Etiket arşivi: Erbil Tuşalp

Neden Cumhurbaşkanına hakaretten ceza verilemez?

Orhan Kemal Cengiz

Av. Orhan Kemal Cengiz

Orhan Kemal Cengiz Avukat, yazar ve insan hakları savunucusudur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İzmir Barosu’nun insan Hakları Merkezi ve İşkenceyi Önleme Grubunun kurucularındandır. 1997-1998 yıllarında Londra’da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açılan davalar üzerinde çalıştı. Uzun yıllar dini azınlıkların avukatlığını yapan Cengiz, İnsan Hakları Gündemi Derneği’nin kurucusu ve 2003-2012 yılarında başkanı oldu. Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı yönetim kurulu üyesi ve Özgürlük Araştırmaları Derneği Danışma Kurulu üyesidir. Yerli ve yabancı pek çok yayında köşe yazarlığı yapmıştır. İnsan hakları hukuku alanında pek çok eseri bulunmaktadır. Umut Ağacı isimli romanı 2019 yılında yayımlandı.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun TCK 299. madde’de düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret suçunu kaldıracaklarını söylemesi çok isabetlidir.
Çünkü kaldırılacak olan, doğrudan kendisi
AİHM tarafından mahkûm edilmiş bir maddedir.

İktidarın tepesindeki insanları övmek dünyanın her yerinde serbest. Çin’de, Kore’de, Rusya’da, Komünist Parti’yi, Putin’i, Kim Jon-un’u dilediğiniz kadar övebilirsiniz. Ama yalnızca demokrasilerde iktidarın tepesindeki insanları eleştirebiliyorsunuz.

Türkiye’de son on yıllarda sürekli kafamıza kakıldığı biçimde sandık, tek başına demokrasinin ölçütü falan değildir. Elbette sandık, demokrasinin nirengi noktalarından biridir. Ama o sandıktan çıkanların yaptıkları tüm yanlışlar için her an hesap vermeye hazır olmalarıdır demokrasi aynı zamanda.

Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, muktedirleri eleştirme özgürlüğü bu nedenle çok önemlidir. Bunların olmadığı bir yerde hiçbir biçimde muktedirlerden hesap sorulamaz. AKP’nin 20 yılı aşkın iktidarı boyunca biz bu açıdan çok gerilere gittik. İktidarı eleştirmek bir suç olarak görülmeye başlandı.

  • Dünya’da Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle en çok dava açılan bir ülke durumundayız.

Son 7-8 yılda 200 binden çok kişiye soruşturma açıldı. Neredeyse 50 bin kişi sayın  Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandı. Yıllar içinde “hakaret” eşiğinin gittikçe düştüğüne tanık olduk. İlk başlarda Erdoğan’ı kişisel olarak hedef alan sert eleştiriler “hakaret” kabul edilirken, giderek ve büyük bir hızla, siyasal eleştirilerin hepsi bu kapsama girmeye başladı. Bu davalarda, en başından başlayarak büyük bir eşitsizlik var.

Bir yanda bir gazeteci, bir yazar, sıradan bir vatandaş oturuyor; öbür yanda sayın Cumhurbaşkanının vekilleri… Bu “güç dengesindeki” muazzam eşitsizlik, kolayca mahkumiyetlere dönüşüyor. Türkiye’deki bu durum en başından beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ürettiği içtihatlarla büyük bir çatışma içinde…

AİHM, güçlü olanın, iktidar sahibinin, sıradan insanlara göre çok daha fazla eleştiriye açık olması, çok sert eleştirileri bile tolere etmesi (hoş karşılaması) gerektiğini söylüyor. Güç sahiplerinin kendilerini bilerek ve isteyerek bütün eylem ve işlemlerin eleştirileceği, her daim (sürekli) toplumun gözetimi altında oldukları bir pozisyona (konuma) koyduklarını belirtiyor. Yani, gülü seviyorsanız dikenine katlanacaksınız; iktidarı istiyorsanız her türlü eleştiriye de açık olacaksınız…

Demokratik bir toplumda devlet başkanları, hükümet başkanları, iktidar sahipleri, eleştiriler karşısında, sıradan vatandaşlardan daha çok korumaya sahip olamazlar. Türkiye’nin demokrasi yönünde atacağı önemli adımlardan biri de bu maddeden kurtulmak olacaktır.

Türkiye’nin sayın Erdoğan’a hakaret nedeniyle ilk mahkumiyetlerinden birisi de sayın Erbil Tuşalp’in, başbakan olduğu dönemde kendisine yönelttiği eleştiriler nedeniyle tazminata mahkûm edilmesi nedeniyle olmuştur. Tuşalp, oldukça sivri bir dille, hicvederek sayın Erdoğan’ı sert bir biçimde eleştirmiş ve bunun sonucunda da tazminat ödemek zorunda kalmıştı.

Dikkatinizi çekerim, bir ceza davası söz konusu değildi, bir özel hukuk davasıydı Tuşalp’i hedef alan. AİHM o tazminat nedeniyle Türkiye’yi mahkûm etti. “İktidar sahipleri, hiciv de içinde olmak üzere, her türlü eleştiriye katlanmak zorundadırlar” dedi.

O gün, Tuşalp’in, sayın Erdoğan’a karşı kullandığı sözleri bugün kullanmaya kalksanız, ertesi gün gözaltına alınır, tutuklanırsınız.

Türkiye bütün Avrupa Konseyi ülkeleri içinde devlet başkanına “hakareti” ayrı bir suç olarak kabul eden birkaç ülkeden biri. Bunu nereden biliyoruz? Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin kendisini sert bir dille eleştiren bir vatandaşın açtığı davada Fransa’nın yaptığı savunmadan öğreniyoruz… Havaalanında bir Fransız yurttaş, en masum çevirisi “Defol zavallı geri zekalı,” olabilecek (Casse toi pov’con) bir pankart açtığı için 30 Euro para cezasına çarptırılmıştı.

Fransa AİHM önünde yaptığı savunmada, devlet başkanına hakaret suçunun sadece kendi ülkelerine özgü olmadığını, İspanya, İtalya, Hollanda, Polonya ve Türkiye’de de bu konuda ceza hükümlerinin bulunduğunu belirtmişti. Bu ülkelerde bu yasaların pek çok uygulaması olmadığını biliyoruz. Bu 30 Euro için de Fransa mahkûm oldu.

  • AİHM altını çizerek, demokratik toplumda devlet başkanlarının kendilerine yönelen ifadeler ve eleştiriler nedeniyle fazladan bir “korumaya” mazhar olamayacaklarını belirtti.

Türkiye için “Cumhurbaşkanına hakaret” konusunda, zurnanın zırt dediği yer, Vedat Şorli / Türkiye davasıdır. Bu davada AİHM, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasını düzenleyen TCK 299. maddesinin adeta ultrasonunu çekti ve sorunun maddenin kaleme alınma biçiminden kaynakladığını belirtti.

AİHM, güçlü olanın, iktidar sahibinin, sıradan insanlara göre çok daha fazla eleştiriye açık olması, çok sert eleştirileri bile tolere etmesi (içine sindirmesi) gerektiğini söylüyor.

Şorli/Türkiye davasında TCK 299. maddenin doğrudan kendisi mahkûm edilmiştir. AİHM açıkça, bu madde değişmeden sorunun ortadan kalkmayacağını belirtti. Ben bu yazıyı yazarken, Türkiye’nin kim bilir hangi köşesinde, kim bilir hangi gerekçelerle yeni bir “Cumhurbaşkanına hakaret” davası hazırlığı yapılıyor. Ama o dava için kullanılacak maddenin oğrudan kendisi çoktan mahkûm edilmiş durumda…

Sayın Kılıçdaroğlu’nun TCK 299. madde de düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret suçunu kaldıracaklarını söylemesi bu yüzden çok isabetlidir. Kaldırılacak olan, doğrudan kendisi AİHM tarafından mahkûm edilmiş bir maddedir.

Demokratik bir toplumda devlet başkanları, hükümet başkanları, iktidar sahipleri, eleştiriler karşısında, sıradan vatandaşlardan daha çok korumaya sahip olamazlar. Türkiye’nin demokrasi yönünde atacağı önemli adımlardan biri de bu maddeden kurtulmak olacaktır.  

YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA YAŞA!

YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA YAŞA!

Image result for Erbil Tuşalp

Erbil Tuşalp
Cumhuriyet
, 29.4.2019

Seçim sandığında başlayan özgürlük yolculuğunun engellenemeyen heyecanı tüm yurdu kucaklıyor. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” seslenişleri gökyüzünü süslüyor.

Yaşam öğretiyor. Temize çekiyor. Örtüyü kaldırıyor. Selanik’te karga kovalamasından, Viyana’daki aşkına, Çanakkale’den Kocatepe’ye askerlik yaşamından siyasal mücadelesine dek her şey anımsandı, her şey konuşuldu.

[Haber görseli]

  • Oysa Mustafa Kemal’in emperyalist işgale karşı örgütlediği kutsal isyanın “rejimin sahibi ve bekçisi” genç kuşaklara yüklediği sorumluluk anımsanmadı, konuşulmadı.

Kurtuluşu ve Kuruluşu ateşleyen o olağanüstü başkaldırıyı taçlandıran gerçekçi yaklaşım uzun yıllar ve hâlâ “tahrik, kışkırtma, provokasyon” gibi hesaplı korkularla anımsatılmadı.

Oysa artık anımsanıyor, konuşuluyor, korkulmuyor.

  • Hayat damıtıyor haini, soysuzu, hırsızı, arsızı ayıklıyor.

Seçim sandığında başlayan özgürlük yolculuğunun engellenemeyen heyecanı tüm yurdu kucaklıyor. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa!” seslenişleri gökyüzünü süslüyor.

Mustafa Kemal’in Cumhuriyetin gençlerine armağan ettiği delikanlı mücadelenin gerçek manifestosu olan “Bursa Söylevi” artık yok sayılmıyor. Örtü kaldırılıyor “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” seslenişiyle Türkiye özgürlüğe bağımsızlığa demokrasiye bir kez daha kanat çırpıyor.

Rejimin sahibi ve bekçisi

Kutsal isyanın en önemli belgelerinden biri olan “Bursa Söylevi”nin kısa bir öyküsü var.

Kökleşmiş uzantıları günümüze de yansıyan bir grup gericinin Türkçe ezan nedeniyle Bursa’da ayaklandığı günlerdi. Mustafa Kemal Paşa olayı Ege gezisinde duydu. Program değişti. Sabah Bursa’daydı. Yetkililerden bilgi aldı:

“Bursa gençliği bu olayı hemen bastıracaktı ama zabıta ve adliyeye olan güvenlerinden ötürü işe karışmadı.” açıklamasını duyduktan sonra “karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe’den Afyon Ovası’na indiği” günlere geri döndü. Kutsal emanetin güvencesini açıkladı:

“Türk gençliği devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır, rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç ‘Polis henüz devrimin ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, ama asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek ‘Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek gerek’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yoldan itirazlarını yapmakla birlikte bana, İsmet Paşa’ya telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki: ‘Ben inancımın ve kanımın gereğini yaptım. Müdahalemde ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem bu haksızlığı yaratan nedenleri ve etmenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği budur.” (5 Nisan 1933)

Vurgulanmalı, anımsatılmalı..

Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye İslam Cumhuriyeti çizgisine sürüklemek için çalışanların karşısına dikilip;

  • “Bu ülkenin polisi var mıdır, jandarması var mıdır, ordusu var mıdır, adliyesi var mıdır?” diye sormanın erdemi vurgulanmalı.

Dahası; görmeyen, duymayan, konuşmayan devlet ve siyaset adamlarına, bilim insanlarına, aydınlara, sanatçılara, gazetecilere, yazarlara, hakka, hukuka, adalete el koyanlara ve de elbette emperyalizmin kuklası kapitalizmin tayfası döneklere “insanın ayağa kalktıktan sonra insan olduğu” anımsatılmalı.