Etiket arşivi: Fransız basınında De Gaulle’den çok Atatürk adına rastlanıyor

Danıştay töreninde yaşananların düşündürdükleri


Dostlar
,

Sayın Dr. Onur Öymen, serinkanlılığı ile bilinen deneyimli ve birikimli bir diplomattır.
Özgüvenlidir ve demokrasi terbiyesi almıştır.
Bu donanımları sayesindedir ki hoşgörülüdür, tahammüllüdür.

Başbakan R.T. Erdoğan, ülkeyi 12 yıldır deyim yerinde ise demir yumrukla yönetiyor.
Sindirmediği kişi – kurum kalmadı gibi..
Hala yetin(e)miyor yarattığı örtük faşizm rejimiyle.

Son durak İslami faşizm midir?

Brunei Sultanlığı, Osmanlı Padişahlığı, Suudi Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri benzeri mutlak bir Despotizm / Tiranlık mıdır?

Ancak o zaman mı tatmin olabilecektir??

Antik Yunan‘da, günümüzden 2400 yıl kadar önce Platon ve Aristo‘nun yazdıklarına baksın..
Orada bile ülke yönetiminin Tiranlaşmaması için sistematik – kurumsal öneriler var..

AKP ve Başbakan ile bu yüz kızartıcı olayda -TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na edepsiz – yalancı diyerek- destekçileri Antik Yunan anlayışının bile gerisine düştüklerinin ayırdındalar  mı acaba??

Türkiye neden böyle bahtsız bir ülke??

Atatürk’ün AYDINLANMA Devrimi yarım kaldı,
60 yıldır da -1950’den bu yana- karşıdevrim iktidarda.

Halk bu yönde koşullandırıldı, çağdaş eğitim veril(e)medi..
Yoksullaştırıldı, işsizleştirildi, çaresizleştirildi, sömürüldü ve oy deposu haline dönüştürüldü..

  • Halkın, İktidar yolsuzluklarından nemalandırılarak ahlakı bozuldu,
    demokrasi anlayışı yozlaştırıldı..

Halk, kendisine benzeyeni seçiyor..
Kısa erimli çıkar ve beklentilerinin tutsağı, popülizmin oyuncağı..
Ülkede demokrasicilik oynanıyor..

Ama tarihten de biliyoruz ki, insanların – toplumların idrakini sonsuza dek teslim alıp yönetmek olanaklı değil..

Halk önünde sonunda uyanıyor ve intikamı da ağır oluyor.

En somut örneklerden biri Fransız Devrimi değil mi?

Çıplak ayaklı köylüler yapmadı mı bu kanlı ayaklanmayı?
Yitirecek hiçbir şeyleri kalmadığında..
Ama Voltaire’in, Robespierre’in, J.J. Rousseau’nun, D. Diderot’un, Montesquieu‘nun.. Aydınlanma önderleri olarak yaşamsal katkılarını unutmadan..

Kral 16. Louise ve Kraliçe M. Antoinetté giyotinle idam edilmedi mi?

Krallık çok kanlı olarak tasfiye edilip laik Cumhuriyet kurulmadı mı?
Ve de 1789’dan bu yana gericilerin bu Fransız Cumhuriyetini 4 kez yıkmalarına karşın ilericiler –  Devrimciler 5. Cumhuriyeti kurmadılar mı?

1958’den bu yana General C. DeGaulle’ün 5. Cumhuriyeti dimdik ayakta değil mi?

Türkiye de mutlaka laik – demokratik rejim yönünde ilerleyecektir..
AKP iktidarının ve başının engelleyici direnişleri olsa olsa “bir süre” gecikmeye
neden olur; hepsi o denli..

Herkes de davranışının bedelini tarih önünde öder..

Herkesin aklını başına alması gerek..
Bunun ilk koşulu da, kıyasıya da olsa eleştiriye dayanmak hatta yararlanmaktır.

Başbakan R.T. Erdoğan ve AKP’ye içten önerimiz bu yöndedir.

Tarih tekerrür etmesin istemiyorlarsa eğer..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Danıştay töreninde yaşananların düşündürdükleri

Portresi_gulumseyen

 

Onur ÖYMEN

 

 

 

Danıştay’daki tören sırasında Prof. Metin Feyzioğlu‘nun yaptığı konuşmaya gösterilen tepki çağdaş demokrasilerde örneği görülmeyen bir durum yaratmıştır.

Feyzioğlu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak şimdiye dek hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını koruyan sözleri ve davranışlarıyla çok başarılı sınav vermiş olan değerli bir hukukçudur.

O’nun Danıştay’da yaptığı konuşma şimdiye dek izlediği çizgiden farklı olmamıştır. Feyzioğlu’nun hakaret içermeyen düşüncelerini özgürce dile getirme hakkına
saygı göstermek yerine O’nu aşağılayıcı sözlerle suçlamaya çalışmak,
yakışık almayan bir durum yaratmış ve ülkemizin saygınlığına zarar vermiştir.

De Gaulle‘ün kendisini şiddetle eleştiren Jean Paul Sartre‘ın sözlerinden
rahatsız olan yakınlarına söylediği sözler hoşgörü örneği olarak tarihe geçmiştir:

“O’na dokunmayın, Jean Paul Sartre da Fransa’dır.”

Feyzioğlu’nu eleştirenlere karşı söylenebilecek en doğru söz,

“Feyzioğlu’nun düşüncelerine saygı gösterin, O da Türkiye’dir.” olmalıydı.

Ülkenin durumu hakkında düşünceleri merakla beklenen önemli bir konuşmacının sözlerinin biraz uzun sürmesi, ülkemizde ilk kez rastlanan bir durum değildir ve bu nedenle Feyzioğlu’nun açıkça suçlanması makul karşılanamaz.

Barolar Birliği’nin eleştirilerine karşı çeşitli ortamlarda yanıt verme hakkına sahip olanların gösterdikleri tepki, dünyada eleştirilere tahammülsüzlüğün bir işareti olarak yorumlanacaktır..

Bu olay karşısında siyasal sorumluluk taşıyanların sergilemesi beklenen tutum,
bence, Feyzioğlu’nun sözlerini serinkanlılıkla değerlendirmek olmalıydı.

Demokrasinin kurallarına saygı göstermek ülkemizin demokratik düzeyinin yükseltilmesi için atılması gereken ilk adımdır.

Saygılar, sevgiler.

Atatürk niye tartışılıyor? / Zülfü LİVANELİ / Why ATATURK is still under debate?

Atatürk niye tartışılıyor?

Zülfü Livaneli – zlivaneli@gazetevatan.com, 9.7.12
________________________________________

Ey sağduyulu insanlar:

Hiç dünyada böyle bir şey gördünüz mü? 1938’de vefat etmiş bir liderin bu kadar tartışıldığını, her gün köşe yazılarına konu edildiğini, taraftarlarıyla karşıtlarının kanlı bıçaklı olduğunu hatırlıyor musunuz?

Dünyada böyle bir örnek var mı?

Amerikan basını kendi liderlerini unutmuş durmadan Atatürk’ü yazıyor, Fransız basınında
De Gaulle’den çok Atatürk adına rastlanıyor, Britanya’da adı, Churchill’den fazla geçiyor.

Bu size garip gelmiyor mu?

Bütün dünya niçin işi gücü bırakmış da 130 yıl önce Selanik’te doğmuş olan bir Osmanlı çocuğuyla ilgileniyor? Dertleri onun tarihteki rolünü anlamak mı (bize bu kadar meraklı olduklarını hiç sanmıyorum) yoksa işin içinde başka bir iş mi var?

Birazcık aklı olan herkes, bu işin durup durup neden köpürtüldüğünü merak etmez mi?

Eder elbette.

İşte benim cevabım:

Türkiye Cumhuriyeti anormal şartlar altında oluşmuş bir ülkedir. İmparatorluğun Batı tarafından planlı bir şekilde çökertilmesinden sonra Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya’daki Müslüman Osmanlı tebaası, son kale olarak Anadolu’ya göçtü. Bu -kılıç artığı- insanların kültürleri, âdetleri, yaşam biçimleri farklıydı. Bu büyük farklılıklar, Anadolu’da zaten karmakarışık olan etnik ve dini yapıya eklenince, acayip bir karışım doğdu.

O ‘karışım’ın hayatta kalabilmesinin ve bir arada yaşayabilmesinin tek şartı, yeni bir ulus ve yeni bir devlet oluşturmaktı.

Bu iş başarıldı ama Batı’daki gibi, zaten var olan homojen bir ulus, bir devlet yaratmadı.
Tam tersine, yeni devlet bir ulus yarattı.

Bu karmakarışık yapıdan bir ulus yaratan iradenin başında ise Mustafa Kemal vardı.
Ernest Renan, “Hiçbir ulus devlet, geçmişi çarpıtılmadan yaratılamaz“ der.
Türkiye Cumhuriyeti de bunun dışında değildi elbette. Tarihi kendine göre yeniden yazdı, içinden çıktığı Osmanlı’yı hain ilan etti, Ziya Gökalp adlı Kürt asıllı bir düşünürümüzün
ortaya attığı “Türkçülük tezi”ne aşırı bir önem atfetti; yani bir sürü aşırılık yaptı.

İstiklal Mahkemeleri’nin adaletsizliği ise bu aşırılıkların en acıklı örneklerine imza attı. (Mesela Orhan Kemal’in babası Raşit Kemali Bey, bu mahkemelerde görev yaptığı zaman, akşam yemeği sırasında asi sandığı birçok kişinin idamına karar verdiğini, hükmün hemen infaz edildiğini, oysa ertesi sabah bunların zavallı at hırsızları olduğunun anlaşıldığını doğrulamıştır.)

Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi İstiklâl Harbi kahramanlarına yapılan muamele de korkunçtur.

Dersim de bir zulümdür.

Elbette ki aradan bunca yıl geçtikten sonra bunları konuşacak ve yanlış uygulamaları eleştirerek demokrasimizi olgunlaştıracağız.

Buna aklı başında kimse itiraz etmez.

Ama bugün esen rüzgârlar, bunu amaçlamıyor. İstedikleri tek bir şey var,
Mustafa Kemal Atatürk’ü, Hitler gibi bir cani haline getirmek.

Çünkü bunu başardıkları gün, Türkiye Cumhuriyeti gayri meşru hale gelecek. Nasıl Hitler’in
III. Reich’ı gayrı meşru ilan edildiyse, “bir caninin kanla kurduğu T.C.” de o hale sokulacak.

Bazılarının bilinçli, bazılarının ise bilinçsiz olarak girdikleri yol bu.
***

Bilirsiniz; camilerde kubbeleri bir tek kilit taşı tutar. Bu taşı çekerseniz, ona yaslanmakta olan diğer taşlar gümbür gümbür çöker.

Mustafa Kemal, bu cumhuriyetin kilit taşıdır. Çünkü devlet ve ulus, onun iradesiyle kurulmuştur. Cumhuriyeti yıkmak isteyenler ise bu gerçeği, yani ülkenin Aşil topuğunu
çok iyi bilmektedirler. Atatürk’ü Miloşeviç gibi bir suçlu haline getirebilmek için gösterdikleri bu sabırsız iştahın sebebi budur.
***
Atatürk’ü yıkmak, onun dayandığı üç unsuru devirmekle mümkün olabilirdi.
Neydi bu üç unsur?

Partisi, ordusu ve halktaki sevgi.

Önce partiyi yıktılar. Cumhuriyet Halk Partisi kâğıt üstünde varlığını sürdürüyor ama artık kesinlikle aynı parti değil. CHP’nin yerinde yıllardır yeller esiyor.
İkinci sütun olan ordu ise perişan. Bunu sadece son dönemlerdeki duruma bakarak söylediğimi sanmayın sakın. Bu ordu yıllar önce, (Atatürk’ün vasiyetine aykırı olarak)
iç politikaya, darbelere, işkencelere bulaştığı, Güneydoğu’daki savaşı bilerek uzatanları içinde barındırdığı ve emperyalizmin hizmetine girdiği gün bitmişti. AKP sadece, bu bitmiş kuruma son darbeyi indirdi.

Atatürk’ün üç dayanağından parti ve ordu bitirildikten sonra, sıra üçüncü ayağa geldi.
Yani onu sevenlerin kalbindeki yeri. Şimdi oyunun bu son perdesi oynanıyor.
Mustafa Kemal’i itibardan düşürme gayretleri sergileniyor. Bir devrim döneminde
ortaya çıkan bütün fenalıklar, suçlar, kabahatler ona yüklenmeye çalışılıyor.

Bu da başarıldığı gün, bilin ki Türkiye Cumhuriyeti çökmüştür.
***

Bazı mesajlarda bana diyorlar ki: “Yahu bu rejim sana kötülük etmedi mi, ordu genç yaşında seni hapislerde süründürmedi mi, evini barkını yıkmadı mı, mahkemeler seni yargılamadı mı, albümlerini yasaklamadı mı, merkez basın seni kaç kere lince tabi tutmadı mı?
Nasıl olur da bu düzeni savunursun?”

Sevgili arkadaşlar; doğrudur, haklısınız. Türkiye’deki zalim rejimin acılarını en çok çekenlerden birisi benim. Yapılanları anlatsam kitaplara sığmaz. Hayatım bu zulüm rejimine karşı mücadele ederek geçti. Ama hükümetlere, cuntalara karşı mücadele etmek başka, ülkeyi yıkmaya çalışmak başka.

Ben hiçbir zaman ‘vatan haini’ olmadım.
O cuntalardan, generallerden, başbakanlardan, polis şeflerinden çok daha fazla sevdim
bu memleketi.

Karşılıksız sevdim, kötülük gördüğüm halde sevdim.

Gerçek yurtseverler bizleriz.

Bu yüzden; ülkeyi yıkmak için Mustafa Kemal’i itibarsızlaştırmak oyununa karşı çıkıyorum.

Siz 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, ordu yüzüne Kemalist maskesi takmışken benim hiç
Atatürk’ten söz ettiğimi duydunuz mu?

Elbette duymadınız. Çünkü o zaman iktidar kendisine Kemalist diyen zalim bir grubun elindeydi. Atatürk’ü övmek ödüllendiriliyordu, buna tenezzül edemezdim.

Ama şimdi oyun farklı. Dün Mustafa Kemal’i eleştirmek tehlikeliydi, bugün ise
O’nu savunmak.

Ama benim de, tehlikeli bile olsa gerçeği söylemek gibi bir huyum var.
Ne yapayım!