Kategori arşivi: SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Bizim yazdıklarımız, oluşturduklarımız dışında değişik kaynaklardan alarak paylaşılmasını uygun bulduğumuz dosyaları içermektedir.

Atatürk niye tartışılıyor? / Zülfü LİVANELİ / Why ATATURK is still under debate?

Atatürk niye tartışılıyor?

Zülfü Livaneli – zlivaneli@gazetevatan.com, 9.7.12
________________________________________

Ey sağduyulu insanlar:

Hiç dünyada böyle bir şey gördünüz mü? 1938’de vefat etmiş bir liderin bu kadar tartışıldığını, her gün köşe yazılarına konu edildiğini, taraftarlarıyla karşıtlarının kanlı bıçaklı olduğunu hatırlıyor musunuz?

Dünyada böyle bir örnek var mı?

Amerikan basını kendi liderlerini unutmuş durmadan Atatürk’ü yazıyor, Fransız basınında
De Gaulle’den çok Atatürk adına rastlanıyor, Britanya’da adı, Churchill’den fazla geçiyor.

Bu size garip gelmiyor mu?

Bütün dünya niçin işi gücü bırakmış da 130 yıl önce Selanik’te doğmuş olan bir Osmanlı çocuğuyla ilgileniyor? Dertleri onun tarihteki rolünü anlamak mı (bize bu kadar meraklı olduklarını hiç sanmıyorum) yoksa işin içinde başka bir iş mi var?

Birazcık aklı olan herkes, bu işin durup durup neden köpürtüldüğünü merak etmez mi?

Eder elbette.

İşte benim cevabım:

Türkiye Cumhuriyeti anormal şartlar altında oluşmuş bir ülkedir. İmparatorluğun Batı tarafından planlı bir şekilde çökertilmesinden sonra Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya’daki Müslüman Osmanlı tebaası, son kale olarak Anadolu’ya göçtü. Bu -kılıç artığı- insanların kültürleri, âdetleri, yaşam biçimleri farklıydı. Bu büyük farklılıklar, Anadolu’da zaten karmakarışık olan etnik ve dini yapıya eklenince, acayip bir karışım doğdu.

O ‘karışım’ın hayatta kalabilmesinin ve bir arada yaşayabilmesinin tek şartı, yeni bir ulus ve yeni bir devlet oluşturmaktı.

Bu iş başarıldı ama Batı’daki gibi, zaten var olan homojen bir ulus, bir devlet yaratmadı.
Tam tersine, yeni devlet bir ulus yarattı.

Bu karmakarışık yapıdan bir ulus yaratan iradenin başında ise Mustafa Kemal vardı.
Ernest Renan, “Hiçbir ulus devlet, geçmişi çarpıtılmadan yaratılamaz“ der.
Türkiye Cumhuriyeti de bunun dışında değildi elbette. Tarihi kendine göre yeniden yazdı, içinden çıktığı Osmanlı’yı hain ilan etti, Ziya Gökalp adlı Kürt asıllı bir düşünürümüzün
ortaya attığı “Türkçülük tezi”ne aşırı bir önem atfetti; yani bir sürü aşırılık yaptı.

İstiklal Mahkemeleri’nin adaletsizliği ise bu aşırılıkların en acıklı örneklerine imza attı. (Mesela Orhan Kemal’in babası Raşit Kemali Bey, bu mahkemelerde görev yaptığı zaman, akşam yemeği sırasında asi sandığı birçok kişinin idamına karar verdiğini, hükmün hemen infaz edildiğini, oysa ertesi sabah bunların zavallı at hırsızları olduğunun anlaşıldığını doğrulamıştır.)

Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi İstiklâl Harbi kahramanlarına yapılan muamele de korkunçtur.

Dersim de bir zulümdür.

Elbette ki aradan bunca yıl geçtikten sonra bunları konuşacak ve yanlış uygulamaları eleştirerek demokrasimizi olgunlaştıracağız.

Buna aklı başında kimse itiraz etmez.

Ama bugün esen rüzgârlar, bunu amaçlamıyor. İstedikleri tek bir şey var,
Mustafa Kemal Atatürk’ü, Hitler gibi bir cani haline getirmek.

Çünkü bunu başardıkları gün, Türkiye Cumhuriyeti gayri meşru hale gelecek. Nasıl Hitler’in
III. Reich’ı gayrı meşru ilan edildiyse, “bir caninin kanla kurduğu T.C.” de o hale sokulacak.

Bazılarının bilinçli, bazılarının ise bilinçsiz olarak girdikleri yol bu.
***

Bilirsiniz; camilerde kubbeleri bir tek kilit taşı tutar. Bu taşı çekerseniz, ona yaslanmakta olan diğer taşlar gümbür gümbür çöker.

Mustafa Kemal, bu cumhuriyetin kilit taşıdır. Çünkü devlet ve ulus, onun iradesiyle kurulmuştur. Cumhuriyeti yıkmak isteyenler ise bu gerçeği, yani ülkenin Aşil topuğunu
çok iyi bilmektedirler. Atatürk’ü Miloşeviç gibi bir suçlu haline getirebilmek için gösterdikleri bu sabırsız iştahın sebebi budur.
***
Atatürk’ü yıkmak, onun dayandığı üç unsuru devirmekle mümkün olabilirdi.
Neydi bu üç unsur?

Partisi, ordusu ve halktaki sevgi.

Önce partiyi yıktılar. Cumhuriyet Halk Partisi kâğıt üstünde varlığını sürdürüyor ama artık kesinlikle aynı parti değil. CHP’nin yerinde yıllardır yeller esiyor.
İkinci sütun olan ordu ise perişan. Bunu sadece son dönemlerdeki duruma bakarak söylediğimi sanmayın sakın. Bu ordu yıllar önce, (Atatürk’ün vasiyetine aykırı olarak)
iç politikaya, darbelere, işkencelere bulaştığı, Güneydoğu’daki savaşı bilerek uzatanları içinde barındırdığı ve emperyalizmin hizmetine girdiği gün bitmişti. AKP sadece, bu bitmiş kuruma son darbeyi indirdi.

Atatürk’ün üç dayanağından parti ve ordu bitirildikten sonra, sıra üçüncü ayağa geldi.
Yani onu sevenlerin kalbindeki yeri. Şimdi oyunun bu son perdesi oynanıyor.
Mustafa Kemal’i itibardan düşürme gayretleri sergileniyor. Bir devrim döneminde
ortaya çıkan bütün fenalıklar, suçlar, kabahatler ona yüklenmeye çalışılıyor.

Bu da başarıldığı gün, bilin ki Türkiye Cumhuriyeti çökmüştür.
***

Bazı mesajlarda bana diyorlar ki: “Yahu bu rejim sana kötülük etmedi mi, ordu genç yaşında seni hapislerde süründürmedi mi, evini barkını yıkmadı mı, mahkemeler seni yargılamadı mı, albümlerini yasaklamadı mı, merkez basın seni kaç kere lince tabi tutmadı mı?
Nasıl olur da bu düzeni savunursun?”

Sevgili arkadaşlar; doğrudur, haklısınız. Türkiye’deki zalim rejimin acılarını en çok çekenlerden birisi benim. Yapılanları anlatsam kitaplara sığmaz. Hayatım bu zulüm rejimine karşı mücadele ederek geçti. Ama hükümetlere, cuntalara karşı mücadele etmek başka, ülkeyi yıkmaya çalışmak başka.

Ben hiçbir zaman ‘vatan haini’ olmadım.
O cuntalardan, generallerden, başbakanlardan, polis şeflerinden çok daha fazla sevdim
bu memleketi.

Karşılıksız sevdim, kötülük gördüğüm halde sevdim.

Gerçek yurtseverler bizleriz.

Bu yüzden; ülkeyi yıkmak için Mustafa Kemal’i itibarsızlaştırmak oyununa karşı çıkıyorum.

Siz 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, ordu yüzüne Kemalist maskesi takmışken benim hiç
Atatürk’ten söz ettiğimi duydunuz mu?

Elbette duymadınız. Çünkü o zaman iktidar kendisine Kemalist diyen zalim bir grubun elindeydi. Atatürk’ü övmek ödüllendiriliyordu, buna tenezzül edemezdim.

Ama şimdi oyun farklı. Dün Mustafa Kemal’i eleştirmek tehlikeliydi, bugün ise
O’nu savunmak.

Ama benim de, tehlikeli bile olsa gerçeği söylemek gibi bir huyum var.
Ne yapayım!

Prof. Yakup Kepenek : Tıkanan AKP Türkiye’si ve CHP’nin Görevi ..

ANKARA PAZARI
Yakup Kepenek
yakup@metu.edu.tr
Cumhuriyet, 8.7.12

Tıkanan AKP Türkiyesi ve CHP’nin Görevi

Genel seçimlerin üzerinden 13 ay geçti. AKP iktidarı üçüncü yasama döneminin ilk yılını tamamladı. Önümüzdeki hafta yapılacak CHP Kurultayı yaşanan siyasal ortamda büyük önem kazanıyor.

AKP ülkesinde, toplumda adalete güven duygusu hızla aşınıyor; giderek yok oluyor. Hukukun evrensel ilkeleri, bağımsız ve tarafsız yargı, iyice unutuldu. Yıllardır sonuçlanmayan ve siviliyle ve askeriyle, milyonlarca kişiyi doğrudan ilgilendiren çok sayıda siyasi dava var. Kitlesel gözaltına almalar bir türlü sona ermiyor; 700’den fazla öğrenci; 100 dolayında basın çalışanı tutuklu.

Toplumun geleceğinin en önemli belirleyicisi olan eğitim, AKP iktidarı tarafından çağdaş eğitbilim ilkeleri bir tarafa bırakılarak dinamitlenmiştir. Eğitim, çocukların ve gençlerin yaratıcı yeteneklerini geliştirmelerinin altyapısı olma özelliğinden hızla uzaklaşmaktadır.

İlk ve ortaöğretim çökertilmiştir. Üniversite sayısı hızla artırılmış, ancak, eğitimin kalitesi yanında üniversite özerkliği ve bilimsel araştırma özgürlüğü tümüyle unutulmuş; TÜBİTAK ve TÜBA’sıyla bilim kurumları tümüyle siyasetin emrinesokulmuştur. Bu durum, ülkemizde bilimsel gelişmenin sonu demektir.

AKP iktidarında, heykelden tiyatroya, oradan müziğe uzanan hemen her alanda sanatsal yaratıcılığa karşı düşmanca bir tavır sergilenmektedir. Giderek, önde gelen sanatçıları kitlesel baskı altına alan bir korku ve linç ortamı yaratılmaktadır.

Demokrasilerde, yasama, yargı ve yürütmeden sonra, dördüncü kuvvet sayılan ve
bu özelliğiyle toplumun sesi olması gereken basın-yayın, yasaklama ve işten çıkarmalarıyla, neredeyse tamamıyla, medya sermayesinin AKP iktidarıyla iyice bütünleşen ilişkilerinin cenderesi altında ezilmektedir.

Yalnız kamu kurum ve kuruluşları değil, başta sendikalarolmak üzere, tüm örgütsel ve kurumsal yapılar AKP sultasına teslim olmaya zorlanmaktadır. Emekçilerin hak arama yolları tıkalıdır. Devlet bürokrasisinin artan kalitesizliği, hızla ekonomik ve toplumsal gelişmeleri engelleme noktasına gelmektedir.

Bütün bu gelişmelerin temeli olarak, Başbakan’ın, bundan mutlu oluyoruz dediği, sermayenin el değiştirmesi süreciyaşanmaktadır. Kimi zaman kaynağı da açıklanmayan
iç ve dış sermayeye sağlanan araziler ve yapılaşmaya dayalı aşırı rantlar, sermayenin başını döndürüyor. İşçi hakları; doğal ve tarihi çevrenin korunması unutulmuş;
geçerli olması gereken serbest rekabet yerini, sermayenin AKP’ye yakınlaşma rekabetine bırakmıştır. Sermaye birikimi, AKP anlayışının kalıcılaşmasını sağlayacak doğrultuda yürütülmektedir.

Dış politikada ABD dışında iyice yalnızlaşan Türkiye, stratejik derinlik verilerek komşularla sıfır sorunlu olacağı ilgili bakan tarafından şaşaalı bir biçimde öngörülen dış politikasını, iki seçkin pilotuyla birlikte, Akdeniz’in derinliklerine gömmüş bulunmaktadır.

***

AKP ülkeyi, insanlığın kazanımı olan hukukun üstünlüğünden, eğitimin ve bilimin bilimselliği, özgürlük ve eşitliğin tüm toplum katmanlarında işlerliği; bilim ve sanatın üzerinde gelişebileceği yaratıcı özgürlük ortamı ve bunları güvence altında kalıcılaştıracak kurumsal yapılardan ve iç ve dış barıştan, yani,evrensel değerlerden hızla uzaklaştırmaktadır.

CHP Kurultayı olağan, ancak ülkenin durumu gerçekten olağandışıdır. Kurultay, bu büyük yanlış gidişi tersine çevirecek çözüm önerileri geliştirmelidir. Aslında AKP tarafından önü tıkanan Türkiye siyasetinin ta kendisidir. CHP’nin başta kurultay delegeleri olmak üzere tüm emekçileri, partilerinin AKP ile yarışırcasına sağcılaşarak güçlenemeyeceğinin bilincindedir.

Gerçekte, AKP’nin ülkeyi uzaklaştırdığı evrensel değerler, Cumhuriyetin kuruluş değerleriyle çok büyük ölçüde örtüşmektedir. Çağdaş solun özgürlük, eşitlik, barış
ve dayanışma gibi ilkeleri, Cumhuriyetin değerleri üzerinde yaşayıp, gelişebilir.
CHP’nin ideolojik kimliği bu birleşimdir.

CHP yalnız ve ancak bu ideolojik kimlikle toplumsal gelişmenin ilerici öncüsü olur.
CHP Kurultayı, bu bilinçle, “Çağdaş Türkiye Çağrısı” gibi bir başlık altında tüm toplum kesimlerini, ülkeyi AKP tıkanıklığından kurtaracak ilkeler çerçevesinde bir büyük işbirliği ve dayanışmaya çağırmalıdır. Bu önemli konuya gelecek haftanın yazısıyla devam edilecektir.

Neden böyle saldırgan? / Why so agressive ?

Cumhuriyet Pazar Dergisi 08.07.2012

SELÇUK EREZ

Neden böyle saldırgan?

– Doktor Bey, oğlumuz bir süredir bir tuhaf: Durmadan konuşuyor. Akşam sofrada ne babasına, ne bana, ne de kardeşine ağzımızı açma fırsatı bırakıyor. Azıcık eleştirmeye kalksak ifrit kesiliyor. Son zamanlarda bizde kınanacak şey kalmamış olacak ki komşulara da saldırmaya başladı: Hakaretin bini bir para. Artık dayanamıyoruz.
Ne yapsak? Kime göstersek?
– Oğlunuzda dikkatinizi çeken başka değişiklikler de var mı?
– Var… Kendinde büyüklük vehmediyor. Geceleri uyuyamıyor, olmadık saatlerde kalkıp gazetelere bakıyor.
– Neden?
– Evvelki gece gazeteleri parçalamış, konfetiye çevirmiş…
– Neresini beğenmemiş? Sormadınız mı?
– Haddimize mi, bizi de parçalar!
– Bu kadar mı?
– Yerinde duramıyor… Her gün başka başka yerlere gidiyor… Oralarda da böyle atıp tutuyormuş. Dün gece komşuda yüksek sesle tartıştılar diye pencereden balkonlarına sarktı, “Terbiye, adap öğrenin yoksa ben gelir öğretirim!” dedi. Komşu iriyarı biri, eskiden güreşirmiş; günün birinde bizimkine bir şey patlatacak diye korkuyorum. Bu ne hastalığıdır? Hangi ilaç iyi gelir?
– Belki de ilaç vermek değil, tersine, ezbere aldığı bir ilaç vardır; ondan caydırmak gerektir!
– Anlamadım?
– Amy Winehouse’ı hatırla.
– Genç yaşta ölen pop şarkıcısı değil mi?
– Uyarıcı haplar kullandığından öldüydü zavallı. “Yorgunum, yarın konsere çıkamam!” dediğinde ona bir süre dehşetli enerji veren, kendini iyi hissettiren, ama sonra beynini çürüten haplardan verirmiş menajeri. Bizde jeton diyorlar. Bu ilaçları alanlar anlattığınız gibi saldırgan olurlar.
– Hangi vicdansız alıştırıyor çocukları bunlara?
– Sadece çocuklar mı? Bazı devlet adamları da kullanıyorlar. İkinci kanser ameliyatından sonra Chavez, hasta olmadığını göstermek için Venezüella parlamentosunun açılışında yedi saat ayakta nasıl konuşabildi sanıyorsun?
– Öyleyse bundan böyle devlet adamlarından da nutuk atmadan önce idrar alıp doping kontrolü yaptırmalı.
– Doğru, Sağlık Bakanlığı da bu konuda etkin uyarı klipleri hazırlasa çok iyi olur!

www.selcukerez.com
selcukerez@gmail.com

Siz İnönü’nün tırnağı olamazsınız! / You cannot be even a nail of Ismet INONU

Siz İnönü’nün tırnağı olamazsınız!

Dr. Doğu PERİNÇEK
AYDINLIK, 8.7.12, Silivri

İnönü’nün adını ders kitaplarından silmeye kalkanlara!

CIA Şeyhi Gülbettin Hikmetyar’ın dizinin dibinden kalkıp,
Amerikan tertipleriyle
Cumhuriyet iktidarını gaspedenlere!
Haçlı Seferinin BOP Eşbaşkanlığı sözleşmeli personeline!

Siz, Atatürklerin, İnönülerin, Celal Bayarların, Fevzi Çakmakların kurtardığı
vatanı bölüyorsunuz.

Onların tırnağı olamazsınız!

Onlar, saltanatı yıkıp milletin hâkimiyetini kurdu.
Siz, sıcak para komisyonları ve borsa vurgunlarıyla kendi saltanatınızı kurdunuz!

Onlar, dağılmış bir ordudan zafer kazanan ordu yarattı.
Siz, ABD’nin Cumhuriyet Ordusunu tasfiye operasyonunun aleti oldunuz!

Onlar, işgalci orduların başına çuval geçirdi.
Siz, başınıza Amerikan işgalcilerinin geçirdiği çuvalla dolaşıyorsunuz!

Onlar, Lozan’da büyük devletlere diz çökertti.
Siz, “2 sayfa dokuz maddelik gizli hizmet sözleşmesi” imzalayarak,
büyük devletin önünde diz çöktünüz.

Onlar, Cezayir’den Afganistan’a, Hindistan’dan Çin’e kadar bütün mazlumların umudu oldu.
Siz, Irak’tan Afganistan’a, Libya’dan Suriye’ye kadar Haçlının Müslüman dünyasına saplanan sapı silik hançeri oldunuz.

Onlar, millî devleti kurdu.
Siz küreselleşip, onların kurduğu devleti yıkıyorsunuz!

Onlar, şeyhlerin, müritlerin, mensupların olmadığı özgür Türkiye için devrim yaptı.
Siz, CIA Şeyhi Hikmetyar’ın müridi, Katar Şeyhinin Suriye’deki kiralık mensubu oldunuz!

Onlar, bütün kaleleri zaptedilmiş, tersanelerine girilmiş bir ülkeyi yeniden kurdu.
Siz, ülkenin tersanesini, PTT’sini, toprağını ve ormanını yabancılara peş keş çekip, komisyonları “üçe kapat”tınız!

Onlar, fabrikalar kurdu.
Siz, onların kurduğu fabrikaları yabancıya sattınız!

Onlar, varlarını yoklarını Kimsesizlerin Cumhuriyetine adadı.
Siz, milletin varını yoğunu İsviçre bankalarındaki gizli hesaplara yatırdınız!

Onlar, devlet adamıydı.
Siz, bir başka devletin adamısınız!

Onlar, büyük gelecekler için proje yapardı.
Siz, başka devletlerin yaptığı projelerde figüran oldunuz!

Onlar, asla başlarını eğmeyerek cihana nam saldı.
Siz, deliğe süpürülme yetkinizi Washington’a teslim ederek Wikileaks raporlarında
nam saldınız!

Onlar, tarih yaptı.
Siz, Amerikan’ın yaptığı Kanlı Ortadoğu Tarihine malzeme oldunuz!

Siz kimsiniz!
Kim oluyorsunuz da, Atatürklere, İnönülere, Bayarlara, Çakmaklara dil uzatıyorsunuz!

Siz, onların ayağının tozu dahi olamazsınız, tarihe ABD’nin Haçlı Seferinde
proje görevlisi olarak geçtiniz!

Artık isminizi de cisminizi de o kanlı ihanet tarihinden kurtaramazsınız!

Sizi, bu millet deliğe süpürecek!

Sizi, artık Amerika bile kurtaramaz!

Şimdi Mustafa Kemal’e ihanet zamanı! / Now it’s time for betraying to Mustafa Kemal ATATURK

Şimdi Mustafa Kemal’e ihanet zamanı!

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
yasarnuri.ozturk@yurtgazetesi.com.tr, 14.6.12

“Komünizm geliyor” yaygarasıyla Türkiye’yi ürkütüp yarattığı Yeşil Kuşak İslam’ı ile bizi Demir Perde’ye karşı bedava şövalye olarak kullanan haçlı Batı, şimdi aynı şeyi ‘Ilımlı İslam’ slogan ve projesiyle yapıyor.

Tek fark, Türkiye’nin bu kez, gayri Müslimlere karşı değil, doğrudan doğruya İslam âlemine karşı kullanılmasıdır. ‘Arap Baharı’ denen melanet mevsimi, bu kullanımın başlangıç mevsimidir.

Yeşil Kuşak oyunundan çok daha zor bir iştir bu seferki. Çünkü Müslümanı Müslümana karşı kullanmak söz konusudur. Artık “Allahsız komünistler geliyor, Allahsız komünizme karşı dine inananlar birleşmeli…” edebiyatı yeterli olmaz. Kaldı ki
o edebiyatın ne kadar namussuz bir emperyalist edebiyat olduğu, artık anlaşılmış bulunuyor.

Ucuz şövalyeyi cepheye sürmek için belli ki yine ‘İslam’ kullanılacak ama bu kez İslam’ı İslam’a karşı kullanmak söz konusu olduğundan, haçlı iblisliği bile
çare bulmakta zorlanıyor.

Nasıl yapacaklar bunu?

Önce, bir numaralı direnç noktası olabilecek değerleri yıkmak, Türkiye’nin ve
Türk insanının omurgasını kırmak lazım. Omurga, Türkiye’yi farklı kılan Kemalist mirastır. O’nu işe yaramaz hale getirmek gerekiyor. Onun petrolden daha güçlü olduğu anlaşılmıştır. Petrolün işini bitirdiler ama Kemalist mirasın işini bitiremiyorlar.

Çare şöyle bulundu:

“Sizi model yapacağız” diyerek Türkiye’yi model olmaktan çıkarmak.

İlk iş, Müdafaai Hukuk mirasının koruyucusu aydın güçleri bloke etmektir.
Bu bloke edişin iki ayağı var:

Birincisi, dinci ekipleri güçlendirmek; ikincisi, kilit noktalara oturtulan bazı teneke adamların morfinli salon nutuklarıyla Atatürkçü güçleri uyutmak. Ve tam bu sırada ‘Ilımlı İslam’den en hıyanet ve fesat projesini işletmek. Neden bu ülke sormuyor bu Ilımlı İslam hıyanetinin fesat kodamanlarına:

 “Bizi İslam dünyasına model yapacaksanız, bu modelin kaynağı olan mirasın yaratıcısına neden savaş açmış durumdasınız?

 Neden Atatürk’ten ve laiklikten vazgeçin diye avazınız çıktığı kadar bağırıyorsunuz?”

İngiliz yazar Andrew Mango oyunun belini kıran şu sözleri söylüyor:

 “İslam coğrafyasındaki ülkeler, tabii ki laik ve demokratik Türkiye’den ders alabilirler. Ama bugünkü Türkiye yerine 1930’ların Türkiye’sine bakarlarsa. Ve o Türkiye’nin bu hale nasıl geldiğini incelerlerse. Bunu yaparlarsa kendilerini düzeltecek daha birçok şey öğrenebilirler.”

ATATÜRK’Ü NEDEN SEVMEZLER?

Tek kelimeyle, onurlu olduğu için.

Haçlı Batı, onurlu adamı asla sevmez; onurlu adamın önünü asla açmaz.
Onurlu adamın subaşına geçmesini asla istemez. Sizi sevmeleri için onur ve kişilik yapınızın çürümüş olması lazımdır. Bazen bu çürüme işini bizzat Batı gerçekleştirir. Bizde birçok kuklasına yaptığı gibi. Çürük değilseniz veya çürütülemiyorsanız
sizi adam yerine koymazlar. İşlerine gelmezsiniz.

Batı’ya, onur boyları, Atatürk’ün ayak topuklarına bile yükselemeyen ciğersiz,
imansız adamlar lazım.

Sen gel de bunu anlat, dini kin aracı yaparak kafayı yemişlere!

Atatürk’ün içtiği rakıların çetelesini tutan ahmak ve alçak zihniyet, bu abur cuburla uğraşırken; canına okumak isteyen haçlıların nelerimizi alıp götürdüklerinin hesabını asla yapamıyor. Adamların beyinleri ışık ve dirayet düşmanlığına uyarlanmış.
Gerisi yok!

Hep söyledim, hep söyleyeceğim:

Haçlılar; Atatürk’ün yıkılması için Kâbe’nin yıkılmasını şart koşsalar;

İslam dünyasında ve Türkiye’de, bu namussuz şartı rahatlıkla ve zevkle kabul edecek alçaklar bulabilirler. Ve bunların sayısı az değildir.

Haçlı kodamanlar, bu eşsiz alçaklığın kokusunu çoktan almışlardır.

ABD’si, AB’si onun için bastırıyor.

Niğde Üniversitesi camisini Diyanet İşleri Başkanı açtı..

Nigde_Universitesi_camisini_Diyanet_baskani_acti

Zeki Sarıhan : HALKÇI EĞİTİM MÜCADELEMİZ DURMAYACAK..

HALKÇI EĞİTİM MÜCADELEMİZ DURMAYACAK

Zeki Sarıhan (Ulusal Eğitim Derneği Onursal Genel Başkanı)

“Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten”
Namık Kemal (Hürriyet Kasidesi)

AKP, Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak kavga dövüş, kesintili 12 yıllık eğitimi yasalaştırdı. Buna uygun olarak yapılacağı belirtilen programlarla eğitim politikalarında köklü değişikliklere gidileceği anlaşılıyor. Yeni programın esası, Başbakanın da kezlerce ifade ettiği gibi “Dindar gençlik yetiştirmek”tir. Bugün muhafazakâr çevrelerin kulağına hoş gelse de, dindar gençliğin dünya, ülke ve insanın sorunları karşısında nasıl bir tutum alacağını irdeleyince işin renginin başka olduğunu büyük çoğunluk görmekte gecikmeyecektir.
Dindar gençlikten beklenen dünya çapında emperyalizmin baskı, sömürü ve dayatmalarına karşı çıkan bir gençlik değildir. Örgütlenerek hakkını arayan, emekçilerin önüne düşerek onların özgürlük mücadelesine önderlik eden bir gençlik de değildir. Bunu nerden biliyoruz? Dindar gençlik yetiştirmek isteyenlerin kişiliklerinden! Kendileri dünyaya ve insanlara nasıl bakıyorsa, yeni kuşakların da kendileri gibi olmalarını istediklerinde hiç kuşku yoktur. Ancak bunu başaracakları kuşkuludur. Başaramayacaklarının kanıtı ise, geçmişte kendileri gibi bu konuda çabalayanların uğradığı başarısızlıktır.
İnsanın kişiliğini oluşturmada okul eğitiminin etkisi yadsınamaz. Ancak bu, öbür etmenler içinde yalnızca biridir. Türkiye’nin Tanzimat’la başlayan (1839) son 170 yıllık tarihinde hiçbir hükümet kendisini devirecek bir kuşak öngörerek eğitim programları yapmadı. Ama 1876 ilk Meşrutiyeti’ni ilan edenler, 33 yıllık Abdülhamit zulmüne karşı örgütlenen ve sonunda dağa çıkarak Meşrutiyet’i geri getirenler, kendilerinden bunu isteyen bir okul eğitimi almış değillerdi. Cumhuriyet’i kuran kadroya, okul aşamalarında “Büyüyünce cumhuriyet ilan edin” dememişti. 1960’larda özgürlük için ayaklanan gençlik kitleleri de bunu yapmaları isteyen bir okul eğitimi almış değillerdir.
Bugün TBMM çoğunluğunu oluşturan partinin mensupları, cemaate mensup olanlar ve öbürleri, bahçesinde Atatürk büstü, girişinde Atatürk köşesi, sınıfında Gençliğe Hitabe, Onuncu Yıl Söylevi bulunan okullarda okudular. İlkokulda her sabah “Andımız”ı söylediler. “İnkılâp Tarihi” dersleri aldılar. Millî bayramlarda geçit törenlerine katıldılar.
Nasıl oldu da böyle bir eğitim sisteminden bu kadrolar çıktı? Bunun nedenleri çözümlemeye değer. Fakat konumuz bakımından söylenecek olan şudur ki; resmî eğitim, kişiliği belirlemede tek etken değildir ve okul eğitimi hatta bazen ters tepki bile yapar.
İşin gerçeği şudur ki; daha 1930’lu yıllardan başlayarak resmî ideoloji atılım ruhunu terk etmiş, halk üzerinde baskı ve sömürünün ideolojik bir örtüsü haline gelmişti. Türkiye’yi Atlantik sistemine bağlayan Celal Bayar ve Menderes, Adalet Partisi hükümetlerinin de, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbecilerinin de kullandıkları, Atatürkçülük ideolojisi olmuştur. Her kavram her dönemde farklı amaçlar için kullanılabilir. 1921’de TBMM’nde sel gibi coşkun bir ruhla kabul edilen İstiklal Marşı’nın o günkü anlamı ile Kenan Evren rejiminin hapishanelerde tutuklu ve hükümlülere zorla, copla ezberletilip söylettiği İstiklal Marşı’na verilen anlamı düşünelim..
Ama bugünkü iktidar, 90 yıllık bu kavramlardan vazgeçerek eğitimde “dindarlık” diye bir kavramı temel almıştır. Murat ettiği “dindar gençlik” bilimi rehber edinmeyen, düzene itiraz etmeyen, itaatkâr, kendisine verilenlerle yetinen bir kuşaktır. Dini, Kur’anı,
Hz. Muhammed’i kalkan edinerek yapılacak halk düşmanlığının karanlık yüzü bir gün açığa çıkacak ve halk kitleleri bu iktidara “Yeter!” diyecektir.
Dindar insanla “Moral değerleri yüksek insan” arasında büyük fark vardır.
Başbakanın savunduğu ve esası cehaleti savunmaya dayanan değerler, gerçekte din kurumunun da aleyhinedir. Bu tutum Türkiye’ye yüzyıllar yitirtrmiştir. Moral değerleri yüksek olanlar ise dindar olsun olmasın baskılar karşısında yılmayan, kendisini halka karşı sorumlu duyumsayan, varsıllığa (zenginliğe) değil insansal değerlere önem veren, özgürlük için savaşanlardır. Biz halkçı eğitimciler, on yıllardır neyin mücadelesini veriyorduk, ne ile karşılaştık? Eğitimin hedefinin “Bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, halkçı” kuşaklar yetiştirmek olduğunu yazıp söyledik. Paralı eğitime ve eğitimde özelleştirmeye karşı çıktık. Eğitimin bilimsel temellere dayanmasını istedik. Yabancı dille öğretimin kaldırılmasında direttik. İktidar partisi ise bunların tam tersini istiyor ve yaygınlaştırmaya çalışıyor. Devrimciler, halkçılar, ulusalcılar, demokratlar,
hep birden büyük bir yenilgi yaşadığımızı kabul edelim.
Ancak bu durum mücadelemizden vazgeçeceğimiz, işbirlikçiliğe ve gericiliğe teslim olacağımız anlamına gelmemeli. Deniz kenarlarında rastladığımız çakılların en güzeli, yüce dağlardan sellerle çarpıla çarpıla denize kadar ulaşan ve biçimlenen taşlardır. Şimdi, bu zamana dek yarattığımız düşünsel temel, edindiğimiz deneyimler,
oluşturduğumuz örgütlülükler üzerinde, yeni bir savaşım evresine giriyoruz.
150 yıllık Türk aydınlanmasının mirasını, halkçılıkla yoğurarak bu davayı kazanacağız. Bunun güvencesi, halkın ihtiyaçları ile akıl ve sağduyudur.
Namık Kemal’in dediği gibi hiçbir güç insanlıktan idraki kaldıramaz. (3 Nisan 2012)