Etiket arşivi: ahmet saltık

Suriye’ye Hatay’dan Bakmak..

SURİYE’ye HATAY’dan BAKMAK

Hamide Yiğit
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46875, 11.8.12

“Mülteci” adı altında Türkiye’ye gelen silahlı adamlar Antakya’da cirit atıyor. Asker elbiseli, silahlı, yanlarında korumalarla tur atıyorlar. Medyanın “muhalifler” dediğine Antakya halkı asla muhalif demiyor. Nedenini şöyle açıklıyorlar:

“Nasıl isimlendireceklerini bilememek hali var. Suriyeli desek, yıllardır Suriye halkıyla ekonomik, akrabalık, komşuluk ilişkilerimiz var. Biz Suriye halkını böyle bilmeyiz. Muhalif desek, arkasında halk desteği olur, halkla birlikte muhalefet eder. Oysa bunlar tam bir çapulcu ve ellerine hak etmedikleri bir değer ve fırsatlar verilmiş, adeta terör estiriyorlar…”

Nasıl ki, İncirlik “planlama ve koordinasyon merkezi” ise, Hatay da artık ABD’nin Suriye konusundaki “operasyon merkezi” olmuştur. Sınır, silahlı gruplar için “yol geçen hanı” durumunda. Hatay’daki kamplardan Suriye’ye günü birlik giriş yapıp saldırı düzenliyor ve kamplarına geri dönüyorlar. Ya da yaralı dönerlerse, sınırda onları bekleyen ambulanslarla ilçe ve merkez hastahanelere taşınıyorlar.

Mülteci kampından daha çok evlerde barınanlar var. Halk, kamplarda yaklaşık 7 bin kişinin kaldığını, ama bu sayının en az üç katı kadar “mülteci”nin evlerde (Antakya merkez ve sınıra yakın ilçelerinde) kaldığını söylüyor. Kaygılarını da şöyle ifade ediyorlar: “Kampta kalanların kaydı vardır, kim oldukları bellidir belki ama evlerde kalanların ne olduğu, kimliği, ne yaptığı-ne yapacağı belli değil. Suriye uyruklu olmayanlar da vardır ve kaldıkları evler silah deposu gibi.”

Esnaf canından bezmiş

Canlarının istediği restoranta girip yemek yiyorlar ve hiçbir ödeme yapmadan çıkıp gidiyorlar. Esnafın artık patlama noktasına gelip de, “Yeter artık, yediklerinizin parasını ödeyin” dediğinde sürekli şu cevabı aldıklarını söylüyorlar: “Seninle sonra görüşeceğiz, biz burayı beğendik. Çok yakında senin bu restorant bizim olacak…”

Bu öyle yaygın hale gelmiş ki, bakkalı, berberi, ayakkabıcısı vb. hepsi, “Bu çapulcular bizim memleketimize, mallarımıza göz dikmişler, buralar bizim olacak diyorlar.” biçiminde kaygılarını ifade ediyorlar. Sokakta silahlarını göstere göstere geziyorlar, halktan onlara bakan olursa da “Ne bakıyorsunuz? Canınızı yakarız..” diyorlar.

Esnaftan para ödemeden ya da çok az ödeyerek sıkı pazarlıkla birçok şeyi almak istiyorlar. Bir Suriyeli istediğini alamadığında cep telefonuna sarılıp, “Şimdi Recep’i arıyorum (Recep Tayyip Erdoğan’ı kastediyor), size haddinizi bildireceğim” diyebiliyor.

Bizi bezdiriyorlar. Polisin bizi değil, sanki bize karşı onları koruyacağı garantisi kendilerine verilmiş gibi hareket ediyorlar. Ve polis çağıramıyoruz, ama onlar bizi sürekli polis çağırmakla tehdit ediyorlar. Örneğin 5 TL’lik bir alış verişte “Al şu 1 lirayı ve sus, yoksa şırta’yı (polis) çağırırım.” diyorlar.

Hastahanelerde daima öncelik Suriyelilerin. Muayene sırası gelmiş bir hasta, aniden kapı dışarı ediliyor, onun yerine Suriyeli hasta alınıyor. İtiraz edildiğinde de, “Sisteme girişleri yapılıyor, bizim elimizden bir şey gelmez” deniliyor. Hastaneye getirilen her yaralı Suriyelinin etrafında sivil polislerimizin (Antakyalının deyimiyle MİT) cirit attığını, gelen yaralıya halkın göz ucuyla bakmaya dahi cesaret edemediğini ifade ediyorlar.

Mezhep çatışmasına zemin hazırlanıyor

AKP ve medyasının mezhep odaklı hedef gösterme ve nefret söylemi, Hatay’da ciddi boyutlara varmış durumda. Malatya’da patlak verenin, bir “davulcu” meselesi kadar basit olmadığı, göz göre göre kıyıma sebep olacak bir mezhep çatışması zemini oluşturulduğu artık görülmek zorunda. Görülmeyen asıl tehlike ise Hatay ve çevre illerinde olanlar.

Bu yüzden Hatay halkı diken üstünde.

Hoşgörü ve kardeşlik kenti diye bilinen Hatay’da uyumak, tilki uykusuna yatmaktır artık. Gözünü saldırıya açma ihtimalini barındıran bir kaygıyla uyumaktır. Ya da gözünü açarken, “Savaş çıktı mı?” diye soran gözlerle güne başlamaktır. Bütün bu kaygıların altında yatan şey, AKP’nin yarattığı ve medyanın sorumsuzca körüklediği mezhep çatışması ihtimalidir. Çünkü Suriye’ye yönelik küresel saldırının ana hedefi Esad ve Esad’ın mezhebi olunca, Hataylılar, yaratılmak istenen algının ilk farkına varanlar ve hissedenlerdir.

“Hatay’ın içinden, kamptan ‘Esad’ı hallettikten sonra sıra size gelecek’ tehditleri yapıldı ve ne polisimiz ne de hükümetimiz buna karşı hiçbir şey yapmadı” diyorlar. Bu algıyı besleyen AKP ve onun medyası, Hatay halkını Alevi-Sünni diye kutuplaştırmayı başarıyor gibi. Bir taraftan “Alevi Esad, din kardeşlerimizi katlediyor” algısı yaratıldı, diğer yandan, “Aleviler silahlanıyor, Esad için savaşıyorlar” propagandası yapılıyor. Hatay’daki tüm Alevilerde ciddi bir tedirginlik yaratan bu atmosfer, sihirli bir el tarafından sosyal paylaşım sitelerinde derinleştiriliyor.

Örneğin REYHANLI / HATAY alı bir sosyal paylaşım sayfası..

“İranlı Şiiler Hatay’dan yoğun bir şekilde toprak satın alıyor, Esad yanlıları, Şiilere yardım ediyor. Amaçları Hatay’ı da içine alan bir Nusayri Devleti kurmaktır. Biz Sünnileri Hatay’dan kovacaklar. Bu Alevilere asla izin vermeyelim” propagandasını yaydı. Bu paylaşımın yarattığı etki, tam bir kışkırma hali. Yapılan yorumlardan bazıları:

“Alevileri Hatay’da istemiyoruz, cehenneme gitsinler… Esad’ın köpekleri.. Dindaşlarınız Lazkiye’de cehenneme gönderildikten sonra sıra siz Samandağ’lılara gelecek…” Bu tür yorumlarda açıkça belli olan tüyler ürpertici gelişmeler var.

Hatay halkı bir boyutuyla bu kışkırtmaların üstesinde gelebilir belki, ama mesele tek boyutlu değil. Hatay halkı hissiyat olarak bir çıkmaza doğru sürüklendiğini ifade ediyor ve kaygılanıyor. Yalnızca “Esad’ın gitmesi”ne odaklanan kontrolsüz, asitmetrik ve oldukça nefret içeren kirli bir savaş yürütülüyor.

Esad düşse de düşmese de tehlike büyük

Bir boyutu şudur kaygının: “Her halukarda büyük bir tehlike var. Eğer Esad düşer de amaçlarına ulaşırlarsa, dedikleri gibi sıra bize gelecek kaygısını yaşıyoruz. Kaygılanmak için yeteri kadar sebebimiz var. Özgür Suriye Ordusu’nun, Alevileri hedef göstererek ‘sıra size gelecek’ tehdidine karşı hükümet ve polis kılını kıpırdatmadı, Hatay halkını rahatlatacak bir adım atılmadığı gibi, bu çirkin kışkırtmalar devam etti. Sınırda ‘Devrimden sonra Alevilerin malları da kadınları da size helaldir’ mektupları ele geçirildi. Amaçlarına ulaştıkları takdirde tehlikenin boyutu büyüktür.”

İkinci boyutu:

Bu kadar kinlenmiş bu güruh eğer Esad’ı düşüremez ve yenilgiye uğrarlarsa da büyük tehlike ile karşı karşıyayız diyorlar. Çünkü bunlar tekrar Suriye’ye gidemezler. İhanetin, işbirlikçiliğin ve yaptıkları onca katliamın karşılarına çıkacağını biliyorlar, o yüzden gidecek yerleri yoktur. O zaman büyük bir olasılıkla Hatay’a yerleşeceklerdir.

O zaman da yenilginin öfkesi de eklenince, durum tam bir felakete dönüşebilir.
Yağma, talan ve katliam.”

Kamptaki 15-16 yaşlarındaki çocukların diline hakim olan tek sözcük; “katliam”dır.
Çocuklar bile “Allahın izniyle hepsini katledeceğiz!” diyorlar.

Bu tehlikenin farkındayız ama Türkiye pek farkında değil.

Sınırda savaşın sesi: Top atışları

İki hafta kadar önce Samandağ halkı gece 4-5 saat boyunca savaşın top seslerini dinledi. Suriye ile aramızda sınır oluşturan meşhur Kel Dağı, her zaman yarı yarıya sisler içine gömülü, bir silüet gibi durur. Çoğu zaman orada bir “kel dağı silueti” olduğu unutulur. Top sesleri, sanki Kel Dağının bağrından kopan “Suriye ile aranızda ben varım” çığlıkları gibiydi. Sınırlarımızdan Suriye’ye saldırı için giden silahlı gruplar, Lazkiye yolu üzerinde Suriye ordusuyla çatışma yaşadılar. Top sesleri ile geçen saatler sonrasında yaralılar taşındı akın akın, Antakya hastahaneleri dolup taştı.

Sabaha doğru sisler içinde keli kaybolmuş dağa yönelen bakışlar, “Savaş çıktı mı?” diye soran gözler… Savaşın sesleriyle geceyi geçiren Samandağlı bir kız çocuğu şu notu düşüyor Facebook sayfasına: “Utanıyorum ve korkuyorum. Benim Hükümetimin sebep olduğu ölümlerin sesini duyuyorum.”

Korkunç iddialar

Dış destekli paralı askerlerin Suriye halkına karşı uyguladığı şiddeti Hatay halkı biliyor. Bu algıyı güçlendiren şeyler anlatılıyor. Silahlı gruplar Reyhanlı sınırından girip, Suriye Bab el Hava sınır kapısını bir süreliğine ele geçirdiler.
O süre içinde yeşil bidonlarla sürekli bir şeyler taşındığı, Bab el Hava sınır kapısına dizilen çöp bidonlarına Türk polisinin gidip silah bıraktığı, Reyhanlı’dan çok sayıda piknik tüp satın alındığı ve bu tüplerin bomba yapımında kullanılacağının söylendiği iddiaları dolaşıyor.

Yaklaşık bir buçuk hafta önce Yayladağı’ndan girip, Suriye Şabanlı köyü karakoluna bir saldırı gerçekleşti. 6 Suriye askeri öldürüldü. Bu operasyonu gerçekleştirenler hakkında da korkunç iddialar dolaşıyor. Parası, Kaymakam tarafında ödenmiş bir minibüsle Suriye’ye girildiği ve operasyon gerçekleştikten sonra aynı minibüsle geri dönüldüğü konuşuluyor. Yurt gazetesinde aynı operasyonun video kayıtları yayımlandığında, bu iddiayı güçlendiren kanıtlar ortaya çıktı.

Video kaydında öldürülen Suriyeli askerleri videoya kaydedenler Arapça konuşuyor,
ama bu Arapça ve cesetlere yöneltilen hakaret ve küfürler, kesinlikle bir Suriyeliye ait olamaz. Kullanılan dil, daha çok Hatay-Reyhanlı Arapçasına benziyor. Onun dışındakilerin Türkçe konuşmaları duyuluyor. Kayıttaki konuşmalar içinde “Allah razı olsun, Minibüs nerde, Minibüs gelecek mi” cümleleri geçiyor ki, bu konuşmalar, katliamı yapanların gittikleri minibüsle geri döndüklerini doğruluyor.

Hatay medyaya tepkili

Savaşı halka “pazarlayan” medyanın yalanı Hatay’dan daha net görülüyor.

Suriye’de olayların başladığı ilk günden itibaren medyanın yalan haberler yaptığını biliyor ve gözlüyorlar. Suriye’nin her kentinde akrabaları vardır Hataylının. Dilini konuştuğu, yayınlarını izlediği, yazılı basınını okuduğu, hiçbiri yoksa her olaya bir telefon kadar yakın durduğu gerçeği, bu denli saptıran medyaya ateş püskürüyorlar.

Hatay bu süreçte basın ordusu akınına uğradı. Hatay’ın sokağındaki sıradan bir vatandaşı şaşkına çeviren ısmarlama haberler yapıldığına tanık oluyorlar. Örneğin, Harbiye’den Yayladağı’na doğru kameralarını çevirmiş bir yayın ekibinden (haber kanalının adı sanı belli ancak burada ismini vermiyoruz) bir muhabirin canlı bağlantıda “Suriye topraklarından yayın yaptığı ve yoğun çatışma sesleri duyulduğu” yalanına tanık oluyorlar. Göz göre göre bu kadar yalana halk öfkeleniyor ve yayın ekibi tartaklanıp oradan kovuluyor. Bunun gibi birçok gazete ve gazetecinin Hatay’ın içinden, “Suriye’deymiş görüntüsü vererek” yalan haber aktardıklarına tanık oluyorlar.

Yayladağı halkı hem gergin hem de kazançlı

Gergin; çünkü, Yayladağı halkı mültecilerle ilk muhatap olandır ve bugüne kadarki sirkülasyonun, sorunların, sınır ihlallerinin en canlı tanığıdır. Aynı zamanda muhaliflerle iç içedir. Kimin Selefi komutanı, kimin Vahabi komutanı, kimin El Kaideci olduğunu ayırt edebiliyor, diğerlerinin ne olduğunu biliyor. Örneğin tepeden tırnağa asker kıyafeti ile dolaşan, ama ayağında spor ayakkabı olan biri için “bu çapulcudur” diye tanımlıyorlar. Bu çapulcu takımının son zamanlarda askeri botlar satın almaya yöneldiklerini söylüyorlar.

Suriye’de kanlı iç savaşın en ağır bedelini gene masum halk, özellikle kadın-çocuk ve yaşlılar ödüyor.. Bu tablodan eli kanlı emperyalizm baş sorumlu. Bir o denli de ne yazık ki
bu iğrenç-alçak politikaları taşeron olarak kraldan çok kralcı üstlenen AKP iktidarı.. Her ikisinin de yerine insanlık adına utanıyoruz.. Hem de ölçüsüz..
RT Erdoğan, beyzbol sopasıyla işte böyle kullanılıyor.. 3 Kasım 2002 ve sonraki seçimlerde verilen Atlantik ötesi “sonuç alıcı-iktidara getirici desteğin” faturası..
Suriye ordusunun Halep’te yakalayıp tutsak aldığı isyancı birliklerin (emperyalizm onlara ÖZGÜR SURİYE ORDUSU diyerek zihnimize sözel-retorik tuzak kuruyor..) başındaki Türk general ne anlama geliyor? Türkiye bunu yalanlayabilir mi?
Bn. Clinton yangına benzin dökmek üzere ülkemizde ama
Rusya ve Çin sıkı durarak yangını söndürebilir, söndürmeli.
Hamide Yiğit’e yazısı için teşekkür ederiz.
Sevgi ve saygı ile. 12.8.12
Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Yayladağlılar Arapça bilmedikleri için, Suriyeli mültecilerin Yayladağlı kadınları Arapçayla taciz ettiklerini söylüyorlar. Bu durumdan fazlasıyla rahatsız olan Yayladağ halkı, “Biz kapımız açık uyurduk, ama şimdi kapı pencerelerimizi kilit altında tutuyoruz” diyorlar.

Kazançlı; çünkü Yayladağ kampına devlet tarafından karşılanan her türlü malzeme alınıyor. Gıda, giyim, çocuk bezi vb. Hatay yerel basınında devletin ödeme yaptığı
bu malzemeler arasında prezervatif olduğu bile yazıldı. İhale usulü alımı yapılan malzemeler bol. Mülteciler devletten aldıkları malları, yarı, hatta çeyrek fiyatına Yayladağlılara satıyorlar. Pazarda Suriyeli mülteciler sürekli tezgah açıyor.
Hatta esnafa toptan mal satanlar da var.

Elektrik kesintileri, felaketin habercisi

Harbiye ve ardından Yayladağı. Bu yol güzergahında elektrikler kesiliyor, sokak
ve caddeler de dahil her yer zifiri karanlık. Bu arada askeri mühimmat ve silahlı grupları sınıra taşıyan araçlar geçiyor. Geçiş tamamlandıktan sonra elektrikler veriliyor. İlçe halkının tanık olmasına izin verilmeyen bu nakliyat, bölge halkında ciddi tedirginlik yaratıyor.

Ermenilere dönük saldırı tehdidi de söylenti olarak dolaşıyor. Son birkaç gün içinde ortaya çıkan bu söylentiye göre Kamplardan, “Keseb’e saldıracağız. Ermeniler de katledilecek” mesajları geliyor. Suriyeli çocukların bile dillerinden düşürmediği “katletme” sözcüğü, bu kez Keseb için kullanılıyor. Olasılık ne olursa olsun, bu tüyler ürpertici söylemin mutlak surette dikkate alınması gerektiği gerçeğinin altını çizmekte yarar var. Keseb, Yayladağı’na en yakın ve Ermenilerin yoğun yaşadığı bir sınır kasabası. Ermenilere dönük bir saldırı ‘girişimi’ dahi, Samandağ’da yaşayan Ermeni halkının hedef haline gelmesine neden olabilir.

Bu birkaç gün içinde ara ara önce Yayladağı’nın, ardından Keseb’in elektrikleri kesildi. Halk tedirginlik içinde yaşıyor. 2 Ağustos’ta gece yarısına doğru, aynı yöntemle karanlıkta 6 otobüsün sınıra doğru hareket ettiği görüldü. İçinde El Kaidecileri ve askeri mühimmatı taşıdığı konuşulan otobüslerin sınırdan girişi, söylentideki gibi Keseb’e saldırılacak endişesini yükseltti. Bir süre sonra 2-2.5 saat süren top atışları, bomba sesleri gelmeye başladı. Çatışma sesleri, Keseb tarafından değil de, aksi yönden gelince olay anlaşıldı ki, Hatay’dan 6 otobüs dolusu silahlı çatışmacı, Halep’i “kuşatmaya” gidiyor ve sınırdan çok ileri gidemeden Suriye güvenlik güçleriyle çatışmaya giriyor.

Suriye’de olan bitene Hatay’dan bakmak, çok özetle böyle bir şeydir.

17 aydır neden bulamadıkları bir savaşın kapı eşiğinde patlayacağı korkusunu yaşayan bir halk. Ekonomisi durmuş, kazancı bitmiş, ekmeği küçülmüş bir Hatay. Bugüne kadar kardeşçe yaşadığı hemşehrilerinden ayrıştırılmak, kimliği, mezhebi öne çıkarılarak bir birine kırdırılmak istenen Hatay halkı. Sürekli akrabalarından ölü-yaralı haberleri alan, almaktan hep korkan Hatay…

Ve en kötüsü; kardeş-akraba Suriye halkına yöneltilen saldırıların merkez üssü olan, kurşun sıkanlara ev sahipliği yapan Hatay… Bunun öfkesi ve üzüntüsüyle her sokağında, her hanesinde konuşulan şudur: Biz bu ayıbı daha fazla taşımayı reddediyor, her geçen gün hızla yaklaşan felaketi artık beklemek istemiyoruz.

Ve… Mülteci kampları derhal Hatay’dan alınsın ve öncelikle insanı amaçlı kullanılmak üzere düzenlensin! Sınırlar, silah geçişine ve “teröristlere” kapatılsın!…

Cemaatın dev parası AKP’ye bumerang..

AKP-RTE cepheleri çoğalttı; azaltmak için.. Arkaplan izlenip sorgulanmalı, dikkatle..
Sevgi ve saygı ile. 11.8.12, Ankara
Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

Fethullahçılara büyük şok

Der Spiegel, eğitim örgütleriyle birlikte ‘Fethullahçılar’ın ‘gizli ittifak’ını sorguluyor.

Almanya merkezli Der Spiegel dergisi, Fethullah Gülen cemaatinin Almanya’daki ‘en tehlikeli’ İslami hareket olduğu ifadelerine yer verdiği haberinde, eğitim örgütleriyle birlikte ‘Fethullahçılar’ın ‘gizli ittifak’ını sorguluyor.

Almanca konuşulan dünyanın en büyük haber dergisi Der Spiegel, yeni sayısında Gülen cemaatinin Almanya’da da korkutucu bir güce sahip olduğunu belirtti. Fethullah Gülen hareketinin İslamcı ve Batı düşmanı bir zihniyete sahip olduğuna dair açıklamalara da yer verilen haberde, “cemaat”in Almanya’da gençlere özellikle eğitim ve barınma sorunlarından hareketle yaklaştığı ve sürekli yeni yandaşlar kazandığı kaydedildi. Dergi karamsar bir tablo çıkarırken Gülen’in geçmişteki yaşamı ve görüşlerinden ABD’deki günlerine kadar geniş bir döküm sundu ve Almanya’nın ciddi bir İslamcı güçle karşı karşıya olduğu mesajını verdi.

Der Spiegel “cemaat”in her türlü saydamlıktan uzak ve gizlideki yüzüyle de korkutucu niteliğini tartışmaya açarken, kendisini dinler arası barış ve hoşgörünün egemenliğinde bir hizmet hareketi olarak tanıtan “Fethullahçılar”ın, karşıtlarınca gizlilik içinde çalışan aşırı muhafazakâr bir gizli ittifak olarak görüldüğünü vurguladı. Dergide, Almanya’daki Fethullahçı “öğrenim ve ticaret kurumlarının” da dökümü verilirken dünyaca ünlü İslam uzmanlarının değerlendirmeleri yayımlandı.

Fethullah AYETULLAH HUMEYNİ GİBİ

Hollandalı sosyolog Martin van Bruinessen, Gülen cemaatinin gizli Katolik örgütü “Opus Dei” ile paralelliklerine dikkat çekti. Amerikalı tarihçi ve Ortadoğu uzmanı Michael Rubin, Gülen’i İran devriminin lideri Ayetullah Humeyni’ye benzetti. Alman İslambilimci Prof. Dr. Ursula Spuler -Stegemann ise “Fethullahçılar”ın “Almanya’daki en önemli ve en tehlikeli İslami hareket” olduğunu ve her yere dağıldıklarını savundu.

Bu arada, dünyaca ünlü iktisat profesörü Dani Rodrik’in “Bu hareket boğazına kadar kirli işlerin içine batmıştır” sözleri haberde öne çıkarken, Zaman gazetesinin eski Avrupa Genel Yayın Müdürü Mahmut Çebi’nin cemaate yönelik tüm suçlamaları reddettiği belirtildi.

‘FETHULLAH CEMAATI BİR TÜR MAFYADIR’

Rodrik’in Zaman gazetesi ve cemaate ilişkin “Zaman gazetesi, bu mafyayı yalan, sahtecilik ve çarpıtmalarla desteklemektedir” sözleri haberde dikkat çeken ifadeler arasında yer alıyor.

Derginin haberinde, Fethullahçılık’tan ve “Işık Evleri”nden ayrılanların deneyimleri de sıralandı.

Gülen cemaatinin büyük gücünün sadece Türkiye değil artık Almanya’da da açıkça görüldüğünü bir tabloyla destekleyen Der Spiegel, Gülen hareketinin Almanya’daki “yüzü” olarak tanımlanan Berlin’deki “diyalog derneği” FID’nin 31 yaşındaki Başkanı Ercan Karakoyun’un portresini, “söylenenlerle gerçeklerin çeliştiğine” dair örneklerle verdi. (Cumhuriyet, 7.8.12)

Siyasetin karanlık, derin dehlizlerinin cilveleri.. AKP Cemaat ile 40 yıllık köprüleri atıyor mu??

ABD-İSRAİL PAYANDASI TÜRKİYE.. Ne Onursuz Bir Konum ve İşlev..

Bu payandalığın ülkemize getirisi nedir? Dış politikada duygusallık, dostluk, arkadaşlık yoktur; ülkelerin karşılıklı çıkarları vardır. Bu da yetmez, dış politika onurlu olmak, yurt ve dünya barışına hizmet etmek zorundadır. Ülkemiz kullandırılırken ağır bedeller ödüyor, şehitler veriyoruz.. Kritik soru şu : İktidar mı kazanıyor, ne kazanıyor? Şehitler, gaziler pahasına? Bu kirli kanlı BOP oyunu daha ne denli sürdürülebilir? Halk elbet uyanacak ve hesabını soracaktır!
Sevgi ve saygı ile. 10.8.12, Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

DEVRİM BARIŞ GETİRİR

İP Genel Başkan Yardımcısı Sn. Mehmet Bedri Gültekin, 23 Ağustos 2011’den beri
2. kez tutuklu.. Silivri’de tutsak.. Ama o koşullarda bile üretmeye devam ediyor.
İşte devrimcilik böyle bir donanım, kalkan sağlıyor insana.. Selamlıyorum saygı ile.
Ahmet Saltık, 10.8.12, www.ahmetsaltik.net

Olmak ya da Olmamak

Mehmet Bedri Gültekin
10 Ağustos 2012, mbgultekin@ip.org.tr

DEVRİM BARIŞ GETİRİR

Enver Paşa, Türkiye İş Bankası tarafından yayımlanan anılarında, 1908 Devrimini izleyen günleri, ülke çapında büyük bir barış ve huzur havasının egemen olduğu günler olarak tanımlar. Hükümetin etkisinin hiç hissedilmediği o günlerde “kentlerde hırsızlık olayları bile olmuyordu.” der.
‘Abdülhamit döneminde dağlarda olan Rum ve Bulgar çeteciler de öbek öbek kente iniyor, silahlarını teslim ediyor ve köylerine dağılıyorlardı. Rum ve Bulgar komşularımız evlerimize ziyaretler yaparak bizleri kutluyor ve Devrimin ülke için iyi olacağını söylüyorlardı.’

Enver Paşa’nın söyledikleri özetle böyle. Paşa’nın yapmış olduğu bu betimlemenin
bütün Devrimler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Cumhuriyet’in barışı

Cumhuriyet Devrimi, Türkiye’ye Anadolu topraklarında yüzyıllardır görülmeyen bir barışı getirmiştir. Bu barışın, 12 Mart 1971 dönemindeki kesintinin ardından 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesine dek sürdüğünü söyleyebiliriz.

Cumhuriyet’in ilk 15 yılında irticaya ve bölücü-feodal kalkışmalara karşı alınan önlemleri
bir önceki dönemle kıyas içinde ele almak gerekir. Çağdaş bir toplumda emperyalizmin ve
Ortaçağ güçlerinin varlığı, barışı ortadan kaldıran ögelerin varlığı anlamına gelir.
Bu bakımdan Cumhuriyet’in kuruluş döneminde yapılan kimi yanlışlar, esası gölgeleyemez.
Cumhuriyet, Anadolu topraklarına yüzyıllardır olmayan barışı getirmiştir.

12 Eylül öncesindeki şiddet hareketlerini 12 Eylül’ün bir parçası olarak değerlendirmek gerekir.
27 Mayıs 1960 Devrimi büyük bir toplumsal barışın ve ekonomik kalkınmanın kapısını aralamıştır. 1960’ların Türkiye’si her anlamda olumlu gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir.

28 Şubat 1997, yarım kalmış olan bir devrimci silkiniş olarak değerlendirilebilir.
Ama buna karşın Susurluk ile ortaya çıkan (1996) Gladyo-Mafya örgütlenmesinin etkisiz kılınması, terör sorununun önemli ölçüde bitirilmesi ve Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkiler kurması
28 Şubat’ın sonuçları arasında sayılabilir.

Yani 28 Şubat da kendi ölçeğinde barış getirmiştir.

Yakın tarihimizin son büyük devrimci atılımı, 2007 yılında yapılan Cumhuriyet mitingleridir.
Milyonlarca insanın katıldığı, Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşen bu büyük kitlesel eylemlerde tek bir kişinin bile burnu kanamadı.

Bunun da ötesinde, bu tür eylemlerde genellikle çok sık görülen hırsızlık-kapkaççılık gibi benzeri suçların hiç olmayışı dikkate değer bir durum olarak saptanmıştır.
Aynen Enver Paşa’nın dediği gibi; ‘devlet otoritesi yok ama hırsızlık bile olmuyor.’

Mütareke dönemindeki kaos

Karşı Devrim dönemleri ise tam tersine büyük bir kargaşa, çatışma, kanunsuzluk dönemleridir. Toplumu ileri veya geri götüren süreçler kendi doğasına uygun sonuçlara yol açıyor.
1918 – 21 İstanbul’u, emperyalist işgalcilerin ve onların işbirlikçilerinin egemenliğindedir. Yani karşı devrimin… Mütareke Dönemi olarak da bilinir.

Mütareke İstanbul’unda “adaleti” dağıtan Nemrut Mustafa Divanıdır. Yalancı tanıklarla hükümler verilmektedir.

Dönem, yurtseverlere idam, Malta sürgünü ve hapis dönemidir.

Toplumsal barış değil, tam tersine Türkler ile öbür azınlıklar arasında çatışma körüklenmektedir.

Menderes iktidarı (1950-60), Devrim’den geri dönüştür. Aynı zamanda bu dönem toplumun
karşıt kamplara ayrılmaya başladığı bir dönem olarak tarihe geçmiştir.
12 Mart 1971 dönemi binlerce yurtsever devrimcinin hapse atıldığı, idam sehpalarının yeniden kurulduğu ve işkence tezgâhlarının çalıştığı bir gericilik dönemidir.

12 Eylül 1980 ise 12 Mart’a rahmet okuttu her bakımdan. Toplumsal barış Türkiye topraklarında
12 Eylül rejimi tarafından öylesine berhava edildi ki, yeniden kurulabilmesi
ancak büyük bir toplumsal devrimle olanaklı olabilir.

AKP iktidarı, son yüzyıllık tarihimizde gericiliğin son hamlesidir. Son olduğu için kendisinden önceki hamlelerle kıyaslanmayacak ölçüde toplumsal barış düşmanıdır.
AKP milletimizi inançlarına göre bölmüştür.
Etnik ayrılıkları daha da derinleştirmiştir.

Yalnızca Silivri yargılamaları, Mütareke İstanbul’unun adaletinden daha beter bir durumun yaratıldığını gösterir.

Devrim ihtiyacı

Özetle anlatmak istediğimiz büyük gerçek şudur:

Devrim barış, birlik ve huzur demektir.

Karşı devrim ise iç çatışma, anarşi, bölünme ve huzursuzluk demektir.

Devrim bütün insanların içinde olan ortak özlemi açığa çıkarır. Toplumsal konumu ve düşüncesi ne olursa olsun her insanın içinde barış içinde yaşamak duygusu ve özlemi vardır.

Devrim büyük kitlelerin bu özlemle harekete geçmesi, büyük kitle hareketinin
bu yönde ortaya koyduğu istencin bütün toplumu sarması demektir.

Bu anlamda devrimci kitle hareketi insanların içinde bulunan “iyi”yi ortaya çıkarır.
Aynı “irade”, kötüyü bertaraf eder veya geri plana iter, görünmez hale getirir.

Toplumların, kaos dönemlerinde nesnel olarak radikal çözümlere yönelmeye hazır hale gelmelerinde, “barış”ın ancak devrimle kurulacağı gerçeği rol oynar.

Türkiye’de bugün barış, emperyalizm ve Ortaçağ gericiliği tarafından dinamitlenmiştir.

“Barış”, yeniden ancak “Devrim”le tesis edilebilecektir!

90 Yıl Sonra SEVR Anlaşması / Onur Öymen

Dostlar,

Deneyimli ve birikimli diplomat, Büyükelçi Sayın Dr. Onur Öymen, 2 yıl önce bugünlerde İstanbul Barosu’nun konuğu olarak SEVR Ankaşması’nı 90 yıl sonra değerlendiren kapsamlı bir konuşma yaptı. Sunu metnini internet ortamında paylaştı. Hoşgörüsüyle, minik minik kimi dil arıtması ile sizinle paylaşmak istiyoruz. Konuya ciddi tarihsel bilgi katkısı sağlıyor bu makale. 2 yıl önce sunulmuş olması güncellik sorunu yaratmıyor. Sevr, Lozan ve o zamanın koşulları ile Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve başta İnönü olmak üzere dava ve silah arkadaşlarının ne denli zor koşullarda savaşım verdiklerini anlamak için bu makale okunmalı, paylaşılmalı.

Sevgi ve saygı ile.
10.8.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================================

SEVR_90._Yil_Onur_Oymen

Life … instant frames.. / Yaşamdan kesintiler

Life

Dostlar,

Yaşamın güçlükleri içinde güzelliklerini de gözardı etmeyelim ki,
sorunlarla başetmede güç sağlayalım..
(Dosyayı sunan Sn. Suna Gürkem’e teşekkürlerimizle..)

Sevgi ve saygı ile.
9.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Polis peşimde… Neden mi?… Az sonraaaa…

Dostlar,
Levent Kırca’nın 30 Temmuz 2012 günlü AYDINLIK’ta çıkan yazısı.. Müthiş..
Okuyun hak vereceksiniz.. Eline gönlüne sağlık güzel insan..

Sevgi ve saygı ile. 9.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

===================================================================

Levent KIRCA

Polis peşimde… Neden mi?… Az sonraaaa…
Aydınlık – Haberler, 30 Temmuz 2012

Bizden daha komik bir ülke herhalde yoktur. Sorunlar diz boyu değil, gırtlağa dayanmış. Boğulduk boğulacağız anasını satayım. Ne Cumhuriyet kalmış, ne Atatürk. Ülkenin ilericisi, aydını hapishanelerde çürütülüyor. Amerika’nın buyruğu üzerine Ortadoğu allak bullak… Suriye’nin toprağı ve petrolü ABD’nin iştahını kabartıyor. Biz de maşacılık yapıyoruz. Atatürk, kendi kurduğu meclise giremezken, ordu evlerinde hacılar, şeyhler, hocalar fink atıyor. Onca sorun varken Hülya Avşar, Antalya Film Festivali’nde jüri başkanı olsun mu olmasın mı, bu tartışılıyor. Gazeteler, korktukları için gerçekleri yazamıyorlar, malum. Çoğu da yandaş medya… Ne bekliyordunuz ki bu gibi konularda elbette. Sayfa dolduracak, ahkâm kesecek.

Hülya Avşar kardeşim

En önemlisi insanın kendisini bilmesidir. Kendi yerini bilmek insan için en büyük erdemdir. Seviyeni bilmezsen sana yerini gösterirler. Herkes istediği yere oturamaz yaşamda. Dünya görüşün, erdemin, eğitimin ve kültürün, yaşam biçimin, ürettiklerin belirler bunu. Canım kardeşim, bana teklif geldiğinde “Başkan da olabilirsiniz” dediler. Estağfurullah dedim ne haddime. Başkanlık vazifesini ülkemizde layıkı ile yapabilecek o kadar değerli, yetkin kişiler var ki en azından o insanlara haksızlık olur diye düşündüm. Sonra da eser sahiplerinin haklarını düşündüm. “O zaman jüri üyesi olun” dediler. Dedim ben daha çok “Tiyatrocuyum”, “Televizyoncuyum”, eğitimim ve kültürüm bunun üzerine. 47 yıllık tiyatro sanatçısı ve rejisörüyüm.

İki yüz küsur ödülüm var, bazısı uluslararası ödül. Beykent Üniversitesi Konservatuarı’nda ve Kadir Has Üniversitesi’nde hocalık yaptım ve yapmaktayım. İsviçre’de resim ve heykel tahsili yaptım ama buna rağmen acaba yeterli olabilir miyim, dedim. Yanlış bir şey yapıp, bir eserin doğru değerlendirilmesine engel olursam; kendimi affetmem. Bir yönetmen ve oyuncu olarak bu tip festivallerde hep haksızlığa uğramış, bu nedenle söylenmiş kişi olarak, yanlış bir şey yapmak istemem.

Hülyacım, canım kardeşim

Sanat ikiye ayrılır; Plastik Sanatlar ve Fonetik Sanatlar.
Plastik göze hitap edendir, fonetik ise kulağa hitap eder. Örneğin müzik fonetiktir.
Bir heykel, plastiktir. Tiyatro ve sinema hem fonetik hem de plastiktir, ikisini birden içerir.

Sen örneğin şarkı söylüyorsun, ne tip şarkı söylediğini hepimiz biliyoruz. Bu, bir filmin müziğini değerlendirmek için yeterli mi sence? Senaryodan, dramaturjiden, mizansenden anlar mısın? Edebiyat nedir, felsefe nedir bilir misin? Alaylı bir oyuncusun, akademik oyunculuğu tartabilir misin? Ne okudun, ne okuyorsun? Dünya literatürü, dünya görüşün var mı, varsa hangi görüştesin?

Heykellerin yıkıldığı, Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın kapatıldığı bir dönemde, bu konuda sanatçı olarak bu duruma tavır koydun mu? Bir sanatçı olarak, görüşü nedeniyle Fazıl Say’ın süründürüldüğünü biliyorsun, hiç fikir beyan ettin mi? Mehmet Aksoy’un heykeli ucube denilerek yıkıldığında neredeydin? Hadi geciktin diyelim, şu anda bir görüş sürebilir misin ortaya?

Tarafsızlık diye bir şey yoktur. Sen Atatürk ve Devrimleri’nden yana olabilir misin?
Ülkede 4+4+4 kapsamında sanat müfredattan çıkarıldı, farkında mısın? Ata’nın bayramlarına yasak kondu, Gençliğe Hitabe’si yasaklandı. Bu konuda bir sanatçı olarak herhangi bir şey yaptın mı? Yurtsever aydınların cezaevlerinde yazdıkları herhangi bir kitabı okudun mu? Nazım Hikmet kimdir, Kemal Tahir’i duydun mu, hayatında kaç kere Mine Kırıkkanat okudun? Sen orada bir filmi doğru değerlendirip seçebileceğinden emin misin, yoksa televizyon şovlarında olduğu gibi çevrendekilerin orasını burasını mı avuçlayacaksın?

Hiç Fazıl Say dinledin mi?

Grup Yorum’un müziği hakkında fikrin var mı?

“Ruhi Su”yu tanımadığını ben biliyorum.

Mahsuni’yi, Neşet Ertaş’ı, Musa Eroğlu’nu, Arif Sağ’ı, Orhan Hakalmaz’ı dinlemişliğin var mıdır?

Kaç tiyatro oyunu seyrettin hayatında?

Bilimsel olarak sinemanın tarifini yapabilir misin?

Hiç resim ya da heykel sergisine gittin mi?

Bana yerli / yabancı kaç ressam, kaç klasik müzik bestecisi sayabilirsin?
Eserlerinden örnek verebilir misin?

İstersen gel şöyle yapalım, seninle uygun göreceğin bir TV kanalında sinema tartışalım.
Var mısın? Ak ya da kara çıksın ortaya, var mısın?

Dünyaca ünlü kaç yönetmen biliyorsun? Martin Scorsese, Brian De Palma, Stanley Kubrick, Francis Ford Coppola, François Truffaut, Luchino Visconti, Claude Lelouch, John Ford, Billy Wilder, Alejandro Amenabar, Pedro Almodovar duydun mu?

Yapıtlarından örnek verebilir misin?

Madem jüri başkanısın, gel seninle bir televizyonda tartışalım ikimiz baş başa.
Bu cesareti görebilir misin? Sadece sinema hakkında konuşalım. Ben kendimi jüri üyeliği hakkında dahi yetersiz görürken, bakalım sen başkan olarak yeterli misin?

Mine Kırıkkanat

Çok sevdiğim, yazılarını keyifle takip ettiğim bir köşe yazarımız… Dünya görüşü olan, cesur, korkusuz bir yazar… Genel kültürü ve cesareti açısından festivalde eser sahiplerinin güvencesi olacaktır.

Selçuk Yöntem, değerli bir oyuncumuz. Ayşegül Aldinç iyi bir müzisyen. Pelin, yetenekli bir genç kardeşim… Objektif olacaklarına ve bu konuda titizleneceklerine eminim ve onlara güveniyorum.

Sevgili Hülya,

Hatırlayacağını umuyorum. Biz tiyatroyla turnedeydik. Siz de Antalya Film Festivali’nde bir filminizden ötürü sıkıntı çekmiştiniz. Yıllar önce oldu bu olay. Jüri başkanını ve jüri üyelerini protesto etmek istediniz ama bu işi nasıl yapacağınızı bilemiyordunuz. Sen, Perihan Savaş, birkaç oyuncu daha, benim otelime gelmiştiniz. Ben de müşteki olduğunuz için, ricanız üzerine size bir bildiri hazırlamıştım. Jüri başkanının ve üyelerinin filminize haksızlık ettiğini düşünüyordunuz. O zaman bu işlerin zor olduğunu, hakça yapılabilmesi için yeterli kültüre sahip olmak gerektiğini uzun uzun anlatmıştım sana. Hazırladığım bildiriyi de alıp gitmiştiniz, bilmem anımsıyor musun? Şimdi ne değişti, aynı duruma sen düştün, öyle değil mi?

Festivalde üye olmana itirazım yok. Bu öyle bir sorumluluk ki, sonunda hesap vermek zorunda kalırsın, benden söylemesi.

Dikkat!

Bir insan bir filmde, hatta pek çok filmde oynamış olabilir. Bu, jüri üyesi ya da başkanı olmasını gerektirmez.

Turnedeyiz

Azınlık adlı politik oyunumuzu geçen gün Marmaris’te, bir sonraki gün Datça’da, en son da Didim’de oynadık. Binlerce insan ayakta izledi ve alkışladı. Her ne ise… Didim’de oyundan sonra dostlarla rakı içtik. İçki yasağı eli kulağında olmasına rağmen, henüz Didim’de içki içebiliyorsun. Neyse, dost meclisinde bir emekli başsavcı ile tanıştım. Allahına kadar Atatürkçü. Bana bir hikâye anlattı rakılarımızı yudumlarken.
Aynen aktarıyorum;

Sayın Başsavcımın kızının Ankara Bahçelievler’de başına birşey gelmiş. Kızımızın omzunda bir Atatürk dövmesi varmış. İki tane tesettürlü genç kız, Atatürk dövmesini görünce rahatsız olmuşlar, kızı polise şikâyet etmişler. Kızımız bir arkadaşıyla kafede kahvesini yudumlarken, bir polis memuru geliyor yanlarına. “Hakkınızda şikâyet var” diyor. Kız soruyor, “ne gibi bir şikâyet?” Polis yanıtlıyor “Omzunuzda Atatürk dövmesi varmış. Lütfen karakola kadar bizimle gelin.” Kız çaresiz düşüyor peşlerine.
“Babamı arayabilir miyim?” diyor. Yanıt “arayamazsınız.” Karakola giderken kızımız
gene de arıyor babasını. Gel zaman git zaman kız kolundaki Atatürk dövmesinin hesabını vermeye çalışırken emekli başsavcı yetişip geliyor kızının yardımına. Komiser acımasız sorularıyla sıkıştırıyor kızı. Ama kız da cesur hani. Ne de olsa başsavcı kızı.

Polis soruyor “neden kolunda Atatürk dövmesi var?” Savcı baba yanıtlıyor soruyu, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş Atatürk’ün hesabını mı soruyorsunuz bana? Şu anda dalgalanan bayrak Atatürk sayesinde dalgalanmıyor mu? Size Atatürk Türkiye’sinde Atatürk’ün hesabını mı vereceğiz?

Komiser, “vereceksiniz” diyor. Çok geçmeden kapı açılıyor ve içeri başkomiser giriyor.
“Ne oldu?” diyor, anlatıyorlar. Allah’tan başkomiser Atatürkçü, bir kahve ikram edip salıyor başsavcıyı ve kızı. Acaba bu hikâye bir film senaryosu olarak yazılsaydı,
hatta çekilip Hülya Avşar’ın önüne gelseydi, bu filmi ödüllendirir miydi?

Kutluğ Ataman

Bu arkadaş; Türkiye’nin en önemli sanatçılarından, değerli operacı, tiyatro sanatçısı, ressam Semiha Berksoy’u kandırıp, 80 küsur yaşındaki bu duayen sanatçının çıplak filmini çekmiş sanat yapıyorum diye. Sonradan, bu durumu fark eden kızı Zeliha Berksoy (Türk tiyatrosunun önemli oyuncularından, konservatuar tiyatro bölümü, bölüm başkanı) Kutluğ Ataman’ı mahkemeye veriyor (bu konuda internete girip araştırabilirsiniz). Önemli köşe yazarımız Mine Kırıkkanat da, Kutluğ’u eleştiren sert bir yazı yazıyor. Yazılan bu eleştiriye kesinlikle katılmıştım. Açıkçası Kutluğ’un ipliği çok geçmeden pazara çıkıyor. Antalya Film Festivalinin jüri üyesine bakın siz. Bir de benim hakkımda fikir yürütmüş. Antalya Film Festivalinde önce jüri üyeliğine “evet” dediği halde değerli yazar Mine Kırıkkanat’ın da jüri üyesi olduğunu duyunca çekiliyor üyelikten. Kutluğ için hiç de iyi şeyler konuşulmaz piyasada. Ahlaken de mazbut değildir, gerekirse daha ayrıntılı bilgiyi sonradan sizlerle de paylaşmayı borç bilirim.

Polis peşimde fellik fellik beni arıyor

Evet, beni arayan Marmaris polisi… Marmaris’te savcılık oynadığım Azınlık oyunu ile ilgili ifademi almak için beni arıyor. “Azınlık” benim 6 aydır 50 ayrı ilimizde, halkın hınca hınç doldurduğu amfi tiyatrolarda oynadığım, ayakta alkışlanan oyunum. En son Marmaris’te, Datça’da ve Didim’de oynadım. Marmaris’te AKP İlçe Başkanı ve Bazı AKP’liler de ajan gibi izlemişler oyunu. Ve benimle ilgili bir toplantı yapıp suç duyurusunda bulunmuşlar.

Söyledikleri şu:

Eskiden Levent Kırca’yı biz de izlerdik ama artık izleyemiyoruz, diyorlar
Oyunda çok küfür varmış ve 18+ yaş ibaresi yokmuş.

Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na, hatta AKP Hükümetine hakaret ve küfür ediliyormuş. Bu nedenle AKP Marmaris Başkanı savcılığa suç duyurusunda bulunmuş.

Tek tek cevaplıyorum:

Beni eskiden beğenerek izliyorlardı çünkü iktidarda değillerdi. Dolayısıyla başka partilerin eleştirilmesi hoşlarına gidiyordu. Kendilerine olunca tahammülleri yok. Oyunda müstehcen bir durum ya da küfür yok. Oynadığım oyunun yazılı metnini hem bu arkadaşlara, hem de savcılığa teslim edeceğim. İspatı mümkün.

Oyunda Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na asla küfür edilmiyor. Bu kadar salak olmadığımı herkes bilir. Kaldı ki bu oyun benim bir buçuk yıldır Aydınlık Gazetesi’nde yazdığım yazılardan oluşuyor. Suç unsuru olsaydı, zaten yayınlanmazdı. Ayrıca azınlık oyununu oynamaya devam ediyorum. İsteyen gelip görebilir.

Oyunun Ankara ve İstanbul’daki galasını öne çekip Eylül ayının ikinci yarısında gerçekleştireceğim. Ve Sayın Başbakan’ı, Sayın Cumhurbaşkanı’nı, basını, kamuoyunu bu galalara davet edeceğim. Herkes gerçeği kendi gözüyle görsün.

Oyunun adı, az sayıda kalan, Atatürk ve Cumhuriyetçiler için “Azınlık”.

Azınlık oyununda, Türkiye, Menderes’ten başlayarak sırasıyla 27 Mayıs ihtilali, Cemal Gürsel (eleştiriliyor), koalisyon hükümetleri, Tansu Çiller, Demirel, Mesut Yılmaz, Kenan Evren darbesi, Turgut Özal dönemi eleştirilerek komik bir biçimde anlatılıyor. Korkan gazete sahipleri, dönek köşe yazarları eleştiriliyor. Silivri’de ve diğer hapishanelerde yatan paşalar, yurtseverler, işinden kovulan gazetecilerden sıklıkla söz ediliyor. Elbette ki Erdoğan Hükümeti de eleştiriliyor. Ama ne hakaret ne de küfür yok.

Çokça Atatürk’ten saygıyla söz ediliyor. Yasaklanan bayramları ve Gençliğe Hitabesi’nden söz ediliyor.

Gelelim işin gerçek yüzüne

Elbette ki günün birinde, sıranın bana da geleceğini biliyordum. Konuyu çarpıtmanın gereği yok. Eğer Atatürkçülükten yargılanacak, Cumhuriyet’i sahiplendiğim için hapis yatacaksam; şerefle, bu bana gurur verir. Ama bilesiniz ki, artık Türkiye patlama noktasındadır. Buradaki bu saldırı, bana değil, benim aracılığımda Atatürk’e ve
Atatürk Cumhuriyeti’nedir. Korkmadığımı da açıkça ifade etmeliyim.

Sanata düşmanlık kapsamında, ucube denilerek yıkılan heykelden tutun da, devlet ve şehir tiyatrolarının kapanmasıyla süren, dağıtılan Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nın ardından, benim oyunum “Azınlık” hedef alınmıştır.

Azınlık oyunu, oynadığı kısa süre içinde saygın, önemli kurumlardan ödüller almıştır.

Prof. Dr. Türkan Saylan En İyi Oyun Ödülü.

Uluslar arası Prof. Cüneyt Gökçer En İyi Oyun Ödülü.

İsmet Küntay En İyi Erkek Oyuncu Ödülü

Dikili Festivali İnatçı Keçi Ödülü.

Mizahçılar Derneği Yılın Mizahçısı Ödülü.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi aynen şöyledir:

“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir.”

Foça’daki terörist saldırının düşündürdükleri

Çok değerli Dr. Onur Öymen,
İnanılmaz ustalık ve derinlikte yorumlar yapıyorsunuz. İyi ki varsınız ve iyi ki yazıyorsunuz. Üstelik 1 sayfayı geçmeyen kısa ve özlü değerlendirmelerle..
Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.. Lütfen aydınlatmaya devam ediniz, lütfen..
Sevgi ve saygı ile. 9.8.12, www.ahmetsaltik.net
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim Danışma Kurulu Yazmanı

Foça’daki terörist saldırının düşündürdükleri

Dr. Onur Öymen
ooymen@hotmail.com, 9.8.12

Terör Güneydoğuda can almaya devam ederken bu kez Foça’da da askerlerimize saldırdı.

Orada bir şehidimiz, 11 yaralımız var. İzmirlilerin yaralı askerlere kan vermede seferber olmaları ve terörü lanetlemede gösterdikleri güçlü tepki gurur vericidir.

Hiç kimse gerçeklere gözlerini kapatmasın. PKK terörünü bitirmek için Türkiye’nin her şeyden önce diplomaside güçlü bir tavır alması gerekiyor.

Adres Vaşington’dur.

Çünkü PKK’nın Kuzey Irak’tan tümüyle temizlenmesi için kapsamlı bir kara operasyonu yapmamıza başından beri Amerika karşı çıkıyor. Tek başına hava istihbaratıyla sonuç alınamayacağı çoktan görülmüştür. Dışişleri Bakanı Davutoğlu şimdi Myanmar’da değil, Vaşington’da olmalı ve Amerika’yı bu konudaki engellemesinden vazgeçirmeliydi.

Dünyada, komşu bir ülkeden gelen terörü bertaraf etmesi engellenen tek ülke Türkiye’dir.

Üstelik bir müttefik ülke tarafından… Basınımızın büyük bölümü bu konuda sessiz ve tepkisiz.

ABD Dışişleri Bakanı, kısa bir süre önce İstanbul’daki bir terörle mücadele toplantısında, “Son on yılda dünyada 120.000 terörist yakaladık..” dediğinde,
“Niçin bunlardan hiçbiri Kuzey Irak’ta yakalanmadı?” sorusunu soran çıkmadı!

Hükümet, Kuzey Irak’ta Amerika’nın koyduğu engeli niçin aşamadığını halka anlatmalıdır.

‘PKK’nın arkasında yabancı ülkeler var..’ demek yetmez. Bu ülkelerin adını açıklamalıdır.

Faturayı sadece Suriye’ye kesmek de inandırıcı değil.
10 yıldır Kuzey Irak’taki PKK’lıları Suriye mi destekliyordu?

Muhalefet de önceliği PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesine vermeli ve ortalık kan gölüne dönmüşken ve Şemdinli’de iki haftadır operasyonlar sürerken Komisyon veya Akil Adamlar Komitesi kurulması gibi önerilerini bir yana bırakmalıdır.

Artık gerçekleri açıkça konuşma zamanıdır.

Şu veya bu siyasal beklentiyle başımızı kuma gömmek, yabancı ülkelerin sorumluluğunu halktan saklamak yapabileceğimiz en büyük yanlıştır.

Şehitlerimizin canlarını verirken gösterdikleri cesareti iktidardaki ve muhalefetteki siyaset adamlarımız hiç değilse gerçekleri halka söyleyerek göstermelidirler.

Saygılar, sevgiler.

Dr. Onur Öymen

600 üncü dosya :Kapitalizme ağır eleştiri.. Chris Hedges..

Dostlar,

600üncü dosyamızı sizlere sunuyoruz..

29 Nisan 2012 akşamı (bir süre aradan sonra yeniden) başladığımız web yayıncılığımızda, 100. günde toplam 600 dosyayı sizlere sunduk.

9 Ağustos 2012 günü okunan dosya sayısı 600’e, ziyaretçi sayısı ise ortalama
300’e erişti.

Desteğiniz için şükran borçluyuz.

AYDINLANMA için okumak ve okutmak durumundayız..

Bu gün, 10 Ağustos 1920’de son Osmanlı Padişahı, Atatürk’ün pek haklı olarak suçladığı üzere hain ve alçak 6. Mehmet Vahdettin, SEVR Anlaşması’na imza koyarak,
öz yurt Anadolu’nun bile işgal edilmesine ve parçalanmasına onay vermişti.

Ankara’daki TBMM ise bu Anlaşmayı tanımamış ve imza koyanları hain ilan etmişti.

Dün Atatürk ve arkadaşlarının İstiklal savaşı verdikleri emperyalistler, günümüzde yaşamı neredeyse tüm dünyada zehir eden kapitalistler birbirinin uzantısı..

Bir ABD yurttaşının ülkesinde kapitalizmin tüm temel kurumları nasıl mahvettiğini
bu 600üncü dosyada acı acı paylaşıyoruz..

Büyük Atatürk’ün ünlü sözüdür :

“.. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizm ile savaşımı MESELEK edinmeliyiz…”

Hepimize kolay gelsin..

Emperyalizm ve kapitalizm ile savaş için hattı müdafa yok, sathı müdafa var.. O satıh tüm vatandır, tüm elverişli mekanlardır ve tüm meşru araçlardır..

AYDINLANMA kazanacak elbette..

Sevgi ve saygı ile.
10.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Chris Hedges’i kritik ve son derece yerinde, sistematik-kurumsal eleştirisinin Türkçesi aşağıda..

Biz şimdi öyle bir millet içinde (ABD’de)yaşıyoruz ki;

– Doktorlar sağlığı bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Avukatlar adaleti bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Üniversiteler bilgiyi bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Hükümetler özgürlüğü bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Basın bilgi edinmeyi bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Din, moral değerleri bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Ve bankalarımız ekonomiyi bozuyor.. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Ve Türkiye ABD’nin peşinde kendisini mahvediyor..
(Son tümce Ahmet Saltık’ın eklemesidir..)

Özetle, kokuşmuş kapitalizmin tüm temel kurumları artık yapıcı değil yıkıcı işlev görüyor..

Ya da, başka bir deyişle; KAPİTALİZM, ABD toplumunun tüm temel kurumlarını çürüttü.. Doğalıkla böylesi bir toplumun sonu kaçınılmaz olarak çöküştür..

Hazin olanı, Türkiye’nin bu ülke ile “stratejik müttefik” olma masalına kendisini inandırmış olarak, bir yanılsama (illüzyon, hezeyan) içinde kendisini tahrip etmesi..

Chris Hedges’in uyarılarına ekleyelim, yukarıda ekledik..

– Ve Türkiye ABD’nin peşinde kendisini mahvediyor..

AMA;

* “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile.
9.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makroevrenden Mikroevrene.. 10^44 Mertebelik Bir Spektrum

44_mertebeli_makro_ve_mikro_evren_ae_

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamız çok ilginç bir sunu paylaştı..
Artık kendisini bu siteden de çok iyi tanıyorsunuz..
Savunma Sanayisi Eski Müsteşarı,
Nükleer Fizik uzmanı,
ADD Bilim Danışma Kurulu Başkanı..

“Boyut” kavramının ne denli görece olduğu bundan daha iyi nasıl anlatılabilir?

Evrende “ölçebildiğimiz” kadarıyla 10^44 (10 üssü 44) büyüklüğünde bir spektrum içinde yer almakta tüm canlı ve cansız oluşumlar, nesneler..

Mikroevrenden, makroevrene..

Metrolojiye (Ölçümbilim) teşekür borçluyuz..

Evreni, yaşamı anlama çabamızda da hiç kuşkusuz BİLİM en gerçek yol göstericimiz olacak..

Önce merak edeceğiz.. Merak etmeyi öğreneceğiz..

Dolayısıyla soru soracağız : Neden, niçin, nasıl ??

Sonra da artık evrenselleşmiş bilimsel yöntemle gözlem ve deneye dayalı, ölçmeye-matematiğe dayalı olarak bilimsel bilgi üreteceğiz..

Evreni daha iyi tanıyacak, onunla daha çok uyum sağlayacak ve daha mutlu olacağız bu sayede..

Reçete bu..

Ne mistik, ne ilahi.. Somut, gözlenir ve sınanır durumda.
Üstelik Ay’a iniş ve Mars’a inişle de bilimsel bilgimiz ve bilimsel yöntembilimimiz (metodolojimiz) sınavı başarmış durumda..

Sevgi ve saygı ile.
9.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net