cildinde, “Kürtler” üzerine doğru ve ilmi bilgileri vererek, bu açık ve korkunç hatayı düzeltsinler.

Beş Kürtlük bölgesinden en doğudaki olan bu Yenisey Kürtleri, sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile, batıya göçmüşler ve İrtiş Irmağı ile Tobol Suyu boylarına yerleşmişlerdir. Bu yeni yurtlarındayken, batıdan don Kazakları Hatamanı Yermak”ın 1581-1582’de İrtiş boylarını top ve tüfekli birlikleriyle, Ruslar hesabına  istilası ve Ortodoksluğu zorla yaymak istemesi üzerine, Türk Mollaları bunları XVI. yüzyıl sonlarında, İslam dinine kazandırmış ve Kam (Şaman) dinini bıraktırmışlardır. Son 400 yıldan beri bu eski Yenisey Kürtlerinin Batı Sibir’de torunlarına, “Kürdak” denildiği biliniyor. Çarlık çağında Ruslar bunlara resmen, “Tara-Tatarları” “Tobol Tatarları” ve yurtlarına da, “Kurdak- Heskaya Vosolt” derlerdi. Dilleri Türkçe”dir.*

Yenisey Kürtleri”nin, M.Ö. VII. yüzyılda doğuda Tanrı Dağlar ile Çin sınırına dayanan ve batıda Karpat Dağları ile Tuna Boylarına uzanan,güneyde Filistin ve Mısır kapılarına varan koca Saka/İskit İmparatorluğu”nun,kuzeydoğu ucundaki Türkleri teşkil ettikleri, anlaşılıyor.

Batı Türkistan veya Horasan-Afgan  Kürtleri :

Ortaçağ başlarında, İran”ı kuzeydoğu kesimi ile bugünkü Türkmenistan ve Afganistan bölgelerine “Doğu Ülkesi” anlamında Farsça “Khorasan” ve (Topkapı Sarayı-Oğuz Namesi”ndeki gibi) Türkçe “Gün doğusu-Genkyer” denirdi. Horasan”ın Doğu İran ile Bakı Afgan kesimlerine, burada yerleşen Saka Türkleri”ne göre İlk ve Ortaçağlarda “Secistan/Seistan” denilmiştir. İran destanlarında eşsiz bir pehlivan,yiğit olarak anılan Zal”oğlu Rüstem”de, işte bu Secistanlı Sakalar soyundandır. İstanbul Üniversitesinde “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olup, bu uğurda dünyaca tanınmış bir otorite sayılan Sayın Hocam Ahmet Zeki Velidi TOGAN, yazılı kaynaklardaki Horasan Sakaları dilinden kalma yer ve kişi adlarındaki Türkçe sözleri ayıklayıp ortaya çıkarmıştır.

4-5.Yüzyıllarda Sasanlılar, Horasandaki Merv ile Bavurd şehirleri çevresinde, (24 Oğuzlardan iki boyu teşkil eden) “Khalaç” adlı Türklerin göçebe olarak yaşadığını bildirirler. 591 yılında  Batı Göktürklerinin yardımı ile İran Devletine hakim olup, Bağdat yanındaki başkent  Ktezifon”da tahtı ele geçiren Horasan Sakaları”nın Arşaklılar kolundan Behram Çopin kardeşine,mensup bulunduğu uruna göre, “Kürdi” ve kız kardeşine “Kürdiyye” denildiğini, 915″te eserini bitiren ünlü İslam tarihçisi Taberi, İran kaynaklarından alarak bildirmektedir. İranlılığın koyu olarak yaşadığı  Taberistan”dan yetişen bu müellifin, Arapça”ya göre yazıldığı bu “Kürdi” ve bunun müennes (feminen) biçimdeki “Kürdiyye” gibi nispet bildiren sıfatlarla anılan kardeş ve kız kardeşin adları, İran tahtını zorla ele geçiren ve Sasanlı düşmanı olan Behram Çopin (Çüpin)”in de, Kürtlerden olduğunu gösterir. Bu yüzdendir ki, Bitlis Sancakbeyi  Şeref Han”da “İran Şahları” ndan “Behram Çübin”in, Kürtler Taifesi”nden” olduğuna işaret etmiştir. 

Ancak o tezi savunanların da yanlışlığı isbat edebildikleri bilimsel çalışmalar mevcut olmayıp,iddiaları tamamen dış kaynaklı verilere dayanmaktadır.Özetle bize sunulan dış kaynaklı bilgiler acaba neden revaçtadır takdirlerinize bırakıyorum.Yazı uzun olduğu için ilgilenenlerin dikkatine sunulmak amacı ile diğer bölümlerin adresi altta verilmiştir.


Tarih, Dil, Antropoloji, Etnografya, Etnoloji, Milli Destanlar, Gelenekler ve Folklor bakımından incelemeler sempozyumu

BDP ve Terör Örgütü PKK’ya 10 Maddelik Çağrımız


Lice’de çatışma: 1 şehit

Diyarbakır’ın Lice ilçesi Duru Jandarma Karakolu üs bölgesine teröristlerce yapılan saldırıda 1 asker şehit oldu, 6 asker yaralandı. Çatışmada 2 terörist öldürüldü.

Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, yaptığı açıklamada, Diyarbakır-Bingöl karayolu
Hani yol ayrımında bulunan Duru Jandarma Karakolu’nun Narlı üs bölgesine terör örgütü PKK mensuplarınca roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlendiğini ve üs bölgesine sızma girişiminde bulunulduğunu söyledi.

Güvenlik güçlerince karşılık verilmesi üzerine çıkan çatışmanın yaklaşık 2 saat sürdüğünü ifade eden Toprak, şunları kaydetti:

“Çatışma ile birlikte hemen bölgeye havadan ve karadan destek birlikleri
intikal ettirildi. Çatışmada ilk belirlemelere göre 1 askerimiz şehit olurken,
6 askerimiz de yaralandı. Yaralılar, helikopterlerle Diyarbakır’daki hastanelere getirildi. Çatışmada, üs bölgesine sızma girişiminde bulunan teröristlerden biri üs bölgesine yakın bölgede, biri de biraz daha uzakta ölü olarak ele geçirildi. Ölen teröristlerin sayısında artış olabilir. Bölgede havadan ve karadan operasyonlar sürüyor.” (AA, 2.11.12)
===================================================

BDP ve PKK TERÖR ÖRGÜTÜNE -10 Maddelik- ÇAĞRIMIZ……

Bir yandan cezaevlerinde açlık grevi bir yandan PKK eliyle pres politikası..

Ne denli klasik..

Jandarma karakoluna, roket atarak, asker öldürme kastı ile..

Devlet aklını teslim almak için??

Emperyalizm güdümünde bir “mücadelede” devleti en azından eşdeğer silahtan “mücadeleden” alıkoymak ve sözde “müzakereye” = isteklerini kabule zorlamak..

  • Artık bu acılı ve bildik oyunun bitmesi gerekiyor.

Terör örgütü PKK apaçık şunları kabul ve ilan edebilir mi ?

1) Tüm dış destekleri reddediyor ve ilişkimi kesiyorum
 = Emperyalizmin maşalığını bırakıyorum.

2) Koşulsuz silah bırakıyor ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin
toprak ve ulus bütünlüğüne 
saygımı bildiriyorum.

3) Türkiye Cumhuriyeti devletinin toprak ve ulus bütünlüğü
kapsamında, üniter devlet
yönetimiyle çelişmeyecek düzeyde,
sosyal ve kültürel haklarla yetineceğim. 

4) Dilimi ve kültürümü sosyal-kültürel alanda kullanıp geliştirme
hakkımı yeterli buluyor, 
kamusal alan için dayatmamı
geri çekiyorum.

5) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt kökenli “Türk” yurttaşı olarak
kalacağım; 
Kopenhag Ölçütleri çerçevesinde haklarla yetineceğim;
azınlık statüsü istemiyorum.

6) Net biçimde federasyon, özerklik – özerk bölge istemlerimi
geri çekiyorum. “
Tek millet – tek bayrak- tek devlet – tek resmi dil”
kabulümdür.

7) Emperyalizmin maşalığını yaparak özgürlük mücadelesi
sürdürülemeyeceğini
anladım.. Emperyalizmin tarihinde
hiçbir halka özgürlük sağladığının örneği
olmadığını da gördüm.  

8) Çözümün Türk – Kürt kardeşliğinde olduğunu kalleş bölücülerin
bizi onyıllardır iğrenç
biçimde kullanageldiğini, onbilerce can
kaybı verdiğimizi ama bunu çözüm
üretmediğini gördüm.

9) Tabandaki, bölgenin Kürt kökenli insanlarının gerçekte bölünme ve
Türkiye’den
ayrılma niyetleri olmadığını kabul ediyorum.
PKK-BDP olarak seçimlerde aldığım oyla Kürtlerin gerçek
temsilcisi olamadığımı görüyorum. 

 10) Başta can alan terör olmak üzere, benzer dayatmaları
sürdürürsem bunun e
mperyalizmin asıl isteği olan iç savaş
ortamına Türkiye’yi sürükleyeceğini, bedeli
çok ağır olarak
Kürt ve Türk insanlarımızın ödeyeceğini, bu kanlı oyunun da

Türkiye’yi bölmeye yetmeyeceğini sonunda anladım.


Sevgi ve saygı ile.
02.11.12, Ankara 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Miyase İlknur’un kitabı : İLHAN ABİ…

Dostlar,

Miyase İlknur‘un neredeyse “yanık “diyeceğim içten, sıcak mı sıcak biçemiyle (üslubuyla) yazdığı, tarihimizin çok önemli dileimlerine canlı tanıklık eden belgesel yapıtı “İLHAN ABİ” yi okumalı..

Hem de gecikmeden..
Eşe dosta armağan etmeli ya da -güç yemiyorsa- paylaşmalı, ödünç vermeli..

Çoook teşekkürler sevgili Miyase İlknur kardeşim..

İLHAN ABİ“; sana da çooook teşekkürler elbette..
Seçkin (mümtaz) AYDINLANMA BİLGESİ.. yapıtlarınla AYDINLATMAYI sürdürüyorsun..

  • İLHAN ABİ, Sen dar anlamda, gerçekten fani misin ?

Sevgi ve saygı ile.
02.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Polisten rapor tehdidi


Numune Hastanesi’nde Polisten rapor tehdidi

29 Ekim’de (2012) halka gaz ve basınçlı suyla müdahale eden polisler, Ankara Numune Hastanesi’nde iş göremez raporu vermeleri için doktorları tehdit etti. SES Ankara Şube Başkanı Kara, yaralı yurttaşları tedavi ettikleri için polis ve amirleri tarafından tehdit edilen doktorların ayrıca polislere iş göremezlik raporu vermeye zorlandığını belirtti.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı Ulus’ta kutlayan yurttaşlara yapılan müdahalenin ardından yaralanan ve Numune ve Araştırma Hastanesi’ne getirilen polislere
“iş göremez raporu” verilmesi için bir polis amiri ve Sağlık Bakanlığı Ulusal Bilgi Bankası Başkanı Osman Nacar’ın acil serviste bulunan doktorları tehdit ettiği belirtildi. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara, tehdit edilen doktorların ilgili kişiler hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıkladı.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı Ulus’ta kutlamak isteyen on binlerce yurttaşa barikat kuran ve Anıtkabir’e yürümelerine izin vermeyen emniyet güçlerinin biber gazı ve basınçlı suyla müdahale etmesinin ardından 9 polis ve 43 vatandaş yaralanmıştı. Yaralanan vatandaşlar tedavi edilmek üzere bölgeye en yakın hastane olan Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getirilirken yaralanan polisler de aynı yere gönderildi. Edinilen bilgiye göre, hastanenin acil servisinde biber gazından etkilenen ve arbedede yaralanan sağlık durumu daha kötü olan vatandaşlarla ilgilenilmesine kızan polisler doktorlara tepki gösterdi.

‘Polislere iş göremez raporu istendi’

SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara, acil servis çalışanlarının özveriyle çalışarak gelen hastaları muayene ettiğini ve gerekli işlemlerin ardından yatması gereken hastalara yatış, taburcu olması gereken hastalara da taburcu işlemi yapıldığını söyledi. Kara, şunları dile getirdi:

“Saat 14.30 sularında 5 kadar polis memuru Numune Acil’e muayene olmak için başvurmuşlar ve sonrasında da tıbbi müdahaleleri yapılıp adli raporları yazılma esnasında kadrosu Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde olup geçici olarak Sağlık Bakanlığı Ulusal Bilgi Bankası Başkanı olan Dr. Osman Nacar, servise gelerek emirler yağdırmış ve doktorları tehdit etmiştir. Daha sonra,
iş göremez raporu talep eden polislere, iş göremez raporu verebilecek bir durumlarının olmadığının ifade edilmesinin ardından acil servise ‘Bana polise bakmayan, baktırmayan o doktorları gösterin.’ diyerek arkasında polis ordusu ile bir emniyet amiri girmiş ve başta doktor arkadaşlarımız olmak üzere bütün çalışanları tehdit etmiştir.”

Kara, emniyet amirinin tehdidi sırasında acil servise gelen BaşhekimNurullah Zengin’in olaya müdahale etmek yerine serviste görevli olan hekime hakaret ettiğini ifade etti. Kara, Sağlık Bakanlığı bürokratı, polis amiri ve başhekim tarafından hakarete uğrayan ve tehdit edilen doktorların bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunacağını ve yasal işlem başlatılacağını ifade etti.

SES destek ziyareti yapacak

Kara, konu hakkında bazı gazetelerde yer alan doktorları hedef gösteren haberlerin hangi amaçla yapıldığını çok iyi bildiklerini belirterek“Kendi mesleki bağımsızlığını yitiren basın yayın organları mesleki bağımsızlığına, mesleki onuruna ve mesleki etiğe uyan doktor ve sağlık emekçilerini engelleyemeyeceklerdir” dedi. Kara, 5 Kasım Pazartesi günü SES Ankara Şubesi olarak Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
29 Ekim’de özveriyle görev yapan ve her türlü baskıya karşın mesleki bağımsızlığına ve etiğe uyan doktorları ziyaret edeceklerini belirtti.
(2 Kasım 2012, Cumhuriyet)
=============================================================

  • Meslektaşlarımıza dayanışma duygu ve düşüncelerimizi iletiyor,
    hukuk dışı dayatmaları kınıyoruz.. 2.11.12

Sevgi ve saygı ile.
02.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

AKP-PKK İTTİFAKI : FEDERAL DEVLETTE ANLAŞTILAR…


Dostlar,

19 Eylül 2012, değerli dostum-meslektaşım CHP Genel Başkan Yardımcısı
Haluk Koç
, Oslo sürecinde AKP ile PKK arasında imzalandığı öne sürülen uzlaşma (mutabakat) metnini açıkladı

Yer yerinden oynamalı idi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bize göre derhal inceleme başlatmelı ve
Anayasa Mahkemesinde AKP’nin kapatılması için dava açmalıydı.

Söz konusu “Oslo mutabakatı” (uzlaşması) metnine imza koyan bürokratar hakkında davalar açılmalıydı.

Siyasal sorumluluk bağlamında başta Başbakan RT Erdoğan olmak üzere
Yüce Divan’da ihanet davaları açılmalıydı..

Dahası, TBMM’de gensoru ile hükümet hızla düşürülmeliydi;
elbette yurtsever AKP’li milletvekillerinin de desteği ile..

Bunların hangisi oldu?

Olamaz, çünkü AKP’nin “ileri demokrasi” rejimindeyiz..

İnsan aklıyla dalga geçercesine, aptal yerine koyarcasına..

Her şeye karşın bu halk, tarihsel sağduyusu ile tüm oyunları boşa çıkaracak
ve sorumlularından hesap soracak..

Bu metnin de “arşivlerin tozlu raflarında” veya “sabit disklerin kuytu sektörlerinde” yitip gitmesine, unutturulmasına razı olmamalıyız, olamayız..

Sevgi ve saygı ile.
2.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================

CHP, örgütle iktidar arasındaki ‘mutabakat metni’ni açıkladı:

Federal devlette anlaştılar..

CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, Oslo sürecinde AKP ile PKK arasında imzalandığı öne sürülen mutabakat metnini açıkladı. Metinde terör örgütü PKK’ya federal devlet sözü verildiği görülüyor.

Başbakan’a seslenen Koç, “Kimseyi kandırma, anayasal suç işliyorsun” dedi.

Tarih önünde bir ibret tablosu sunduğunu kaydeden Haluk Koç, mutabakat metninin “hakem devlet” İngiltere’nin arşivinde bulunduğunu da vurguladı. Savcıların harekete geçmesini beklediklerini söyleyen Koç, aksi takdirde savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.Terör örgütü PKK’ya
federal devlet sözü
AKP’nin PKK ile Oslo’da gerçekleştirdiği görüşmenin mutabakat metni açıklandı. Metinde terör örgütü PKK’ya federal devlet sözü verildiği görüldü.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, Oslo sürecinde AKP ile PKK arasında imzalandığı öne sürülen mutabakat metnini açıkladı. Koç’un “AKP- PKK mutabakat metni” olduğunu iddia ettiği belgede, görüşmelerin nasıl devam edeceği ve tarafların anlaşma sağladığı konular maddeler halinde sıralanıyor. Bir süre önce gündeme getirdiği MİT-PKK sorularıyla ilgili yanıtları açıklamak üzere kameraların karşısına geçen Haluk Koç, Başbakan Erdoğan’a sert eleştiriler yöneltti. Koç, “Bizde namertlik yoktur,
ne namerdin sofrasında oturduk, ne de namerdiz, Başbakan kimseyi kandırmasın. Başbakan Anayasal suç işliyor.” dedi.

Milleti kandırıyor

Tarih önünde bir ibret tablosu sunduğunu kaydeden Haluk Koç,

“Sen hangi Tayyip Beysin Sayın Başbakan? Federasyon ve özerkliğe uzanan mutabakatları Oslo’da İngiltere’ye yetki verdiğin görevlilere teslim ettiren Başbakan mı? Yoksa perdenin önünde bu milleti oyalayan, sabr-ı cemil dileyen, bizi biz yapan
tüm değerlerimizi sorumsuzca  tartışmaya açan, ortak yakın tarihimizden sıkıştıkça sürekli husumet çıkartan, bu milleti kandıran Başbakan mı?” diye sordu.

İngiltere arşivinde

MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ana dilde eğitimle ilgili PKK’ya

“Nasıl olsa orası özerk bölge olacak, öğretmen tayini dahil eğitim hizmetleri belediyelere, valilere devredilecek.” diye söz verip vermediğini soran Koç,

Bu cümleler Oslo tutanaklarında aynen yer almıştır. Bu sözün arkasında siz var mısınız? Siz yoksanız basına yaptığınız son açıklamada “Benim bilgim olmadan böyle bir şeyi bu adam yapacak, ben onu orada tutacağım. Öyle şey olur mu ya” dediniz. Şimdi
bu sözlerden sonra Hakan Fidan’ı neden korumaya alıp, neden özel yasa çıkarttığınızı çok iyi anlıyoruz. Bu işin tepesinde sorumluluğun sizde olduğunu ve yargı sürecinin size uzanacağını çok iyi görüyorsunuz.” ifadesini kullandı.

Haluk Koç,

  • “Türkiye ve PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde
    mutabakata varılan hususlar

başlığıyla okuduğu mutabakat metnini “hakem devlet” İngiltere’nin arşivinde bulunduğunu söyledi. Bir soru üzerine savcıların harekete geçmesini beklediklerini söyleyen Koç, “Onlar geçmezse biz savcılığa suç duyurusunda bulunacağız.” diye konuştu.
İşte o mutabakat metni
1-) Taraflar, süregelen Oslo ve İmralı süreci bağlamında Kürt sorununun çözümü konusundaki kararlılıklarını koruduklarını bir kez daha belirtmişlerdir.

 2-) Taraflar, bugüne kadar Oslo ve İmralı süreçlerinde vurgulanan Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek çalışmaların Anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının esas alınmasının gerekliliği konusunda varılan mutabakatları teyit ederler.

     3-) Taraflar, 10 Mayıs 2011’de İmralı’da yapılan görüşmede Sayın Öcalan tarafından sunulan,

Türkiye’de Temel Toplumsal Sorunların Demokratik Çözüm İlkeleri Taslağı”,

Türkiye’de Devlet ve Toplum İlişkilerinde Adil Barış İlkeleri Taslağı” ve

Kürt Sorununun Demokratik Çözüm ve Adil Barışı İçin Eylem Planı Öneri Taslağı

adı altındaki taslaklar konusunda, en geç Haziranın ilk haftasına kadar görüş ve önerilerini sunarlar. Kürt tarafı, sözü edilen taslakları memnuniyetle karşılar, prensip ve ilkesel olarak kabul eder.

4-)  Taraflar, aynı süre içinde yukarıda adı geçen taslaklarda zikredilen Anayasa Konseyi, Barış Konseyi, Hakikat ve Adalet Komisyonu için isim düzeyinde çalışma yaparlar ve netleştirdikleri isim önerilerini sunarlar.

     5-) Türk tarafı, seçimlerden sonra en kısa zamanda Örgütü temsilen iki kişinin Sayın Öcalan’ı ziyaret etmesi, yukarıda adı geçen konsey ve komisyonlar kurulduktan sonra, birer alt komisyonlarının da Sayın Öcalan’la ilişkilendirilmesini taahhüt eder.

6-) Kürt halkının siyasi ve legal temsilcileri, basın yayın organları ve çalışanlarına yönelik uygulanan baskı, tutuklama ve çalışmalarını engelleme vb. yönelimlere son verilmesi ve KCK adı altında gerçekleşen siyasi operasyonlarda tutuklananların serbest bırakılması, sürecin yumuşatılması ve çözüm yönünde ilerlemesi için önemli bir adım olacaktır. Bu çerçevede Türk tarafı ilk adım olarak Newroz ve sonrasında tutuklanan Kürt siyasetçileri bırakmayı taahhüt eder.

7-) Taraflar, seçimlerin güvenli bir ortamda geçmesi ve ortamın normalleşmesi için, en üst düzeyde kamuoyuna açık çağrı yapacaklardır.

😎 Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık zemininde gerçekleşebileceğinden hareketle tüm askeri, siyasi ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin durdurulması ve uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi esastır. Bu çerçevede taraflar, 15 Hazirana 2011’e kadar her türlü operasyon ve askeri eylemlerini durdururlar.

9-) Taraflar, müzakereleri derinleştirmek ve gündemdeki konuları tartışmak üzere hazırlıklarını yaparak 2011-Haziran ayının ikinci yarısında bir araya gelmeyi kararlaştırmışlardır.

Irak, Suriye tamam sırada Türkiye var!


Dostlar,

Lozan Andlaşması’nın 89. yıldönümünde, 24 Temmuz 2012’de YENİÇAĞ’da
Farih Erboz imzalı bir yazı yayımlandı :

  • Irak, Suriye tamam sırada Türkiye var!

Bilindiği gibi arşivimizden kimi dosyaları, “gerektiğinde“, “zamanı olduğunda” çıkarıp paylaşıyoruz. Bu yazı da aynı minval üzere..

  • El mi yaman, bey mi yaman, göreceğiz..

24 Temmuz 1923’ün ertesi günü başlamışlardı “contingency optionsplanlarına..

90 yıldır başaramadılar.. Hala yorulmadı iseler, bizlerin vatan savunmasında pes edeceğimizi sanarak geçen yüzyılda atalarının yaptığından daha vahim yanılgıya düşüyorlar..

Ama bilelim, aç tavuğun darı (mısır) ambarındaki düşünü..

Ve de sorumlu siyasal kadroların, Mustafa Kemal’in ordusunun dikkatini bir kez daha çekelim..

Sevgi ve saygı ile.
2.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

Irak, Suriye tamam sırada Türkiye var!


CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz
, ABD’nin Başkanılığını, Tayyip Erdoğan’ın da eş başkanlığını üstlendiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin Irak’tan sonra Suriye’yi de 3’e böldüğünü söyledi. Eryılmaz, “Kamışlı’yı PKK’lılar, Batı’yı Aleviler, Lübnan sınırına yakın bölgeyi Dürziler işgal etti. Süreç, ilerliyor.

BOP Suriye’nin de işini bitirdi.” dedi.

Suriye’de yaşananların terör örgütü PKK’nın ekmeğine yağ sürdüğünü de vurgulayan Eryılmaz, şunları söyledi:

* Türkiye’nin bölünme süreci hızlanacak.
* Türk ordusunun tasfiye edilmesini şimdi daha iyi anlıyoruz.
* Küresel güçler ordu tasfiye edilmeden bu projenin hayata geçmesinin
mümkün olmadığını biliyorlardı.“Suriye tamam, sıra Türkiye’de”

Büyük Ortadoğu Projesi Irak’tan sonra Suriye’yi de üçe böldü. CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP’un eşbaşkanı olduğunu açıkladığını anımsatarak, Suriye’den sonra sıranın Türkiye’ye geldiğini söyledi. Eryılmaz, “Kamışlı tarafındaki bölgeyi PKK’lılar, deniz tarafını Aleviler, Lübnan sınırına yakın yerleri Dürziler işgal etti. Bu açıdan bakıldığında

  • BOP Suriye’de fiili olarak hayata geçti. Şimdi sıra Türkiye’ye geldi” dedi.

Ordu tasfiye edildi

Suriye’de yaşananların PKK’nın ekmeğine yağ sürdüğünü vurgulayan Eryılmaz,
bu ülkede küresel güçler projesinin yaşama geçirilmek istendiğini ifade etti. Eryılmaz, şöyle konuştu:

“Reyhanlı tarafındaki sınır kapısını Sünni Araplar, Kamışlı’daki bölgeyi terör örgütü PKK işgal etti. Deniz tarafında Aleviler, Lübnan sınırına yakın bölgede Dürziler hakim. Bu açıdan bakıldığında Büyük Ortadoğu Projesi Suriye’de hayata geçmiş durumda. Sıra Türkiye’ye geldi.

  • Hükümet, takındığı tavırla ülkemizin bölünmesine katkı sağlıyor.
  • BOP Eşbaşkanı projenin amacını bilmez mi? 
  • Türkiye’nin parçalanmasına bilerek katkıda bulunuyorlar.

Türk ordusunun tasfiye edilmesini şimdi daha iyi anlıyoruz. Küresel güçler ordunun tasfiye edilmeden bunun hayata geçmesinin mümkün olmadığını bildiği için
orduyu tasfiye ettiler.”

Küresel istihbarat güçleri

Suriye’deki olaylar nedeniyle Hatay sınırında sıkıntı yaşandığını ifade eden CHP Hatay Milletvekili Eryılmaz, Türkiye’nin destek verdiği muhalif grupların Türk nakliyecilerin araçlarını ve mallarını ateşe verdiğini ve yağmaladıklarını anlattı. Eryılmaz,
“Türk ihracatçıların mallarını gasp edenler bizim hükümetin destek verdiği silahlı gruplar. Biz takındığımız tutumla ayağımıza değil, kafamıza kurşun sıkıyoruz. Bunun da maalesef tedavisi yok. Bu sınır kapandı, ihracat durdu, nakliye durdu, her şey tamam” diye konuştu. Muhalif grupların Bahava’yı ele geçirmesinin Türk güvenlik güçlerinin desteğiyle gerçekleştiğini ileri süren Refik Eryılmaz, Suriye helikopterlerinin olaya müdahalesinin Türk uçakları tarafından engellendiğini iddia etti. Eryılmaz, “Kontrol hükümetin elinde değil. Burası, küresel güçlerin istihbarat birimlerinin cirit attığı her türlü provokasyona açık bir bölge haline geldi. İnsanlar tedirgin ve gelecek endişesiyle yaşıyorlar” dedi.

Haber: Fatih Erboz

Karmaşık olayları anlamak için…

Dostlar,

Sanırız, içinde bulunduğumuz koşulları sağlıklı irdeleyebilmek için Sayın Tınaz Titiz‘in aşağıda sunduğumuz, arşivimizdeki yazısı epey yarar sağlayacaktır..

Buna çok da gereksinimimiz var..

Aşağıdaki şemayı da biz sunalım..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 31.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

 

Karmaşık olayları anlamak için…

Tınaz Titiz 
tinaztitiz@gmail.com

 

 

http://bit.ly/MOcLcw adresinde grafik biçimde, silgili bir kuşun kalemin bütünüyle “enerji” olduğu –ki E=mc2 dolayısıyla değil- gösterilmişti. Bununla anlatılmak istenilen ise aşağıdaki birkaç ana-denklemdi.

Maslow’un ihtiyaçlar denklemi:

• Kendini gerçekleştirmek (bireysel potansiyellerini harekete geçirmek)

• Saygı görmek (kendine saygısı olması ve başkalarından saygı görmek)

• Ait olmak (Sevgi, şefkat, bir grubun parçası olmak)

• Güvenlik (Barınma, tehlikelerden uzak kalmak)

• Fizyolojik (Sağlık, yiyecek, uyku)

Bu ihtiyaçların tümü refah ve mutluluk türleridir.

İnsan, en alttaki ihtiyaçlar en öncelikli olmak üzere, tüm imkânlarını bunları tatmin etmek için uğraşır. Altlara doğru indikçe bu uğraş en vahşi formlarda ortaya çıkabilir (aç kalan kişilerin birbirlerini yemeleri gibi).

Silgili kurşun kalem bütünüyle enerji olduğu gibi, tüm refah ve mutluluk türleri, tamamen enerjinin –çeşitli yoğunluktaki formları [1]- cinsinden ifade edilebilir. Bunlara “değer” denilebilir.

Buna göre ancak enerjiye (veya onun yoğun hali olan değerlere) sahip olan birey ve toplumlar refah ve mutluluğa sahip olabilirler.

İnsanlar değer peşinde koşarlar.

Değerler nadir, peşinde koşan sayısı ise çoktur.
Buradan çatışma çıkar.

Çatışmada üstün olabilmek yine enerji ve türevleri (değer) yoluyla mümkündür.

O halde değere sahip olmak varlığını sürdürmek için zorunludur.

Bu zorunluk, insanlar tarafından konulabilecek tüm kuralları geçersiz kılar. Kurallara uyulmasını sağlayabilmek (iktidar) değerlere (enerji ve türevleri) sahip olmakla mümkündür.

Bir toplum sahip olduğu ve varlığından haberdar olmayabileceği değerleri korumaz. Bu, istismara açık bir alandır ve bu değer, ihtiyacı olanlarca –aralarındaki mücadelenin galiplerine göre- ihtiyaç duyanlara transfer edilir.

Bir toplum sahip olduğu değerlerin varlığından haberdar, ama onları koruma gücüne yeterince sahip değilse yine istismara açık alanlar oluşur. Bu defaki transferler hile veya zor kullanarak gerçekleşir.

Transfer işinde ustalaşan toplumlar giderek güçlenirler. Bir kişi veya toplumun çözebildiği sorunlar onun Sorun Çözme Kabiliyetini, dolayısıyla da başkalarından değer transfer edebilme kabiliyetini giderek artırır.

Bir kişi veya toplumun çözemediği sorunlar onun Sorun Çözme Kabiliyetini, dolayısıyla da başkalarının değer transfer edebilmelerine direnebilme kabiliyeti giderek azaltır.

Herhangi bir anda bir transfere konu olmayabilecek sorunlar, güçlü olanlarca birer koz (Bkz. http://bit.ly/O97njP adresindeki ALEGAR başlığı) halinde biriktirilir ve zamanı geldikçe, girişecekleri transfer süreçlerini kolaylaştıracak şekilde devreye sokulur.

Koz formunda buzdolabına konulanlar tasnif edilerek etkililik, kullanılabilirlik vb. karakteristiklerine göre saklanırken, bir yandan da koz stoklarının zenginleştirilmesine çalışılır. Uluslararası ilişkiler ve değer transfer süreçleri “koz” konsepti çerçevesinde yürür.

Dünya toplumları ikiye ayrılır  :

Koz konseptinin farkında olup onu kullananlar ve farkında olmayıp –ayrıca farkında olma konusunda dirençli olup- sürekli ağlaşanlar, bağıranlar, geçmişiyle övünerek adım adım yok olmaya ilerleyenler.

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın 29 Ekim 2012 Ulus Konuşması


Dostlar,

Biz de başından beri oradaydık. Olup bitenlere tanık olduk.
Gerçekten bayrama gider gibiydik. Temiz ve özenli giyinmiş, ütülü pantolonumuz ve “Atam izindeyiz” motifli kravatımızla, ciddiyet ve vakarla tören alanına girmiştik.

  • Provokasyon bahanesiyle kutlamaları iptal / engelleme aczi gösteren yönetim, kutlama alanına girişte insanları aramadı! Bu hususu özellikle kaydetmek istiyoruz.

Konuşmalar sırasında ses düzeninde sorunlar yaşadık nedense??..

Alanda cep telefonu görüşmelerinde zorluklar yaşadık nedense??..
Üzerimizden hep polis helikopterleri geçip durdu..
Korku dağları sarmıştı..
Taciz ve tedirgin edildik.
Ulusal Kanal’ın canlı yayını aksadı nedense??..
Ulus meydanına, Atatürk heykelinin çevresinde toplanmada zorlandık.
Küçücük alanda bir de akşamki konser için kapalı tribün kurdurulmuştu..

Yetmedi biber gazı sıklıdı birkaç kez.. En az 3 kez ve 2 kezinde biz de payımızı aldık.
İnsanlar birbirine limon ve pet şişe suyu sundular.
Yetmedi basınçlı su ile örselendik..

10’u aşkın fotoğrafı sitemizde bu gün (31.10.12) ayrı bir dosyada verdik, bakılması uygun olur.. (Lütfen tıklayınız.. http://ahmetsaltik.net/29-ekim-2012-devr-i-akpde-ulustan-ve-anitkabirden-tarihsel-goruntuler/)

  • 29 Ekim 2012 :
    Devr-i AKP’de Ulus’tan ve Anıtkabir’den Tarihsel Görüntüler

Bütün bunlar Türkiye’de oluyor, polis kendi halkına bunu yapıyor ve halkı en doğal Cumhuriyet bayramını kutlama hakkından yoksun bırakmak için yapıyor.

Başbakan RT Erdoğan‘ın talimatı sıkı mı sıkı.
Gelecek kuşaklar bu öyküyü dinlediklerinde inanmakta çoook zorluk çekecekleri tartışmasız.

1. TBMM binası bahçesine giren insanlar için Başbakan RT Erdoğan, içinde bulunduğu tehlikeli ruh halini yansıtır bir tümce kurdu..

Keşke farkında olsa kullandığı dil ile nasıl çırılçıplak kaldığını kamuoyu önünde.
Çevresinde hiç içtenlikli dostları yok mu ? Örn. B. Arınç fotoğrafı görmüyor mu,
yoksa böylesi, anlaşılır nedenlerle işine mi geliyor??

– “Cebren ve hile ile 1. Meclisin bahçesini işgal edenler…” (!??)

Söyleyecek söz bulamıyoruz.. Tarihe not düşelim istedik.

Acaba şunu söylesek mi ?

– Cebren ve hile ile iktidarı ele geçirenler,
sivil darbe ile Cumhuriyeti yıkmak isteyenler!

ADD Genel Başkanı Sn. Tansel Çölaşan‘ın altı çizilmesi gereken içerikli gerçekçi
ve yürekli konuşmasını paylaşmak istiyoruz. Kendisini kutlar, teşekkür ederiz.
Bu kutlama için gösterdikleri kararlı savaşım için de elbette kendisine ve yakın
çalışma arkadaşlarına şükran borçluyuz..

Demek ki, güçleri birleştirince oluyormuş..
Ne demişti büyük Atatürk ?

  • “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.”

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 31.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan’ın Ulus Meydanı Konuşma Metni

 tansel colasan

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL BAŞKANI TANSEL ÇÖLAŞAN’IN
29 EKİM 2012 ULUS MEYDANI KONUŞMA METNİ
Bu gün burada, Cumhuriyetin 89 yıl önce kurulduğu yerde buluşan binlerce vatansevere ADD ve tüm katılımcı kuruluşlar adına hoş geldiniz diyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bizi daha dün, “resmi ideolojinin” savunucusu ve “statükocu” olmakla suçlayanlar
ulusal bayramları “resmi” törenlerden kurtarmayı, halkın kucaklamasına dönüştürmeyi amaçladıklarını söyleyenler; ne oldu da bugün bizleri sadece Hipodromdaki “resmi” törenlere davet ettiler ve buradaki halk buluşmasının önüne binbir engel çıkartmaya çalıştılar.?

Oysa biz, Cumhuriyeti “devlet erkanının” demir soğukluğu ile değil halkla beraber /
elele kutlamak için burada Cumhuriyetin kurulduğu bu anlamlı yerde olmak istedik.
Bizden korktular halktan korktular yurdun her yanından gelmek isteyen vatansever
halk her yerde Valiliklerce engellendi yola çıkmalarına izin verilmedi.

  • Bu zorbalık değil mi?

Devlet kuvvetlerinin böyle bir yetkisi var mı?
Ne zamandan beri Türkiye zorbaların yönetimine girdi?

Ama biz; buraya gelmeleri engellenen binlerce vatanseverin yerine de buradayız.
Hatta, burada görevli oldukları için panzerleri bizlere çeviren ama gönülleri bizden yana olan polis kardeşlerimiz yerine de buradayız.

Biz, Türk aydınlanma devrimini yeniden etiyle, kemiğiyle- halkla buluşturabilmek için buradayız.

Bunu başardık.

Bizleri, halka tepeden bakan yaratıklar gibi gösterip, kendilerini halka yakın göstermeye çalışanlara karşı işte burada görüldüğü gibi aslında biz halkız ve Anadolu’nun yiğit “topraktan öğrenip kitapsız bilen” bilge insanıyla, çiftçisi, esnafı, işçisi, kadını, erkeğiyle birlikte karanlığı yıkmak için buradayız.

Kimseye, hiçbir güce, okyanusun ötesine dayananlardan değil yalnızca halka dayandığımız ve Anadolu’nun her karış toprağını vatan, memleket bellediğimiz için buradayız.

Bölücü Anayasa girişimiyle din, mezhep ve etnik köken farkı gözetilmeden
Türk Milletinin, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı olduğu inancını”
ortadan kaldırmaya çalışanlara karşı olduğumuz için buradayız.

Yurdun her köşesinden hemen her gün şehit cenazeleri kaldırıldığı halde silah zoruyla ülkeyi bölmeye çalışan, teröristle mücadele yerine müzakere masasına oturanlara, mutabakatlar imzalayanlara karşı olduğumuz için buradayız.

Büyük Ortadoğu projesine taşeronluk yaparak, ülkemiz Ortadoğunun savaş bataklığına sürüklemek isteyen yeni Enver Paşalara, Abdülhamit’lere karşı olduğumuz için buradayız.

Ama Gazze’de tanklar altında ezilen çocuklara kardeş, ana, baba olabilmek – Felluce’de – Telafer’de – Halep’te işgali yaşayanlara özgürlüklerine kavuşmalarında yoldaş olabilmek için de buradayız.

Ortaçağ karanlığına karşı aydınlanmayı yaratanların Mevlana’nın – Ahmet Yesevi’nin – Pir Sultan Abdal’ın – Yunus Emre’nin ateşiyle aydınlanabilmek için buradayız.

Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini karatmaya kültür ve sanatımızı tek tek ortadan kaldırmaya ülkeyi otoriter bir din devletine dönüştürmeye kalkışanlarla mücadele etmek için buradayız.

Bu toprağın insanlarının yokluğunu yokluğumuz – açlığını açlığımız bildiğimiz için buradayız.

Bağımlı iç-dış politikalarla neyimiz varsa satıp-savıp ulusal ekonomimizi çökerten-işçisi, memuru, esnafı, çiftçisi, genci, yaşlısı ile milleti- işsizliğe, açlığa, yoksulluğa iten – haklarını unutturup sadakaya alıştıran, siyaseti sonlandırmaya; Cumhuriyetin Halkçılık ilkesini yeniden hayata geçirmeye kararlı olduğumuzu duyurmak için buradayız.

Muammer Aksoy’la, Bahriye Üçok’la, Uğur Mumcu’yla, Ahmet Taner Kışlalı’yla, Necip Hablemitoğlu’yla düşüncelerimizi toprak altına gömmeye aydınlarımızı, bilim adamlarımızı, gazetecilerimizi, askerlerimizi Silivri zindanlarında çürütmeye çalışanlara karşı soykırımı yıkmak için buradayız.

Biz Halkız!

Bu toprağın ve insanın sesini, sözünü bıkmaksızın dinlemek beraber yürümek beraber üretebilmek beraber paylaşabilmek, Cumhuriyetimizin amacı olan ve bugün artık önümüzde bir görev olarak duran; – tam bağımsız, ulusal egemenliğe dayalı, çağdaş, demokratik Cumhuriyeti hayata geçirmek için buradayız.

Tansel Çölaşan
ADD GENEL BAŞKANI

ANKARA TABİP ODASI’nın 29 Ekim 2012 için basın açıklaması


D o s t l a r,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın aşağıdaki basın açıklamasından
mutlu olduğumu belirtiyorum.  Keşke TTB de benzer bir açıklama yapsaydı.
Dahası, Cumhuriyet’in hekimleri, yürüyüşte meydanlarda olsalardı.
Büyük ATATÜRK, “Beni Türk hekimlerine emanet edin..” dememiş miydi?

İzmir Tabip Odası ne güzel yaptı, bakar mısınız ??

Sevgi ve saygı ile.
31.10.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Değerli Meslektaşımız,

Son dönem ülke gündemine ilişkin olarak Ankara Tabip Odası tarafından bugün
(30 Ekim 2012) yazılı gerçekleştirilen basın açıklamasını aşağıda okuyabilirsiniz.

Saygılarımızla.

ANKARA TABİP ODASI
BASIN AÇIKLAMASI, 30 Ekim 2012

 Burası Türkiye Cumhuriyeti!

Anayasasında “Cumhuriyet” olduğu yazılı olan ülkemizde, Cumhuriyet’in ilan edildiği günü kutlamak isteyen yurttaşlara iktidar geçit vermiyor. Bugün ya da geçmişte, dünyada bunun bir örneği daha var mıdır acaba? Ülkenin kuruluş gününü kutlayan, arasında birçok hekim ve tıp öğrencisinin de yer aldığı  halkın üzerine çocuk-yaşlı demeden gaz sıkılıyor, tazyikli su sıkılıyor, barikatlar kuruluyor; bunlar yetmiyor helikopterlerden alanlara biber gazı atılıyor. Bugüne dek “bayramları stadyumlara hapsettiler” diyen AKP, şimdi halka kendi bayramını nasıl kutlayacağını öğretiyor; kendi tek tipçi zihniyetini dayatmaya kalkışıyor.

Bugün Türkiye’de egemen olan kuvvet, her gün otoriter yönetimin yeni bir örneğini sergiliyor. İktidarın en masum eleştiriye dahi tahammülü yok artık.

  • En masum ve barışçı gösteriler yasaklanıyor.
    Barış istiyoruz diyenler coplanıyor, yerlerde sürükleniyor, hapse atılıyor.

Kendisi ile aynı düşünmeyen, davranmayan  hiçbir kesime ve kişiye yaşam hakkı tanımamaya azmetmiş olanlar, bugün hapishanelerde milletvekillerinin, öğretim üyelerinin, öğrencilerin, belediye başkanlarının, gazetecilerin özgürlüklerini ellerinden alıyorlar.

  • Bu ülkenin hapishanelerinde çocuklara tecavüz ediliyor.

Bu ülkenin hapishanelerinde açlık grevlerinden insanlar ölüme yaklaşırken kimsenin kılı kıpırdamıyor. Bugün bu ülkenin hapishaneleri ile sokakları arasında neredeyse fark kalmamıştır. İçerideki ile dışarıdaki arasındaki mesafe çok kısalmıştır.

Bugün Türkiye’de saflar ve hatlar, gözleri gören herkes için çok net.
Bizler, her yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini koruyan ve geliştiren, emekten yana bir ülkeyi isteyenler, özleyenler, hep birlikte kararlılıkla bu amaç için mücadele veriyoruz, vereceğiz.

Ankara Tabip Odası