Sinbad gibiyiz şimdi


Dostlar,

Sayın Prof. Selçuk Erez, Cumhuriyet‘in Pazar ekinde haftalık yazılarını sürdürüyor.
İnce esprilerle iletilerini ustalıkla veriyor.

Aşağıdaki yazı da güncel Türkiye’ye not düşen acı ama gerçek içerikli..

Sevgi ve saygı ile.
12.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Sinbad gibiyiz şimdi*

portresi

 

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com
Cumhuriyet Pazar eki, 11.8.13

 

Çocukken okumuştum: Gemici Sinbad’ın, Harun Reşid devrinde başından geçenler anlatılıyordu. O zaman yalnızca heyecanlı maceralar olarak algıladığım bu öykülerin aslında yararlı dersler içerdiklerini şimdi anlamaktayım.

Sinbad’ın dördüncü seyahatında neler olmuştu? Gemisi batmış, Sinbad, kendini yamyamların arasında bulunca denize atlamış, hızla yüzerek yakındaki başka bir adaya sığmıştı. Bu adanın padişahı Sinbad’ı çok sevmiş, O’nu, adasının en güzel kızıyla evlendirmişti… Sonra? Eşi kısa bir süre sonra ölünce Sinbad’ı -o adanın geleneği uyarınca- eşiyle birlikte bir yer altı mağarasına gömmüşlerdi.

Zavallı kendini birden karanlıkta, kokuşmakta olan bir cesedin yanında bulmuştu.
Yanına bir testi su ve birkaç somun ekmek bırakmışlardı.

Anımsıyorum: Sinbad’ın  mezardaki günleri, duvarları elleyerek kaçış, çıkış yolları aramakla geçmişti. Tehlikenin farkındaydı ama çare bulamıyordu.
Sinbad sonunda kurtuldu ama çocukluk günlerimden bu yana benim belleğimde kalan,
O’nun bu çıkmazda uzun sürmüş sıkıntılarıdır.

Ben uzunca bir süredir kendimi, böyle boğucu bir çukurdan çıkaracak yol arayan
Sinbad gibi hissediyorum!

O nasıl kurtulmuştu bu çukurdan?
Vahşi bir hayvan görmüş, peşine takılarak mağaradan çıkabileceği bir yol bulmuştu…

  • Peşine takılabileceğimiz yaratıklar nerede?

Peki, Sinbad öbür karabasanlardan nasıl sıyrılmış, gün yüzünü nasıl görebilmişti?
O’nun başka sıkıntılar karşısında bulduğu çözümler acaba beni de düze çıkarır mı?
Sinbad, bundan sonra başına gelenleri şöyle anlatır:

“Zayıf, çelimsiz, yaşlı birine rastladım. Bir akarsu kenarına ilişmiş karşıya bakıyordu. Anlaşılan zavallının dereyi aşacak gücü kalmamıştı. Acıdım, onu sırtıma aldım,
karşıya taşıdım. İnmesini bekledim ama “Buyur in” deyince boğazıma elleriyle ayaklarıyla yapıştı ve inmedi. Beni  günlerce bir binek hayvanı gibi kullandı,
istediği yönde koşturdu durdu… Eleştiri kabul etmiyordu.. Onu sırtımdan indirmeğe kalktığımda, “Artık yeter, in be tepemden!” dediğimde beni tehdit ediyor,
boğazımı sıkıp nefes almama engel oluyordu.

  • Sinbad, tepesine çöreklenmiş bu meretten nasıl kurtulmuştu?

Tarla kenarında bulduğu bir kabağı delmiş, boşaltmış, yolda topladığı üzümleri bunun içinde bekletip ekşiterek insanı sarhoş eden bir içki üretmişti. Sinbad’ın bu içkiyi içerek neşelendiğini, sırtındaki yüke karşın oynayıp hopladığını gören “despot” merak etmiş, bundan tatmak istemişti:

– Vermezsen ümmüğünü sıkar, boğarım seni!

Herif, üzüm suyunu son damlasına kadar içip kafası alabildiğine dumanlanınca
Sinbad onu kaldırıp yere vurmuş ve bağımsızlığına ancak böyle kavuşabilmişti!

Ama heyhat! Benim sırtımdaki maymun alkollü içki içmez ki…
Öyleyse ben, Sinbad’ın başka uygulamalarından esinlenecek, bu dikta denizinde, gençlerin toplandıkları platform adacıklarına doğru kulaç atarak kurtulacağım.

*6 yıl önce yazmış olduğum bir yazıyı, bu günkü duygularımı en iyi yansıttığını düşünüp az rötuşlayarak sunuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir