Etiket arşivi: Memur-Sen

HER YIL 6’DAN FAZLA SOMA

HER YIL 6’DAN FAZLA SOMA

Recep Yılmaz
Mühendis

[Haber görseli]

Türkiye’de iş kazaları ve iş cinayetlerine bakış açısı birçok konuda olduğu gibi yine yalnızca sayısal veriler üzerinden ilerliyor.
Olayın arka planında yatan ideoloji, emek sermaye çelişkisi, taşeronlaşma, sendikasızlaştırma ve yandaş sendika sistemi hep göz ardı ediliyor. Konu yalnızca işçilerin eğitimsizliği etrafında dönüyor.
Ana haber bültenlerinde ise sansasyonel bir yaralı ya da ölü sayısı yoksa iş kazalarının gündemde yeri bile yok. Son yaşanan Soma, Ermenek ve Torunlar facialarının bir müddet gündemde kalması ve ardından tekrar yaşanan suskunluk ve sorumsuzluk dönemi de buna örnek.

Cezasızlığın egemenliği

Örneğin bu ülkede 2018 yılında iş cinayetleri sonucunda 1923 işçi yaşamını yitirdi. Yani her yıl 6’dan fazla Soma katliamı yaşanıyor aslında.
Bu ülkede iş kazaları AKP ile başlamadı elbette ama taşeronlaşma, sendikasızlaştırma ve grev düşmanlığı bu dönemde en üst seviyeye yükseldi. Kıdem tazminatından bir fon yaratma arzusu bu dönemde yüksek sesle dile getirilebilir oldu. Esnek çalışma ve kamu eliyle 6 aylık, 9 aylık süreyle geçici çalışma bu iktidarın bir ürünü. 12 Eylül’ün sunduğu “dikensiz gül bahçesi” ile emek düşmanı neo-liberal uygulamaları hayata geçiren Özal’lı yıllar (ANAP) güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma ve özelleştirme dalgası için yeterince altyapı sağlamıştı zaten. 12 Eylül’ün ekonomik karakteri, başka bir yazının konusu olabilir. Ama bugün yaşananların karakterini dünde aramak yanlış olmasa gerek.
Asıl konuya dönersek 2002 yılında 872 olan işçi ölümü 2018’de 1923’e ulaştı. Ülke nüfusu %25, çalışan sayısı ise %40 artmış olmasına karşın iş cinayetleri 16 yılda %120 arttı.

  • Sendikalaşma oranlarına bakacak olursak;
  • 2002 öncesi %58 oranında olan sendikalaşma 2018’de %13 oranındadır. Ancak bunun yarısı toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptir.
  • Kamu dışında özel sektörde çalışan işçilerin ise yalnızca %5.5’i bir sendikaya üye.
  • İşçi ölümlerinin %98’inin sendikasız işyerlerinde yaşandığı gerçeği aslında çok şey anlatıyor.
  • Toplu iş sözleşmesi yoksa iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemleri de yok demektir.

İş Güvenliği Yasası ile uygulanan İSG uzmanlığı ise düşsel (hayali) bir kavram olmaya devam ediyor. Uygulama neresinden tutulsa elinizde kalır. Cezasızlığın mutlak egemenliği sürdükçe bu iş, sorumluluğu birkaç ustabaşı işçiye veya mühendise yıkma girişiminden öteye gidemez.

Obez büyümenin nedeni

Sendikaların durumuna bakacak olursak; toplam 1 milyon 859 bin sendikalı işçiden 975 bini Türk-İş’e, 684 bini Hak-İş’e ve 171 bini DİSK’e üyedir. Toplam kayıtlı işçilerin yalnızca % 13’üdür.
İktidarın arka bahçesi görünümünde olan Hak-İş, 2002’de 306 bin üyeden bugün 684 bine yükselmiştir. Bu sayıda en büyük pay 315 bin üye sayısı ile AKP’li belediyelerde “örgütlü” Hizmet-İş Sendikası’na aittir.
Yine iktidarın güvenli kolları altında büyüyüp serpilen Memur-Sen ise 2002’de 41 bin olan üye sayısını bugün 1 milyona ulaştırmıştır. İki yılda bir izlenen toplusözleşme tiyatrosu ile sergiledikleri “performans” bu obez büyümenin asıl kaynağı olsa gerek.

Kâğıt üstünde

Son olarak yandaş sendikacılığın ve sarı sendikalarla kurulan ilişkilerin meyvelerini toplayan siyasal iktidar; sahte toplu iş sözleşmeleriyle iş güvencesi ve iş güvenliği olmayan ya da salt kâğıt üstünde olan bir alan yarattı. Ve en önemlisi esnek çalışmanın kayıtsız istihdamın yaygın olduğu bu güvencesiz çalışma ortamında sendika bürokratlarıyla birlikte dilediği gibi at oynatmaktadır.

  • Bunun sonucunda ise yeni Soma’ların yeni Ermenek’lerin yaşanılması maalesef kaçınılmazdır.

Bu düzenin sahiplerinin yapacağı tek şey ise ölenlerin arkasından timsah gözyaşları dökmek olacaktır.

Buna karşı işyeri tabanlı bir dayanışma ağı oluşturmak ve bürokratik gericilikten uzak bir örgütlenme yolu bu gidişatı tersine çevirebilir. (Cumhuriyet, 05.10.19)

MÜDAHALE GECİKMEDİ

MÜDAHALE GECİKMEDİ

OĞUZ OYAN
SOL PORTAL, 20.08.2019

Bu haftaya üç belediye başkanının görevden uzaklaştırılıp yerlerine valilerin kayyım olarak atanmasıyla başladık. İkisi büyükşehir belediyesi olan bu belediyelerin tümünün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olması ve tümünün de HDP’li başkanların yönetiminde olması rastlantı değil. Ama bunun yalnızca bir başlangıç olduğuna ilişkin kaygılar da yersiz olmaz.

Seçilmiş belediye başkanlarını dört ay geçmeden görevden almalar, arkasında hangi hukuksal gerekçeler icat edilirse edilsin, öncelikle siyasidir. AKP iktidarı hem genel olarak tüm muhalif siyasi hareketlere ve seçmenlerine (kendi içinden kopmaya hazırlananlar dâhil) hem de özel olarak Kürt siyasi hareketine ve seçmenlerine mesaj iletmektedir.

Genel mesaj şudur                          :
Yerel seçimleri kazandık diye havalara girmeyin ve merkezi iktidara ömür biçmeye kalkmayın; güç hâlâ bizdedir. Üstelik bu gücü keyfi ve baskıcı yöntemlerle kullanma yetkisi de bizdedir. Kimseye karşı hesap vermek mecburiyetinde değiliz. Belediye başkanları görevde kalmak ve az-buçuk icraat yapmak istiyorlarsa, bize biat etmek zorundadırlar. İktidarı protesto anlamına gelen kitlesel hareketlere (çevreci hareketler, vb.) destek vermeden önce de iki kez düşünmelidirler. Demokratik hakların kullanımı, Anayasanın değil iktidarımız çizdiği sınırlara tâbidir.

Özel mesaj şudur                           :
HDP son seçimlerde Cumhur İttifakı adaylarına karşı konumlanarak İstanbul, Adana, Mersin gibi büyükşehirlerin CHP’nin yönetimine geçmesine neden olmuştur. Bunun bedelini ödemek zorundadır ve ilk bedeli elindeki üç önemli belediye üzerinden ödemiştir; arkası da gelecektir. (Kuzey Suriye’de sıcak gelişmeler bu süreci hızlandırabilecektir.)

MESAJLARIN YANSIMALARI

Genel olarak, toplumda demokratik düzeneklere, genel oy sistemine bir güvensizlik tohumunun yeniden ekildiği söylenebilir. Seçilmişlere karşı yürütülen operasyonların arkası geldikçe bu güvensizlik büyüyecektir.

AKP/RTE iktidarı, devleti ele geçirme dönemlerinde, atanmışlar (yargıçlar, askerler, bürokratlar) seçilmişlere üstün tutuluyor diyerek sözde “vesayetçi rejime” karşı mücadele yürütüyordu. Şimdi her şeyi tersine döndürdü: Hiçbir bakan, hiçbir erk sahibi yönetici seçilmiş değil; ama demokratik temsil sisteminin son kalıntısı olan belediye başkanları (giderek belediye meclis üyeleri) bugün iktidarın tam hedefinde.  Mekânsal ve toplumsal hükmetme alanlarında gedikler açıldıkça otokratik hâkimiyet tarzının alışıldık/alışılmadık tüm araçları uygulamaya konulmakta, konulacak.

Kitlelerin ve siyasi/demokratik temsilcilerinin buna yanıtı iki farklı biçimde olabilir: Ya sinecekler/ biat edecekler ya da direnecekler/mücadele edeceklerdir. Toplumu sindirmenin örgütlü kurumsal yapıları gerçekte sahnededir.

AKP türü bir İslamcı-totaliter biat partisi söz konusu olmasaydı bile, toplumu sermayenin iktidarını ve sömürü düzenini itirazsız kabullenmeye ikna etmek üzere oluşturulmuş işçi-memur sendikaları görevde olacaklardı. AKP döneminin farkı, siyaset ve sendikal alanın temsilcilerinin ideolojik yakınlığının (İmam Hatip kardeşliğinin) belirleyici bir öneme yükselmiş bulunması, eskinin ücret sendikacılığının kısmen bile sürdürülemez olmasıdır.

  • TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve MEMUR-SEN ile iktidar arasında yürütülen toplu pazarlık / toplu görüşme tiyatroları bunun güncel bir örneğidir.

Muhalefet partilerinin, buyurgan ve baskıcı bir iktidar partisi karşısında ne denli etkin muhalefet yapabildikleri / yapabilecekleri, kitleleri ne denli seferber edebilecekleri, ne denli demokratik kitle hareketlerinin arkasında durabilecekleri, boyun eğme-direnme çizgileri arasındaki yerlerini belirleyecektir. Bu yer direnme çizgisinden uzaklaştıkça 31 Mart 2019 kazanımlarını korumaktan da uzaklaşılmış olacaktır. Ne yazık ki bu konuda iyimser olamıyoruz. Kaldı ki, bugünkü çöküntü siyasetine karşı muhalefet etmek bie yeterli değildir; sistemin kendisine karşı bir seçenek geliştiremiyorsanız, neoliberal paradigmanın sınırları dışına çıkamıyorsanız, zaten geçmiş olsun.
***
HDP hareketine verilen özel mesajın kitleler üzerindeki yansımaları daha doğrudandır: Kürt siyasi hareketi için demokratik mücadelenin anlamı giderek tükenmektedir. Bunun sonucunda sandık demokrasisine inancın yok olması ve seçimlere katılımın bölgesel düzlemde iyice zayıflamasından daha kötüsü, birlikte yaşama duygusunun tükenmesi ve ayrılıkçı düşüncelerin iyice öne çıkması olacaktır.. Ortadoğu bölgesinde olağanüstü kötü dış politika yönetimiyle ve Suriye’de ABD himayesinde bir PYD/YPG devletçiğinin oluşumunun artık önlenemeyeceği gerçeğiyle birleşince bunun orta-uzun erimde ne gibi gelişmelere yol açacağını kestirmek zor değildir.

  • Sonuçta iktidar, önlemek ister göründüğünün tam tersine gelişmeleri körüklemeye devam etmektedir.

KİMİ HUKUKSAL SORUNLAR

Seçilmiş belediye başkanlarını “azletmeler” her ne denli siyasal gerekçelerle yapılıyor olsa bile, bu tasarrufları hukuk açısından da ele almak gerekir. 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesi, “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevinden uzaklaştırılabilir.” hükmünü içermektedir. İkinci fıkrasında da “Görevden uzaklaştırma kararı iki ayda bir gözden geçirilir. Devamında kamu yararı bulunmayan görevden uzaklaştırma kararı kaldırılır.” demektedir. Şimdi bu 2. fıkranın uygulanabileceğine kimsenin inanmadığı görülmektedir. Nitekim atanan kayyımlar, kalan süreyi yani 4,5 yılı doldurmak üzere gelmiş gibi davranmaktadır.

5393 sayılı yasanın 45.maddesi ise “Belediye başkanlığının boşalması halinde yapılacak işlemler”i düzenlemektedir. Buna göre vali belediye meclisinin on gün içinde toplanmasını sağlar. Belediye başkanının görevden uzaklaştırılma biçimine göre bir başkan veya bir başkan vekili seçilir. (Başkanın görevden uzaklaştırılması seçim dönemini aşmayacaksa bir başkan vekili seçilir). Maddenin ikinci fıkrasına göre, “Belediye başkanı veya başkan vekili belediye meclisi üyeleri arasından ve gizli oyla seçilir”. 31 Mart seçimleri öncesindeki görevden uzaklaştırmalarda görüldüğü gibi şimdiki uzaklaştırmalarda da doğrudan kayyım atamasına girişilmesi, yasanın 45.maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.

Kayyım atamalarının 5393 sayılı yasanın 46.maddesine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu madde de, “yeni belediye başkanı veya başkan vekili seçiminin yapılamaması durumunda, seçim yapılıncaya kadar belediye başkanlığına (…) İçişleri Bakanı tarafından görevlendirme yapılır” hükmünü içermektedir. Peki, seçimlerin yapılamaması koşulları oluşmuş mudur? Oluşmadıysa, görevlendirilen kayyımlar en fazla seçim yapılana kadar öngörülen on günlük süre için atanmış olabilirler –ki bu durumda bu atamalar da abestir. Özetle, ortada hukuki kılıfa uydurulmuş bir durum bile yoktur. Gerçi bu iktidar artık hukuki gerekçe arama dönemini çoktan geride bırakmıştır; kendisini anayasal sınırlarla bile bağlı hissetmemektedir.

Artık tuhaf bile sayılamayacak şekilde daha önce de kayyım görevinde bulunup söz konusu belediyelerde şatafatlı makam odalarına, hesabı sorulmayan usulsüz ve aşırı harcamalara, büyük borç yığılmalarına yol açmış olan kayyımların, herhangi bir Sayıştay denetiminden henüz geçmeden yeniden görevlendirilmiş olmaları, üçüncü dünya başkancı rejimin sonuçlarındandır. Kimi cumhuriyetçiler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek iktidara yüklenmeye çalışırken, bu iktidarın tam güdümüne girmiş mülki amirler, askerler, yargı mensupları, bürokratlar, adeta “RTE’nin askerleriyiz” demektedirler.

 

Rifat Serdaroğlu : HAYVANLAR BİLE ANLADI

 
Rifat Serdaroğlu

portresi3

HAYVANLAR BİLE ANLADI

Akil İnsanlar Heyetinin Karadeniz Grubu üyesi ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu;

Çözüm sürecini hayvanlar bile anlamış ama bazı insanlar anlamıyor.. dedi.

AKP güdümünde Sarı Sendikacılık” yapmanın son örneği Ahmet Gündoğdu,
bu görüşünü Ağrı’da “Sığırlarla” konuştuğunu söyleyen bir çobandan aldığı
bilgi doğrultusunda söylemiş!

Badem sendikacı doğruyu söylemiş;

  • Uyuşturucu Kaçakçısı- Bölücü Terör Örgütü ile müzakere değil,
    mücadele edilmesi gerektiğini bazı hayvanlar hala anlayamadılar.
  • Kürtçü-Bölücü-Silahlı hareketin gerçek amacının, bir kısım kültürel haklar
    elde etmek değil, Bağımsız Kürdistan Devleti kurmak olduğunu
    bazı hayvanlar anlayamadılar.
  • Türk Devletinin-Türk Milletinin-Türk Bayrağının- Türk Dilinin adının anılmasına
    bile tahammül edemeyen bu katiller sürüsünün hedeflerini,
    bazı hayvanlar hâlâ anlayamadılar.
  • 119 gündür şehit cenazesi gelmiyor diyenler, T.C. Devleti’nin sınırlarının yolgeçen hanına döndüğünü, 54 bin insanımızın canını alan eşkıya sürüsünün yalnızca
    çok az bir bölümünün güle oynaya seyahat etmelerinin, öbürlerinin silah depoladıklarının “Anayasa İhlal Suçu” olduğunu, bazı hayvanlar anlayamadılar.
  • Akil İnsan denen kişilerin bir bölümünün “Ermeni Yanlısı” olduğunu,
    diğer kısmının da Türk Ordusu ile PKK’yı bir tuttuklarını, Türk Milleti anladı ama
    bir kısım hayvanlar hala anlayamadılar.
  • Akil İnsanlar denen bu heyetin, bir kısmının Cani Öcalan tarafından seçilen Devlet Düşmanları olduğunu, bir kısmının şeriatla yönetilecek İslam Devleti taraftarı olduğunu, tümüne yakınının Türk – Türkiye ve Atatürk düşmanı olduğunu, Türk Milleti anladı ama bazı hayvanlar hala anlayamadılar.

Başbakan Erdoğan ve AKP’nin iki kesime, “Kefil” olduğunu,
bunlara ölümüne sahip çıktığını dikkatinize sunmak isterim.

Bunlara bakınca AKP’nin gerçek yüzünü ve hedefini net olarak anlamış oluruz.

Bunlar;

1) Akil İnsanlar Heyeti,

2) Başta El-Kaide olmak üzere Suriye’de para karşılığı savaşan katiller.

Akil İnsanlar Heyetinden biri, Devletimizin kurucusu Büyük Atatürk’ü, Hitler’e benzetir, AKP ve Erdoğan bunları baş tacı yapar.

Biri, Türk Bayrağına hakaret eder, AKP yine bunları tebrik eder.

Biri, “Ben Şeriatçıyım, demokrasi istemem” der, AKP alkışlar.

AKP, tüm Güney sınırımızı kevgire çevirdi. Ortadoğu’da ne kadar militan-katil-paralı asker varsa sınır il ve ilçelerimize yerleştiler. Herkesi haraca kestiler, polis dövdüler yaraladılar. En sonunda da tonlarca bombayı patlatıp insanlarımızı öldürdüler, sakat bıraktılar, yaraladılar.

Cumartesi günü, Reyhanlı vatandaşlarımızın itibar etmediği, taşıma ile getirilen insanlardan Başbakan Erdoğan, Suriye’den gelenlere sahip çıkılmasını istedi.

Türk Milleti, Akil İnsanların ne olduklarını, Suriye’den gelen kaçkınların ne olduklarını çok iyi anladı ama bazı hayvanlar hala anlayamadılar.

Hayvan bunlar, ne yaparsanız yapın anlamıyorlar!

Sağlık ve başarı dileklerimle. 

(İlk KURŞUN, 27 Mayıs 2013)