Etiket arşivi: Selçuk Erez

Seninki yine görücüye çıkıyor

Seninki yine görücüye çıkıyor

Selçuk Erez
– “Vazgeç” dedik.. “İpliğin pazara çıktı” dedik, “iç yüzün anlaşıldı, dış yüzün de hayli buruşuk.. Bundan sonra seni umduğun kadar beğenmezler” dedik. Kızıyor.

– Anlıyor mu?
– Ne gezer? Kimseyi dinlemiyor. İlla ki yeniden görücüye çıkacak. 
Sen de, ben de biliyoruz: Eskisi kadar çekici değil.. Beş-on yıl önce de öyle aşırı baş döndürücü bir şey değildi ama “albenisi var, karizması var” deniyordu ve fazla ince eleyip sık dokumazsan, ayrıntılarda dolaşmazsan idare ediyordu. 
Bunca zaman geçtikten sonra defoları belirginleşti: Saçları döküldü, burnunun kemeri çöktü, gözlerinin altında süpermarket poşetleri oluştu.. Makyajcısı, bunları sabah akşam boyayıp uyutmaya çalışıyor: Dört-beş yıl evvel fondötene kıyıp kat kat kremleyince çaprazdan çekilmiş görüntülerinde engebeler bir dereceye kadar saklanabiliyordu ama artık bu da yetmiyor. 
– Peki, Lady Gaga sahneye çıktığında saldıkları mavi ya da bol renkli sahne sislerinden edinsek, bizimki geldiğinde ortalığı duman kaplasa olmaz mı? Yapabilsek güdük yönleri belki dikkat çekmez..
– Uzaktan bakıldığında üç beş dakika idare eder ama dumanlar dağılınca ortaya BeyonceRihanna filan değil de hecin devesi gibi bir şey çıktığında el âlem tepki gösterir! 
– Defolu ve huysuz atları satmak için pazara götürmeden kedi otu ve rezene yedirirlermiş; denesek. 
– Belki olur ama aklıma başka bir çare geldi: Amcam on dokuzuna varıp gördüğü her kıza sarkmaya başladığında “Şunu bir rezalet çıkmadan baş-göz edelim” demişler. Birisi Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın ibrikçibaşısının kızını salık vermiş. 
– Bizimki Abdülhamid’e bayılır! 
– Kız ve ailesi söz kesmeye gelmişler. Onlar evlerine döndükten sonra bahçıvan, bahçede yarısı içilmiş bir konyak şişesi bulunca iş anlaşılmış. O yıllarda hastalıklı gelinleri elma yanaklı, sağlıklı göstermek için kızlara damadın evine ayak basmadan önce konyak içirtir, sonra da iki yanağına birer şaplak indirirlermiş. Bunu yapsanıza. 
– Ağzına hâkim olabilse, olmadık yerlerde şarlamasa, her konuştuğunda şuna buna saldırmasa belki tokatlamadan da yutacak, sindirecek birkaç kişi buluruz ama seninki kendini tutamıyor. 
– Onu artık fiziği, karakteri değil, parası için alacak çıkabilir.. 
– Eskiden de aslında böyle olurdu ama bu kez dolar çok yükseldi, bu da yaramayabilir. 
– Yahu, yakında seçim yok mu? 
– Vaar! 
– Gitsin, kazanabileceklere takılsın.. Belki biri seçim vaatlerinin arasına katar bizimkinin isteğini. 
– Bak bu çok iyi fikir. Sence kime gitsin? 
– Ben olsam Muharrem’den şaşmam!
===========================================
Dostlar,

80’ini devirmiş Prof. Selçuk Erez hocamızın zekasına, espri yeteneğine alkış tutuyor ve bereket diliyoruz..
Biz de Muharrem’den şaşmama niyetindeyiz

Sevgi ve saygı ile. 18 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Rusya ile kuzusarması

Rusya ile kuzusarması

Selçuk Erez
Cumhuriyet
, 23.11.2017
Rusya’ya baş döndürücü bir hızla yaklaşıyoruz: Turist, domates, Suriye derken şimdi de Soçi’de, Astana’da buluşmalar. Bu durumda Putin konusunda ayrıntılı bilgi edinmenin zamanının geldiğini düşündüm. 
Rus gazeteci Maşa Gessen, Putin’i iyi bilen bir kimse: Biyografisini yazmış. Putin zamanına ait başka kitapları da var. “Totalitarizm, Rusya’yı nasıl yeniden ele geçirdi” başlıklısı, bu yıl Ulusal Kitap Ödülü’nü kazandı. 
Mick Brown adlı bir gazeteci, Gessen ile bu konuda bir söyleşi yapmış (bk. The Telegraph 25 Şubat 2012). Bunu okuduğumuzda Putin konusunda çok şey öğreniyoruz: 1975’te KGB’ye katılmış, bu kurumla ilişkisi sürerken Petersburg’da vali yardımcısı olmuş. Putin’in vali yardımcılığı sırasında bu kentte gazeteciler, muhalifler izlenir, telefonları dinlenirmiş, birkaç tanınmış işadamı ve politikacı, öldüreni bilinmemiş ve bulunmamış cinayetlerde can vermişler. 
Putin, 1996’da Moskova’da Federal Güvenlik Sistemi’nde çalışmaya başlamış. Sonra Yeltsin onu başbakanlığa atamış.
O ara Rusya’nın birçok kentinde bombalar patlamış, 300 kişi ölmüş, 1900 kişi yaralanmış. Bunların Çeçen teröristlerin marifeti olduğu söylenmiş ama bugün bunların Putin’in birkaç hafta önce başkanlığından ayrıldığı Federal Güvenlik Sistemi’nce düzenlendiği biliniyor. NTV televizyonu bu işi karıştırmaya kalkınca sahibi Gusinski tutuklanmış. Bu adam, sahibi olduğu medya kuruluşlarını devletin Gazprom şirketine devredince serbest bırakılmış ve ülkeden kaçmış. 
Putin 2004’te yasaları değiştirip bölge valilerinin artık seçilmeyip kendisi tarafından atanması kuralını getirmiş. Bu ve benzeri değişiklikler eski dostu Berezovski’nin 1. Kanal’ında eleştirilince baskı ve tehditler, bu adamın Fransa’ya kaçmasına yol açmış. I. Kanal’a devlet el koymuş. 
Zengin bir işadamı olan Kondorkovski ona muhalefete yeltenince tevkif edilmiş ve sahibi olduğu petrol şirketi devlete devredilmiş. 
Bugün dünyanın en zengin devlet başkanlarından biri olduğu söylenen Putin, sıkça, “Etrafımız düşmanlarla çevrili, yurdumuz tehlikede” diyor. Televizyon istasyonlarının çoğu yandaş; onlar da Rusya’yı bu tehlikelere karşı ancak Putin’in koruyacağını söylüyor. Rusya’daki muhalefet? Çoğu göstermelik. 
Putin’in bu yönlerini öğrenince tedirgin olmamak elde değil. Bizim başkan böyle birisiyle bu kadar içli dışlı olursa acaba zamanla etkisinde kalır da güzelim demokrasimizi Rusya’dakine benzetmenin yolunu tutar mı? Başta muhterem danışmanları, hepimiz onu bu tehlikeden alıkoymak için elimizden geleni yapmalıyız.

Dünyayı kurtaran madam

Dünyayı kurtaran madam

Prof. Dr. Selçuk Erez
12.10.17, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Economist dergisi, mayıs ayında ölmüş olan Stanislas Petrov’un dünyayı kurtaran adam olduğunu yazdı. Petrov, dünyayı 1983 sonbaharında kurtarmış! Moskova yakınlarında bir merkezde çalışan bu adamın görevi Rusya’yı vuracak ABD füzeleri yola çıkınca yanacak uyarı işaretlerini ABD’yi bombalayacak Sovyet makamlarına bildirmekmiş. 
O gün ABD’den füzelerin geldiğini bildiren uyarı lambası yanıvermiş. Petrov, bunun bir uyarı hatası olduğunu kavrayarak emrinde çalışanlara “Korkacak bir şey yok, oturun yerinize!” demiş. Dergi, “O gün nöbette başkası olsaydı savaş çıkar, milyonlarca insan yaşamını yitirirdi” diyor. 
Bu vahim yanlış hemen düzeltilmelidir: Dünyayı kurtaran Petrov değil Agavni Topçuyan’dır! Açıklayalım: Zapistan Başkanı ile Trump bundan beş ay önce bir saat kadar görüşmüşlerdi. Biz üçüncü bir savaşın kurbanı olmamamızı, bu görüşmede çevirmenlik yapmış olan Agavni Hanım’a borçluyuz. 
Zapistan Başkanı son yıllarda ABD’yi günaşırı kınamakta ve suçlamaktaydı. Onun şimdiye kadar birçok ülkeyi böyle tehdit ettiğine, sonra da pek bir şey yapmadığına bakarak “Boş ver, bir şey olmaz” diyen çoktu ama “Belli olmaz!” diyen de vardı. 
Trump’ı iyi bilenler onun bu başkandan Kim Jong Un’dan ve Ebu Bekir el Bağdadi’den fazla tiksindiğini söylüyorlardı. 
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin araya girmesiyle düzenlenen bu görüşmenin tutanakları yeni yayımlandı: 
Trump, tercümanı Agavni Hanım’a, “Sor bakalım” demiş, “zoru neymiş?” 
Agavni Hanım, Başkan’ın sözlerini çevirmiş: 
-Zapistan’dan kaçan devesini geriye yollamanızı istiyor! 
-Ne yapacakmış deveyi? 
-Binip gezecekmiş!
-Ülkesinde deve çoktur. Başkasına binip gezsin. 
-Eskiden çoktu ama şimdi hangisine sorsan “Ben deve değilim” diyor! 
-Deveyi geri yollasak kestirir, yahni yaptırır, yersin. 
Agavni Hanım bu söze Başkan’ın gergin bakışlarla verdiği yanıtı çevirmiş: 
-Bu, iç işlerimize karışmaktır. 
-Tell him to… 
Agavni Hanım, bu ağır ve ayıp sözü olduğu gibi çevireceğine “Sayın Trump size sabır ve iyilikler diliyor!” diye aktararak Zapistan Başkanı’nın tepesinin atmasını ve ABD’ye savaş ilan etmesini, böylece Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkmasını engellemiştir. 
Olup bitenin pek farkında olmayan Trump konuşmanın sonunda gazetecilerin önünde başkanla tokalaşmış, Başkan da “ABD’nin sayın başkanıyla ele aldığımız her konuda fikir birliğine varmış bulunuyoruz” deyip saraydan ayrılmıştı.
==================================
Dostlar,

Biraz da biz sürdürelim mi sonra ne oldu??

Zapistan Başkanı’nın “Dostum Trump” diye yağlama – yıkaması da işe yaramadı.
Trump, Zapistan Büyükelçisini azdırarak vizeleri askıya aldırdı.
Zapistan Başkanı çıldırdı, bir büyükelçi nasıl vize yasağı koyar diye.
Oysa dünya alem bilirdi ki, hiçbir büyükelçi tek başına böyle bir karar almaya cesaret edemeyeceği gibi buna kesinlikle hukuksal yetkisi de yoktur!
Sayıları bilinmeyen muhterem danışmanları ihanet ederek Zapistan Başkanı’nın bir kez daha kandırılmasına neden oldular. O da yüklendi durdu Büyükelçiye.. Koca Trump ülkesini bir büyükelçi mi idare ediyordu? Çooooook öfkelenmişti Zapistan Başkanı, burnundan soluyordu. Yurt içinde, dışında, mikrofonu her kaptığında içini döktü haklılığına peeeek çok inanarak (!?).
Trump’ın uzak diyarlardaki ülkesinden yanıt tez geldi : Bu, devlet kararı idi..

Zapistan Başkanı kandırıla kandırıla kandırılmamayı bir türlü öğrenemiyor, muhatapları giderek O’nu daha kolay ve ağır biçimde kandırma becerisi geliştiriyorlardı.
Ama O, ne yapıp edip Zapistan halkını seçimlerde kandırmayı becererek koltuğunu koruyordu!?

Sevgi ve saygı ile. 13 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İngiliz holiganları perişan!

İngiliz holiganları perişan!

Prof. Dr. Selçuk EREZ

SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Galatasaray – Beşiktaş maçında yaşananlar konusunda çok şey yazıldı:

– “Maç sırasında tekbir getirip sahaya inenler Çarşı’dandı” diyene gülerler;
çünkü Çarşı, maçları, Doğu Tribünü’nün üst katından izler; evrim geçirip uçmayı öğrenmeleri gerekir sahaya dalabilmek için. Acemice bir provokasyondu bu!

– Takımını seven hiçbir taraftar 92. dakikada elde sandalye sahaya girip polis kovalamaz. Hadi kovaladı diyelim, bir anlık öfke ile kendini sahaya attı ama en azından sahanın ortasında, polislerin önünde hatıra fotoğrafı çektirmez.

– Provokatörler! Bu kafayla gitsek 2800 olimpiyatlarını bile vermezler bize!
Biz böyle düşünür ve hayıflanırken musibetten bir iyilik doğdu: Olimpiyat Komitesi
bu hafta toplanıp – kuşkusuz 2020 Olimpiyatlarını kaybetmemizin yol açtığı üzüntünün hafiflemesi için- “Provokatörlü Futbol”un 2020 olimpiyatlarına alınmasına karar verdi.
Böylece tarihte ilk kez, olimpiyatlara yüzde yüz kendi icadımız olan bir spor dalını
kabul ettirmiş olduk:

Provokatörlü futbol maçlarında iki değil, üç taraf bulunur:

İki formalı takım ve hangi tribünden ne vakit sahaya ineceği belli olmayan provokatör takımı.

Asıl maç, iki taraf arasında değil provokatörlerle futbolcular ve halk arasında gerçekleşir. Provokatörler maçı temelli durdurabilirlerse 6, en az yarım saat durdururlarsa 3, daha kısa süreli durdurmalar için de 1 gol atmış sayılırlar. İlk haftalarda durdurmalarda skorlar 2 ile çarpılır. Sonuçsuz girişimlerde bu puanlar gerçek taraftarlara ve kulüplere verilir.

Provokatör başarısı, futbol hakeminden farklı ve ayrı olan provokatör hakemince değerlendirilir. Bunlar eski köy korucuları ya da mütekait peşmergeler arasından seçilir.

Provokatörlü Futbol, böylece, ciritten sonra en ulusal sporumuz olmuştur:

Güreş aslında eski Yunan sporudur: Von Aulock kataloğundaki eski Yunan paralarında elense de var, künde de! Mısırlılar bile firavun zamanında halter ve uzun atlamayı bulmuşken biz olimpiyatlara kabul edilmiş tek bir özgün spor türü bile üretememenin ezikliğini yaşıyorduk ki Tanrı’ya şükür bu hükümet zamanında bunu da başardık.

Bizim stat basanlarımızın bu başarıları karşısında İngiliz, Slovak ve birçok ülkenin holiganı şimdi kıskançlıktan saçlarını başlarını kimbilir nasıl yoluyorlardır!

Kim sevmedi senWi başkan?

 

 

Kim sevmedi senWi başkan?
portresi

 

SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

 

Gezi Parkı Olayları’nın çekirdeğini 1990’dan sonra doğan gençler oluşturdular.
Sonra, bunlara her yaştan yurttaşlar eklendi

  • “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan”

diyen Onuncu Yıl Marşı’nı doğrularcasına…

Başlangıcından bu yana çok zaman geçmedi; bugün Gezi Parkı Olayları’nın önemi konusunda herkes aynı düşüncede ama yorumlar alabildiğine farklı!
Mesela, Başbakan nasıl yorumladı?

– Önce sen haddini bileceksin. Bilmem ne platformuymuş, ne platformu olursan ol. Ayaklar ne zamandan beri baş olmaya başladı. Böyle şey olur mu? Milletin vermiş olduğu bir yetki var. Milletimizin verdiği bu yetkiyi kullanamaz duruma gelirsek
o zaman bittik demektir.

Bu tanı yanlıştır ve her yanlış tanı gibi yanlış tedavilere sürükler insanları.
Doğru tanıya varmanın yolu 90 doğumluları bilmekten geçer:
Bu kuşaktan olanlar genellikle analarından babalarından baskılanmamışlar,
dayak yememişlerdir, internet yoluyla ve konuştukları yabancı diller aracılığıyla yeryüzünün başka yerlerinde olup bitenleri iyi izlerler: Sadece hangi ülkenin hangi
pop şarkıcısının dinlemeye değer olduğunu değil dünyanın neresinde hangi çevre sorununun öne çıktığını da bilirler. Yeryüzünün gelişmiş ülkelerinin gençleri gibi
farklı olana saygılı, değişik düşünceye de hoşgörülüdürler.

Onlara “Önce sen haddini bileceksin!” diyenler böyle midir?

Hayır!

F. Çalmuk ve R. Çakır’ın “Kasımpaşalı” başlıklı kitaplarında yazıyor:

  • Başbakan çocukken kendini sık döven babasını yumuşatmak için onun ayakkabılarını öpermiş.

Bir gün Tayyip bir komşu kadına küfretmiş. Babası O’nu ayaklarından tavana asmış.
Yirmi dakika asılı kalmış, dayısı kurtarmış.
Çocukluğunda dayak yiyenler, gençliklerinde cemaat önderinin huzurunda haddini bilmenin gerektiğini belleyenler, baskı görmeden büyümüş gençlerin yaşamlarına, önemsedikleri çevreye vb. akla yatkın açıklama yapılmadan,
“Ayaklar ne zamandan beri baş oldu?” denerek zarar verilmesine
ne boyutta tepki vereceklerini kavrayamazlar.

Gençler bunu da anlamışlardır: H. Badilli’nin Gezi şarkısı ne diyor?

“Kim sevmedi söyle seni sayın başkan sen çocukken”

Anaları ve babaları tarafından dövülmemiş, baskılanmamış yurttaşlarını
sen bu yaştan sonra baskılamaya, dövdürmeye kalkarsan ne olur?
Gezi olur işte!
(Cumhuriyet pazar Dergi, 08.09.2013)
 

 

Sinbad gibiyiz şimdi


Dostlar,

Sayın Prof. Selçuk Erez, Cumhuriyet‘in Pazar ekinde haftalık yazılarını sürdürüyor.
İnce esprilerle iletilerini ustalıkla veriyor.

Aşağıdaki yazı da güncel Türkiye’ye not düşen acı ama gerçek içerikli..

Sevgi ve saygı ile.
12.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Sinbad gibiyiz şimdi*

portresi

 

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com
Cumhuriyet Pazar eki, 11.8.13

 

Çocukken okumuştum: Gemici Sinbad’ın, Harun Reşid devrinde başından geçenler anlatılıyordu. O zaman yalnızca heyecanlı maceralar olarak algıladığım bu öykülerin aslında yararlı dersler içerdiklerini şimdi anlamaktayım.

Sinbad’ın dördüncü seyahatında neler olmuştu? Gemisi batmış, Sinbad, kendini yamyamların arasında bulunca denize atlamış, hızla yüzerek yakındaki başka bir adaya sığmıştı. Bu adanın padişahı Sinbad’ı çok sevmiş, O’nu, adasının en güzel kızıyla evlendirmişti… Sonra? Eşi kısa bir süre sonra ölünce Sinbad’ı -o adanın geleneği uyarınca- eşiyle birlikte bir yer altı mağarasına gömmüşlerdi.

Zavallı kendini birden karanlıkta, kokuşmakta olan bir cesedin yanında bulmuştu.
Yanına bir testi su ve birkaç somun ekmek bırakmışlardı.

Anımsıyorum: Sinbad’ın  mezardaki günleri, duvarları elleyerek kaçış, çıkış yolları aramakla geçmişti. Tehlikenin farkındaydı ama çare bulamıyordu.
Sinbad sonunda kurtuldu ama çocukluk günlerimden bu yana benim belleğimde kalan,
O’nun bu çıkmazda uzun sürmüş sıkıntılarıdır.

Ben uzunca bir süredir kendimi, böyle boğucu bir çukurdan çıkaracak yol arayan
Sinbad gibi hissediyorum!

O nasıl kurtulmuştu bu çukurdan?
Vahşi bir hayvan görmüş, peşine takılarak mağaradan çıkabileceği bir yol bulmuştu…

  • Peşine takılabileceğimiz yaratıklar nerede?

Peki, Sinbad öbür karabasanlardan nasıl sıyrılmış, gün yüzünü nasıl görebilmişti?
O’nun başka sıkıntılar karşısında bulduğu çözümler acaba beni de düze çıkarır mı?
Sinbad, bundan sonra başına gelenleri şöyle anlatır:

“Zayıf, çelimsiz, yaşlı birine rastladım. Bir akarsu kenarına ilişmiş karşıya bakıyordu. Anlaşılan zavallının dereyi aşacak gücü kalmamıştı. Acıdım, onu sırtıma aldım,
karşıya taşıdım. İnmesini bekledim ama “Buyur in” deyince boğazıma elleriyle ayaklarıyla yapıştı ve inmedi. Beni  günlerce bir binek hayvanı gibi kullandı,
istediği yönde koşturdu durdu… Eleştiri kabul etmiyordu.. Onu sırtımdan indirmeğe kalktığımda, “Artık yeter, in be tepemden!” dediğimde beni tehdit ediyor,
boğazımı sıkıp nefes almama engel oluyordu.

  • Sinbad, tepesine çöreklenmiş bu meretten nasıl kurtulmuştu?

Tarla kenarında bulduğu bir kabağı delmiş, boşaltmış, yolda topladığı üzümleri bunun içinde bekletip ekşiterek insanı sarhoş eden bir içki üretmişti. Sinbad’ın bu içkiyi içerek neşelendiğini, sırtındaki yüke karşın oynayıp hopladığını gören “despot” merak etmiş, bundan tatmak istemişti:

– Vermezsen ümmüğünü sıkar, boğarım seni!

Herif, üzüm suyunu son damlasına kadar içip kafası alabildiğine dumanlanınca
Sinbad onu kaldırıp yere vurmuş ve bağımsızlığına ancak böyle kavuşabilmişti!

Ama heyhat! Benim sırtımdaki maymun alkollü içki içmez ki…
Öyleyse ben, Sinbad’ın başka uygulamalarından esinlenecek, bu dikta denizinde, gençlerin toplandıkları platform adacıklarına doğru kulaç atarak kurtulacağım.

*6 yıl önce yazmış olduğum bir yazıyı, bu günkü duygularımı en iyi yansıttığını düşünüp az rötuşlayarak sunuyorum.

Boston’da ne oldu?


SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

file:/Users/apple/Desktop/1415%20pazar/indd/05PD06/%205%20MAYIS%202013:KELLE%20FOTOLAR:DSELCUK.jpg
file:/Users/apple/Desktop/1415%20pazar/indd/05PD06/%205%20MAYIS%202013:KELLE%20FOTOLAR:DSELCUK.jpg

Boston’da ne oldu?

İki Çeçen genci, 19 yaşındaki Zokar ile ağabeyi Tamerlan, maraton sırasında bomba patlatarak 3 kişinin ölümüne, çok kimsenin sakatlanmasına yol açtılar;
birkaç gün sonra da bir polisi öldürdüler. Zokar yakalandı, ağabeyi öldürüldü.

Gazeteciler Zokar’ın okuluna koşup O’nu bilen öğrencilerle konuştular.
Kız arkadaşı, Jenifer Mendez, “Sosyal yönü güçlüydü, güldürürdü!” dedi. Mendez, O’nun futbol sevdiğini, partilere gittiklerini de söyledi. Köktendinci İslam eğilimli biri olmadığına inanmaktaydı.

Zokar’ın arkadaşlarının tümü Jennifer’inkini andıran şeyler söylediler.
Zokar, sorgulandığında saldırıyı ağabeyinin planladığını, kendisinin de O’na uyduğunu söyledi. Ağabeyi, İslamın böyle savunulacağına inanıyordu.
Zokar’ın köktendincilikle ilgisi olmadığı halde ağabeyine karşı gelemediği anlaşılıyor.

Neden?

Bu olay, bana Tabip Odasının onur kuruluna yapılmış bir başvuruyu anımsattı:
Hasta şikâyetçiydi:

– Sağ dizimde menisküs yırtılmıştı. Bu dizimin ameliyatı için bayıltıldım.
Ayıldığımda sol dizimin ameliyat edildiğini gördüm.
Sorduğumda, “Meğerse o dizin de hastaymış. Önce onu doğrulttuk!” dediler.

Ameliyat notlarının sonradan yapılmış yanlışın saklanması amacıyla değiştirildiği anlaşılıyordu.

Ameliyatı yapan hekim, “Şefim beni arayıp acil işinin çıktığını, ameliyatı benim yapmam gerektiğini söyledi. Hazırlanmış dizi açınca bunun sağlam olduğunu gördüm.
Şefi cepten aradım. Sağlam dizi kazı, diğerini sonra düzelteceğimizi söyle.” dedi.
Hocamdı, saygım gereği başka türlü davranamazdım!

Genç Zokar da, bile bile sağlam dizi ameliyat eden doktor da kendinden büyüğün emrine karşı koyamayan, büyükten gelen emir yanlış, hatta çok yanlış bir emirse bile “Ben böyle bir şey yapmam!” diyecek olgunluğa varamamış olmanın acınası kurbanlarıydı.

Çocukların, büyüklerin, şeflerin, her dediklerine körü körüne uymanın, “terbiye” ve ”gelenek” gereği olduğu yanlışıyla yetiştirildikleri toplumlarda böyle cinayetler
böyle rezaletler sürer gider. Toplumumuz da Çeçen topluluğu da böyle toplumlardır.
Bu rezaletler ne zaman mı sona erer?

Baş eğmeyi, biat toplumu olmamayı öğrenmemizin şart olduğunu kavradığımızda!
(Cumhuriyet Pazar eki, 5.5.13)

Her şey O’ndan sorulur!


SELÇUK EREZ

www.selcukerez.com

portresi

Her şey ondan sorulur!

Sabahın dokuzunda belediye garajının önünde bir kamyonet durdu.
– Boyamaya geldik…
Boyacılar birkaç gün önce de gelmiş, garajın dört bir yanına iskele kurmuşlardı.
Bekçi kapıyı açtı.
– Hangi renge boyayacaksınız?
– Anlaşmada “beyaz” denmişti… Biz de bu boyadan aldık.
Boyamaya başladılar; bir duvarın yarısı bembeyaz oldu… Bekçi koşa koşa geldi:
– Durun, durun durun!
– Neden?
– Telefon ettiler. Fikirlerini değiştirmişler… Ne renk olacağı belli değilmiş.
– Ne zaman belli olacakmış?
– Kararı O verecekmiş… Çarşamba günü Sırbistan’dan gelince soracaklar.

***

TV ekonomi kanalında sarışın spiker lafları yuta yuta konuşan uzmana sordu:
– Tüketici fiyat indeksi (TÜFE) niçin hâlâ açıklanmıyor?
– Beyefendiye sormuşlar, henüz yanıtlamamış…
– Neyi sormuşlar?
– Bu ayki TÜFE hesabına bamya fiyatlarının da katılıp katılmayacağına O karar verecek.
– Doğumevi ne zaman açılacak?
– Bebeklerin göbek kordonunun kaç santim kesileceğini sordular; O yanıtlar yanıtlamaz!

***

– Bu hafta amatör kümede hangisi başta?
– Belli değil; Çekmecespor santraforunun attığı gole itiraz var; hakemler, “ofsayt değildi” diyorlar. Gelir gelmez filmleri gösterip O’na soracaklar.

***

– Fırınlarda  dünden beri neden simit bulunmuyor?
– Sormuşlar: “Simitler bu yıl da eskisi gibi yuvarlak mı olsun yoksa çılgın bir projeyle bunları dikdörtgen yapıp üstlerine susam yerine çörekotu mu serpelim?”
– Ne demiş?
– Haftaya açıklayacakmış!

***

Ülkemizde böyle her şeyi bilen birinin olması ne iyi! Keşke twitter de ya da facebook’ta bizim kişisel sorunlarımızı da cevaplasa..
– Sen ne sorardın?
– Ben çocuklarımı beyaz sabunla mı yıkayayım yoksa yeşil sabunla mı diye sorardım. Ya sen?
– Ben de rüyada hamamböceği görmenin ne anlama geldiğini!

(Cumhuriyet Pazar eki, 17.2.13)

Yazarın çıkar ilişkileri

SELÇUK EREZ

portresi

Yazarın çıkar ilişkileri

Bilim dallarında yayın yapanların uymak zorunda oldukları kurallar vardır. Ağırbaşlı bilim dergilerinin yayıncıları, bunlara uymayanların yazılarını geri çevirirler.

Bu kuralların arasında, “O yazıyı yazanların, yazdıkları alanla ilgili kuruluşlarla, değerlendirdikleri aygıtları, ilaçları üreten fabrikalarla, bunları satanlarla vb. herhangi bir çıkar ilişkilerinin olup olmadığının açıklanma zorunluluğu” vardır. Yazdıklarınızın, böyle bir ilişkiden etkilenip etkilenmediği bilinmek istenir. Bu konudaki sorular, sadece yazanlarla değil yazanların çalıştıkları kurumlarla üreticiler arasındaki parasal çıkar ilişkilerini de kapsar.

2008’de İnsan Papilloma Virüsünün rahim ağzı kanserlerinde oynadığı rolu tanımlayan, ardından bu virüsün bazı tiplerine karşı bir aşı geliştiren Dr. Zur Hausen’in Nobel Tıp Ödülü’nü alanlardan biri olacağı açıklandıktan sonra Nobel jürisinin üyelerinden Bo Angelin’in, bu aşıyı üreten firma olan Astra Zeneca’nın yönetim kurulunda da bulunduğu anlaşılınca kıyamet kopmuştu. Sonunda Bo Angelin, Astra Zeneca Şirketi’nin HPV aşısı patentine sahip olduğunu bilmediğini söylemiş, böylece iş zar zor kapatılmıştı.

Bütün bunlardan bize ne?

Demokratik yani yönetenlerin halk oylarıyla seçildikleri rejimlerde en önemli nitelik, seçimi yapacak olan halktan gerçeklerin saklanmamasıdır. Örneğin yönetenler,
komşu ülkelerle ilişkilerimizi, kendimizin değil  başka ülkelerin çıkarları için bozduklarında, “Biz, bunları, komşumuzda demokrasinin yeniden kurulması için yapıyoruz!” derlerse gerçeği halka kim anlatacak? Hükümetin her tutumunu eksiksiz alkışlayanlar mı?  İktidarı sürekli olarak güzellerin en güzeli, en demokratı ilan edenler mi? Böyle davrandıklarında TRT’de, şurada burada program yaptırılarak kalkındırılanlar mı?

Herhalde değil!

Çaresi?

Bilimsel yazı yayınlayan organlardan öğreneceklerimiz var: Yeni anayasaya bir madde ekleyip her yayın organının başlığına

  • “Gazetemiz ya da TV kanalımız, herhangi bir devlet bankasından sağlanmış
    kolay kredilerle kurulmamıştır”

cümlesinin eklenmesinin ve de yayınlanan haber ve makalelerin altına
“Yazarın yönetimle hiçbir çıkar ilişkisi olmamıştır” diye yazılmasının sağlanması gerekir.
Doğru seçim yapmak için doğru bilgi edinmesi şart olan yurtdaşlarımıza saygılıysak, böyle davranmalıyız.

(www.selcukerez.com, 3.2.13, Cumhuriyet)

Hüveyde’nin sünnet düğünü..

SELÇUK EREZ

Hüveyde’nin sünnet düğünü

– Hanım, yaverin en son getirdikleri davetiyelere baksana!
– Yaldızlı kocaman bir zarf. İçinden Arapça bir şey çıktı. Türkçeye de çevirmişler.
Başkan bizi, çocuğunun sünnetine davet ediyor. Ocak sonundaymış.
– Gideriz. Hartum’da mı yapılıyor?
– Hayır, burada, Kempinski’de. Bize gelmiş hediyelerden birini alır götürürüz.
– Oğlanın nişanına küçük altın bir otomobil gelmişti ya onu götürürüz. Hoşlarına gider.
– Onu getiren görse ayıp olmaz mı ?
– Kaddafi ölmedi mi? Nasıl görecek?
– Yahu Hüveyde diye erkek adı olur mu?
– Nadiren olurmuş. Şu davetiyeyi bana versene.
Allah Allah… Görmemiştim. Altında bak ne diyormuş:
“Sizleri kızımızın sünnetine bekleriz.”
– Ne? Kızını mı sünnet ettiriyor?
– Sudanlı kadınların %90’ı sünnetliymiş.
– Ne biçim Müslüman bunlar?
– Öyle düşünme: Bir hadise göre efendimiz, bu işlemin erkekler için sünnet yani zorunlu,
kadınlar için de şeref olduğunu söylemişmiş.
– Tövbe tövbe… Cumhurbaşkanının eşi için de mi öyledir?
– Başkanın eşi de % 90 öyledir.
– Amanıın… Birden içim çekildi. Neme lazım… İnşallah burada da yaygınlaşmaz.
Sen karışıp kötü adam olma ama söyle Sağlık Bakanı, Cemil Çiçek buna karşı çıksınlar. “Burada olmaz..” desinler.
– Dur, aklıma daha iyi bir şey geldi: Meclis’e bunun serbest bırakılması için birine teklif verdirelim. Yasalaşınca CHP hemen Anayasa Mahkemesi’ne koşar. Reddedilmesine
biz ses çıkarmayız. Böylece kötü kişi kim olur?
– Yine Kılıçdaroğlu!
– Bu ülkede senin kadar zeki başka birini bulsunlar da onu cumhurbaşkanı yapsınlar!

www.selcukerez.com
Cumhuriyet Pazar Dergi 09.09.2012