Etiket arşivi: etik

ÖNCE AHLAK

Yusuf Samim Lütfü

Avrupa’da “Dahiler Çağı” olarak anılan 17. yüzyılda yaşamış Fransız düşünür La Bruyere, çok konuşmak konusunda en doğru saptamayı yapan kişidir:

  • “Çok konuşmak gözden düşmenin en emin yoludur.”

Akıllı insan çok konuşmamalıdır, konuşacaksa da, ya susmaktan daha değerli bir şey söylemeli ya da susmalıdır.

La Bruyere’in bu öğüdünü 20. yüzyıl başında Wittgenstein,

  • “İnsan hakkında konuşamayacağı şeyler konusunda susmalıdır.”

diye dile getirmiştir. Yani atalarımızın söylediği gibi “Söz gümüşse sükut altındır”.

Özgürlükçülük adına bireyciliğin, öznelliğin ve özgüvenin tavan yaptırıldığı post-modern çağımızda maşallah ağzı olan konuşuyor; hemen herkesin her konuda bir fikri var ve herkes fikrini çekinmeden “özgürce” dile getiriyor!

Böyle olunca konuşmak ya da yazmak kadar, konuşulanı ya da yazılanı eleştirmek de herkesin harcı oluyor!

Bu post-modern özgürlük (negatif özgürlük) bana hiç uymuyor; insanın konuşması ya da konuşulana karşı konuşması için, konuştuğu konu hakkında suskun kalmasından daha değerli şeyler söyleyebilecek ölçüde bilgisi olması gerektiğini düşünüyorum.

Öğrenme amacı olan insanların sorma hakkına sonuna dek saygılıyım ama bilgi sahibi olmadan fikir tartışması yapılmamalı.

Aşağıdaki önermeleri yukarıdaki iki paragrafın ışığında okumalısınız :

  • Bir toplumda huzurun ve esenliğin olması yönetim biçiminden çok,
    halkın ahlak düzeyi ile ilintilidir.
  • Adalet duygusunu içselleştirebilmiş ahlaklı bireylerden ve yöneticilerden oluşan toplumlar, yönetim biçiminden bağımsız olarak huzurlu toplumlar olacaklardır.
  • Tersine adalet duygusundan uzak bireyler ve yöneticilerden oluşan toplumlar, hangi yönetim biçimini denerlerse denesinler, bir türlü huzuru bulamayacaklardır.
  • Farklılıklara karşın bir arada huzur (erinç) içinde yaşamak, ancak ahlaklı bireylerden oluşan adaletli toplumların harcıdır.
  • İnancınızın gereklerini yerine getirmek sizi inançlı yapar ama asla ahlaklı yapmaz.
  • Ahlaklı olmak için önce adaletli olmalısınız.
  • Ne denli inançlı olursanız olun adaletli değilseniz ahlaklı olamazsınız. Bir inancı olduğu için ahlaka gereksinimi olmadığını düşünmek, ahlaksal açıdan yapılacak en büyük hatadır.
  • İnançları konusunda en iddialı olan insanların tarihteki en büyük adaletsizliklere, yıkımlara neden olmaları bundandır.
  • Yağma, talan ve yalan hep bir adaletsizlikle ilintili olan, ahlaksal açıdan “kötü” davranışlardır.
  • Bu ahlaksızlıkların bir nedenle (örneğin iktidar adına) olumlandıkları toplumlar asla bir arada ve huzur içinde yaşayamazlar.
  • Gene cehalet ve sefalet size iktidarı sağlasa da asla toplumsal huzuru (erinci) sağlayamaz.
  • Toplumsal huzur ve refah (erinç ve gönenç) için adaletin içselletirildiği ahlaklı bir toplum eğitimle oluşturulmalıdır.
  • Ahlaksızlıkları ile yüzleş(e)meyen toplumların huzuru ve refahı (erinci ve gönenci) yakalamaları olanaklı değildir. (31.03.2023)

=====================================================
Dostlar,

Ekleyelim..

Ahlâk”; bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimlerini düzenleyen toplumsal düzen kurallardır. Yereldir.

Etik; kişinin davranışlarına temel olan ahlâk ilkelerinin tümüdür. Başka bir anlatım ile Etik insanlara;

* “işlerin nasıl yapılması gerektiği”ni belirlemede yardımcı olan yol gösterici değerler, ilkeler ve standartlardır. Evrenseldir.

  • “Yaşamda göreceğiniz iş ne olursa olsun, Erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin, sonunda utanç ve kötülük vardır.” Platon
  • Ahlaksızlık ile dinsizliği karıştırmamak gerekir. Din olmadan ahlaklılık olabilir ve
    ahlaksızlıkla din bir arada bulunabilir ve çoğunlukla da böyledir.. Denis DİDEROT

Meslektaşımız, Felsefeci, değerli “Yusuf Samim Lütfü” ye teşekkür ederiz bu özlü yazısı için.

Sevgi ve saygı ile. 01 Nisan 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

DİLİMİZE SAHİP ÇIKALIM

Zeki Sarıhan
www.zekisarihan.com


Türk Dil Kurumu’nun 1932’de kuruluşunun yıldönümü olan 26 Eylül günü, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 90. Dil Bayramı olarak kutlandı. Dil Bayramı denince Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Türkçeyi 13 Mayıs 1277’de resmî dil olarak ilan etmesini de unutmamak gerekir. Bu olay ise nedense yalnızca Karaman’da kutlanıyor.

TÜRKÇE BOZULUYOR

Anadili insanın benliğine ve BİLİNCİNE öyle bir yapışır ki, onun içine sokulan parçalar ve onu yanlış kullanmalardan rahatsızlık duyarsınız. Tadına alışık olduğunuz bir yemeğin içine zehir katmışlar gibi olur. Kusacak kadar değilse de ağzınızı burar.

Aşağıda epey bir süredir yanlış kullanılışları beynimizi tırmalayan kavramlara birkaç örnek vereceğim.

“TAKSİYE BİNMEK” yerine “TAKSİ ALMAK”: 1967’de İstanbul’a ilk gittiğimde Taksim’de Şişli’ye nasıl gideceğimi sorduğum top sakallı biri “Şuradan bir taksi alırsınız” dediği zaman garipsemiştim “Bir taksi satın alırsınız” demiş olamazdı. Çok geçmeden bunun İngilizce dersinde gördüğümüz “take a taxi”nin yanlış bir çevirisi olduğunu, bir taksiye binmem gerektiğini söylemiş olduğunu anladım.

“ÇİMMEK” yerine “BANYO ALMAK”: “Banyo yapma” almaya alışmışken bir de “banyo alma” yaygınlaşmaya başladı. “Duş yapmak” denmesi gerekirken de artık herkes “duş alıyor”. “Çimmek” gibi Anadolu Türkçesinin sevimli sözcüğü dilimizden çoktan düştü.

“AHLAK” yerine “ETİK”: 1990’lerde “Ahlak” tahtından düştü. Yerini “Etik” aldı. “Ahlak” yerine “etik” dersek daha bir Avrupalı oluyormuşuz gibi bir izlenim bırakılıyor.

“GEÇMİŞE ÖZLEM” yerine “NOSTALJİ”: Geçmişe özlem gibi arı duru, anlamı açık bir dururken Nostalji sözünü kullanmaya meraklı çok insan var.

“İÇİN” yerine “ADINA”: Son zamanlarda gitgide kullanım alanı bulan bir sözcük de “için” yerine kullanılan “adına” sözcüğüdür. “Adına”, dilimizi özenle kullanması ve örnek olması gereken televizyon sunucularının bile kullandığı bir sözcük durumuna geldi. Biz eskiden “sebze almak için” pazara giderdik, şimdi bir kısım Türkler “sebze almak adına” pazara gidiyor. Oysa “adına” sözcüğü bambaşka bir bağlamda kullanılır. Örneğin okul veli toplantısına baba adına annenin geldiği biçiminde kullanılırsa sözcük anlamına uygun kullanılmış olur. Hiç “Evi geçindirmek adına çok çalışıyorum” denir mi? “Evi geçindirmek için çok çalışıyorum” denir. Sonuçta “adına” “için” birbirlerinin yerine kullanılabilecek sözcükler değildir.

Elimize bulaşan bir boyayı çıkarmak mümkündür de dilimize yapışan bir sözcüğü atmak kolay değildir. Diller yaşayan varlıklardır. Evrimleşirler. Yeni kavramlara yeni sözcükler türetirler. Kendi kökleri yetersiz kalırsa başka dillerden de sözcük alırlar. Fakat kendisinde bulunan ve hiç de kavram olarak yetersiz olmayan bir sözcüğü bırakıp yabancı bir sözcüğü onun yerine kullanıma sokmak özensizlikten öte kendi anadiline ihanettir.

HİSSETMEK: fiilinin İngilizceden yapıldığı anlaşılan bir çeviri ile yanlış kullanılışı gitgide yaygınlaşıyor ve kulak tırmalıyor. Örneğin “iyi hissediyorum” veya kötü hissediyorum” deniyor. Oysa bu fiilin bir nesnesi olması gerekir. Neyi hissediyorsan, önce onu söylemen gerekir. Havayı hissederiz, kokuyu hissederiz, acıyı hissederiz. “İyi hissediyorum” sözünde eksik kalan “kendimi” sözcüğüdür. “Nasıl hissediyorsun?” sorusunun doğrusu da “Kendini nasıl hissediyorsun?”dur.

“EL KOYMAK” yerine “ÇALMAK”:  Çalmak artık çoğu metinde “gasp etmek”, “el koymak” yerine kullanılır oldu. Bir aslanın başka bir aslanın avını ondan zorla almasına “çalmak” değil, gasp etmek veya “el koymak” denir. Ama artık çoğu doğa belgeselinde bu gibi durumlarda yanlış olarak “çalmak” fiili kullanılıyor. Sokakta biri önümüzü kesse ve cüzdanımızı zorla alsa buna “çalmak” denmez. “Çalmak” başkası görmeden, gizlice almaktır.

SAYGI VE HÜRMETLERİMLE”: Bir duyguyu güçlendirmek için aynı anlama gelen iki sözcüğün kullanılması da oldukça yaygın. “Saygı ve hürmetlerimle”, “mutlu mesut” gibi.

UZUN HECELERİ KISA SÖYLEMEK: Bazı yörelerimizin insanları, uzatılması gereken heceleri uzatmadan söylüyorlar ve bu çok dikkat çekiyor. Şu sözcüklerdeki ilk heceleri uzatmadan söylemeyi denerseniz bunun dil için nasıl bir sorun yarattığını anlayabilirsiniz: Hami, Haşim, Sait, Şair, Talih, Salih, Cahil, Sair, Mahir, Tahir, Nail, Nazım, Halim, Salim, Talim, Yani, Sani, Cani… Bu sözcüklerin ilk hecelerindeki a’nın üstüne uzatma işareti konulmaz ama bunlar uzun hecelerdir.

K’YI YUMUŞATAMAMAK: Bunun gibi üzerine yumuşatma şapkası konulan bazı sözcükleri de yanlış kullananlar var. Kâzım, Kâmil, Kâtip, Kâmuran, Kâşif gibi sözcüklerdeki şapka ilk hecedeki k’yi yumuşattığı gibi hecenin uzun okunması gerektiğine de işaret eder. Kâr, gâh gibi sözcüklerde ise yalnızca k’yi ve g’yi yumuşatır. Kimi kitaplarda bile bu konuda hata yapıldığına rastlanıyor. Kimileri, imla kılavuzunda bütün yumuşatma ve uzatma işaretlerinin kalkmış olduğunu sanıyor. Gerçi 12 Eylül’den sonra devletleştirilen Türk Dil Kurumu, imlamızı bu tip işaretlere boğmuş, Dil Derneği ise farklı ve doğru bir yazımı tercih etmişti ama her iki Kurum da yukarıdaki sözcüklerden yumuşatma işaretini kaldırmamıştı. Son yıllarda her iki Kurumun imlası hemen hemen birleşmiş bulunuyor. Geçmişte yaşanan bu kargaşadan ötürü bugün bile “hâlâ” sözcüğünü hala olarak yazanlar var. Ciddi bazı kitaplardaki yanlış yazmalara bakarak “-de/da” eki ile “de/da” bağlacının nasıl yazılacağını öğrenmeden üniversite bitirenler var.

Dil büyük bir okyanus gibidir

Dilseverlerin ve uzmanların bile onda keşfedecekleri çok şey var. En azından her eve bir yazım kılavuzunun gerektiği de açık.

Dilin doğru ve ahenkli (uyumlu) kullanımı ailede ve okulda öğretilir. Öğretmenlere, yazarlara ve radyo-TV sunucularına büyük iş düşüyor.

  • Dilini koruyamayan bir ulus bağımsızlığını da koruyamaz.

Dilini geliştiremeyen topluluklar, üstün bir uygarlık yaratamaz.

Bu yılki Dil Bayramı ödül töreninde bir konuşma yapan şair Ataol Behramoğlu’nun dilimizi sevip korumamızı anlattıktan sonra “Ülkemizde konuşulan bütün dillere de saygılı olalım” sözünü de anmadan geçemeyeceğim.

Anadili sevgisi, bütün dillerin eşitliğini, bütün dillerin onu konuşanlar için ana sevgisi kadar kutsal olduğunu anlamıyorsa, bu basit bir milliyetçilikten öteye geçemez. (İndependent Türkçe, 28 Eylül 2022)

 

 

 

 

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ –  07 Ocak 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ –  07 Ocak 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

NORMAL

Bolu Beyi (şimdi vali deniyor) yılbaşında evlerde normalin üzerindeki kalabalık olursa cezalandıracağını açıkladı.

Anormal…

DEVLET

Uzaktan eğitim için Milli Eğitim’in Kütahya’ya gönderdiği tabletleri AKP İl Başkanı dağıttı.

AKP devleti…

İMA/M/N

2015-2019 yılları arasında İmam Hatiplerin öğrenci sayısı %10 azaldı.

İnsanları imandan da imamdan da soğuttular…

REKTÖR

AKP’de birçok görevler üstlenen ve son olarak İstanbul 1’inci Bölge’den milletvekili aday adayı olan Melih Bulu, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör yapıldı.

AKP torpil yuvası, partizana arpa tarlası…

PİŞKİN

Rektör atanmasına tepkiler çığ gibi artarken M. Bulu, “Tepkiler normal, ikna ederim” dedi.

Adam iyi pişmiş…

ETİK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılan Eminönü – Alibeyköy Tramvay Hattı Kılıçdaroğlu ve Akşener tarafından açıldı.

AKP’li Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu “Alibeyköy Tramvay hattının 2019 Mart’ta hazır olduğunu ama seçim dönemi olduğu için etik bulmadıklarından açmadıklarını” söyledi.

Mart 2019’da hattın inşaat halindeki görüntüleri yayımlandı.

Etik denince akla ülkede AKP,  İBŞB’de T. Göksu gelir…

BACI

RTE, CHP’deki türbanlı kadınlar için “vitrin süsü” dedi.

AKP’dekiler de vitrin bacısı mı?…

ÖRGÜT

AKP Sözcüsü Ömer Çelik basın açıklamasında “Türkiye, DEAŞ’la da mücadele eden yegane terör örgütüdür” ve “Türkiye PKK ile de mücadele eden yegane terör örgütüdür” ifadelerini kullandı.

Şaşkınlık…
***

ÖMER HAYYAM’DAN

Bu dünyaya isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.

İHANET: YÜREĞİN OKU BOZULUNCA-I

İHANET: YÜREĞİN OKU BOZULUNCA-I[1]

YILDIRIM B. DOĞAN, RUH HEKİMİ

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Bence ne Sezar ne de Othello şaşırmıştır. Sezar’ın Sen de mi Brutus diye sorduğunu sanmıyorum. Othello’nun süslü hain Iago’nun oynak ve karmaşık ruh halini zamanında doğru sezdiğini düşünüyorum. Neden karısını öldürdü o zaman diyeceksiniz. Öyle ya ‘halletmesi’ gereken İago olmalıydı. Geçiniz bir kalem. Konu o değil. Konu ne? Konu ihanet; başka bir söyleyişle hainlik!

Sezar ve Othello’nun neden şaşırmadığı ile başlamak isterim. Hain kendisi gibi olmayan birinin gözlerine doğrudan bakamaz. Işığa katlanamayan gözleri yerlerinden fırlar yoksa! Brutus, İago ve benzeri hainler iffetsizliğin ve onursuzluğun burgacında önce bakışlarındaki ışığı yitirirler. Karanlığın, küf kokusunun derinlerinde yaşam sürdürdükleri için aydınlığa ulaşabilen bir bakışları da yoktur. Sezar ve Othello, bakışı ışığını yitirmiş, göz teması kuramayan bu hainleri çok önceden keşfetmiş olmalılar. Şaşırmamışlardır dediğim bu! Hain için en zorlu işlerden biri de kendisi ile de göz göze gelemeyişidir. Ruhu bu nedenle huzursuzdur. Hainin huzursuz ruhu, kendisi gibi başka hain ile bakışırsa ancak sükûnet bulur. Hainin halini hain bilir. Hainin halinden hain anlar diye beklediğiniz cümle başka türlü kuruldu. Hainin halinden hain anlar demedim. Neden? Hain, anlamaya uzaktır. Çünkü hain, yüreği anlamakla sakatlanmış bir organizmadır. Başkasını anlamak onun derdi değildir. Kendi ile bakışamayan insan kendini bile kavrayamazken başkasını mı anlayacak? Ne mümkün! Onu, ancak bizler yani hain olmadığını söyleyebilenler anlar ve bilir. Hallerine acımış olmalısınız. Zavallı bir durum değil mi? Aramızda hainleri zavallılıklarına bakarak bağışlayanlar olabilir. Bağışlamayanlar da! Ben ikincisiyim.

Yazdıklarımdan sizi ihanetin çözümlemesine hazırladığımı düşüneceksiniz. Böyle bir amacım yok. Gerek de yok; ne tarife ne de tanıma. Nereye giderseniz gidin, kiminle konuşursanız “hain” diye seslendiğinizde bu sesi doğru duyan -ister sekiz bin kişi isterse yalnızca sekiz kişi olsun- mutlaka bulunacaktır. İki rakam geçti; sekiz ve sekiz bin[2]. Anlamı var mı? İhanet bahsinde hain sayısının ne anlamı ne de önemi var. Örneğin sekizde bir asıl ihanet; sekizde altı özgül ağırlıksız ihanet desem fark eder mi? Etmez. İhanet maaşlı bir iş değildir. Keşke olsa; ‘Gör de öğren; hainlik nedir, nasıl yapılır’ diye işeme yarışına girenler hiç olmazsa iş güç sahibi olurdu. İş güç dediğim parasız olduklarından değil. Hainler yoksul değildir. Hatta zengindirler. Ruhlarında pahasını kendi biçtikleri bir boşluk taşırlar. Boşluklarına da olmadık eder etiketi kondururlar. Boşluk zengini bu kurtçuklar için pazarlarda, devlet dairelerinde, üniversitelerde vs.-olmamaları gereken her yerde- istihdam yaratılsa fena mı? Nedir bu boşluk diye sormadığınızın ayrımındayım. Bu, sizin ve benim bildiğimiz boşluk gibi değildir. Sözünü ettiğim etrafın değil kendi içlerinde taşıdıkları boşluktur. Boşluk neler yaptırmaz insanlara; özellikle hain olanlarına; ha bir ha sekizi!

Bir insan hep hain midir yoksa hainlik ona sonradan mı uğramıştır? Ben doğuştan suçluluğa inanmıyorum. Bu nedenle insanın doğuştan hain olduğunu düşünmüyorum. İhanete adım atanların bir başlangıcı var demek ki! İnsan ne zaman hain olur? Ne zaman hainlik eder?

Evrensel insanlık değerleri insan var oluşunun olmazsa olmaz özellikteki katılımcılarıdır. İnsanı insan; toplum toplum kılan bu değerlerdir. Ahlak, etik, erdem, iyilik, doğruluk andığım değerlerdendir. Güzellik, çirkinlik, bozukluk, sapkınlık ise bağlantılı olarak söz konusu değerlerin yoksanması ile ortaya çıkan hali niteler. Andığım türden yoksunluk çarpık bir gerçeklik haline dönüştüğünde farklı bir ad taşımaya başlar; vasatlık. Niyet, istem, beklenti, insanlık ülküsü, erdem, etik ve ahlak, doğruluk kavramlarının en uzak kıyılarından bile geçemeyen çorak ve yoz arazi vasatlık diye bilinir. Vasat insan ne yapar?

Vasat insan vasat bir toplumu amaçlar. Öyle olsun ister. İhanet vasatlaşmanın ve vasatlaştırmaya çalışmanın önemli bir aracıdır. Vasatlaşmaya doğru yelken açmış topluluklarda ihanetin gözde olması vasatların vasatistana ulaşabilmek şeklindeki ham hayallerinin sonucudur. Dolayısı ile toplumun kalanını vasatlaştırmak birincil amaçlarıdır. Böylelikle kendilerine soru sormadıkları gibi etrafta onlara soru soracak kişi de kalmayacaktır. Sorgulanmayan bir toplumsal yaşam düşü görürler. Uyandıklarında düşlerinin gerçeğe dönüştüğü gibi bir sabuklama içindedirler. Kısa ve öz; ne insanlıkları ne çapları ne de ne işe yaradıkları kısaca vasatlıkları sorgulanamayacaktır! Oh! Ne rahat! Ne ki bu yazıyı yazan ben okuyan siz çoktan başlamış bulunuyoruz sorgulamaya!

Vasatlık için gereken ve ihanete hoş geldin yazılı alacalı starlar serebilmek için dili, tarihi, toplumsal ahlak ilkelerini, evrensel değerleri aşındırmak gerekir. Vasatlığa giden yolda vasatların görkemsiz yürüyüşünü taçlandıran ihanettir. Böylesi düşler, izleyen sabuklamaların sonucunda ihanet tercihi ön alır. İşte bu nokta insanın hain olma kararına vardığı noktadır.

Hain, yetersiz, güçsüz hisseder. Kırılgan ve kindardır. Kaynakları sınırlı olmakla birlikte hırsı alıp başını gitmiştir. Kurtçuk diye sözünü ettiğim hainler iri başlılıktan kurbağalılığa dönüşene kadar değişik biçimlerde kendilerini gizlemiş olabilirler. Gizlenmek zorundadırlar. Kimsenin onları hırsın yapışkan salyalarının bulaştığı biçimsiz ruh halleri içinde görmesini istemezler. Rütbeler, unvanlar vs. görüntüyü örten kılıklardır. Kendi yüzlerine makyaj yapamazlar ama zahiri kılıkları boyadan geçilmez. Gösterişli hallerinin gerisindeki virane ruh hali her an sorgulanma tehdit ve tehlikesi ile yüz yüzedir. Onu bu tehlikeden kurtaracağını düşündüğü tek eylemi ihanet eylemidir. O da onu yapar. İhanet eder!

İhanetin çaresizlikten kaynaklandığını söylemiyorum. Söylediğim şu; kişinin kendine emek vermemesi, kendine saygı duymaktan vaz geçmesi ve sevmemesi ruhunu yoksullaştırırken içini boşlukla doldurur. Giderek insan değerlerinden uzaklaştığını fark etmez. Olması beklenmediği halde insanın böylesi yaşantıları yok değildir. Çaresi vardır. Çare gene insanın kendisidir.  eksiğini aksağını görebilmiş bir insanın bunları giderici yollar arayıp bulması insana asıl yakışanıdır. İnsan, ömrünün tükendiği o ana kadar kendine yakışanı yapar. Yaşamsal seçimleri erdem, ahlak, iyilik, doğruluk üzerinedir. Bireysel ve toplumsal sorumluluğu aynı devam çizgisinde yer alır. Yoksa varacağı yer ihanetin batağıdır. İnsan, ne olursa olsun insan değerlerinin yapılandırdığı zeminde kalmalıdır. İnsan olana yakışanı budur!  Hain olana yakışanı da ihanet!

Sonuç ne?

İhaneti tarif etmek; böylelikle tanınmasını kolaylaştırmak mı? Ne gerek var? Onca taş toprağın arasında tek bir salatalık(!) hemen ayrımsanır. Onca karıncanın arasında dolaşan bir at sineği fark edilmeyecek gibi değildir. Lale bahçesinin yanına kadar ulaşmış pislik kokusunun ayrıksılığını ayrıca tarif etmeye gerek var mı?

Yüreğin oku diye başladım. Onunla bitireyim. Arabayı çeken atın/atların taşıdığı uzun ve ağaçtan yapılmış ince uzun kütük arabanın oku diye anılır. Sürücünün atları hareketlendirmesi ile at arabanın okunu taşır. Araba da bu biçimde yön alır. Doğrultusunu belirler. Yüreğin oku tamlaması kültürümüz içinde insanın yaşam yürüyüşünde doğrultusunu irdeleyen bir ifadedir. Arabanın okuna yön veren atları kırbaçlayan arabacıdır. Atların canı yanar ya da yanmaz. Aslolan arabanın yol almasıdır. Oku hasarlı, çarpık çurpuk bir araba kalkamaz. Kalksa bile yol tutamaz. Yüreğin okuna yön veren o yüreği taşıyan insandır. Elinde kırbaç yoktur ancak varlığında insan değerlerini taşır. Yüreğin okunun alacağı doğrultuyu belirleyen insan değerleridir. Yüreğinin oku hasarlı ve bozuk olan biri nice insandır acaba?

İhanet yüreğin okunun bozulduğu bir haldir. İnsan gene insandır; et ve kemik olarak. Ancak daha önce söylediğim gibi içi boştur. Bu nedenle hainin taşıdığı yürek değildir. Yerine geçmiş, pompa değerinde mekanik işlevsellikte bir araçtır sadece. Hain bu pompa sayesinde yaşar. Yüreğinin oku diye var saydığı gerçek anlamı ile bir kütüktür. Hain, boşlukların et ve kemikle doldurulması ile imal edilmiş bir tür özelliğindedir. Bu tür insanımsı öbeğinde yer alır. İnsanımsılar temel insan değerlerinden yoksundur.

Hainlere acıyalım mı diye sorduğunuzu hissediyorum. Hayır! Ne acıyın ne hoşgörü gösterin ne de bağışlayın. Vasatlığın özü olan ihanetin insan iklimini kirlemesine izin vermeyin. Bu da ancak yürek okunu doğru tutmakla olur. Ben öyle yapıyorum. Şimdiki halde yazıyorum.

Yazıyı okuyanlar arasında hainler de varsa diye sormayın. Sorarsanız eğer aklınıza şaşarım. Hainler yazmadan kâtip, okumadan âlim olanlar arasındadır. Okumayı bilirler. Hain diye yazın, okurlar. Onun için aynaya bakamazlar. Bakarlarsa alınlarında kazılı olan dört harflik sözcüğü okumak zorunda kalacaklardır. Benim okumak dediğim, harfleri çatıp sözler kurmak değildir. Okumak dediğim, yürek okunu terkisine almış insan edimidir. Hainlere uzak kala!

[1] Bu konudaki ilk yazım. İkinci bir yazım mutlak olacak
[2][2] Hainlere ve haince niyet taşıyanlara için not: Rakamlar gelişigüzel verilmiştir. Herhangi bir benzerlik tamamen rastlantıdır.
===========================
Dostlar,

Yıldırım Beyatlı Doğan, Ankara Üniv. Tıp Fak. Psikiyatri Anabilim Dalı kıdemli Profesör öğretim üyelerindendir. Bizim de meslektaşımız ve yakın dostumuzdur. Özellikle madde bağımlılığı konusunda derinleşmiş, sıra dışı bir “insan” dır, yurtsever – ulusalcı bir aydındır. Yaşamı boyunca “insan” kılıklılarla -O, insanımsı diyor- başı hiç hoş olmadı. “İnsanımsı” ların vasatlığı ya da tersinin (vasatların “İnsanımsı” lığı) türevi “hain olma” ve ihanet edimlerinin kökeni O’na göre..

Sevgili Yıldırm’ın yüksek zekasının ve engin birikiminin yansıması olan bu denemede, yaratıcı -ve- çok işe yarayan- bir metafor üretildiğini görüyoruz..

“Yüreğin oku”… ve ona, İnsanın, dürüstlük – erdem – ahlak ile doğru yön verme yükümü..

3 nokta var eklemek istediğimiz :

1. Merhum Kamran İnan (eski Bitlis Senatörü, Milletvekili ve Devlet Bakanı) “Türkiye’nin %10 hain kontenjanı var” değerlendirmesinde bulunmuştu :

  • * “…Yarım yüzyılı aşkın müşahede ve tecrübelerim, birbirinden acı üç tesbiti öne çıkarıyor. Türkiye’de “hainler”, “hırsızlar”, “cahiller” prim alıyor, teşvik ediliyor. Kendi içinde en çok hain yetiştiren memleket olma rekorunu kırdık. Seneler önce, ricam üzerine, Hükümete verilen bir brifingde, değişik dernek ve örgüt çerçevesinde, Devlet aleyhine faaliyet gösteren insanların sayısı 205 bin olarak verilmişti; bu korkunç rakamın artmakta olduğu endişesini taşıyorum. Ayrıca binlerce insanımız, yurt dışında, kendi Devletine karşı çalışıyor, yabancılara gammazlıyordu…” (Türkiye Gerçeği, Kâmran İnan, Timaş Yayınları, 2003, önsözden..)

    2. Kadim Socrates‘in ünlü sözü : «Sorgulanmamış bir yaşam yaşanmaya değmez.»

    3. Immanuel Kant’ın ünlü Aydınlanma mektubunda (1784) yer verdiği “SAPERE AUDE” (Aklını kullan) çığlıkları…

    Siyasal iktidarlar “vasat yığınlar”a oynuyorlar sorgulanmadan iktidarda kalmak için..
    Ne denli etik – ahlak – dürüstlük – doğruluk – Adalet ve Erdem dışı değil mi? Bunu yapanların hangi “Değer” ine dayanıyor acaba??Halk arasında bir deyim vardır.. Şaftı kaymış / ya da şasesi eğilmiş..
    Prof. Beyatlı’nın tiplemesi “hain” insansılarda “yürek oku” nun durumu bu galiba.

Yazı zaten uzunca ve epey yoğun.. Biz de daha çok uzatmayalım..

Teşekkürler değerli Prof. Doğan.. Yazının devamını bekliyoruz..

Not : Prof. Doğan’ın birkaç yazısına daha önceleri de sitemizde yer verilmiştir..

Sevgi ve saygı ile. 03 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com