Etiket arşivi: Şükrü Elekdağ

Türkiye’nin, İdlib cehenneminden çıkmasının yolu!..

Türkiye’nin, İdlib cehenneminden çıkmasının yolu!..

Uğur DÜNDAR
SÖZCÜ, 26.02.2020 https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/turkiyenin-idlib-cehenneminden-cikmasinin-yolu-5646053/

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ‘dan çarpıcı açıklamalar… Elekdağ, “

  • Türkiye, kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Türkiye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı.” dedi.

Değerli okurlarım,

Son iki hafta boyunca İdlib’deki olaylar baş döndürücü ve endişe verici bir şekilde gelişti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Suriye ordusunun saldırılarıyla 13 askerimizin şehit olmasının ardından, 12 Şubat’ta partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmayla Rusya’yı, İdlib’de izlediği politika nedeniyle oldukça sert ifadelerle suçladı. Esad ordusu, şubat sonuna kadar Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmediği takdirde, bunun TSK’nın fiili müdahalesiyle gerçekleştirileceğini açıkladı. “Suriye kuvvetleri nerede karşımıza çıkarsa orada vuracağız”, “Onları Soçi Mutabakatı sınırlarına kadar kovalayacağız.” dedi. Bu arada soruna çözüm bulmak amacıyla Moskova’da, Türk ve Rus heyetleri arasında yapılan müzakereler bir sonuç vermedi. Esad’ın Ankara’nın uyarılarını dikkate almayarak Rus uçaklarının desteğiyle sürdürdüğü harekatta iki şehit daha verdik. 21 Şubat akşamı gerçekleşen Erdoğan-Putin telefon görüşmesi sonrasında da rahatlatıcı bir gelişme olmadı. Halen Ankara- Moskova hattındaki riskli gerilim ciddiyetini koruyor…

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, İdlib’deki tehlikeli durumu tüm boyutlarıyla ele alacağız.
★★★
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, sorunun Soçi Mutabakatı’nın uygulanmasından çıktığını biliyoruz. Ancak bu konuya girmeden önce, harekat sahasındaki durumu okurlarımızla paylaşalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ültimatomuna ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) İdlib’de yaptığı yoğun yığınağa rağmen, Suriye ordusu ilerlemesini sürdürdü.

  • Esad, “Halep ve İdlib’in kurtuluş mücadelesi kuzeyden gelen içi boş açıklamalara rağmen devam edecektirKontrolümüz dışındaki tüm Suriye toprakları geri alınacaktır.diyerek Erdoğan’a meydan okudu.

    Bu ortamda 20 Şubat’ta El Nusra bağlantılı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) militanları ve Türkiye’nin denetimindeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birlikleri, TSK‘nın topçu ateşinden de yararlanarak Kriminas-Neyrap bölgesinde başarılı bir taarruzla Esad kuvvetlerini gerileterek Neyrap köyüne girdiler. Ancak, Rus uçaklarının müdahalesi üzerine muhalefet kuvvetleri yeni mevzilerinde tutunamadı ve geri çekildi. Rus uçaklarının ateşiyle 2 askerimiz şehit oldu, 5 askerimiz de yaralandı.

RUS UÇAKLARININ SALDIRISI TÜRKİYE’YE BİR MESAJDIR

(U.D.): Moskova bu şekilde Ankara’ya bir mesaj mı verdi?

(Ş.E.): Bundan kuşkunuz olmasın!.. Moskova’nın verdiği mesaj şudur:

  • Eğer, şubat ayı sonunda TSK, Türk Hükümeti’nin çılgınca talimatı uyarınca, Esad ordusunu Türk gözlem noktalarının gerisine sürmek için bir harekata girişirse, karşısında Rus Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen bir Suriye ordusunu bulacaktır… Yani işler bir Türkiye- Rusya askeri çatışması boyutuna taşınmıştır.
  • Böylece, Şam yönetimine verilen ültimatom çöp sepetine atılmış oluyor.

Erdoğan’ın Putin’le iyi ilişkilerine güvenerek, TSK’nın Esad’ın ordusunun hakkından gelmesine Rusya’nın seyirci kalmasını sağlayabileceği yolunda beslediği safiyane umutlar boşa çıkmıştır. Düşününüz bir kere… Rusya asırlar boyunca gerçekleştirmek istediği sıcak denizlere çıkmayı öngören stratejik hedefini Suriye’de bir deniz ve hava üssü kurarak gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan, Rusya’nın, kendisine paha biçilmez değerde askeri ve siyasi “leverage” (kaldıraç gücü) sağlayan bu olanağı sunan Suriye’yi ve ordusunu Türkiye’nin insafına terk edeceğini umut etmek akla ve gerçeğe aykırıdır. Keza, Rusya’nın Suriye hava sahasını Türkiye’ye açabileceğini düşünmek de çok yanlıştır…

(U.D.): Türkiye, Suriye topraklarına yoğun bir askeri yığınak yaptı. Basından öğrendiğimize göre yığınak, tanklar da dahil 2 bin zırhlı araç ve 10 bin kişiden oluşuyor… Bu koşullarda bu güç hangi amaçla kullanılacak?

HAVA DESTEĞİ OLMAYAN ASKERİ YIĞINAK RİSKTİR

(Ş.E.): Verili koşullarda, hava desteği olmayan bu gücü Suriye ordusuna karşı kullanmak, ancak Rusya ile savaşa yol açacak aşırı riskli bir süreci göze almakla mümkün olabilir. Bu nedenle caydırıcılığından da çok şey yitirden bu gücün askeri bir işlevi kaldığı iddia edilebilir mi? Esasen daha başlangıçta hava desteğinden yoksun olan bu kuvveti muhtemel savaş alanının merkezine konuşlandırmak, büyük basiretsizlik ve hata örneği değil mi? Kuvveti konuşlandırdıktan sonra da hava savunma ihtiyacının karşılanması için Türk kamuoyu gözünde şeytanlaştırılan ABD’den Patriot füzeleri talep edilmesi de traji-komik bir olay.

  • Stratejik akıldan bir nebze nasibini almayan liderler tarafından yönetiliyoruz.

(U.D.): Bir savaş durumunda ABD ve NATO Türkiye’ye fiilen yardım etmez mi?

(Ş.E.): ABD Dışişleri Bakanı Pompeo önce “Türkiye’nin yanındayız diyerek umut verdi. Fakat sonra Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı O’Brien, ABD’nin desteğinin fiili değil, siyasal olacağını vurguladı. NATO’ya gelince, İttifak Şartı’nın 5. maddesine göre, NATO ancak bir üye devlet topraklarının bir başka devletin saldırısına uğraması durumunda fiili yardımda bulunabiliyor. Türkiye’nin durumu, 5. madde kapsamında değil.

(U.D.): Ankara ile Moskova birbirlerini 17 Eylül 2018’de Soçi’de imzaladıkları İdlib Mutabakatı’na uymamakla suçluyorlar. Tarafların görüşlerini izah eder misiniz?

RUSYA TÜRKİYE’Yİ İKİ SEBEPTEN SUÇLUYOR

(Ş.E.): Rusya Türkiye’yi, şu iki temel yükümlülüğünü yerine getirmemiş olmakla suçluyor:

  1. Birincisi, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terörist olarak tanımlanan silahlı radikal cihatçı gruplarla ılımlı silahlı grupları ayrıştırmasını, bu işlemden sonra da radikal cihatçı unsurları önce silahsızlandırılıp marjinalleştirmesini, sonra da etkisizleştirilmesini…
  2. İkincisi ise Halep-Lazkiye bağlantısını sağlayan M-4 ile Halep-Şam bağlantısını sağlayan M-5 karayollarının ve güzergahlarının teröristlerden temizlenmesini öngörüyor.

    Moskova Ankara’yı, geçen 1.5 yıl içinde, yükümlülüklerini yerine getirmek için hiçbir şey yapmamakla ve ateşkesi cihatçı teröristleri korumak için kullanmakla itham ediyor.

    Bu durumda cihatçı teröristlerin işini bitirme görevinin Suriye ordusu tarafından üstlenildiğini ve Ankara’nın buna itiraz etmeye hakkı olmadığını vurguluyor. Moskova, aynı zamanda Türk gözlem noktalarına da artık gerek kalmadığını, bu nedenle bunların kaldırılmasını talep ediyor. Bilindiği üzere 12 Türk gözlem noktasının üzerinde konuşlandığı ateşkes hattı, muhaliflerle BM tarafından terörist olarak tanımlanmış grupların yaşadıkları yerleri, Şam Hükümeti denetimindeki alanlardan ayırmak için tesis edilmişti.

(U.D.): Ankara da bu suçlamalara kendi teziyle karşılık veriyor.

ANKARA, SURİYE ORDUSUNUN ATEŞKES HATTINDAN ÇEKİLMESİNİ İSTİYOR

(Ş.E.): Ankara itirazını Soçi Mutabakatı’nın 2. maddesindeki,“Rusya, İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alacak ve mevcut statüko korunacaktır” hükmüne dayandırıyor ve Moskova’yı Ankara’nın onayını almadan Suriye ordusunun operasyonlarını desteklemek ve bu yolla ateşkes hattının ve statükonun ihlaline yol açmış olmakla suçluyor. Bu nedenle Ankara, statükoya uyulmasını ve Suriye ordusunun Türk gözlem noktalarının oluşturduğu ateşkes hattının ardındaki eski mevzilerine çekilmeleri istiyor. Bu amaçla da Türk gözlem noktalarının yerlerinde kalacaklarını ısrarla belirtiyor. Tabii bu ısrar Ankara’nın İdlib’e yönelik ajandasından kaynaklanıyor.

(U.D.): Nedir bu ajanda?

GÜVENLİ BÖLGE TÜRKİYE’YE TEHDİTLER OLUŞTURUR

(Ş.E.): Ajandanın ne olduğunu Cumhurbaşkanı’nın 21 Şubat’ta cuma namazından çıkışta yaptığı şu açıklamadan öğrendik:

“İdlib’den bir milyona yakın insan Türkiye’ye doğru göç etti. Biz bunlara nerelerde iskan imkanı sağlayacağız? Sınırımızdan Suriye’nin içine doğru 30-35 km gibi bir koridora güvenli bölge ilan edelim dedik. Bu güvenli bölgede briket barakalar yapalım dedik…”

Bu ifadelerden, Ankara’nın İdlib’de kendi denetiminde özel statüsü olacak bir güvenlik alanı elde etmenin peşinde olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin ve Afrin’in sınırlarına bitişik bu alan, 30-35 km derinlikte olacak ve bu alana sığınmacılar yerleştirilecek.

Son derece tehlikeli olan bu proje Türkiye’nin yanı başında Peşaver gibi felaket bir yapının kurulmasına yol açar. Çünkü Suriye’deki El Kaide uzantısı tüm radikal cihatçıları aileleriyle birlikte mıknatıs gibi kendine çeker. Buradaki teröristler, onları dışarıdan finanse eden devletler tarafından Türkiye’ye karşı kullanılır.

Ankara’nın halen verdiği mücadelenin, Soçi Mutabakatı‘nın revizyonuyla saptanacak yeni ateşkes hattının, bu “sözde güvenli bölgenin” sınırlarının azami genişlikte olmasını sağlama hedefini güttüğü anlaşılıyor.

  • TBMM’nin mutlaka toplanarak Mehmetçik’in bu maksat uğruna ateşe sürülmesinin doğru olup olmadığı hususunda karar vermesi gerekiyor.

Ankara’nın gözlem noktaları konusundaki ısrarının da bu konuyu yeni ateşkes hattının çiziminde pazarlık unsuru olarak kullanmak istemesinden ileri geldiği anlaşılıyor.

(U.D.): Peki bu güvenli bölgenin Peşaver gibi olma tehlikesini önlemenin bir yolu yok mu?

(Ş.E.): Tabii ki var!.. Türkiye salt kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve etkin bir sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Türkiye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı ve İdlib’deki 12 gözetleme noktasını tampon bölgenin Suriye sınırları boyunca bariyerlerle birlikte konuşlandırmalıdır.

  • Bu şekilde İdlib cehenneminden kaçan Suriyeli göçmenler ile cihatçıların Türkiye’ye sızması önlenebilir.
  • Esasında İdlib’deki El-Kaide uzantısı radikal cihatçı unsurlar Türkiye için de ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Bu nedenle, Suriye ordusunun bu unsurlara bitirici darbeyi vurması Türkiye’nin lehinedir. Ankara’nın buna karşı çıkması, altını çizerek söylüyorum, büyük saçmalıktır, makul ve rasyonel değildir.

(U.D.): Esasında Cumhurbaşkanı da “Suriye’yi terör örgütlerinden ve rejimden temizlemeden bize huzurla uyumak haramdır.” diyerek aynı şeyi söylemiyor mu?

SURİYE’DE REJİMİ YIKMA HEDEFİ YANLIŞTIR, HATADIR

(Ş.E.): Cümlenin yarısı doğru, yarısı da yanlış…

  • Suriye’de rejimi yıkma hedefi sakattır, hatalıdır!..  

Suriye’de Baas rejimi, bürokratik, askeri ve yaygın istihbarat ağına dayanan yönetici yapısıyla iktidarı desteklemekte ve ülkeyi bir arada tutmaktadır. Karşısında da ülkeyi yönetebilecek kapasitede, direniş gücü kuvvetli ve uluslararası toplum tarafından desteklenen bir muhalefet yoktur. Türkiye’nin korumasında bulunan ÖSO ise tam bir dayanışma içinde bulunmayan, tümü düzenli ve disiplinli gruplardan oluşmayan, gevşek bir yapıya sahiptir. Esasen bu zafiyeti nedeniyle de muhalefet giderek cihatçı-Selefi eksene kaymıştır.

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlayamadığı husus, Irak’ta rejimi temsil eden Baas Partisi’nin yasaklanmasının ve Irak ordusunun lağvının ülkede iç savaşa yol açtığı ve ülkeye terörü ve kaosu getirdiğidir.

IŞİD’in Ortadoğu’nun ve dünyanın başına bela olmasının zeminini bu kararlar hazırlamıştır. O kadar ki Irak’ın işgalinden bugüne dek 17 yıl geçmesine rağmen ülke hâlâ istikrar ve barışa kavuşamamıştır.

  • Bu nedenle Suriye’de rejimin yok edilmesini öngören bir hareket, aynen Irak’ta olduğu gibi sonu gelmez bir kaosa, iç savaşa ve ülkenin geri kalan varlıklarının da mahvolmasına neden olacaktır.

Bunları belirtmemin nedeni, özellikle Rusya ile yaşadığımız hali hazır krizin, Ankara’nın Şam ile doğrudan ilişki kurulmasına daha sıcak bakmasına zemin hazırlayabileceğini düşünmemden ileri geliyor. Aracısız, doğrudan temas ve işbirliği ortamında birçok çetrefil sorunun çok daha kolay çözümü mümkün olacaktır. Böyle bir gelişme durumunda da muhatabımızın Baas yönetimi olacağına hazır bulunmalıyız…

Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin güvenliği ve savunması için yaşamsal önem taşıyor!..

Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin güvenliği ve savunması için yaşamsal önem taşıyor!..

Uğur Dündar
SÖZCÜ, 21.12.19

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi konusunda çarpıcı tespitler:

Sevgili okurlarım;

Tarafsız uzmanlar Kanal İstanbul Projesi‘nin gerçekleşmesi halinde İstanbul ve çevresi için felaket boyutunda ekolojik sorunlara neden olacağını öne sürüyor.

Ayrıca bu projenin uygulanmasıyla son derece ağır demografik ve ekonomik sıkıntıların ortaya çıkacağını iddia ediyorlar. Projenin bir ihtiyacı karşılamadığını, amacının rant yaratmak olduğunu vurguluyorlar. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da bilimsel bulgular ışığında bu projeyi “ihanetin ötesinde, bir cinayet” olarak niteliyor. Bugün, tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile yapacağım söyleşide, konunun stratejik önem taşıyan güvenlik boyutunu ele alacağım. Zira, Kanal İstanbul’un, Türkiye’nin savunmasında kritik öncelik taşıyan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin son bulmasına veya aleyhimize değişikliklere uğramasına yol açacağı hususunda ciddi endişeler dile getiriliyor.
★★★
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, söyleşimize ABD ile Rusya arasında küresel bir mücadele alanı haline gelen Karadeniz havzasındaki gelişmeleri ele alarak başlayalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Sözünü ettiğiniz mücadelenin temelinde, NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejisi ile Rusya’yı tekrar bir süper güç haline getirmek isteyen Putin’in Rusya’nın Sovyetler Birliği dönemindeki etki alanlarını tekrar kazanma politikasının çatışması var… Sovyetler Birliği döneminde Karadeniz’in Türkiye sahilleri dışındaki tüm kıyılarında Sovyet hakimiyeti vardı. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ardından NATO’nun genişleme dalgasıyla Karadeniz sahillerinin büyük bir kısmı NATO üyesi Romanya ve Bulgaristan ile bağımsız ve Batı yanlısı Ukrayna ve Gürcistan’ın hakimiyetine girdi. Rusya, Soçi- Novorossiysk arasındaki 300 kilometrelik bir sahil şeridine sıkışıp kaldı. Bu ortamda Moskova’nın baskısından kurtulmak isteyen Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya alınması, ittifakın 2008 Bükreş Zirvesi’nde gündeme geldi ve bu iki ülkeye üyelik sözü verildi. İşte kıyamet bundan sonra koptu… Rusya böyle bir gelişmeyi önlemek için önce Gürcistan’ı parçaladı, sonra da Kırım’ı ilhak edip Ukrayna’yı bölme operasyonuna giriştiHalen Karadeniz havzasında ABD/NATO ile Rusya, çatışma rotasındalar. NATO’nun 70’inci yılını kutladığı Londra’daki zirve toplantısında Türkiye de dahil, ittifakın 29 üyesi Rusya’yı Batı dünyasının esas düşmanı olarak ilan ettiler. Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasına verdikleri önemi vurguladılar. Ayrıca Kırım’ın Rusya tarafından işgalini asla kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Karadeniz havzasında soğuk savaş yıllarında olduğu gibi çok gergin bir hava hakim… Bu gergin durumun ufak bir kıvılcımla tehlikeli biçimde tırmanması ihtimali göz ardı edilemez.

ABD, MONTRÖ’YÜ DELMEK İÇİN YOLLAR ARIYOR

(U.D.): Bir de ABD’nin Karadeniz’e kalıcı bir NATO deniz gücü oluşturulması projesi var…

(Ş.E.): ABD’nin, Rusya’yı kuşatma stratejisi uyarınca NATO kisvesi altında Karadeniz’de kalıcı ve etkin bir deniz kuvveti bulundurmak istediği ve böyle bir projeyi engelleyen Montrö rejimini delmek için yollar aradığı doğru… Fakat bu husustaki girişimlerini kendisi öne çıkarak değil, vesayetine giren Romanya’yı kullanarak yapıyor. Nitekim, Haziran 2016’daki NATO Savunma Bakanları Toplantısında Romanya, Karadeniz’de Ukrayna, Bulgaristan, Romanya, Türkiye ve ABD’nin katılacağı daimi bir NATO filosu oluşturma fikrini ortaya attı. Bu öneriye göre, ABD savaş gemileri NATO filosuna rotasyonla katılacaklar ve bu şekilde kıyıdaş olmayan ülke savaş gemilerinin Karadeniz’de 21 günden fazla kalamayacakları hakkındaki Montrö Sözleşmesi hükmüne riayet etmiş olacaklardı. Ukrayna ve Bulgaristan öneriyi kabul ettiler. Ancak bilahare, Bulgaristan’ın Moskova’nın baskısıyla öneriye karşı çıkması nedeniyle proje gerçekleşmedi. Fakat bu proje yine de gündemden düşmüş değildir.

Elekdağ, Montrö’yü hatırlattı, “Bu itibarla Boğazları kullanan gemileri Kanal İstanbul’dan geçmeye zorlamaya hakkımız yoktur.” dedi.

(U.D.): Şimdi, Montrö Sözleşmesi’nin Türkiye’ye güvenlik açısından neler sağladığını ve feshedilmesi (sona erdirilmesi) halinde neler kaybettireceğini inceleyelim.

(Ş.E.): Sözleşme Boğazlardan geçişte Karadeniz’e sahildar (AS: kıyıdaş) olmayan devletlere birçok kısıtlamalar getirmek suretiyle, Türkiye’nin güvenliği için gerekli koşulları yaratacak ve Rusya’nın güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dizayn edilmiştir. Karadeniz’de kıyısı olmayan devletler barış zamanında en az 8 gün önceden Karadeniz’e gidecek savaş gemilerinin sayısını, tipini ve geçiş tarihini Türk yetkili makamlarına bildirmeye mecburdurlar. Bu devletlerin Boğazlardan aynı anda transit geçecek gemilerinin sayısı 9’u ve tonajı da 15 bin tonu geçemez. Keza, kıyıdaş olmayan devletlerin Karadeniz’de bulunduracakları gemilerinin toplam tonajı 30 bin tonla sınırlıdır. Tek bir devlet için bu tonaj 20 bin tonu geçemez. Ancak, Karadeniz’deki en güçlü donanmanın tonajı sözleşmenin imzalandığı tarihteki en güçlü donanmanın tonajını 10 bin ton aşarsa 30 bin tonluk limit 45 bin tona çıkarılabilir. Bu durumda bugünün koşullarında söz konusu limit 45 bin tondur. Boğazlardan uçak gemileri ve denizaltılar geçemez. Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin barış zamanındaki hakları çok daha geniştir. Sözleşme’ye göre savaş halinde, Türkiye tarafsız ise muharip devletlerin gemileri Boğazlardan geçemez. Türkiye muharip ise savaş gemilerinin Boğazlardan geçişini istediği gibi düzenler.

TÜRKİYE’NİN BOĞAZLARDAKİ DENETİMİ ORTADAN KALKAR

(U.D.): Peki, şimdi sözleşmenin yokluğunda Türkiye’nin nasıl bir durumla karşılaşacağını inceleyelim…

(Ş.E.): Montrö Sözleşmesi 20 Temmuz 1936’da, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya tarafından imzalanmıştır. İtalya da 1938’de sözleşmeye katılmıştır. Sözleşmenin 28. maddesine göre, bu devletlerden biri tarafından fesih başvurusu yapılırsa, bu başvuru tarihinden itibaren sözleşme iki yıl daha yürürlükte kalacak ve taraf devletler yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak üzere bir konferansta bir araya geleceklerdir. Bu konferansta yeni sözleşmenin 1982 Birleşmiş Miletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) hükümleri temelinde oluşturulmasının önerilmesi kesindir. Türkiye’nin, Boğazlar üzerindeki kontrol ve denetimini ortadan kaldıracak bu yoldaki önerilere kuvvetle karşı çıkması beklenmelidir. Rusya’nın tutumu da aynı doğrultuda olacaktır. Bu konferanstan bir sonuç çıkmayınca IMO’nun yardımıyla bir müzakere süreci başlayabilir. Ancak, böyle bir süreçten, Türkiye’nin karşısındaki denizci devletlerin hem adetçe çok hem de daha etkili olmaları nedeniyle ülkemizin güvenliğini ve çıkarlarını koruyabilen bir sözleşme çıkabilmesi mümkün değildir. Zira, karşımızdaki çoğunluk, Türkiye’ye BMDHS’nin 38. maddesinin 2. fıkrasındaki “transit geçiş rejimi” hükümlerini dayatacaklardır.

TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ ARKA PLANA İTİLECEKTİR

(U.D.): Transit geçiş rejimi çok mu aleyhimize?

(Ş.E.): Evet!.. Bu rejimin uygulanması halinde geçişlerde Türkiye’nin güvenliğinin korunması arka plana itilecektir… Şöyle ki: Askeri gemilerin geçişlerine yönelik önceden bildirim usulü, transit geçiş sırasında ve Karadeniz’de bulundurulabilecek tonaj sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemeler ile Karadeniz’de kalış süresi üzerindeki sınırlama ortadan kalkacaktır. Yani, her tip ve tonilatoda savaş gemisi – uçak gemileri ve denizaltılar da dahil – hiçbir bildirime ve sınırlamaya tabi olmadan Boğazlardan geçecek ve süresiz Karadeniz’de kalacaktır. Yabancı savaş uçakları da Boğazlar üzerinden transit geçişte bulunacaklardır.

(U.D.): Bu felaket bir senaryo!.. Boğazlar yol geçen hanına dönüyor!..

(Ş.E.): Evet!.. Bu koşullarda, ABD,  istediği büyüklükte ve nükleer başlıklı balistik füzelerde donatılmış bir askeri deniz gücünü Boğazlardan geçirebilecek ve Romanya’da deniz üsleri kurabilecek. Karadeniz’i NATO/ABD gölüne dönüştürecek böyle bir gelişme, Rusya-ABD gerginliğini had safhaya taşıyacak ve global istikrarı tehlikeli şekilde bozarak bir kriz ortam oluşturacaktır. Rusya da en az Türkiye kadar böyle bir ortamın oluşmasını istemez. Bu münasebetle burada, Türk kamuoyuna pek iyi anlatılmayan bir hususu belirtmek isterim:

  • Montrö Sözleşmesi’nin aynen devamı Türkiye’nin güvenliği ve savunması için yaşamsal önemdedir. Sözleşme, dünya barış ve istikrarı için de paha biçilmez değerdedir. 

(U.D.): Böyle bir ortamda ABD, sözleşmenin feshini ister mi?

(Ş.E.): Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmayan ABD, müttefiki Romanya vasıtasıyla fesih başvurusunu yaptırabilir. Ancak, ABD’nin bu yoldaki kararı, kendisiyle Rusya arasında her an sıcak gelişmelere yol açabilecek aşırı riskli bir kriz sürecine “angaje” olmayı göze almasını gerektirecektir. Ben bugünün koşullarında, özellikle Boğazların bekçiliğini NATO’ya üyeliği süren bir Türkiye yaptığı müddetçe ABD’nin sözleşmenin feshi yolunda bir girişimde bulunarak aşırı riskli bir kriz süreci yaratacağı kanısında değilim.

KANAL İSTANBUL ZORLAMASI MONTRÖ’YÜ İHLAL SAYILIR

(U.D.): Peki, Kanal İstanbul’un gerçekleştirilmesinin Montrö Sözleşmesi üzerinde ne gibi etkileri olur?

(Ş.E.): İktidar tarafından ve yandaş medyadan gelen seslere bakılırsa Boğazlardan geçen ticaret gemilerinin tümünün veya bir bölümünün Kanal İstanbul’a yönlendirileceği planlanıyor ve alınacak geçiş ücretlerinin 8 milyar doları bulacağı hesaplanıyor. Oysa, Montrö Sözleşmesi’ne göre, barış zamanında her devletin ticaret gemileri bayrak ve yükü ne olursa olsun Boğazlardan serbestçe geçebilecektir. Bu itibarla Boğazları kullanan gemileri Kanal İstanbul’dan geçmeye zorlamaya hakkımız yoktur. Türkiye tarafından vuku bulacak herhangi bir zorlama, Montrö Sözleşmesi’nin ihlali sayılacak ve durumu fırsat bilen Yunanistan sözleşmenin feshini gündeme getirecektir. Gemi geçişlerinden 8 milyar dolar ücret tahsil edileceği iddiasına gelince…
Bu rakamı 2017’de Boğazlardan geçen gemi sayısı olan 43 bine bölünce, her gemiden 180 bin dolar tahsil edilmesi gerekeceği gibi bir saçmalık ortaya çıkıyor.

(U.D.): Peki Montrö Sözleşmesi’ne göre geçişten ücret alınıyor mu?

(Ş.E.): Sözleşme Türkiye’ye “fener, tahlisiye ve sağlık resmi” alma yetkisi veriyor. Türkiye bu tahsilattan yılda 150 milyon dolar gelir elde ediyor. Geçiş ücretleri sözleşmede 1936’da 1.20 olan altın/frank kuru üzerinden belirlenmiş ve bu kur Türkiye tarafından 1982’ye dek değiştirilmeden uygulanmıştır. 1982’de belirlenen gerçek kur üzerinden hesaplanan ücretlerin reel olarak 10 kat arttığı görülmüştür. Ücretler buna göre saptanınca Yunanistan, İngiltere ve Rusya’nın itirazları başka devletler tarafından da benimsenmiş ihtilaf IMO’ya intikal etmiş. Burada tartışmanın büyüyüp Boğazların denetiminin Türkiye’den alınıp uluslararası bir komisyona devri önerisi gündeme gelince, Türkiye geri adım atarak reel ücretin % 25’ini almayı kabul etmiştir. 1994 yılında tekrarlanan ücretlerin güncelleştirilmesi girişimi aynı akıbete uğramıştır. Uzmanlarca yapılan hesaba göre, geçiş ücreti güncel altın kuru üzerinden belirlendiği takdirde Türkiye yılda 2.4 milyar dolar elde edebilecektir. Boğazlar trafiğini Kanal İstanbul’a yönelterek ücretleri güncelleştirmeyi amaçlayan bir girişimin daha öncekilerin akıbetine uğraması mukadder olduğu gibi, sözleşmenin feshinin tartışılmaya açılması riskini taşıdığı da vurgulanmalıdır.

(U.D.): Bir eksiğimiz kaldı. Bu da sözleşmenin tadiline ilişkin prosedür…

(Ş.E.): Montrö Sözleşmesi’nin 29. maddesindeki tadil prosedürü, Türkiye ile Rusya’ya Karadeniz güvenliği konusunda çıkarlarının örtüşmesi nedeniyle birlikte hareket ettikleri takdirde aleyhlerine olacak her kararı engelleme imkanını vermektedir.

 

Borç ekonomisi

Borç ekonomisi

AKP Genel Başkanı Ekonomist (?) Erdoğan’a 10 Soru

1. 12 ay içinde vadesi gelecek olan 182 milyar dolar dış borç ve
2. 55 milyar $ dolayında cari işlem açığının finansmanı nasıl sağlanacak?
(bkz. http://ahmetsaltik.net/2018/06/09/ekonomik-secenekler-daraliyor/)

E. Büyükelçi Dr. Şükrü Elekdağ, Türkiye’nin dış borçlarını ödeme gücünün çok zayıfladığına dikkat çekmektedir (https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/turkiyenin-dis-borclarini-odeyebilme-kapasitesi-cok-zayiflamis-durumda-2453500/utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger)

Dikkat çekmek isteriz ki, Sayın Aydoğanoğlu’nun aşağıdaki paragrafında belirtilen, 2018 sonuna dek servis edilmesi gereken toplam küresel borç ödemesi 1,9 Tr (trilyon) $ dır!
– Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) yayımladığı ‘Küresel Borç Gözlem Raporu’na göre gelişmekte olan ülkeler 2018 sonuna dek kamu ve özel sektör üzere toplam 1 trilyon 900 milyar dolarlık borç ödemesi yapacak. Bu yıl en büyük borç geri ödemesi yapacak ülkeler Çin, Rusya, Güney Kore ve Türkiye olarak sıralanıyor.
Türkiye için bu rakam 182 Bn (milyar) $ olduğuna göre, toplamın borç geri ödemesinin yaklaşık 10’da 1’i (% 9,6’sı) Türkiye’nin sırtındadır! Oysa Türkiye’nin 2018 sonunda erişebileceği toplam ulusal gelir (GSMH) 800 Bn (milyar) $ bile olamayacaktır (2017 sonunda 850 Bn $). Küresel toplam gelir 2018 sonunda 80 Tr (trilyon) $’ı biraz aşabilir; Türkiye’nin bu üretimde payı %1 gibidir (nüfus %1,1!). Küresel gelirde %1 payınız olacak ama küresel borç servisinin %10’unu yapacaksınız!

Adama şu soruları sormazlar mı                :

1- Senin hiç öngörü (projeksiyon) hesapların yok mudur?

2- Bunca ağır, boyunu çooooook aşan borçlanmayı neden yaptın?

3- Haydi olağanüstü borçlandın; bu kaynağı hangi döviz getiren üretken yatırımlarda kullandın?

4- Borç servisi için, o da yapabilirsen – bulabilirsen, fahiş faizle ve kritik ödünlerle borçlanma dışında hangi seçeneğin var?
5- Sen bu işin sonunu hiç düşünmedin mi?
6- Üstelik ekonomistim diyorsun, diplomanı bir türlü göremedik ama, ‘kandırıldım’ da diyemezsin bu durumda..
7- Daha kritik bir soru : Ekonomi yönetimi, başdanışmanlar içinde bu öngörüyü (projeksiyonu) yapabilecek tek bir adam yok mu? Varsa sana uyarı yapılmadı mı? Yapıldı ise niye dinlemedin?
8- Örn. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yrd. İngiliz vatandaşı Mr. Mehmet Simsek’in yıllardır işin başında olarak bu yıkımı – çöküşü görememesi olanaklı mı? Göremedi ise diplomalarını yırtmayı ve emekliye ayrılmayı düşünür mü? Gördü ise ve hala kamuflaj ile meşgulse bu ‘misyon’ un adı nedir ve acil yaptırımı ne olacaktır / ne olmalıdır??!!
9. Hala kendinizi ve halkımızı, dünya kamuoyunu yanıltmayı (!) sürdürecek misiniz?
10. Artık bırakıp gitmeye ve hiç olmazsa ülkeyi enkaz ile başbaşa bırakmaya ne dersiniz?
*******
Efendi, bırak git artık.. Ülkenin yakasından düş..
Koskoca bir ülkenin, on milyonlarca masum insanın böylesine ağır soyulduğunun, talan edildiğinin örneği dünya iktisat tarihinde görülmemiştir.. Üstelik dincilik maskesi ile!

Gelinen yer; ülkenin salt bağımsızlığının değil; ülke ve ulus bütünlüğünün, bekasının ciddi biçimde tehdit altına sokulduğu ürkünç (vahim) bir yerdir!

Türkiye halkı, 24 Haziran’da, kendisine kurulan bu küresel mafyatik tuzağın hesabını mutlaka ama mutlaka sormalıdır; soracaktır umuyor ve diliyoruz..
Osmanlı’nın Düyun-u Umumiyesi‘ni defetmeyi bildiği gibi..
1923-1954 arasında 31 yıl, burnundan gelerek de olsa, haramzade padişahların hovarda borçlarını ödeyerek…

Sevgi, saygı ve derin kaygı ama UMUT ile. 10 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com