Etiket arşivi: Ruhani

Şükrü ELEKDAĞ, sınırlarımıza dayanan insani felaketin kaçınılmaz olduğunu söylemişti!..

Şükrü ELEKDAĞ,
sınırlarımıza dayanan insani felaketin kaçınılmaz olduğunu söylemişti!..

Uğur DÜNDAR
SÖZCÜ, 05 Şubat 2020

Sevgili okurlarım, önceki gün Suriye-İdlib‘de, rejim güçlerinin saldırısında 8 kahraman vatan evladımız şehit düştü. Yüreklerimizi yakan bu haberin ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, saldırılara anında misliyle karşılık verildiğini ve 75 Suriye askerinin etkisiz hale getirildiğini açıkladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Rusya’nın görmezden geldiği bu saldırıların, 1 milyon Suriyeli sivili sınırlarımıza dayadığını söyleyerek insani bir felakete işaret etti.

Ancak bundan aylar önce, 21 Eylül 2019’da, öngörüleri her zaman doğru çıkan Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, İdlib kaynaklı insani felaketin kaçınılmaz olduğunun altını çizerek Ankara’yı uyarmış ve bu felaketten kurtulmanın yegane yolunu da göstermişti.

İşte o tarihi tespitler ve uyarılar:
★★★
İdlib’in nüfusu, aldığı büyük göçler sonucunda 3.5 milyona yaklaşmış bulunuyor. Bölgenin halen %90’ı El Kaide’nin uzantısı olan Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve ona bağlı Selefi cihatçı örgütler tarafından kontrol edilip yönetiliyor. Yabancı kaynakların tahminlerine göre bölge, 200 bin civarında radikal unsuru barındırıyor. Keza, bunlardan 50 ile 100 bininin Şam rejimiyle savaşmaya kararlı silahlı örgüt mensupları olduğu tahmin ediliyor. Rusya, Türkiye ve İran arasındaki Soçi Mutabakatı Türkiye için şöyle bir misyon öngörüyordu: Türkiye bölgedeki başlıca şiddet aktörü olan HTŞ örgütünü bölerek ılımlıları radikallerden ayırdıktan sonra, ılımlıları kontrolündeki Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) çatısı altında toplayacak, geri kalan radikal cihatçılar için ise tasfiye yolları arayacaktı. Ayrıca Türkiye, ülkenin orta kesimlerini kuzeye bağlayan ve stratejik açıdan önemli M4 ve M5 karayollarını da yeniden ulaşıma açmayı taahhüt etmişti. Geçen bir sene içinde Türkiye bu iki yükümlülüğünü de yerine getiremedi…”
★★★
Bu durumu fırsat bilen Suriye ordusu da Rusya’nın hava desteğiyle güneyden İdlib’e girdi. Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir husus,  Rusya ve Suriye’nin İdlib bombardımanlarının son derece gayrı-insani ve acımasız olduğudur. Hedefler; yerleşim mahalleri, okullar, hastaneler, pazarlar, fırınlar olarak seçiliyor, sonra buralar misket ve varil bombalarıyla kıyasıya vuruluyor. Rusya bu taktiğini daha önce Halep’te, Guta’da, Dera’da, Humus ve çevresinde uygulamıştı. Bu taktiğin amacı, kenti teröristlerle masum siviller arasında fark gözetmeden cehenneme çevirmektir. Rusya aynı şeyi İdlib’de de yapıyor. Aileler, yaşlılar, çocuklar yegane çıkış yolu olan kuzeye, Türk sınırına doğru kaçıyor. Belirttiğimiz bu hususlara, Birleşmiş Milletler (BM) raporlarında yer verilmekte ve Rusya ile Suriye suçlanmaktadır…”

Şükrü Elekdağ

“16 Eylül 2019’da Ankara’da gerçekleşen Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin zirvesinden sonra yayınlanan ortak bildirinin ve Putin’le Ruhani’nin açıklamalarının incelenmesinden, Türkiye’nin kitlesel göç dalgasının önlenmesi için ateşkesin devamı ve operasyonların durması hususundaki talep ve önerilerinin dikkate alınmadığı, Suriye ordusunun, HTŞ gibi BM’nin terörist kategorisine koyduğu örgütlere karşı askeri harekatı sürdüreceği açıkça belli oluyor. Gerek Putin, gerekse Ruhani açısından birinci önceliğin İdlib’in mümkün olduğu kadar erken Esad rejiminin kontrolüne geçmesi olduğu anlaşılıyor. Ortak bildiride Soçi’de varılan mutabakata tarafların bağlılığının altı çizilmiş… Bu şekilde Ankara’ya, HTŞ’nin tasfiyesine yönelik yükümlülüğü hatırlatılıyor. Yani Türkiye’nin iki partneri, HTŞ’nin yok edilmesine yönelik “pis işi” Mehmetçik’in üstüne yıkmakta hâlâ ısrarlılar…”
★★★
Operasyonların bir süre yumuşamasından sonra şiddetli bir yıpratma savaşı bekliyorum. Tabii bu savaş kitlesel bir göç dalgasını tetikleyebilecek ve büyük bir insani felaket Türkiye’nin sınırlarına dayanacaktır. Böyle bir felaketi Ankara, Şam ile diyalog kanallarını açarak ve Suriye politikasını revize ederek önleyebilir. Esasen Şam da Ankara’ya zirve öncesinde “Sorunları beraberce çözebiliriz” mesajları göndermiş bulunuyor. Bunlardan birincisi, Suriye tarafından BM’ye yazılan mektupta PKK ve YPG’nin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve YPG hakkında çok ağır ifadeler kullanılmasıdır. İkincisi de genel af çıkarılmasıdır. Suriye genel aftan, HTŞ bünyesindeki   Suriyeli cihatçıların örgütten ayrılmalarını sağlamak ve örgütü bölmek için yararlanmak istiyor. Kanımca Türkiye de bu aftan yararlanmalıdır…”
★★★
“Suriye’deki güç dengesini dikkate aldığımız takdirde, Esad rejiminin İdlib’i Rusya ve İran’ın da desteğiyle terör unsurlarından geri almasının kaçınılmaz olduğunu görürüz. HTŞ ve ona bağlı cihatçı gruplar ne kadar direnseler de akıbetleri Halep’teki, Dera’daki ve Guta’daki cihatçılarla aynı olacaktır. Halen Türkiye’nin kontrolünde olduğu söylenen Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) çatısı altındaki muhalif örgütlerin çoğunun HTŞ cephesinde yer aldığı ve onunla birlikte Suriye ordusuna karşı çarpıştığı bilinmektedir. Ankara, UKC unsurlarını aftan yararlanmaya ikna ederek, onların ve ailelerinin bir hiç uğruna can vermelerini engellemelidir. Ben bunu bir sorumluluk olarak görüyorum. Bu girişim, aynı zamanda Türkiye ile Suriye arasında barış ve uzlaşıya zemin hazırlayacak, teröre karşı ortak mücadeleyle kitlesel göç potansiyelinin önlenmesi mümkün olabilecektir…”
★★★
“Suriye topraklarının %30’u üzerinde ABD desteğiyle ve PKK/PYD kontrolünde bir garnizon devletin temelleri atılmıştır. Bu devletin ABD tarafından eğitilmiş ve modern silahlarla donatılmış 60 bin mevcutlu ordusu, 30 bin kişilik polis gücü, 140 bin kişilik kamu personeli vardır. ABD, eğiteceği 30 bin ilave kişiyle orduyu takviye edeceğini ilan etmiştir. AKP iktidarının yaptığı gibi, garnizon devlete koruma sağlayacak bir “güvenli bölge” oluşturulması, 4 parçalı Kürdistan’ın Suriye ayağını kendi ellerimizle yaratmak ve ulusal çıkarlarımızı dinamitlemek demektir…”
★★★
“Eğer garnizon devlet çökertilmek isteniyorsa bunun yolu da Ankara’nın Şam ile ilişki kurmasından geçer. Böyle bir gelişme önce Şam’ın PKK/PYD’ye karşı elini kuvvetlendirecektir. Ayrıca Suriye, Türkiye, Irak ve İran dörtlüsü, siyaset ve diplomasi yoluyla garnizon devletin bölgede izole edilmesi imkanını elde edeceklerdir. Garnizon devlet yaşayabilmek için petrolünü ihraç etmek zorundadır. Söz konusu dört devlet aralarında güçlü bir işbirliği gerçekleştirerek bunu engelleyebilirler. ABD ne kadar yardım etse de garnizon devlet sadece dışarıdan gelecek destekle varlığını sürdüremez. Ayrıca Şam ile resmi bir ilişki, Türk askerinin Suriye topraklarındaki varlığına meşruiyet kazandıracaktır.

  • Türkiye’nin ulusal çıkarları Suriye rejimiyle en kısa sürede resmi planda etkin bir işbirliğinin gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor.
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan, sorumluluğunun tam idrakiyle, Suriye rejimiyle acilen resmi temas ve iş birliği kararını almalıdır.

Son olarak bir noktayı belirtmek istiyorum. Bu söyleşi çerçevesinde belirtmiş olduğum fikir ve önerileri, benimle yapmış olduğunuz ve 12 Eylül 2018’de “Türkiye’nin Ulusal Çıkarları Suriye Rejimiyle İş Birliğini Zorunlu Kılıyor” başlığıyla SÖZCÜ‘de yayınlanan röportajda da ifade etmiştim…”
★★★
İnsani felaketi çok önceden görüp, Türkiye’yi yönetenleri büyük bir içtenlikle uyaran bilge diplomat daha ne desin?

Her şeyi söylemiş, “Pis işi temizlemeyi Mehmetçik’e bırakacaklar ve insani felaketi sınırlarımıza dayayacaklar” demiş, ama dinleyen kim?

Olan yine Mehmetçik’e oldu ve mevcutlara ek olarak 1 milyon Suriyeli de sınırlarımıza yığıldı!..

Şehitlerimizi rahmetle anıyor, acılı yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.

 

ERDOĞAN’IN DIŞ POLİTİKASI DA ÇÖKTÜ

ERDOĞAN’IN
DIŞ POLİTİKASI DA ÇÖKTÜ


Ahmet Kılıçaslan Aytar

08.09.2018, Özgür Gündem

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

07 Eylül’de 2 Suriye ve 3 Rus uçağı ile Suriye topçusu İdlib’in güneyindeki  mevzilerinde  İslamcı terör örgütlerini vurdu. O sırada teröristerin tabutuna son çiviyi takmakta kararlı görünen Rusya Devlet Başkanı V. Putin ve İran Cumhurbaşkanı H. Rouhani, bir saldırı halinde ne yapacağı öngörülemeyen Erdoğan ile birlikte, Suriye ihtilafını sona erdirmek ya da İdlib’in Suriye rejimi kontrolüne geçmesi ardından “Suriye Savaşı’nın galibi olarak Beşar Esad‘ı” ilan etmek için; düzenlenen Tahran Zirvesi başlamak üzereydi…
*
Rusya ve  İran, Şam’ın başlıca müttefikleri olarak hükümetin lehine yedi yıllık savaşın dengesini sağladılar. Türkiye hükümeti ise hâlâ Şam rejimini devirmek isteyen isyancıları destekliyor.

Türkiye ancak 2016 sonundan bu yana, Suriye’deki denklemden dışlanan Suudi Arabistan ve Katar’ın kaderinden kaçınmak, esasen Osmanlı’nın eski toprakları olan bu coğrafyada ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturarak bölgede ekonomik kaynaklar üzerinde egemen olacağı bir stratejiyi yürütmek için Rusya ve İran ile yakın bir şekilde çalışıyor.
*
Türkiye İdlib de-eskalasyon bölgesindeki görevini, görünürde Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nüfusunun artacak olmasıyla sağlanabileceği öngörüsünde bir strateji ile yürüttü. Yani Türkiye bu görevi aldığı andan itibaren (AS: başlayarak) bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşıyacağını ve yeni bir demografik yapı oluşturacağı bildirdi! Ama esas stratejisi, bu bölgede Türkiye’ye  ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanıyordu. Şimdi Türkiye, bölgeye bizzat taşıdığı Sünni Arap nüfusun yol açacağı büyük mülteci akınından korkuyor!
*
Üstelik Türkiye, İdlib’deki isyancı ve İslami Cihad milislerinin çoğunu, Esad rejimi ile müzakere etmek ve her iki tarafın da kabul ettiği bir barış anlaşmasını destekleyerek silahların bırakılmasını sağlamak üzere eğitmiş ve donatmıştır!Öyle ki, Türkiye; İdlib’i işgal altında tutan El Kaideci Hayet Tahrir el-Şam (HTS) örgütünü daha 3 gün önce terör listesine aldı! Ama şimdi İdlib’teki isyancılarda ve teröristlerde patronları tarafından terk edilmeyeceklerine ilişkin pekişmiş  bir inanç vardır! Bu noktada İdlib’deki terörist varlığının, sivil halka olabildiğince az zarar gelecek şekilde yok edilmesine yönelik çabalar konusunda; Rus ve Türk yetkililer ile Suriye’de yerlerinden edilmiş olan mültecilerin geri dönüşü ya da teröristlerin Türkiye sınırlarından girmelerinin önüne geçilmesi de dahil olmak üzere birçok detay (AS: ayrıntı) görüşülüyor.
*
Ahh İdlib! Zavallı kentin gerçeği Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’nin kontrolünü ele geçirme konusundaki işbu riskli yatırımlarından kaynaklanıyor…. Erdoğan’ın bugün tamamıyla çökmüş dış politikası, Türkiye’nin durumunu özetliyor… Bu yüzden Suriye, Rusya ve İran’ın İdlib’e  saldırılarının başlaması,Türkiye’nin ne yapacağı konusunu gündeme taşımıştır.. Çünkü Ankara’nın İdlib’in devrilmesine izin vermesi tehlikeli bir örnek teşkil edecek; bu kez Suriye rejimi kuzey Suriye’deki diğer bölgeleri yeniden ele geçirmek için bir saldırı kampanyası açacaktır… Halbuki Türkiye, Suriye’de halihazırda kontrolü altında bulunan bölgeleri “kırmızı çizgisi” olarak ilan etmiştir! Ama bu bölgeleri ne kadar kırmızı gördüğü konusu tartışmalıdır…
*
Üstelik Türkiye bu senaryoyu desteklemek için Kürt YPG’yi denklemin merkezine yerleştirmiştir. Ama Suriye rejimi şu sıralarda YPG’nin liderliğindeki Suriye Demokratik Konseyi ile başlattığı resmi diyalogda; Kürtlerin taleplerinin (AS: istemlerinin) karşılanmasını, aynı zamanda bölünmeyi engelleyecek önlemleri garanti etmek üzere  yönetimsel ve kültürel otonomiyi tartışıyor…

Üniter desantralize” sistemi müzakere ediliyor. Bu yüzden YPG’nin de İdlib’deki bir rejim kampanyasına yardım etmeye istekli olma olasılığı; Türkiye’nini affedersiniz Erdoğan’ın çıkarlarını daha da yükseltmesine neden oluyor… Bu nedenlerle Türkiye, rejimin saldırılarına başlamasını engellemek için olağanüstü riskler almaya istekli olabilir! Hatta Türkiye’nin İdlib’e yapılacak hava saldırılarına karşı taşınabilir hava savunma sistemleri kullanabileceği dahi (AS: bile) öngörülüyor. Rusya’nın  bu hususu iyi bildiği ve hava varlıklarına yönelik herhangi bir tehdite karşı büyük ölçüde duyarlı olmanın hazırlığını yaptığı da bildiriliyor.
*
Türkiye, kuzeybatıdaki silahlı grup birleşmeleri için yeni yoğunlaştırılmış müzakereler düzenliyor. “Esed’e Hayır, Erdoğan’a evet” kampanyaları doludizgin düzenleniyor. Bölgeye yoğun olarak askeri takviyeler yapılıyor. İdlib’deki gözlem mevkilerine yapılan yapısal ve savunmacı gelişmeler de Türkiye’nin ısrarını  gösteriyor. Bu durumda Türkiye, İdlib’te kırmızı çizgisi tehdit altına girerse, bölgedeki isyancı silahlı grup vekillerine tam destek vermeye devam edecek ve Astana sürecinden tamamen çekileceği yönünde bir görüntü vermekteydi ki; Türkiye’nin bu çerçevede katıldığı Tahran Zirvesi’nde yayınlanan ortak bildiride;

Astana formatının devam ettiği: Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğünün teyid edilmesi: Üçlü eşgüdümün devamı: BM’in terörist olarak tanımladığı IŞİD, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DEAŞ‘la bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların tamamen (AS: tümüyle) ortadan kaldırılmasında işbirliği : Suriye ihtilafının yalnızca müzakere edilen bir siyasi süreçle çözülebileceği: Anayasa Komisyonun kurulmasının desteklenmesi: Sivillerin korunması ve insani yardımlara ilişkin maddeler yer aldı.
*
Sonuçta Tahran Zirvesi’nde İdlib İhtilafı ile ilgili şu sonuç çıktı:

Erdoğan, “Türkiye baştan beri Suriye’de akan kanın durması için mücadele etti. Büyük çileler çekmiş İdlib halkının yeni felaketlere maruz kalmasını asla arzu etmeyiz. Bugün burada bulunma sebebimiz yaşanan insani drama son vermenin yollarını aramaktır. Şu anda atacağımız adım, birlikte İdlib’te olabilecek göçü engellemektir. Bunun için de terörle mücadelede başarılı olmamız lazım. Özellikle silahların bırakılmasını sağlamaya yönelik buradan çıkan mesaj, terör gruplarına da çok kararlı bir duruşun ifadesi olacaktır.. Bunu başarmamız gerekiyor. ” dedi.
*
Ama İran Cumhurbaşkanı H. Rouhani‘nin, “Bölgedeki bazı ülkelerin terörizmle ilgili endişelerini anlıyoruz. Ama bu endişeler için en iyi çare Suriye hükümetiyle organize olmaktır. Suriye’nin geleceği için her türlü rol Suriye’ye aittir. Suriye krizinde işbirliğimiz bölgedeki diğer krizlerin çözülmesi için rol oynayabilir.” ifadesi;

Rusya Devlet Başkanı V. Putin‘in ise “Koşulsuz önceliğimiz, Suriye’de terörizmin bitirilmesidir. Şu anda en önemli olansa, İdlib’deki militanların buradan kovulmasıdır. İdlib’de diyalog kurmak isteyenlerle barış anlaşması yapılması imkanı değerlendiriliyor. Sivilleri korumak bahanesiyle teröristlerin saldırılardan kurtarmak istenmesi bizim için kabul edilemez. Silahlı muhaliflerin teröristlerle mücadeleye dahil edilmesi, Suriye’deki çatışmanın tarafları arasında güven seviyesinin artmasına yardımcı olacaktır. Suriye hükümeti 1 milyon göçmenin ayrımcılık yapılmadan ülkelerine geri dönmesi için gereken koşullar oluşturduğuna ilişkin garanti vermiştir.” ifadesi;
*
Zirvede ortaya çıkan iyi ile kötüyü dünya kamuoyu aklı ve vicdanı önüne serdi…
Erdoğan’ın başka ne politikaları vardı?
======================================
Dostlar,

TAHRAN DORUĞUNDA ERDOĞAN’ın TÜKENİŞİ

İçeride çok ağır ekonomik bunalımla boğuşurken, can – mal – hukuk… güvenliği bırakılmamışken, bir de ŞARBON belasıyla Ulusun gıda güvenliği – güvencesi ağır yara aldı.

  • Sanırız uygarlık tarihinde Türkiye’nin son 16 yılında olduğu gibi kötü hatta berbat yönetilen bir ülke örneği daha gösterilemez. Bunca ağır çelişki birikimi, eytişimsel (diyalektik) bakımdan sonu yaklaştırsa da, fatura olağanüstü ağır ve acılıdır.

Öte yandan, Tahran’daki 3’lü doruk toplantısı tam bir fiyasko Türk dış politikası bakımından!

Binlerce yıllık devlet geleneği, birikimi, ağırlığı ve terbiyesi olan Türkiye bu duruma mı düşecekti! Karşınızda asla hafife alınamayacak 2 dev uygarlığın, Pers ve Rus uygarlıklarının temsilcileri var.. Bir kez bu gerçekliği aklınızdan çıkarmayacaksınız. İkincisi, Mart 2011’den bu yana 7,5 yıldır süren Suriye politikasındaki hatalar zincirinden, gelgitlerinizden… ders çıkaracaktınız.

Ülkemizin uzun yüzyıllarda yetişen değerli Dışişleri kadrolarını ‘monşer‘ diyerek dışlayıp, nepotizm batağında liyakatsizlik hastalığı ile badem bıyıklı – çember sakallı güruh ile doldurmayacaksınız.. Ve de nefsinizin – egonuzun kölesi – tutsağı olmaktan mutlaka çıkacak ve Türkiye’nin – ulusumuzun yüksek çıkarlarını birincil tutacaksınız.. Emperyalizm adına uydu – maşa politikalar ve vekaleten savaşlarla (proxy wars) varacağınız yer çok yönlü çaresizlik ve teslimiyettir; tam da yaşadığımız gibi..

AKP = Erdoğan‘ın tüm bu vahim – çıplak gerçeklere karşın rasyonaliteye döneceklerine ilişkin ne yazık ki, en küçük bile olsa bir ipucu gözükmüyor.

Öte yandan İran – Rusya karşısında çaresiz kalıp engellenmişlik psikolojisine kapılınması durumunda, AKP = Erdoğan‘ın göze alamayacağı şey –benzersiz narsisistik kişilik yapısı nedeniyle– yoktur..

Asıl tehlike budur ve dileriz başta AKP kâmilleri olmak üzere dış alem bu olasılığı değerlendirmekte ve önlem almaktadırlar.. Üstelik Atlantik ötesinin böylesi bir çılgınlığı özendirme – hatta teşvik etme riski ortadayken.

AKP = Erdoğan, kendi kozasını ördü göz göre göre ancak, algı körleşmesi yaşayan ranta tutsak müritlerin biat kültürü acı sona engel olamadı.. Çare parti içi demokrasi ve özgür tartışma idi.. ne gezer! Dağlarca kibir hepsini dışladı.

Bir cambazın 2 ipte birden oynayamayacağı çırılçıplak gerçekliği bile görülemedi!?

  • Yoksa kimi ‘rasyonel’ AKP’liler ve dış uzantıları ‘böylesini‘ mi daha ‘hayırlı’ gördü!??

Sevgi ve saygı ile. 08 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Ne yazık ki, başta TRT, yandaş basın bu hazin tabloda bile, ‘.. Tahran doruğuna Erdoğan’ın sözleri damga vurdu…’ gibisinden gerçek dışı algı yönetimiyle halkı kandırmayı sürdürüyor..