Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

İşte Türkiye’nin Bölünme Haritası!


Dostlar,

Uğur Mumcu ekolünden yurtsever ve yürekli gazeteci son derece uyarıcı bir makale kaleme aldı SÖZCÜ Gazetesindeki köşesinde.. Araştırmaya ve belgeye dayalı..

Yani, bilgi sahibi olarak fikir sahibi olmak.. Mumcu’nun ilkesi buydu..

Bu yazıyı ve içerdiği 2 haritayı, başta Başbakan Erdoğan ile AKP yöneticileri olmak üzere tüm “ilgililerin” gözlerine sokmak istiyoruz..

Çoook teşekkürler değerli Saygı Öztürk.

Sevgi ve saygı ile.
11.4.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Saygı ÖZTÜRK
SÖZCÜ
, 08.04.2013

portresi

İşte Türkiye’nin Bölünme Haritası!

Hükümet, Apo’ya elini verdi, Türkiye bütünlüğünü koruyamayacak.

  • PKK, Erdoğan’ın memleketi Rize’yi bile eyaleti ilan etti!

    PKK'nin_sozde_12_eyaleti

İmralı pazarlıklarında taviz üstüne taviz alan bölücü terör örgütü haddini iyice aştı.

Doğu ve Güneydoğu’yu 12 eyalete böldü. Sınırlarının içine Antalya, Artvin, Trabzon ve Rize’yi bile aldı. Başbakan Tayyip Erdoğan “eyalet sistemini” tartışmaya açarken, PKK kendisine göre 12 eyalet oluşturdu. PKK’nın 12 sözde eyaleti
örgüt içi yazışmalarda, görevlendirmelerde kendi verdikleri adlarla kullanıldığı,
sanık ifadelerinde de sözde eyaletlerin haritalarında ayrıntılı olarak yer aldığı belirlendi.

Terör örgütünün sınır ötesine silahlı ya da silahsız nasıl gideceği tartışılırken,
kimi kaynaklar bunun bir sorun yaratmayacağını, “Sen beni görmedin, ben seni görmedim” uygulamasının tek çözüm yolu olduğunu bildirdiler. Asıl sorunun teröristlerin çekilmesinden çok, sınır içine girmesi olduğunu ifade eden kaynaklar,
“Nisan ayı teröristlerin Türkiye’ye girmeye başladığı dönemdir. Giriş ve çıkış yolları farklıdır. Şu anda giriş yollarının tutulmasına ağırlık veriliyor. Teröristlerin ne yapacağı belli olmaz.” görüşünde.

PKK’lı teröristler, sözde eyalet yapılanmasında, yalnız Doğu ve Güneydoğu illerini değil, Akdeniz Bölgesi’ndeki kimi illeri de içine almış.

İŞTE O HARİTA!

PKK'nin_Turkiye'yi_bolme_haritasi

Laikliğimizin – Çağcıllığımızın Yıldönümleri

Prof. Dr. Sina Akşin
ADD GYK Üyesi

portresi_sina_aksin

Laikliğimizin – Çağcıllığımızın Yıldönümleri

Şu günlerde Cumhuriyetimizin laikleşme tarihinin iki önemli yıldönümünü kutluyoruz.
8 Nisan 1924’te Şeriye mahkemeleri kaldırıldı. İslamiyet’in doğuşundan hayli zaman sonra 9. yüzyılda oluşturulmuş şeriat, Orta çağın bir hukuk sistemiydi.
Kendi çağında olağandı, belki ileriydi. Ama dünya Orta çağdan çıkmaya başlayınca şeriat, İslamiyet’i Ortaçağ’da sabitleyen bir zincir oldu. Neyse ki laiklik sayesinde İslamiyet de ortaçağdan kurtulmak olanağını buldu. Şeriye mahkemelerinin kaldırılması bu yönde önemli bir adımdı.

17 Şubat 1926’da Medeni Kanun kabul edildi. Medeni Kanun’un gelmesi;
şeriatın gitmesi, yürürlükten kaldırılması demekti ki;

  • Laiklik Çağcıl Cumhuriyetin temelidir.

Yine bugünlerde bir adım daha atıldı.
10 Nisan 1928’de Anayasadan Devletin dinini belirleyen hüküm kaldırıldı.

Çağcıllaşmamızın bu mutlu günlerini kutlarken, Cumhuriyetimizin bugün tutturduğu yön, bizi derin üzüntü ve kaygıların içine sokuyor. 1950’de başlayan karşıdevrim süreci önce usul usul, şimdi de belirgin olarak bizi orta çağa bir şeriat diktatörlüğüne sürüklüyor.

  • Atatürkçülerin görevi, bu tehlikeli gidişi görüp gereken tutum ve önlemleri almaktır.

Yaşasın Atatürkçülerin orta çağ ve şeriat diktatörlüğüne karşı savaşımı!

Yaşasın çağcıllığımızın temeli laiklik!

Prof. Dr. Sina Akşin
ADD GYK Üyesi

10 Nisan 2013

Doğu Perinçek : AYAK SESLERİ ALTINDA KALACAKSINIZ!


Doğu PERİNÇEK
08 Nisan 2013 – Silivri

Ayak seslerİ altında kalacaksınız!

Savcılar, “örgüt örgüt” diyorlardı.

ÖRGÜT VAR!
Evet, örgüt var!
Örgüt, barikatlarınızı yıkıyor.
Evet örgüt var!
Bugün yüzbinler oldu, Silivri Kalası önünde bayraklarını dalgalandırıyor.
Dünya tarihinde eşi benzeri var mı,
dağ başında kurulmuş bir mahkemesinin kapısına yüzbinler dayanıyor.
Örgüt var, tarih yazıyor!

DEVRİM VAR!

Savcılar, “darbe darbe” diyorlardı.
Darbe yok, devrim var!
BOP Eşbaşkanlarının,
848 rakımlı tepedeki Sözleşmeli Personelin,
F polisinin, F savcılarının ve F yargıçlarının,
Cümlesinin haberi olsun!
Devrim saraylarının kapısına dayanıyor!
Bir matematik kuralını bildiriyoruz size!
Siz, emperyalistlerle bir olup Türkiye’yi bölmeye kalktınız,
millet birleşmek için sizi devirmeye geliyor!

DAVETE İCABET VAR!

Siz Cumhuriyeti bir karşıdevrimle yıkmaya kalktınız.
Yaptığınız iş, devrime davettir.
Cumhuriyetini yıktığınız cumhur, davetinizi kabul etti ve sizi yıkmaya geliyor!

AYAK SESLERİ VAR!

“Anayasadan sileriz” dediniz.
Kimi siliyorsunuz?
Şimdi o millet, sizi silmeye geliyor.
Ayak sesleri yaklaşıyor.
Milletin ayak sesleri altında kalacaksınız!

HAKİKAT VAR!

Suçunuz büyük!
Her gün, her saat hakikati çiğnediniz!
Hakikat şimdi sizi çiğnemeye geliyor.
Hakikat kapınıza dayandı!
Teslim olun, hakikatten kaçamazsınız!

İSTİKLAL MAHKEMESİ VAR!

Atatürk’le hesaplaşmaya kalktınız.
“Kubilay’ın başını keser, sırıkların üzerine takar dolaştırırız” sandınız!
Kendi hükmünüzü kendi ellerinizle yazdınız!
İstiklal var ve İstiklal Mahkemesi var!
Hazır olun!

CEHENNEMDE YANGIN VAR!

“El hainün haifün!”
Hainler korkak olur!
Siz baldıran zehiri falan içemezsiniz.
Ayaklarınız titriyor, günahlarınızı taşıyamazsınız.
Sırat Köprüsünden geçemezsiniz!
Cehennem sizin hasretinizle yanıyor!

ERGENEKON VAR!

Sizin yalannamelerinizle kirlettiğiniz Ergenekon yok!
Ama o büyük milletin Ergenekon’u binlerce yıldır var!
Binlerce yılla savaşa kalktınız!
Ve binlerce yılda boğuluyorsunuz!

ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ VAR!

Saraylarınızın duvarlarını sarsan sesi duyuyor musunuz!
Halk;
“Hepimiz Ergenekoncuyuz” diyor!
Ergenekon’u siz uykusundan uyandırdınız, işte görmüyor musunuz,
halk Ergenekon’dan çıkıyor!

DEMİRCİ ZATEN VAR!

Demirciyi hesap edemediniz!
Bushlara, Obamalara, aldandınız.
Bilmediniz, Demirci zincire vurulur sandınız.
Örse inen çekiç seslerini duyuyor musunuz!
Demir yanıyor!
Kömür kızıyor!
Demirci, demirinizi dövüyor.
Demir, tavına geliyor.
Halk, demir sesleriyle toplanıyor.
Şimdi Demirciyi de, halkı da, demiri de tanıyacak, öğreneceksiniz.

Yarın : Önemli Tahlil Kıyı Bankalarındaki Kıyım Ve Sonuçları : Büyük Deprem Geliyor!

Doğu PERİNÇEK – 08 Nisan 2013 – Silivri

AYDINLIK Gazetesi’nin 9 Nisan 2013 Günlü Sayısı


AYDINLIK
Gazetesi’nin 9 Nisan 2013 Günlü Sayısı..

ve Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel‘in başyazısı.. (aşağıda)..

Biz haklıyız; Biz Kazanacağız!

Ne demişlerdi:

“Müdahale edeceğiz, sonra sızlanmayın.”
Gururlu bir millete “sızlanmayın” diye seslendiler…
Açıktan tehdit ettiler.
Silivri zindanı önünde yüz binlerin toplanmasını engelleyebildiler mi?
Engelleyemediler!
Millet sabahın altısından itibaren siperde hazır bekledi…
Korkusuz ve ataktılar…
Tertipçilerin korkusu telaşlarından belli oluyor.
Kalabalık artınca sonuçsuz bir çaba:
Gaz, cop ve su…
Dağıtabildiler mi?
Dağıtamadılar!
Gaz bombalarının üstüne yürüyen fedailerden cevap:
Bu davada ölmek var dönmek yok!

Tarihi görüntü:

  • İstiklal Marşı okunurken gökyüzünden gaz bombası yağıyor!

Kimse istifini bozmuyor. Marşını hınçla, öfkeyle bitiriyor.

İkinci tarihi görüntü marşın hemen arkasından:

“Gaz bombalarını, üstüne basıp etkisizleştirelim!” anonsu üzerine
herkes bombaların üstüne atlıyor, vücudunu siper ediyor…

Ruh hali budur.
Herkes birbirine “merhaba” diyor, katığını paylaşıyor, “limonun var mı?” diye soruyor.
Bakışlarıyla birbirini seviyor.
Güzellik budur…
Çıkan ders: Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez.
Ve bu halk şimdi keskin bakışlarını iktidara dikti!

Görün bakalım bundan sonra neler olacak…

M. İLKER YÜCEL
Genel Yayın Yönetmeni
AYDINLIK Gazetesi, 9 Nisan 2013

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın Silivri konuşması; 08.04.2013


Dostlar,

8 Nisan 2013 Pzartesi günü, biz de, bilmem kaçıncı kez, Silivri’deki “Ergenekon tertibi” duruşmasını izlemeye gittik.

Ancak salona girmek ne olanaklı (mümkün)?

Dışarıda yüz bini aşkın insan; yurtsever tutsakları desteklemek için oradalar..
Yağmur bir yandan, fırtına ve soğuk bir yandan, yüzlerce metre barikatlar bir yandan..
Bir de çevik kuvvet polisleri, robokoplar ve onların zulümleri :

Bol biber gazı ve o soğukta basınçlı su!

350 kişilik avuç içi kadar salona kim sığabilir ki? 300’e yakın tutsak sanık var..
Bir bölümü son oturuma dek duruşmalardak alıkonsa bile..
Onların avukatları var 1’er – 2’şer..
41 CHP Milletvekili var.. Milletin vekilleri duruşmayı izleyecek..
Sanıkların 1. derece yakınları var..
Yerli – yabancı basın ve gözlemciler var; AÇIK YARGILAMAYI izleyecekler;
hukuk – hak ihlali yapılyor mu, yargılama adil mi vb. izleyecekler..

Ne mümkün; mahkeme duruşmayı açmamak için, elinden geleni yapıyor.
350 kişilik salonda 100’e yakın yer boş tutuluyor örneğin! İstanbul Barosu adına genel gözlemci avukatların çıkmaları isteniyor..

Çünkü dışarıda 100 bini aşkın yurtsverin destek coşkusu var..
Onu boşa çıkartmak gerek.. Nitekim öyle de oldu.. Heyet muradına erdi..
Duruşmayı yürüt(e)medi ve 11 Nisan’a erteledi..

İzlenimlerimizi sizlerle paylaşacağız. 9 Nisan günü yol yorgunluğu ile yazamadık.

ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan‘ın kulaklarımızla dinlediğimiz konuşmasının metnini aşağıda veriyoruz.. Kendisiyle de konuşması sonrası oturduğu miting otobüsünde selamlaştık.

Sevgi ve saygı ile.
10.4.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================

ADD Genel Başkanı
Tansel Çölaşan’ın Silivri konuşması; 08.04.2013

tansel colasan

Ergenekon Cumhuriyetin itibarsızlaştırılarak yıkımı sürecinde düğmeye basılma noktasıdır.

Cumhuriyetin kurumlarını yıkmak, saldırılarını Atatürk’e kadar uzatmak için planlanmış bir sürecin parçasıdır.

Bu dava hukuki bir dava değildir,
Cumhuriyetle sorunlu olanların siyasi davasıdır.
Cumhuriyetin kurumlarıyla ve cumhuriyetçilerle mücadele edilmektedir. 
Ergenekon süreci başlatıldığında halk, gerçekten ortada bir darbe tehlikesi var, suçlular var, yasal zeminde bir dava süreci, yargılama süreci yaşanacak zannetti.

  • Ama bugün gelinen noktada bu Ergenekon davası çökmüştür!

2007’den beri insanlar adil bir yargılama süreci gözetilmeden içeride tutsak edilmiş durumda. Hala örgüt nerede, kimler, ne yapmış belli değil, 120 milyonu bulan belgeler 15 günde incelendi!? Savcı, esas hakkında mütalaasını verdi.
Şimdi sıra son savunmada.

Ama sonuçta aynı Balyoz davasında olduğu gibi “kısa yoldan” davayı bitiriyorlar,
topu Yargıtay’a atacaklar.
Ama bütün bu süreç halkta yargıya olan inancı bitirdi.
Artık kimse burada bir hukuki dava olduğunu düşünmüyor.
Siyasi bir linç olduğunu görüyor.
13 Aralık’ta (2012) buradaydık.
Yine buradayız. Sonuç belli;
  • Düşman Ceza Hukuku uygulanıyor – uygulanacak!
İster beraat, ister ağırlaştırılmış müebbet versinler halk bu davayı çoktan olması gereken yere koydu.
Tarih de bu mahkemeyi savcısıyla, yargıcıyla hak ettiği yere koyacaktır.
TARİH AFFETMEZ.

Dikkat edin, davanın yürüyüşü ile Türkiye’nin gündemi birbirini tamamlamaktadır:

Bir yandan Cumhuriyetçi Kemalist, demokrat insanlar ve kurumlar bu ve
benzer davalarla hedef alınıyor, susturuluyor, toplum korkutulup, sindiriliyor;
öte yandan BOP, yaratılan bu ortamdan istifade ile uygulamaya konuluyor.

Nedir BOP?

İktidar, kendisine sunulan alanda; Laik Cumhuriyeti dönüştürerek
başkanlık sistemi adı altında diktatörlüğe doğru yol alırken, bu alanı iktidara sunanlar da, Türkiye’yi yeni Ortadoğu sınırlarının çizilmesi noktasında kullanmakta,
bölünmeye götürmektedirler.

  • Bugün vatan ve cumhuriyet tehlike altındadır!

  • Bugün ülkemiz emperyalist saldırı altındadır!

” ABD / AKP / BDP / PKK / Oslo – İmralı süreci” ile
bölünme Anayasası dayatılıyor!

  • Milletin birliği  –  vatanın bütünlüğü tehlikede!

DAYATILAN :

KÜRT – İSLAM SENTEZİ   / ŞERİAT DİKTATÖRLÜĞÜ
ULUSU VE ÜLKESİYLE BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE!
YENİ SEVR!
VER MİLLETİ  –  ÜLKEYİ   /  AL ŞERİAT DİKTATÖRLÜĞÜNÜ!

Halk bir tarafa bırakılmış,
Anayasada nelerin yer alacağı APO ile pazarlık ediliyor.

İçeriği halktan gizlenen bu pazarlığın AMACI; Ülkenin bölünmesine yol açacak TAVİZLER karşılığında iktidar alanını genişletmek
Yani Başkanlık ve laik Cumhuriyetin sonlandırılması için DESTEK almak.

Yüzleri yok, bunları halka açıktan anlatmaya.
“AKİL adamlar” buldular.
Onlar AKP yerine konuşacaklar, AKİL BİR AÇILIMA (!) destek sağlayacaklar.

  • Yani Başbakan Apo ile pazarlık yapacak,
    Akiller de pazarlığı pazarlayacaklar.

Boşuna gayret
Damat Ferit de, İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde, halk işgale direnmesin diye
böyle halkı ikna gurupları oluşturmuş, Anadolu’yu dolaştırmıştı.
Ama Erzurum – Sivas Kongreleri ile halk direnişi seçti. Yok olup gittiler.

Bugün şu akiller listesine bakın, çoğunluk bölücü Kürtler ya da yandaşları.
AKP ve bölücü PKK yandaşlarının çoğunlukta olduğu böyle heyetler bölünme anayasasını ve açılımı halka anlatamazlar, halkın desteğini alamazlar.
Hiçbir yasal, hukuksal dayanağı olmayan bu yol sonlandırılmalıdır.
Oynanan oyunu görüyoruz.
Oynanan oyunu bozacağız.

Biz 29 Ekim’de, 10 Kasım’da, 23 Aralık’ta , 24 Mart’ta bu sürece DUR dedik.
Bugün de DUR diyoruz.

Bu oyunu bozacağız.

Bozacak mıyız?
Bozacak mıyız?

Söz veriyoruz :

– Ulusun birliğini,
– Vatanın bütünlüğünü,
– Laik Cumhuriyeti koruyacağız.
– O’nu yeniden layık olduğu yere çıkartacak ulusal bir yönetimi iktidara getireceğiz.

Söz mü?

SELÇUK EREZ : “Akilsiz” Adamlar

 

Cumhuriyet Pazar Dergi 07.04.2013
SELÇUK EREZ

file:/Users/apple/Desktop/1411%20pazar/indd/07PD03/%207%20NISAN%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN-2SATIR.jpg

“Akilsiz” Adamlar

Birtakım seçkin köşe yazarlarına durmadan “yalaka, yalaka!” diyenler var. Herhalde anlatmak istedikleri, bu kimselerin bir kişiyi, salt çıkar sağlamak amacıyla övmekte, göklere çıkarmakta olduklarıdır. İnsanları bu şekilde eleştirmek yanlıştır. Hatırlayın: Nazi işgalindeki Fransa’da Hitler’in askerleriyle, subaylarıyla yatıp kalkanlara “yalaka” filan demişler miydi?  Asla! Başka şeyler söylemişler ve ancak Almanlar gittikten sonra bunları, saçlarını sıfır numara tıraş edip, yüzlerini badana boyasıyla boyayıp arabalara bindirmiş ve kentlerde dolaştırmışlardı.

Öyleyse bu devrede hâlâ birilerine “yalaka” denilebiliyorsa, buralarda demokrasi var demektir! Bu gerçeklerin ışığında, bazı yazarlara böyle seslenenlere şimdi biz ne diyelim? Herhalde “akil adamlar” diyemeyeceğiz. Sonra, bu kimselerin illaki bir çıkar karşılığında yalakalık ettiklerini nereden çıkarıyorsunuz? Karşılıksız yalakalık denen bir şey yok mudur?
İnsanlar sadece kirpikleri uzun, saçları lüle, burnu en estetik kadınlara mı içten yalakalık ederler? Burnu çökkün, gözleri torbalı, bıyığı çipil, meymeneti az birine de âşık olunamaz mı? Size Vahdettin’i mi anımsatıyor? Vahdettin’i bile yakışıklı bulan yok muydu sanıyorsunuz? İnanmazsanız Bardakçı’ya sorun.
“Yalaka”lar aslında “Vandallar” gibidirler. Onlar da önceleri anlaşılmamış, vahşi sürüler halinde dolaşan bireyler sanılmış, tiksinç ev böcekleriyle bir tutulmuş ama zamanla çok sanatkâr oldukları, ince gerdanlıklar, amuletler, fibulalar üretebildikleri anlaşılmıştır (Bkz. Vandal süsleri: İÖ 4. yy. Viyana  Kunsthistorisches Museum)
“Yalaka”lar biraz da Neandertal’lere de benzerler: Neandertal’ler de eskiden hor görülür, homo sapiens ecdadımızla başa çıkamayacak kadar geri zekâlı olduklarından zamanla yok olduklarına inanılırdı. Onlara da artık kötü gözle bakılmamaktadır; bacak kemiğinden kaval yapıp çalacak kadar zeki oldukları anlaşılmıştır. Aslında ortadan kaybolmamış, aramıza karışıp izlerini kaybettirmişlerdir. Dikkatle bakılırsa bazı futbol kulübü başkanlarının, karizmatik demagogların bunlardan oldukları anlaşılır.
Neandertal’lere, “yalaka”lara lokantada rastlarsanız yemek yediklerinde bakın, dillerinin yağ çeke çeke büyümüş olduğunu ve çoğunun mantar kapmış bulunduğunu görebilir, onlara acır, belki de sever, bundan böyle aynı seks evlilikleri yapmalarına da karşı çıkmazsınız.

www.selcukerez.com

Emre Kongar : Ya ‘Akil İnsanlara’Silivri Soruları Sorulursa!

 

Cumhuriyet 07.04.2013

AYDINLANMA
Emre Kongar

 

Ya ‘Akil İnsanlara’Silivri Soruları Sorulursa!

Bir siyasal iktidarın, eylemleri, söylemleri ve yürüttüğü politikalar birbiriyle çelişirse…
Kimi zaman seçmen kitlesinin eğilimlerine aykırı davranırsa…
Yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmekte güçlük çeker, olup bitenleri halka anlatmakta zorlanırsa…
Toplumun çeşitli kesimlerinden, özellikle tek bir politika için destek ister ve bu amaçla da birtakım “akil insanlar” seçip görevlendirirse…
Bu yöntemin önemli sorunlar doğurması kaçınılmazdır.

1) Bu insanların kim oldukları, neye göre nasıl seçildikleri, kimlerin seçilmediği tartışma yaratır, hem iktidarın hem de seçilenlerin imajları zarar görebilir.
2) Seçilenlerin kendi aralarında ve iktidarla olan ilişkilerinde eylem ve söylem birliğini sağlamak zor olabilir.
3) Seçilenler, siyasal açıdan sorumsuz ve yetkisiz olduklarından dolayı, halkın bunlara güven sorunu gündeme gelir, iktidara kefil de olsalar, hesap sorulamayacağı için bir anlam taşımaz.
4) Savunulan barış süreci konusunda, geçmişteki ve bugünkü eylem ve söylem çelişkileri, iktidarın tutarlılığı sorgulandığında ne yanıt verebilecekleri belli değildir.
5) Akil insanlar süreç hakkında yeterli bilgi sahibi olmayabilir; örneğin, “Ne ödün verildi, ne karşılığında barış” sorularına yanıt verilemeyebilir.
6) Etnik milliyetçilik çizgisi bu süreçte hem Türkler hem Kürtler için dile getirildiğinden, her iki kesimin de duyarlılıklarına nasıl karşılık bulunacağı açık değildir.

***
 Şimdi bütün bu sakıncaları akılda tutarak şu olasılıkları da düşünelim:

Bu insanlara halk, “Siz sorunun çözümü için, demokrasi, eşitlik, özgürlük, hak, hukuk, barış diyorsunuz, ama Silivri davalarında öne sürülen haksızlık ve hukuksuzluklar ortadayken Türkiye’de bunları gerçekleştirmek olanaklı mı” diye sorarsa ne yanıt vereceklerdir?

Ya da gazetecilerin yoğun olduğu bu heyetlere, medya üzerindeki baskılar, içerideki gazeteciler konusu sorulduğunda inandırıcı neler söyleyebileceklerdir?
İktidar PKK ile görüşürken, PKK ile mücadele eden subayların hapiste olması olayına değinilirse ne denecektir?

Dilerim AKP iktidarı ve akil insanlar, bütün bu soru ve sorunları dikkate alarak hazırlık yapmışlardır ve gerçekten de barış sürecine yararlı olurlar!

Mustafa Balbay : Ne Ala Mütalaa!

 

Cumhuriyet 07.04.2013

GÜNDEM
Mustafa Balbay


Ne Âlâ Mütalaa!

Ergenekon tertibi davasında savcıların 22 iddianamenin birleşiminden süzüp çıkardığı esas hakkındaki mütalaayla bir kez daha ortaya çıkan gerçek şu:

  • Türkiye’de hiç kimsenin hukuk güvenliği yok!

Bu mütalaa mantığıyla, her meslek grubunun her türlü faaliyeti ömür boyu hapsi gerektiren suçların delili haline getirilebilir.

Böyle bir durumda en büyük risk grubu gazetecilerdir. Bunu davanın daha ilk günlerinden beri kezlerce dile getirdim. Zaman içinde beni haklı çıkaran pek çok gelişme oldu. Bugün Türkiye,“cezaevlerinde en çok gazetecinin bulunduğu ülke unvanına sahip.

İktidar gücünü yasaların en uç maddesine kadar kullanan savcılar,
benzer unvanı öteki meslek gruplarına da kazandırabilir.

***

Mütalaadan benimle ilgili iki somut örneği paylaşmak istiyorum. Bunu bir savunma yapmak amacıyla değil, hukuk güvensizliğinin, daha net anlatımla hukuk cinayetinin hangi boyutlara vardığını göstermek için yapacağım.

5 Mart 2009’da ikinci kez gözaltına alınıp sorgulanırken pek çok kişiyle telefon görüşmem olduğu söylendi. Buna ilk tepkim, Bir gazeteci herkesle görüşür,
bilgi almak, haber toplamak için her kesimle temas kurar.
” şeklinde oldu.

İlerleyen saatlerde adını kamuoyundan tanıdığım, ancak hiç temasımın olmadığı kişilerle de telefon görüşmelerim olduğu söylendi. Usul usul kendimden
kuşku duymaya  başladım; acaba bunca kişiyle konuştum da unuttum mu?

Bir yerde şunu sordular:

İlhan Bey, Kemal Kılıçdaroğlu ile konuşurken bombaları patlatmışsınız diyor,
bunu açıklayınız!

İlhan Bey’i İlhan Selçuk zannıyla soruyorlardı. Telefonun akışından Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’ndan İlhan Taşcı olduğu anlaşılıyordu. Bombaları patlatmışsınız” sözünü terör faaliyeti sanmışlardı; oysa arkadaşımız, o dönem CHP Grup Başkanvekilliği’ni yürüten ve sürekli AKP’ye ilişkin belgeler açıklayan Kılıçdaroğlu’na bunları soruyordu.

Telefonun da bana ait olduğunu sanmışlardı, oysa Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun santral telefonuydu.

Özetle Cumhuriyet santralından yapılmış tüm telefon görüşmelerini ben yapmışım gibi göstermişlerdi.

Ben sanmışlardı” dedim ama böylesi bir düzen kurmanın sanma” ile yapılacağını düşünmüyorum. Zira, mütalaaya göre Cumhuriyet santralı hâlâ benim kişisel telefonum!

En azından bunun düzeltileceğini düşünmüştüm, yapmamışlar.

Paylaşmak istediğim ikinci konu, daha önce farklı bir şekilde gündeme gelen,
2 Haziran 2006 tarihli, “Ergenekon; Her Yere Kon başlıklı yazım.

Sevgili meslektaşım, Milliyet gazetesi yazarı Aslı AydıntaşbaşSabah’ın Ankara Temsilciliği’ni yürüttüğü 2006 yılında, Danıştay cinayetinin ardından birkaç gün art arda devam eden haberler yapmıştı. Özellikle 26-27-28 Mayıs günleri, cinayetin Ergenekon adlı bir örgütün işi olduğunu, bu örgütün anayasasının da bulunduğunu, kökeninin Moğollar’a kadar gittiğinin iddia edildiğini yazdı. Benzer haberler öteki gazetelerde de çıkınca konuya ben de girdim. Her olayın bilgisi, belgesi olmadan böyle bir örgüte” bağlanmasını mizahi bir dille eleştirdim.

Aydıntaşbaş, o haberler nedeniyle tanık olarak mahkemeye ifade verirken
savcı şu soruyu yöneltti:

Bu haberleri yazarken Mustafa Balbayın ‘Ergenekon, Her Yere Kon’ başlıklı yazısından mı esinlendiniz?

Aydıntaşbaş böyle olmadığını söyledi:

Benim yazım bir hafta sonra çıkmıştı. Bunu gazetelerin o günlerdeki haberlerinden örnekler vererek ispatlayınca, bu yazımın delil” olarak kullanılması olanaksız hale gelmişti. Ama yine de bir olanak yaratılmış!

Esas hakkında mütalaanın 1095. sayfasında benimle ilgili müebbet hapsi gerektiren suçların delili açıklanırken şu cümleye yer veriliyor:

Danıştay cinayeti sonrası ‘Ergenekon Gel Her Yere Kon’ türü yazılar kaleme alarak kamuoyunda böyle bir gizli örgütün olmadığı algısını yaratmaya çalıştığı,
örgüt mensuplarına slogan ürettiği, terör örgütünün kontrolü altında bulunan
sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine katıldığı, konferans panel ile kamuoyunu yönlendirme faaliyetlerinin içinde bulunduğu anlaşıldığından…

Savcılar o yazıyı delil olarak kullanma kararı almış, çıkış yok. Önce Ergenekon adını ilk yazdığım, Aydıntaşbaş’ın benden esinlendiği iddia ediliyor. Böyle olmadığını
inkâr edilemez biçimde kanıtlayınca aynı yazıyı bu kez, örgütün olmadığını anlatmak için yazdığım mütalaa ediliyor.

***

Mütalaada hakkımdaki iddiaların tümü yukarıdaki zihniyetle kaleme alınmış.

Gazeteciler bir an empati yapsınlar; çalıştıkları medya kuruluşunun santral telefonu onların üzerine yazılsa, ne tür bağlantıları oluşur?

Gündemdeki davalara, soruşturmalara ilişkin yazdıkları, söyledikleri her şeyin altında başka bir anlam aransa, davalarla, olaylarla ilişkilendirilse, ne olur?

Azıcık sağduyusu olan, vicdan sahibi herkesin ciddiyeti bırakıp
şunu söylediğini duyar gibiyim:

Oh, âlâ mütalaa!

Mustafa Balbay : 8 Nisan’da Barikatları Baraj Yapalım!

 

Cumhuriyet 06.04.2013

GÜNDEM
Mustafa Balbay


8 Nisan’da Barikatları Baraj Yapalım!

Toroslar’dan hemşerim bir avukat arkadaşım 15 günde bir ziyaretimize geliyor.
Mart ayındaki ilk gelişinde, Haftaya Polonyaya gidiyorum.

Oradan Almanyaya geçeceğim. Olağan görüşme günümüze kadar dönmüş olurum dedi.

Polonya deyince aklıma hemen İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü Nazi toplama kampı Auschwitz geldi. Fırsat bulursa uğramasını söyledim. Yıllar önceki gezimden kesitler aktardım.

Gitmiş. Marttaki ikinci görüşmemizde daha, Vayy hemşerime sarılması bitmeden anlatmaya başladı:

Auschwitzi gördüm… Burası daha korkunç. Burada betonun soğukluğu,
tel örgülerin gözü tırmalayışı daha tedirgin edici. Orada gaz odalarını gördüm, insanların yakıldığı fırınların siyahlığı aynen duruyor. Ama bu betonların arasında sizin adım adım çürütülmek istenmeniz bana Nazi toplama kampından daha acı geldi…

***

Avukat arkadaşımı özellikle son aylarda etkileyen önemli bir unsur da Silivri Toplama Kampı’nın, affedersiniz cezaevinin en dış kapısından itibaren yerleştirilen bariyerler oldu.

Son günlerde ziyaretimize gelen herkes barikatlardan söz ediyor. Etrafı yüksek duvarlarla, tepesi tel örgülerle çevrili cezaevinin girişi de kat kat bariyerlerle örülü. Polisle jandarma ayrı ayrı çalışıyormuş. Bariyerler sabitlenmiş, beton asfalta yapışık hale getirilmiş.

Bütün bunlar 8 Nisan buluşması için. İktidar ve ona bağlı yargı kollarının talimatıyla
8 Nisan’da Silivri’ye geleceklere bariyerlerden kurulu, büyük bir karşılama ekibi
ev sahipliği yapacak.

8 Nisan’a doğru 13 Aralık’ta buluşan ruhun güçlenerek Silivri’ye akmaya hazırlandığını hissetmek, özgürlük tarlasının yeşerdiğini görmek demek.

Duruşmaya yoğun ilginin olduğu günlerde dış kapıdan, salona sığacak kadar izleyici alınıyor. Kalanlar dışarıda bekliyor. Aralarda değişim yapılıyor, birkaç saat salonda kalan çıkıyor, onların yerine dışarıdakiler giriyor.

8 Nisan için benim bir önerim var :

  • Yüz binlerce kişi Silivri önlerinde olalım.
  • O bariyerlerin önünde tek, grup, koşullara göre fotoğraf çektirelim.
  • Bunu sosyal medyadan,
  • adalet bu bariyerlerin arkasında”,
  • hukuk bu çelik kafeslerin ötesinde altyazılarıyla paylaşalım.

Bakarsınız, sosyal medya o bariyerleri yıkar atar.

Bakarsınız, Silivri’deki işkence kampının görüntüleri sınırlarımızın dışına çıkar,
dünya medyasında yer bulur.

Bakarsınız, çok yaratıcı fotoğraflar, görüntüler ortaya çıkar, yazılı ve görsel
medyada da ayrıca yer bulur.

Bakarsınız, Silivri’ye gelemeyenler de o görüntüleri kendi sosyal medya olanaklarıyla daha geniş kesimlere yayarlar.

Bakarsınız, gelenleri durdurmak, yıldırmak, korkutmak için kurulan o barikatlar Silivri gerçeğini anlatmak için kullanılır. Böylece gerçekten işe yaramış olurlar.

Bakarsınız, o barikatlar önümüzdeki engeller değil, baraj yükseltilerimiz olur.
Enerjimizi oradan bütün dünyaya yayarız.

***

8 Nisan’ın böyle bir buluşma olmasını yürekten diliyorum.

Toplum bu buluşmaya hazır. Bunu sadece medyada yer alan haberlerden değil, aldığım mektuplardan da hissediyorum.

Son günlerde gelen mektupların önemli bir dilimi 8 Nisan hedefliydi.

25 Mart’ta yazılmış bir mektup şöyle bitiyordu:

Çok heyecanlı, çok kararlıyım. İki hafta nasıl geçecek bilmiyorum.
Biz tazelendik, umut ve kararlılıkla dolduk. Umudumuzu kaybetmeyelim,
biz kazanacağız.

Ankara’dan aldığım mektupların birçoğunda 24 Mart’taki buluşmanın coşkusu vardı. Çok farklı kesimlerden aldığım 3 mektuptaki ortak cümlelerden biri şuydu:

Saat 13.30da başlayacak toplantıya, yer bulamam endişesiyle 10.30 sıralarında gittim…

Böylesi buluşmalar insanların kendini yalnız hissetmemesini de sağlıyor.

  • 8 Nisan Türkiye’nin genel gündemiyle de örtüşüyor.
  • Hızla ilerliyormuş gibi görünen ucu belirsiz bir sürecin içindeyiz.
  • 8 Nisan, hukuku halkla arama günüdür.
  • 8 Nisan, “Bu ülkede Atatürkçü – yurtsever milyonlarca insan var.
    deme günüdür.
  • 8 Nisan, pek çok değerimiz gibi hukukun da ayaklar altına alınamayacağını haykırma günüdür.