Etiket arşivi: Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

Çirkin Sandığa Karşı mısın?


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Mülkiye’den (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) bir Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Uzmanı Parlamenter olarak çok değerli çabalarını paylaşıyor kamuoyu ile. Bir başka anlatımla İzmir Milletvekili olduğu partisi CHP’de de kendisini yeterince ifade edememektedir anlaşılan!?

Bu yüzden de “YÖN” Hologramlı (LÜTFEN DİPNOTA BAKINIZ..)
kişisel internet sitesinde yazmaktadır! (http://baguler.blogspot.com/)
Bu tablo insanda bir ikircik (ambivalans) duygudurumu (mood) oluşturmaktadır.

Sayın Güler’i Partisi dinlemelidir.. Bir hocayı kürsüde dinlercesine.
Birgül hoca TBMM ve CHP için bir şanstır.. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu olguyu ayrımsaması ve gecikmeden gereğini yapmasını dileriz.

Birgül hocaya da teşekkür eder, dayanışma duyguları ile kendisini selamlarız..
Bu dizeleri kendisinin sitesinde de aşağıya aldığımız yazısına yorum olarak ekleyeceğiz.

Bu arada bizim de bu sitede konuya ilişkin epey yazımız oldu..
Örn. SEÇSİS ve SEÇİM GÜVENLİĞİ..
(http://ahmetsaltik.net/secsis-ve-secim-guvenligi/, 16.7.2013).

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın de epey yazılarına yer verdik :

2011′de Harekete Geçen 3,7 Milyon Oy !
(http://ahmetsaltik.net/2011de-harekete-gecen-37-milyon-oy/, 26.6.13)

Birlikte değerlendirilmesi ve mutlaka sonuç alınması dileğiyle..

Ülkenin en ivedi gündem maddelerindendir..
AKP’nin barajı %7-8’lere çekme önerisi yetersizdir.
Seçim sisteminde önerdiği değişiklikler ise, sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi titizliğiyle büyük dikkatle irdelenmelidir. Olası matematik sonuçları hesaplanmalıdır. Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan bir nükleer fizik profesörü ve bu konularda konferanslar vermiş, makaleler yazmış çok da iyi bir matematikçidir.

Kendisine mutlaka danışılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
18.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bu yorum, Sayın Güler’in bloğunda ilgili yazıya yorum olarak da eklenmiştir..
(http://baguler.blogspot.com/2013/07/barajlama-ve-secsis-reformu-icin-cagri.html?showComment=1374157464059#c7690804015923529626, 18.7.13)

===========================================

Çirkin Sandığa Karşı mısın?

portresi.milletvekilijpg

 

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler
CHP İzmir Milletvekili
CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler,
kişisel bloğundan gelecek seçimler için bir çağrıda bulundu.

Seçimlerdeki Baraj Sistemi ve SEÇSİS uygulamasının güvenilir olmadığını söyleyen vekil Güler, reform talep edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
İşte CHP’li vekil Güler’in reform çağrısı:

BARAJLAMA ve SEÇSİS REFORMU İÇİN ÇAĞRI KAMUOYUNA DUYURU
(Birgül Ayman Güler, 15 Temmuz 2012 )

Türkiye, ilki 29 Mart 2014’te olmak üzere iki yıl içinde üç seçime ve belki bir anayasa referandumu olmak üzere dört büyük seçime gidecek.
Tüm seçimler önemlidir.
Ancak doğal olarak, hemen önümüzdeki seçimler, tüm seçimlerden daha önemlidir.Çünkü geçmiş seçimleri konuşabilir, dersler çıkarırız; hemen önümüzdeki seçimlerde ise her konuşmamız ve adımımızla kendi geleceğimizi belirleriz.
İlk seçim 29 Mart 2014’te ülke genelinde yapılacak olan yerel yönetim seçimleri; ardından aynı yıl içinde Cumhurbaşkanlığı seçimi; 2015 Haziran ayında da
genel milletvekili seçimleridir. Bu arada dördüncü sandığın anayasa referandumu için koyulma olasılığı var. Karşımızda böyle bir takvim varken, seçim sistemi kuralları ve sandık işleyişi bakımından büyük sorunlar bulunuyor. Güvenli ve doğru bir seçim – sandık sistemi kurulması için önümüzdeki engel Hükümet’in ayak diremesidir.
  • Çünkü Hükümet, mevcut yanlışlardan en çok yarar elde eden aktördür.
Bu konumunu yitirmemek için elinden geldiğince ayak diremesi şaşırtıcı değildir. Topluma her fırsatta “sandık her şeydir” diyen bir Hükümet’in, “kurallarda ve işleyişte yanlışlar var” itirazını ısrarlı biçimde duymaması, AKP’nin seçim-sandık konusunda
ne denli içtenliksiz olduğunu yeterince açık biçimde göstermektedir. Seçim – sandık, yani kısaca demokrasi, bu iktidar için kendi yöneticilerinin açıkça söyledikleri üzere AKP’nin demokrasisi “uygun istasyona gelindiğinde inilecek bir tren”dir.Bu anlayışı zamanında AKP’nin şimdiki en yetkili ağzından hepimiz duyduk.
O nedenle yanlışları ‘kolay yanlışlar’ olarak görmüyoruz.
  • Büyük bir hilekarlıkla karşı karşıya olduğumuz kuşkusu,
    günden güne iyice yayılmış bulunuyor.
Şimdi, yeterince zaman varken, seçim – sandık kurallarında
REFORM TALEP ETMELİYİZ:
1. Seçimde kullanılan %10 barajın düşürülmesi yetmez; baraj kaldırılmalıdır.
2. Oyların sayıldığı SEÇSİS, “idari kütüklere dayalı kapalı tasnif” sistemidir;
SEÇSİS şeffaflaştırılmalıdır; yoksa kaldırılmalıdır. Barajlama sistemi,
2011 seçimlerinde AKP’nin toplam seçmenin %43’ünün oyunu aldığı halde
TBMM sandalyelerinin %60’ına oturmasına neden olmuştur. Ulusal irade TBMM’ye yansımamakta; o nedenle Meclis görüşmeleriyle çözülebilecek sorunlar toplumsal olaylara dönüşmektedir. Oy gasp ederek gelen iktidar, elde ettiği haksız çoklukla TBMM’ni adeta askıya almış ve parlamenter demokrasiyi fiilen işlemez hale getirmiştir.Ülkemizdeki büyük siyasal – kurumsal çürümenin başlıca kaynaklarından biri,
bu barajlamanın kendisidir.
Tüm seçimlerde barajlamaya son verilmeli; halkın iradesi özgür bırakılmalıdır.
SEÇSİS sistemi, İçişleri Bakanlığı’nın elindeki nüfus sistemiyle;
Adalet Bakanlığı’nın elindeki UYAP sistemiyle birlikte çalışmaktadır.
Anayasa gereğince “yargı yönetiminde” olması gereken seçim işleri bu iki kanaldan Hükümet’in doğrudan etki alanındadır. Ölmüş yurttaşlara seçmen kağıdı gönderilmesi gibi şaşılacak işler, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nin (ADNKS) ürünüdür. Bu sistem, muhtarlıkları adeta devreden çıkarmıştır.
Seçmen kütükleri, denetimi çok zor biçimlerde düzenlenmektedir
. İncelenmesini kolaylaştıracak biçimde düzenlenerek
YSK internet sitesinden yayımı ihmal edilmektedir.SEÇSİS, oyların bilgisayara ilçelerden girilmesi, YSK’da bilgisayarla sayılıp birleştirilmesi yoluyla yapılmaktadır. İlçe sonuç girişleri ve birleştirmelerin yapılışı sırasında siyasal partilerin gözlemcileri yoktur. Siyasal parti gözlemcilerinin bu işlemleri, bilgisayar – internet üzerinden izleme yetkileri de yoktur. Bütün bunlara sayım sırasında memleket genelinde “cereyan kesintileri” de eklenince sisteme ve yetkililere karşı kuşkular daha da artmaktadır. İktidar partisi için kimsenin ihtimal vermediği
“%50’lik başarı” döngüyü tamamlamaktadır.
Türkiye, “SEÇSİS güvenilir değildir” kuşkusu içindedir; bu duygu sonuçtan memnuniyet yaşayan Hükümet taraftarı seçmende dahi vardır.
Barajlama ve SEÇSİS konusunda reform talebimizin muhatabı Hükümet’tir.
Reformun sahipleri ise, TBMM çatısı altında olan ve olmayan tüm siyasal partiler; temsili demokrasinin doğru işlemesi gerektiğini düşünen tüm toplumsal kuruluşlar; hilekarlık ve dolandırıcılığın kuşkusuna dahi tahammülü olmayan her siyasal görüşten yurttaşlardır.
Ülkemizin güncel sorusu, AKP’nin hegemonyasını kuran “Darbelere karşı mısın?” sorusu değildir.
Bugünün temel sorusu “Çirkin sandığa karşı mısın?” sorusudur.
Barajlama ve SEÇSİS, ortaya “çirkin sandık” getirmiştir.
Anayasal hakkımız ve yurttaşlık görevimiz “GÜZEL SANDIK” istemeyi ve elde etmeyi gerektirir.
Bu çerçevede çalışacağımı, bu yönde yapılacak her çalışmaya aktif destek sunacağımı, kamuoyuna saygıyla sunarım.
Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
===================================================

YÖN DERGİSİ hakkında : (http://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C3%B6n_(dergi)

Yön Ankara‘da 20 Aralık 1961‘de yayına başlayan ve 27 Mayıs Darbesi sonrası sol muhalif hareketin sözcülüğünü yapan eski haftalık dergi. Sahibi Doğan Avcıoğlu idi. 24 sayfa büyük boy halinde 222 sayı çıktı, 30 Haziran 1967’de son sayısı yayımlandı. Kurucuları arasında Mümtaz Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu vardır.

Yön dergisinin ilk sayısında 1041 aydının imzaladığı ve Yön manifestosu olarak da bilinen ‘Yeni Devletçilik’ bildirgesini yayımlamıştır. Devletçiliğe yaslanan bir sosyalizmin çağrısıyla demokrasiyi kurmak üzere bir kurucu fikir platformuydu. Derginin orta sayfasındaki Yön bildirisiyle siyasal ve entelektüel hayatta etkili bir yer edinen Yön dergisi, Kadro dergisi deneyi gibi bir aydın hareketiydi ve Ulusal Sol olarak adlandırılan politikaları savundu. Sol partilere, CHP ve TİP‘e yakındı.Hareket bürokrat aydınların, asker ve sivil karışımından oluşuyordu. Doğan Avcıoğlu, Yön’den sonra 21 Ekim 1969’da Devrim dergisini çıkardı.

Merdan Yanardağ : Mısır ve yeni gerici ideolojik hegemonya

Mısır ve yeni gerici ideolojik hegemonya

portresi

Merdan Yanardağ
YURT
Gazetesi, 18.7.13

Mısır’da olan biteni yalnız Türkiye’nin muhafazakârları ve liberalleri “darbe” diye değerlendirmiyor. Entelektüel ve siyasal ortamın liberalizmle lekelendiği bu dönemde, sanki genel bir doğruyu tekrarlar gibi, solun bir kesiminin de içinde bulunduğu önemli bir çevre “demokratik” gerekçelerle aynı tutumu alıyor. Bu çevrelere göre, haftalardır sokaklara çıkan, başta Tahrir olmak üzere meydanları dolduran milyonlarca Mısırlı’nın olan bitene hiç katkısı yok.

Bu anlayışa göre, 25 Ocak 2011’de Hüsnü Mübarek’in devrilmesine katkıda bulunan Ordu nedense o zamanlar “darbeci” değildi! Ama siyasal İslamcı Mursi devrilince aynı Ordu birden bire “darbeci” oluverdi. Ortada tam bir siyasal ikiyüzlülük var.

Tahrir isyanına damgasını vuran kitleler her şeye karşın Mursi yönetimine bir şans vermişti, hem de büyük bir şans! Ancak Mursi bu şansı kendi dar “ideolojik” programını topluma dayatmak ve % 19’luk bir toplumsal destekle dinci dikta rejimi kurmak için harcadı. Bu olgu görülmeden Mısır’da olanları anlamak mümkün değil.

***

Türkiye’de AKP iktidarının liberallerin desteğiyle kurduğu gerici / muhafazakâr
ideolojik hegemonya nedeniyle, Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye nitelendirenler, olması gerektiğinden hayli fazla. Ülkede öyle bir hava oluştu ki, dinci rejimlere karşı olan bazı gazeteci, aydın ve politikacılar bile Mursi’nin devrilmesine “darbe” demez ve iktidarın yeniden Müslüman Kardeşler’e devredilmesi görüşünü savunmazsa, kendilerine “darbeci” denilmesinden fena halde korkuyor.

Sanırım bu nedenle olacak AKP, CHP, MHP ve BDP Meclis’te ilk kez ortak bir bildiri yayınladılar. Bu bildiri ile Mısır’da “darbe” yapıldığını belirterek, Mursi’nin devrilmesini kınadılar. Dahası, bu dört parti iktidarın yeniden Mursi’ye iade edilmesini istedi.
Böyle bir bildirinin dünyada başka bir örneği bulunmuyor.

Bir siyasal eylemin nedenlerine, niteliğine, içeriğine, hedeflerine ve sonuçlarına bakmadan sadece biçimsel özelliklerinden dolayı değerlendirilmesi bilim ve akıl dışı
bir tutumdur. Bu düşünce yöntemi bırakın ahlaki, bilimsel ve ilkeli bir yaklaşımı ifade etmeyi, formel (düz) mantığa bile uygun değildir.

Gelin isterseniz çok uç bir örnek üzerinden soruna bakalım:

Hitler ve Naziler seçimle iktidara geldiler ve katıldıkları her seçimde de oylarını yükselttiler. Başka bir anlatımla “milli iradeyi temsil” eden Naziler, çok demokratik yoldan faşist bir diktatörlük kurup, soykırım yaptılar. 2. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 60 milyon insanın öldürülmesine neden oldular.

Peki, eğer bir grup asker çıkıp Hitler’i devirseydi, pek demokrat ve çok liberal arkadaşlar bunu “darbe” diye kınayacak ve iktidarın yeniden Nazilere devredilmesini mi savunacaklardı? Üstelik bu arkadaşlar, “Biz Hitler’in görüşlerine hiç katılmıyoruz ama seçimle geldiler” mi diyecekti? Tartışmak bile saçma bir durum.

CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, önceki gün gazetemizde yayımlanan yazısında yukarıda değindiğim 4 partinin Meclis’te yayımladığı ortak bildiriyi çok doğru bir yerden eleştirerek, şunları söylüyor:

“Mursi sorunu ve bu soruna ilişkin zihinsel harita, ülkemizde hem akademik hem siyasal sol düşüncenin nasıl ‘ideolojik hegemonya’ altında ezildiğini gösteren açık bir örnek olmuştur. (…) ‘Darbeci’ yaftası yapıştırılmasından duyulan korku, muhalefeti AKP’nin zihin haritası içinde eritmektedir.”

Güler’in de işaret ettiği gibi,

  • Türkiye’nin acil ihtiyacı; AKP’nin ideolojik hegemonyasına son vermektir. 

“Algı her şeydir düsturunun yaydığı zehri atmalıyız. Biz, egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.
‘Gerçek her şeydir’ deyip, herkesi gerçeğe davet etmeliyiz.”
(Yurt Gazetesi, 12 Temmuz 2013)

***

Türkiye’nin önde gelen Amerikancı ve liberal kamuoyu yapıcılarından biri olan gazeteci Cengiz Çandar, bir yazısında Müslüman Kardeşler’in Mısır serüveninden hareketle siyasal İslamcıların demokrasi deneyiminin başarısızlıkla sonuçlandığını belirtince, yoğun bir saldırıya uğradı. Çandar’a bile “darbeci” dediler. Çandar makalesinde şunları söylüyordu:

“Soru, 30 Haziran 2011’de ‘sandıktan çıktığı’ halde, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin nasıl olup da tam bir yıl sonra, kendisinin çekilmesini isteyen tarihin büyük kitle gösterilerinin hedefi haline gelmiş olmasıdır.”

Çandar şöyle devam ediyor:

“30 Haziran 2013 gününde, Kahire, dünya tarihinin en büyük kitle gösterisine sahne oldu. O muazzam kalabalığın, o insan selinin içinde, Hüsnü Mübarek rejimini yıkan Ocak-Şubat 2011’in Tahrir kalabalıkları vardı; yetmemiş gibi ikiye katlanmıştı. Dolayısıyla ‘askeri darbe’ ya da ‘eski rejim yandaşları’ndan, ‘karşı-devrimciler’den
söz etmenin münasebeti yok. ”

“Evet… Seçimle gelen seçimle gitmeli. Bununla birlikte, tarihin büyük altüst oluşları,
çok kez kitabi doğrulara riayet etmiyor. Seçilmesinden bir yıl sonra halk Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler iktidarına başkaldırmışsa, bu başlı başına bir tarihi olaydır.
Askeri darbeye şiddetle karşı olmanız, Mısır 2013’ün sunduğu ve etkisini uzun yıllara yayacak olan ‘siyaset dersi’ni ortadan kaldırmıyor: Mısır’da Müslüman Kardeşler tecrübesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır!” (Radikal Gazetesi, 4 Temmuz 2013)

Çandar’ın bu yazısı sadece dünyada ve bölgede değil, Türkiye’de de bir dönemin kapandığına işaret ediyordu.

AVRUPA SOLU DA DARBE DEMİYOR

Dünyada, Avrupa solu dahil Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye niteleyen ve kategorik olarak karşı çıkanlara pek rastlanmıyor. Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler yönetimine “demokratik” gerekçelerle destek verenler ise hayli küçük bir çevre oluşturuyor.

ÖDP’nin eski genel başkanlarından iktisatçı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, geçen hafta Birgün Gazetesi’nde, Mısır’da gelişen büyük halk hareketi ve Muhammed Mursi’nin devrilmesine ilişkin Avrupa solunun yaklaşımını ortaya koyan çok önemli bir yazı yayımladı.

Kozanoğlu yazısında, Avrupa Sol Partisi’nin (ASP) 6-7 Temmuz tarihlerinde Portekiz’in Porto kentinde yapılan toplantısına katıldığını belirterek, izlenimlerini aktarıyordu. Toplantının Gezi Direnişi dahil “küresel bir ufuk turu şeklinde” geçtiğini belirten Kozanoğlu, iki günlük yoğun çalışmanın ardından Mısır’daki gelişmelere ilişkin
ortak bir bildiri yayımlandığını duyurdu

***

Türkiye’den ÖDP’nin üye olduğu ASP’de Fransız Komünist Partisi, Alman Sol Partisi, Yunanistan Syriza Koalisyonu gibi kitle partileri bulunuyor. Diğer bir ifadeyle ASP, Avrupa’da sosyal demokrasinin solundaki kitle partilerinin bir araya geldiği bir çatı örgütü niteliğinde. Kozanoğlu’nun da belirttiği gibi ASP’nin “Devletten de sermayeden de emperyalizmden de bağımsız olan, sicili temiz partileri” arasında askeri müdahalelere sıcak bakan tek bir örgüt bulmak olanaksız.

İşte bu Avrupa Sol Partisi Mısır’da Mursi yönetiminin devrilmesine ilişkin yayınladığı bildiride şunları söylüyor:

“Devrimin amaçlarına zıt düşen Başkan Mursi’nin tepkici kararlarına karşı, son haftalarda müthiş bir halk hareketi gerçekleşti. Bu güçlü halk hareketi, silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin son haftalarda kampanya yürüttüğü yol haritasını benimsemeye zorladı.
Onlar yeni bir kurucu meclis ve yenilenecek seçimleri talep ediyorlar.

“Bu durumda önemli olan halk hareketinin sürmesi ve devrimci ve demokratik süreci güçlendirmesidir. Bu, devrimde yeni bir sayfa açabilir. Biz Mısırlı ilerici insanları ve güçleri cesaretleri ve kararlılıkları için kutluyor ve onlara demokratik süreçlerin devamı yolunda başarılar diliyoruz.” (Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)

Kozanoğlu’nun aktardığı, benim ilgili bölümünü yukarıya aldığım bu önemli bildiri,
önyargısız bir yaklaşımla Mısır’da yaşanan süreci değerlendiriyor.

  • Mursi’nin devrilmesindeki ana dinamiğin halkın büyük başkaldırısı
    ve 
    devrimine sahip çıkma bilinci olduğunu

açık bir biçimde ortaya koyuyor. Genellikle kendilerini “özgürlükçü sol” çizgide partiler olarak tanımlayan ASP üyesi örgütlerin bu tutumu dünya solu bakımından çok anlamlı.

Çünkü Mısır’daki büyük halk isyanını gözmezden gelmeyen ASP, “Bu güçlü halk hareketi silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin yol haritasını benimsemeye zorladı” diye
altını çizerek, konuya ilişkin gerici ve liberal yaklaşımlara prim vermiyor. Daha önemlisi milyonlarca Mısırlı’nın eylemini yok sayarak, muhafazakâr-liberal bir ezberle Mursi’nin devrilmesini kestirmeden “darbe” diye mahkûm etme tuzağına da düşmüyor.

MISIRLI DİRENİŞÇİLER NE DİYOR?

Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle sonuçlanan başkaldırı eylemini başlatan Tamarrud (İsyan) hareketinin 28 yaşındaki lideri Mahmut Badr ile Doğu Eroğlu’nun yaptığı söyleşi, bu ülke direnişçilerinin olan bitene nasıl baktığını anlamamız için zengin veriler sunuyor.

  • Tamarrud Hareketi Mursi’nin istifa etmesi için hazırladığı bildiriye
    tam 22 milyon imza topluyor.

Tamarrud’un lideri Mahmut Badr, Eroğlu’nun soruları üzerine, yaşamın içinden gelen gerçek yanıtlar veriyor. Biraz uzun da olsa bu söyleşinin özünü oluşturacak bir bölümü, büyük önemi nedeniyle buraya almakta yarar görüyorum.

Birgün Gazetesi’nde yayımlanan söyleşide Mahmut Badr şunları söylüyor:

Müslüman Kardeşler, İslam’ı kullanarak toplumu ikiye böldüler.
Ne Müslüman Kardeşler’in, ne de Mursi’nin ülkeyi yönetebilme yetisinde olmadığı anlaşıldı. Özellikle Mursi her alanda başarısız oldu. Mursi, FJP dışındaki tüm siyasi partileri etkisizleştirdi; partilerin meşru siyaset yapma yollarını teker teker kapattı. Kendisini, Mısır’da binlerce yıldır beklenen, toplumu ve İslamı dönüştürecek kişi olarak görmeye ve böyle tanıtmaya başladı.”

“Bizi 30 Haziran’a götüren süreçte en çok birleştiren, Mısır halkının demokrasi talebi oldu. Mursi seçimle işbaşına gelmiş olmanın, kendisine her şeyi yapabilecek bir meşruiyet sağladığını düşünüyordu. Ancak bu yanılgısı O’na pahalıya mal oldu; demokratik bir siyasal yaşam umuduyla oy veren kitleler karşılarında gücünü seçim sandığından alan yeni bir tiran bulunca tekrar sokaklara indiler. İmza kampanyasının bu denli desteklenmesinin sebebi buydu.”

“Asker, meşru demokratik aktörleri deviren bir darbe gerçekleştirmedi. Bu anlamda
halk hareketinin meşruiyeti de azalmış olmadı. (…) Seçimle işbaşına gelmiş olmaları durumu değiştirmez. Asker yalnızca halkın isteğini yerine getirmiş oldu.”

“Mursi’nin indirildiği gün bir telefon aldık ve askeri yönetimin toplantısına davet edildik. Toplantıda Abdülfettah El-Sisi, Mursi’nin görevde kalıp kalmamasına ilişkin bir referandum yapılabileceğini teklif etti ama bu öneriyi doğru bulmadığımı kendisine söyledim. Kendisine, ‘Siz Mısır Ordusu’nun komutanı olabilirsiniz ama Mısır halkı
sizin üzerinizdedir ve size kendi yanlarında olmanızı ve taleplerini dikkate alarak
erken başkanlık seçimlerine gidilmesini emrediyorlar’ dedim.”
(Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)

Sanırım bu söyleşi, Mısır’ı Türkiye’deki ideolojik hegemonyanın belirlediği koordinatlar üzerinden okumaya çalışan ve bu nedenle AKP İktidarı’nın yedeğine düşen kimi aydınların, solcuların, gazetecilerin ve politikacıların sorunu yeniden düşünmelerine yol açacaktır. Tıpkı, Türkiye’ye en özgürlükçü ve demokratik anayasayı kazandıran
27 Mayıs 1961 hareketi ve Portekiz’de faşist diktatörlüğü yıkan 1974 Karanfil Devrimi gibi, Mısır’da olup bitenin de başka bir gözle irdelenmesi gerekiyor.

Mısır’da kurulu düzenin temel taşlarından biri ve geleneksel iktidar blokunun çok önemli bir bileşeni olan Amerikancı ordunun; kendi imtiyazlarını korumak ve halk hareketinin gerçek bir devrime dönüşmesini önlemek için isyancıların taleplerini benimsemiş olması, asıl durumu değiştirmiyor.