Günlük arşivler: 17 Ekim 2014

Dünya Yoksullukla Savaşım Günü


Dünya Yoksullukla Savaşım Günü

Dostlar,

Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan meslektaşlarımız,

17 Ekim “Dünya Yoksullukla Savaşım Günü” günü nedeniyle bir metin hazırlayarak dağıttılar..

Bu metni sizinle paylaşalım…

Prof. Beaglhole ve Prof. Bonita (İngiltere) 2004’te yayımladıkları çok önemli bir kitapta (Public Health at the Crossroad) Yoksulluğu, Küre genelinde, halk sağlığı için
süregelen en büyük tehdit olarak” tanımladılar.

KüreselleşTİRme YoksullaşTIRma getiriyor.
Yatay (daha çok insan yoksullaşıyor) ve dikey (yoksul daha yoksul oluyor) düzlemde yoksulluk yayılıyor, derinleşiyor; Küreselleşiyor!

Kanada’dan Prof. Chossudovsky bu sorunun kitabını yazdı :

Yoksulluğun Küreselleşmesi

Söz konusu metni okumak için lütfen tıklar mısınız??

DUNYA_YOKSULLUKLA_MUCADELE_GUNU17_Ekim_2014

Sevgi ve saygı ile.
17.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ADD Genel Merkezi 2014 Yılı Prof.Dr. Ahmet Taner Kışlalı Anma Programı


ADD Genel Merkezi 2014 Yılı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Anma Programı

portresi_siah_beyaz

 

 

 

 

 

 

 

 

Saat 9:30, 21 Ekim 2014, Salı 

Evinin önü               Saygı duruşu ve  İstiklal Marşı

Evinin önü               Sn. Tansel ÇÖLAŞAN     ADD Genel Başkanı

Evinin önü               Sn. Işık KANSU               Gazeteci-Yazar

Evinin önü               Sn. Mustafa BALBAY      CHP İzmir Milletvekili

Evinin önü              Sn. Levent GÖK               CHP Ankara Milletvekili

Evinin önü              Sn. Alper TAŞDELEN      Çankaya Belediye Başkanı

Ahmet Taner Kışlalı Parkına  Ulaşım:  

Prof.Dr.A. Taner Kışlalı Parkı Sn.Necati YILMAZ CHP Ank.il Bşk.

Prof.Dr.A. Taner Kışlalı Parkı Sn. Ayfer YÜKSEL ÇYDD Ankara Şb. Bşk.

Prof.Dr.A. Taner Kışlalı Parkı  Sn. Leyla ALKIROĞLU ADD Ümitköy Çayyolu Şb.Bşk.

Tören bitiminde Prof.Dr.Ahmet Taner KIŞLALI  gömütü ziyaret edilecektir.

======================================================

Dostlar,

Biz Edirne’de olacağız… Kongremiz var..
Önceki yıllarda bu törenlere katıldık, Park’ta okunan metni hazırlayıp sunduk..

19.10.14 günü Denizli Sarayköy’de bu amaçla bir görsel konferansımız olacak..
(Belki Edirne’de de ADD anma etkinliği yapar..)

Başlığı aşağıda.. duyurusu web sitemizde var..

ADD Genel Merkezi isterse bu sunuyu (power point) kendilerine veririz, web sitelerine koyabilirler..

“Aramızdan koparılışının 15. yılı.. Ne Yapmalı ??”

Vurulduğunda ADD Genel Başkan Yardımcısı idi A. Taner Kışlalı.
Yekta Güngör Özden de Genel Başkan.
Biz de ADD Edirne Şubesi Başkanı idik.
Dostumuzdu, ağabeyimizdi, Edirne’ye de konferansa çağırmıştık.

Ardından çoook konferanslar verdik fakat alçak cinayet çözülmedi, çözülemedi.

Canileri lanetliyoruz, cinayeti aydınlatmayanları da kınıyoruz.

Hiç kimsenin canına kıyılmasın, sorunlarımızı barışçı biçimde konuşarak çözelim istiyoruz.

Rahmetlinin vurulmasından sonraki günlerde, biz de dönemin Edirne’de Valisi
Koru Engin’in gerek görmesiyle yakın korumaya alınmıştık. 1 yıl böyle yaşadık.
Sıkıntıları biliyoruz. Koruma polisimiz Naim Başar‘a rahmet diliyoruz.

Kışlalı hocayı şükran ve özlemle anıyoruz.

Bu arada O’nun yapıtlarını büyük özverilerle kitaplaştırarak bize kazandıran vefalı ve çalışkan damadı (eski) Gazeteci – Yazar Sıtkı Uluç‘a da çook ama pek çok teşekkür borçluyuz.

http://www.anadolu.eu
/

adresli web sitesini mutlaka ziyaret etmelisiniz..

Sevgi ve saygı ile.
17 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

OKURYAZARLIK ÇALIŞTAYI..


OKURYAZARLIK ÇALIŞTAYI..

OKURYAZARLIK_CALISTAYI_17.10.14

Okuryazarlik_Calistayi_Izlence

Çalıştaya başarı diliyor, emek verenlere, vereceklere teşekkür ediyoruz..

OKURYAZARLIK” kavramına ilişkin bizim dillendirdiğimiz 2 kavram oldu
akademik yaşamımızda.. 90’lar öncesinde “BİLGİSAYAR OKURYAZARLIĞI” sorunu ile yüzleştik.. 1986’da ABD’deki çalışmlarımızda bu dünyayla tanışmıştık.
Commodore 64 – 128 eldeki kişisel bilgisayarlardı ve yetenekleri çok sınırlıydı..
Yurda dönüşümüzde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde ilk masaüstü (desktop) kişisel bilgisayarı cebimizden ödeyerek satın almış ve fakültede eğitime sunmuştuk.
Lisans ve lisansüstü (Sağlık Bilimleri Enstitüsü) düzeyde dersler açmıştık :
“Tıp ve Sağlık Bilimlerinde Bilgisayar Kullanımı”..
Fakülte yönetimini bir bilgisayar laboratuvarı kurmaya zorlamış ve 20 pc’den oluşan laboratuvarda adını andığımız dersleri üstlenmiştik.
Daha sonra Edirne Tabip Odası bünyesinde aynı laboratuvarı kullanarak kurslar açmış (Dr. Serbülent Orhaner ve Dr. Ahmet Yılmaz ile birlikte), sınırlı maddi girdileri
Tabip Odası Lokalinin inşaat bütçesine aktarmıştık (1/4 maliyeti karşılamıştık..)
Sonrasında masaüstü pc’ler (kişisel bilgisayarlar) ve dolayısıyla
“bilgisayar okuryazarlığı” sevinerek izledik ki, hızla ve çooook yaygınlaştı.
Sonra dizüstüler, tablet bilgisayarlar ve cep telefonlarında uygulamalar geldi..

****

2. olarak “Makale okuryazarlığı” kavramını dildndirdik..
Öretim üyeliği görevimizde, genç akademisyen adaylarının böylesi bir sorunu olduğunu gözledik. Sorun salt yabancı dil bağlamında değildi.
Türkçe makalelerde de benzer sorun yaşanıyordu.
Lisans ve lisansütü derslerimizde bu konuyu uygulamalı olarak işledik yıllarca.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde geçtikten sonra da (Mayıs 2004) benzer çabamız sürdü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde “Tıp ve Sağlık Bilimlerinde Bilimsel Araştırma Metodolojisi” dersleri kapsamında bu konuyu işledik. Tıp Fakültesinde de (6. sınıfta).

*****
Şimdilerde “okuryazarlık” çok daha geniş ve farklı boyutlar kazanmış durumda..
Dünyayı, yaşamı kavrayabilmek, neler olup bittiğini görebilmek..
Medyanın dezenformasyon – propaganda tuzaklarına düşmemek..
Sermaye güdümünde Postmodern Bilimin bilim adına servis ettikleri
bilgi kirliliğinden korunabilmek.. Makale üretebilmek..
(Lütfen “Postmodern Bilim (!) Karabasanı : Nasıl Başetmeli ?
başlıklı makalemize – ODTÜ bildirimize bakar mısınız??
http://ahmetsaltik.net/2012/05/03/postmodern-bilim-karabasani-nasil-basetmeli/)

Küresel kapitalist düzenin oyuncağı olmamak için YAŞAMI OKUYABİLMEK..
Günümüzde okuryazarlık, artık böylesi geniş ve yaşamsal bir kapsama erişmiştir.
Yaşamı sorgulayabilmek; neden – niçin – nasıl .. sorularını sorabilmek;
eleştirel – sorgulayan akla erişmek; bilimsel akılcılığı yaşamın rehberi kılmak..
Büyük ATATÜRK‘ün neredeyse 80 yıl önce vurguladığı ilkeyi yaşama geçirmek..
“Çağının okuryazarı” olabilmek için
aklı ve bilimi yaşamda en gerçek yol gösterici edinebilmek..
Sorun budur.. Yakıcıdır, insanımızı mutlaka çağcıl anlamda OKURYAZAR kılmak zorundayız. Tersi durumda, yeterince okuryazar kılın(a)mayan milyonlarca yığınlar
oy sandıklarında belirleyici olacak ve biz “okuryazarlar” bu sonuçlara katlanacağız!?

Sevgi ve saygı ile.
13.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Zeki Sarıhan : “BU OKULU BİZ DAHA İYİ YÖNETİRİZ!”


“BU OKULU BİZ DAHA İYİ YÖNETİRİZ!”

portresi

 

Zeki Sarıhan

 

 

 

1968 yazında ülkede gençlik ayağa kalkarken eğitim enstitüleri öğrenci temsilcileri toplanarak ortak sorunlarımızı saptadık, İsteklerimizi Bakanlığa ve okullarımızın yöneticilerine de ilettik. Bütün ülkede olduğu gibi öğrencilerin huzursuz olduğunu
fark eden  Öğretmenler Kurulu, birkaç öğretmeni öğrencileri dinleyerek huzursuzluğun kaynaklarını öğrenmek istedi.

Bölüm Başkanımız İbrahim Olgun’un başında bulunduğu birkaç öğretmenle
Türkçe bölümünde yaptığımız toplantıda İdarenin öğrenci derneğine yaptığı baskılardan ve okuldaki düzensizlikten söz ettikten sonra dedim ki:

—     Bu okulu biz öğrenciler daha iyi yönetiriz!

Bu söz onlara göre oldukça cüretliydi. Koskoca bir enstitüyü biz öğrenciler mi yönetecektik? Acaba yanlış mı duymuşlardı. Sözü bana bir kez daha tekrar ettirdiler. Not aldılar.

Çok ileri bir öneri gibi görünse de düşüncemde içtenlikli idim. Okulda 18-30 yaş arası 1.500 öğrenciydik. İçimizde liseden bir yıl önce mezun olup gelenler olduğu gibi en az üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra gelenlerimiz de vardı. Akademik kadroyu belirlemekten değil, okulu yönetmekten söz ediyordum. Okulu biz öğrenciler yönetseydik, Bakanlık gibi okula partizan atamalar yapılamazdı. Eğitim Şefi
Millî İstihbarat Teşkilatı’na bilgi taşımaz, öğrenciler arasında ayırım yapılmaz,
Öğrenci Derneği ile okul idaresi arasında zıtlaşma yaşanmazdı.

Bizi dinleyen öğretmenlerimiz, dile getirdiğimiz istekleri okul idaresine, öğretmenler kuruluna ve Bakanlığa iletmiş olmalıydılar. Fakat Okulun yönetim işlerinde bir değişiklik olmadı. Biz de 1968 güzünde okullar açılınca boykota gittik. Gazi Eğitim’de bu boykot 17 gün sürdü ve çok zorlu geçti. Sonunda Bakanlık isteklerimizi kabul etmek zorunda kaldı. Okulda öğretmenlerden oluşan bir komisyon, Enstitüler için yeni bir yönetmelik hazırlamaya başladı. Bunun esası, Eğitim Enstitülerinin artık Bakanlık tarafından yönetilen değil kendi kendini yöneten, yani özerk kurumlar olacakları idi.

DEMOKRASİ MÜCADELE İLE KAZANILIR

Bunu sağlamak için ileri sürdüğümüz isteklerimizden biri okul müdürünün öğretmenler kurulu tarafından seçilmesi, öbürü ise her bölümden seçilmiş birer öğrenci temsilcisinin oy haklarıyla birlikte bu kurula katılmasıydı. Dolayısı ile “Biz bu okulu daha iyi yönetiriz” sözüm kısmen ve dolaylı olarak gerçekleşmiş sayılırdı. Enstitünün yönetiminde Bakanlığı aradan çıkarıyor, onu öğretmenler ve öğrenciler olarak yönetmeye başlıyorduk. Gençlik kitleleri, mücadele ederek okullara demokrasiyi getiriyordu.

Nitekim daha yönetmelik çıkmadan Türkçe, Matematik, Fen, Sosyal Bilgiler, Eğitim, Müzik, Resim, İngilizce, Fransızca, Almanca, Beden Eğitimi bölümleri olmak üzere
11 bölüm temsilcilerimizi seçtik. Öğretmenler Kuruluna oy haklarımızla katıldık ve okul müdürünün seçiminde de oy kullandık.  Uygulama 12 Mart 1971 darbesine dek sürdü. O tarihte darbeciler bütün ülkede olduğu gibi Enstitü’de de demokrasinin kırıntısını bırakmadılar. Hatta seçimle gelmiş son müdür Naciye Öncül’ü de gözaltına alarak devrimci öğrencilerle birlikte yargıladılar. Demokrasi açısından Okulu bir harabeye döndürdüler.

Devrimcilerle karşıdevrimciler arasındaki en önemli farklardan biri, halk kitlelerinin
kendi kendilerini yönetip yönetemeyeceği konusundaki görüş ayrılığıdır.
Devrimciler kitlelere güvenirler ve onların yönetimde inisiyatiflerinin
sürekli artmasını isterler. Çünkü ortak akla güvenirler. Asıl demokrasi budur ve demokrasiyi çiçeklendirecek olan yığınlardır.

Karşıdevrimciler ise kitlelerin yönetimde söz sahibi olmasına şiddetle karşıdırlar.
Bunu önlemek için ya doğrudan doğruya halkı şiddet araçlarıyla bastırır, bütün dizginleri kendi ellerinde bulundurmak isterler, ya da kendi güdümlerinde yaptıkları sözüm ona serbest seçimlerle birçok mekanizmayı devreye sokarak halkı yönetimden uzak tutarlar. Türkiye’ye parlamento için üye seçimine başlandığında (1876) yalnız mülk sahibi erkekler oy kullanabiliyordu. Kadınlar seçme hakkına ancak 1930’da kavuşabildiler,
tek dereceli seçime geçmek için ise 1946’yı beklemek gerekmiştir. Bütün bunlar
halkı yönetimde söz sahibi olmaktan uzak tutmak içindir. Onların uyguladıkları yöntemlerden biri de sus payı olarak kitlelerin önüne attıkları kimi ekonomik olanaklardır. Tarih boyunca İktidar mücadelesi bastırılmış halk da bir süre için bu kadarına razı olmak zorunda kalır. Ama bir süreliğine… Onun doğal eğilimi, kendi kendini yönetecek bir düzene kavuşmaktır.

Günümüzde ise “Demokratik yaşamın vazgeçilmez ögeleri” olan siyasal partilerimizde doğru dürüst önseçimler bile gerçekleşemiyor ve parlamentoya milletvekili sokabilmek için bir partinin en az %110 oy alması gerekiyor.

Türkiye’de demokratik öğretmen hareketi 1975’ten sonra yıllarca “Yöneticilerini öğretmenler seçmelidir” istemini yükseltti? 1978’de Millî Eğitim Bakanlığında
demokrat bir kadronun yönetiminde bu isteğin gerçekleşmesine ramak kalmıştı. Öğretmenler Kurulunun seçtiği kişiyi Bakanlık müdür olarak atamaya başlamıştı.
Şimdi böyle şeylerin esamisi bile okunmuyor!

GERÇEK DEMOKRASİNİN ANAHTARI

12 Eylül 1980 Askeri darbesinden bir ay önce özgün bir halk katılımı örneği olan Fatsa’daki yerel yönetimin dağıtılması, Belediye Başkanı Fikri Sönmez’in tutuklanması, belediyeyi doğrudan halk katılımıyla yönetmenin Ankara’daki muktedirler için nasıl bir korku yarattığının da işaretiydi. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra çıkarılan bir yönetmelikte liselerde sınıf başkanlarının seçimle değil, atamayla belirlenmesi, ceberudun liseli gençlikten bile ne denli korktuğunun ifadesidir.

Ülkedeki bütün okul ve eğitim müdürlerini öğretmenlerin seçtiğini, hatta buna liselerde öğrenci temsilcilerinin de katıldığını düşünün. Okullarımızda gerçek bir demokrasi bayramı yaşanmaz mı?

Bütün ülke böyledir. Fabrikalar, çiftlikler, okullar… Bütün kurumlar o birimde çalışanlar tarafından yönetiliyor! Bu, o zamana dek yalnızca yönetilen kitleleri nasıl harekete geçirir, onların bilinçlerinde ne büyük sıçramalar yapar ve onların sorumluluk alma duygusunu nasıl pekiştirir, bir düşünülsün.

Yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak ve o yerin yönetimiyle ilgili kararları
oranın insanlarına bırakmak… (AS: çekincelerimiz var…) Gerçek demokrasi budur. Halk kendi kendini yönetecek mekanizmalara (AS: düzeneklere) sahip olursa,
orada ya gerici ya bölücülerin duruma egemen olacağını zannedenler var.
Aksine… Kendi kendini yöneten halk kitleleri böyle şeylere geçit vermez. Sorunlarımızın temelinde zaten halkın yönetimden uzak tutulması yok mu?
(16 Ekim 2014)

===================================

Evet dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan yaşamının en üretken yıllarını yaşıyor belki de.
Her hafta 2-3 makale yazıyor, okuyor bol bol.. (Bize kendisinin söyledikleri..)

“Yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak ve o yerin yönetimiyle ilgili kararları
oranın insanlarına bırakmak… 
(AS: çekincelerimiz var…) Gerçek demokrasi budur.”

Tümcesi yukarıdaki makalede yer alıyor. Özeksel (merkezi) ve yerel yönetimlerin
yetki ve sorumluluklarını çok iyi dengelemek gerekir. Hem ülke bütünlüğünü ve
makro planlama hedeflerini gerçekleştirerek verimli kaynak kullanmak hem de
yerel gereksinimleri belirleme ve karşılamada yöre insanlarına söz ve karar hakkı tanımak..

Ölçüyü kaçırmadan..

Hele hele belli etnisitelerin ülkenin belli yörelerinde yoğunlaştığı ve ayrılıkçı teraneler dillendirdiği ülkelerde.. Ötesi, demokrasi adına tehikeli ütopik ve romantik serüvenlere sürüklenmek olabilir..

Sevgi ve saygı ile.
17.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net