Etiket arşivi: 12 Mart ve 12 Eylül

12 Mart ve 12 Eylül

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 19 Temmuz 2021

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan’da TBMM’ye gelmeyerek konuşma yapmamayı alışkanlık haline getiren ve kurduğu padişahlık düzeniyle TBMM’nin yetkilerini kısıtlayan “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde TBMM’yi hatırladı ve burada yaptığı konuşmada, 15 Temmuz’u gölgelemeye çalışanların, ülkesine, milletine ve bu darbe girişiminde yaşamını yitirenlere ihanet ettiğini söyledi.

Acaba bu durumda, TBMM’nin kuruluşunu temsil eden 23 Nisan’ı, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcını temsil eden 19 Mayıs’ı, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasını temsil eden 30 Ağustos’u, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu temsil eden 29 Ekim’i yıllardır gölgeleyen Erdoğan’a ve AKP hükümetine ne demek gerekir?!

Vatanseverliği, vatanın kuruluşunun temelleri yerine, kendi şahsına ve hükümetine yönelik bir darbe girişimiyle ölçen bir siyasetçinin, vatanseverlik söylemlerinin bir samimiyeti olabilir mi?!
***
Erdoğan ve AKP, söylemleriyle ve eylemleriyle, bu devletin ve vatanın temellerini yıllardır gölgelediği gibi, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini de yıllardır gölgelemektedir. Erdoğan’a ve AKP’ye yönelik bir darbe girişimi ulusal anma günü haline getirilirken, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri için aynı uygulamaya gidilmemektedir!

Neden? Çünkü Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara taşıyan ortamın altyapısını 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri hazırlamıştır! ABD emperyalizmi tarafından desteklenen bu darbeler, Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren (AS: başlayarak) yükselişe geçen sosyalist, komünist, demokratik sol ve sosyal demokrat akımları, hareketleri ve örgütlenmeleri yerle bir etmiş, onun yerine, bir yandan laiklik karşıtı İslamcı, dinci, köktendinci, bir yandan da ırkçı, faşist, şovenist örgütlenmelerin gelişmesine yol açmıştır.

15 Temmuz askeri darbe girişimi elbette eleştirilmelidir ve bu darbe girişimine karşı kesin bir tavır alınmalıdır. Ancak bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ulusal bayramları gölgeleyenlerin, bir yandan da 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerine negatif ayrımcılık yaparak onları halka unutturmaya çalışanların, 15 Temmuz darbe girişimine yönelik eleştirileri hukuken de, siyaseten de, ahlaken de yok hükmündedir.
***
2017 yılından beri her 15 Temmuz’da, bu darbe girişiminde yaşamını yitiren yüzlerce vatandaş haklı olarak anılmaktadır. Pekiyi, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde yaşamını yitiren, öldürülen, haksız yere hapishanelere atılan, işkence gören binlerce vatandaş neden anılmamaktadır? Onların çoğunluğu sosyalist, komünist, solcu, demokratik solcu, sosyal demokrat olduğu için mi?!

12 Eylül askeri darbesinde Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi kapatıldılar, bu siyasi partilerin yöneticilerine siyaset yasağı getirildi.

Pekiyi, bu siyasi partilerin liderleri arasında yer alan Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, daha sonraki yıllarda iktidar olduklarında, 12 Eylül’ü darbelere karşı bir ulusal anma günü ve resmi tatil olarak ilan ettiler mi? Hayır!

Bu durumda 15 Temmuz’un tek başına “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak anılmasının ne anlamı bulunmaktadır?! Demokrasi ve milli birlik, sadece (AS: yalnızca) Erdoğan’a ve AKP hükümetine yönelik bir darbe girişimi yapılınca mı önemli bir hale gelmektedir?! Türkiye’de devlet, vatan, ülke, millet Erdoğan’dan, onun yandaşlarından ve AKP’den mi ibarettir?!
***
Her şeyden önemlisi, muhalefet partileri neden bu konuda bir eleştiri getirmekten acizdirler?! Cumhuriyet Halk Partisi’nde, İYİ Parti’de, Halkların Demokratik Partisi’nde, Saadet Partisi’nde, Demokrasi ve Atılım Partisi’nde, Gelecek Partisi’nde bu görüşler parti liderleri tarafından neden gündeme getirilmemektedir ve neden hepsi AKP’nin 15 Temmuz korosunda yer almaktadır?!

Bu acı gerçek, iktidarın içinde bulunduğu durumdan daha da vahimdir!

Em. Amiral Türker ERTÜRK : OKUR MEKTUBU…

Türker ERTÜRK
Em. Tuğamiral

OKUR MEKTUBU
İLK KURŞUN, 21 Eylül 2012

Sevgili okurlar,

Yaklaşık 2 yıldır bilgim, birikimin, deneyimim çerçevesinde sizlere yazılarımla ulaşmaya çalışıyorum. Aslında gazetecilik veya köşe yazarı olmak gibi bir idealim geçmişte hiç olmadı. Ülkemizin yaşadığı koşullar beni şu anda sürdürdüğüm mücadelenin içine itti. Yazmak bu çabamın yalnızca bir bölümü!

Okurlarımdan ve izleyicilerimden çok sayıda mektup ve elektronik ileti alıyorum.
Bilmenizi isterim ki, bana gelenlerin hepsini yanıtlayamasam da mutlaka okuyorum.
Bu mektup veya iletilerden kimilerini huzurlarınıza getirmeyi hep düşündüm ama bugüne dek kısmet olmadı. Bugün size bunlardan sizin de ilginizi çekeceğini değerlendirdiğim bir tanesini sunmak istiyorum.

Sayın Ertürk,

Yurtdışında yaşayan ve sizin yazdıklarınızı birkaç aydır satın almaya başladığım Aydınlık Gazetesi’nde okuyan okurlarınızdan biriyim. Abartmadan söyleyeyim; benim için sizin yazdıklarınız inanılmaz derecede güzel. Lütfen yanlış anlamayın ama bu kadar derin bilgi birikimine sahip asker kökenlilerin varlığından haberim yoktu. Bu belki ülkemizin yakın geçmişinde karşılaştığımız asker imajının (12 Mart ve 12 Eylül) kafamıza soktuğu “Subaylar faşisttir, NATO’cudur ve cahildir“ önyargısından da olabilir ki, bu da doğaldır. Çocukluğunda 12 Mart’ı görmüş daha sonra 18 yaşında 12 Eylül kurbanı olup 10 yıl her türlü işkence altında tutuklu kalmış kişi ve kişilerin kafasında asker imajı nasıl olabilir ki?
Bugün siz ve az sayıda da sizin gibilerin varlığı, ben ve benim gibilerin önyargılarını kırmakta, doğru saflarda toplanmamızı sağlamaktadır. Eski TKP/ML-TİKKO taraftarından mektup aldığınızı düşünürsek, bu önemlidir.

Türkiye’den ayrıldıktan sonra uzun yıllar ülkemdeki her şeye sırtımı çevirdim. Ne bir gazete okudum ne de radyo-tv izledim. Ülkemi kendime yabancı görüyordum, kırgındım, küskündüm ve yaralıydım. Ama son yıllarda olanlar beni kendime getirdi. Ben Türküm ve Türkiye benim vatanım. Sosyalist düşünceli bir Türk olarak emperyalizmin örtülü işgaline karşı vatan savunmasında tüm diğer vatanseverlerin yanında yer almak bir görevdir. Benim geçmişte yaşadığım acılar bu görevin yerine getirilmesine engel olamaz!

İşte bu duygularla yeniden yüzümü vatanıma döndüm. Ve ne acıdır ki, eski yoldaşlarım bilerek ya da bilmeyerek emperyalizmin çıkarlarına hizmet ediyorlar.

Türkiye bugün vahşi kapitalist bir sistemle yönetilmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı atılan her kurşunun emperyalizme hizmet ettiğini söylemem bir abartma olmaz. Hedefi emperyalizmle aynı olan bir komünist ya da ulusal hareket, ne ulusaldır ne de komünist.

Bence yapılması gereken en önemli görev ABD ve AB ürünü Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) yenilgiye uğratana kadar çalışılmalı ve sonra ulusal antiemperyalist güçlerin içinde yer aldığı bir hükümet ile ciddi bir toprak reformuna bağlı olarak tüm ülkede 10 Kasım 1938’e kadarki çizgi esas alınarak ilerlemeler sağlanmalı.

Burada kısaca Kemalizm konusuna da değinmek istiyorum. Aslında Atatürk’ün Cumhuriyeti’nden geriye bir şey bırakılmadığını düşünüyorum. Sabiha Gökçen’in, Atatürk’ün ve Zübeyde Hanım’ın heykellerinin dahi saldırıya uğradığı, Türk bayrağının indirildiği, ulusal bayramların yasaklandığı bir Türkiye’dir bugün karşımızdaki.
Peki, bugünlere nasıl gelindi? Atatürk ilkelerinden kopmuş eğitim sistemi ve o eğitimi veren kadrolar suçludur diyorum. Ben 31 yaşına kadar hiç Atatürk eseri okumadığı halde Atatürk’e faşist diyordum. On binlerce diğeri gibi. Sorumlu kimdi? Eğitimcilerimiz bize daha ilkokuldan başlayarak canlı ve heyecanlı bir Atatürk ve Cumhuriyet tanımı yaptılar mı?

Tek hatırladığım Mustafa Kemal’in çocukluğunda tarlada kargaları kovalaması ve Kurtuluş savaşı!
Bu da sanki normal, herkesin yapabileceği bir şeymiş gibi kuru, ruhsuz bir şekilde veriliyordu.

Osmanlı ile Cumhuriyeti aynı gören, köklerimize gitmeyen, İslam öncesi Türk tarihini kafir olarak gören bir eğitim sistemi ile Asya’daki atalarımızın yaşantısı, kültürü, kadının toplumdaki saygın yeri ve özgürlüğü anlatılmadan Atatürk öğretilirse, onun devrimci düşünceleri, heyecanları ve en önemlisi antiemperyalist kişiliği çocuklara aktarılmazsa olacağı buydu! Ne idik? Ne olduk? Atatürk ile tekrar
neleri kazandık? Bu bilinmeden bir genç nasıl Atatürkçü olsun!

İnanır mısınız, Atatürk’e ve Cumhuriyete en çok zararı veren kişilerin, kendine “Atatürkçüyüm“ diyen kişiler olduğuna inanıyorum. Ve özelliklede asker Atatürkçülerin! 12 Martçı ve 12 Eylülcü subaylar hep Atatürkçü olduklarını söylüyorlardı, göbeklerine kadar emperyalizme bağlıyken. Bu asker ve sivil otoriteler hep yönetilmesi kolay bir toplum istediler. Kitaplar yasaklandı ve yakıldı, baskı, korku ve tutuklamalarla ezik, otoriteye boyun eğen, sorgulamayan, eleştirmeyen, korkak, koyun gibi bir toplum yaratıldı. Bugün bu beyni silinmiş çoğunluk işte bu yüzden olanları algılayamıyor ve tepki vermiyor.

Umut yok mu? Var!

Devletin bir zamanlar terörist dediği benim 9 yaşındaki kızım, Türk Bayraklı tişörtüyle
PKK taraftarlarının çocuklarının yoğun olduğu bir okula gidip gururla dolaşıyorsa, umut vardır!

Kişilik, vatan sevgisi, ulus bilinci! Bugün Genelkurmay’da oturan teslim olmuş şahsın ve generallerin benden, benden olamazsa 9 yaşındaki kızımdan utanmaları gerekir.

Çünkü bayrağın indirildiği, ulusal bayramların yasaklandığı, eğitim sisteminin değiştirildiği, Cumhuriyetin yıkıldığı bir ülkenin seyircileri onlardır, ben değilim.

Kaleminiz daima güçlü olsun, sevgi ve saygılarımla.”

Ben de hem okurumuza hem de sizlere saygı ve sevgilerimi sunarım.