Etiket arşivi: Anayasa’nın üstünlüğü

Anayasal totalitarizme hayır!

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 07.09.2023, BİRGÜN

Adli yılı açış konuşmasında, “2011’den beri bir hayalimiz var” diyen Erdoğan, “Bu hayal, Türkiye’yi darbe Anayasasından kurtararak yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılına yakışır anayasaya kavuşturmaktır… Vaadimiz birinci sınıf demokrasi, ekonomi ve özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır… Siyasi partiler, yüksek mahkemeler, üniversiteler, devlet kurumları, barolar ve milletimizin her ferdini sürece katkı vermeye davet ediyorum.” şeklinde konuştu.

Bu sözler ne anlama gelir?

GEÇİŞ ANAYASACILIĞI

Sosyalizm sonrası dönemden Arap baharı sürecine kadar yapılan anayasalar için “geçiş dönemi anayasacılığı” nitelemesi yapılır. Bu dö­nem, anayasa­nın üstünlüğü anlayışının ve anayasallık kültürünün gerilemesi bağlamında birçok olum­suzluğu beraberinde getirdi. Özellikle bazı Afrika devletlerinde, toplumsal gerçeklikten uzak metinler, anayasacılığı kuralların basit bir aşamalı sıralamasına indirgedi. Bu ise toplumun barışlandırılmasından çok, anayasa mahkemesi kararlarının dolanılmasını kolaylaştırdı. Usulün içeriğe, sözün öze üstünlüğü, anayasa hukukunu değersizleştirdi ve anayasanın meşruluğunu azalttı. Ya Türkiye?

NEREDEN?

Yüzyıl gecikme ile başlamış olsa da Türkiye’deki anayasal gelişmeler ve 20. yüzyıl Batı anayasacılığı arasında koşutluk açık.

Eğer bir “darbe anayasası” nitelemesi yapılacaksa, 2017 kurgusundan başkası olamaz. Çünkü 1982 Anayasası, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde başkalaşmıştı.

NEREYE?

Geçiş dönemi anayasacılığı (1990-2015) ve Türkiye için hukuk devletini onarım dönemi (1987-2004) arasında örtüşme var. Ne var ki 2016 darbe girişimi bahanesiyle 16 Nisan 2017’de halkoyuna sunulan metin, bir  “en’ler kurgusu” oldu.

Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran, kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran ve Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti Anayasal ve siyasal gelişmelerinde “en köklü” kopuş yaratan değişiklik oldu.

Haliyle, 2017 değişikliği, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ile sonuçlandı.

KAÇINCI SINIF?

Türkiye, “anayasal sınıflama” dışına itildi.

Bu kurgu, “Anayasa hayali” ile test edilebilir: “Birinci sınıf demokrasi ve birinci sınıf anayasa”.

Çoğulcu siyasal rejimin asgari standartları varsa rejim için  “demokrasi”, Anayasacılığın asgari gereklerinin varlığı ölçüsünde ise, “anayasal demokrasi” nitelemesi yapılır.

“Birinci sınıf” hayalinin anlamı, yirmi yıldır ülkeyi yönetenlerin, Türkiye demokrasisini  ve Anayasasını “2., 3. veya 4. sınıf olarak niteleme itirafıdır.

Ya “Türkiye yüzyılı”?

Hukuk toplumu ve Türkiye ekosistemi yüzyılı mı, yoksa yağmalanan ülke,  yok edilen birey özgürlüğü ve toplumsal özerklik yerine bir ümmet yüzyılı mı olacak?

SAYGI’YA ÇAĞRI

“Katkı çağrısı”nın en doğrudan anlamı, tartışma ve düşünce özgürlüğü demek.

Şu halde ilk koşul, “düşünce suçluları”nı özgür bırakmak ve YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA’YA SAYGI olmalı.

Aksi durumda ‘hayal’, Anayasayı;

– “demokratik olmayan siyaseti meşrulaştırma” aracı olarak ve iktidar bekası için kullanmak,

– toptancı ve tek biçimli toplum ereğinde araçsallaştırmak DEMEK.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Amaç iki sandıktan sonra ivme kazandırılan toplumu tek biçimli kılma çalışmaları, “Anayasa sandığı” ile pekiştirmek.

Yineleyelim :

  • Anayasa, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme ereğinde, toplumun gereksinimleri ve ortak iyiliği doğrultusunda hazırlanan bir belgedir.

Herkes için uyulması zorunlu ve bağlayıcı bir temel norm, hukuk devletinin asgari gereklerini yansıtmalı. Ne var ki, çağrı sahibi için Anayasa, bir norm olmaktan çok meşruluk belgesi olarak daha çok görünüşü kurtarma ve iktidarı sürdürme aracı haline geldi.

Bu nedenle, aymazlığına kapılmadan, ‘hayal’, hesap verebilir hükümet için “demokratik Anayasa” çalışmalarına ivme kazandırma vesilesi olarak görülmeli.

Demokratik toplumun, demokrasi inşası için neden vazgeçilmez olduğu, 1 Eylül çağrısı ile bir kez daha doğrulandı. Anayasal totalitarizm için TBMM’de çoğunluk ellerinin otomatik olarak kalkması, ancak sivil toplum örgütlerinin Anayasa sorununu sahiplenmesi ve siyasal partileri kuşatma altına almasıyla engellenebilir.

‘Yasama yetkisi devredilemez’/ ’basın sansür edilemez’

‘Yasama yetkisi devredilemez’/
’basın sansür edilemez’

İBRAHİM Ö. KABOĞLUİBRAHİM Ö. KABOĞLU

Bazı sorulara yanıt vermek için uzun açıklamalar yerine bir karşı soru, en özlü yanıtı oluşturabilir. Şu iki örnek görüşümün teyidi:

Birkaç yıl önce, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin toplantısında bir izleyici sordu:

  • Aydınlık gazetesi sizi neden eleştiriyor?
  • Kendilerine sorun: AKP’yi neden destekliyor? Bu sorunun yanıtı, bana yönelttiğiniz sorunun yanıtını ortaya koyar.

TBMM Genel Kurulu’nda 28.11.18 günlü oturumunda 7153 sayılı Çevre Kanunu… Değişiklik Yasa önerisi görüşülürken, “Gezi alanında yapılması tasarlanan Alışveriş merkezi, Anayasa’nın 23’üncü, 57’inci ve 63’üncü maddelerine açıkça aykırıydı ve Gezi sahiplenilmesi, orada bir alışveriş merkezinin inşa edilmesini önledi” deyince, AKP sıralarından Recep Akdağ bağırdı:

  • Onun için mi yakıp yıktılar?
  • Yanıtım şöyle oldu: “ sadece şu soruyu sormakla yetiniyorum konuyu farklı alanlara çekmek isteyenler için: Acaba o dönemde İstanbul Valisi olan, o dönemde Emniyet Müdürü olan, o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan kişiler, o sorumlular şimdi nerededirler?”

Bu alıntılar, akademisyenlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin ve kısaca yurttaşların yaşadıkları ve tanık oldukları güncel olay ve gelişmeleri doğru ve çıplak gözle algılamalarının ne denli önemli olduğunun açık göstergesi. Bu açıdan, yakın geçmişteki anayasal ve siyasal gelişmeler üzerine birkaç hatırlatma, fikir verici:

  • 2007 Anayasa değişikliği: “TBMM toplantı yeter sayısı değiştirildiğine göre, artık Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören değişikliğe gerek kalmadı; CB yine TBMM tarafından seçilsin” biçimindeki önerilere karşı çıkarak, “367 krizi” bahanesiyle karşı çıkıldı.
  • 2008 Anayasa değişikliği: kamu görevlerinde ve üniversitelerde kadınlar için başörtüsü serbestliği güvencesi adına Anayasa değişikliği yapanlara, “neden ilk ve orta öğretim için kayıt koymuyorsunuz” şeklindeki eleştirilere, “Biz ilk ve orta öğretimde başörtüsü düşünmüyoruz” şeklindeki tepkiler belleklerde.
  • 2010 Anayasa değişikliği: başörtüsü düzenlemesini iptal eden Anayasa Mahkemesi’ni, ‘vesayet kurumu’ olarak suçlayıp, HSYK gibi AYM üzerinde Yürütme güdümüne sokuldu.
  • 2017 Anayasa değişikliği: Bu kez, Hükümeti de kaldırarak hemen bütün anayasal kurumları tek kişinin güdümü altına soktular.

“YASAMA YETKİSİ KÖTÜYE KULLANILAMAZ”

Bu başlık altında yayımlanan kitabın sorunsalı üç başlıkta özetlenebilir:

  • Nitelikli yasa ereğinde etkili yasama faaliyeti için izlenmesi gereken yol ve yöntemleri belirlemek
  • Bu amaçla, Anayasa’nın üstünlüğü gereği yasama, yürütme ve yargı organları için Anayasa’ya saygı yükümlülük ve gereklerini ortaya koymak.
  • Hedef olarak da, 2017 Anayasa değişikliği ile kurulan tek kişi yönetimi yerine, “demokratik hukuk devleti” için anayasa gereğini ortaya koymak.

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KÖTÜYE KULLANILAMAZ”

Basın sansür edilemez” yasağı da, ‘Yasama yetkisi devredilemez’ gibi, Anayasa’nın emredici hükümleri başında yer alır. Ne var ki, ne yasama ne de basın, amaç değil, araçtır. Çünkü yasa, toplumsal gereksinimleri karşılamak amacıyla, Anayasa’ya saygı kaydıyla kamu yararı için yapılan hukuki işlemdir. Basın ise, yasama etkinliklerini topluma yansıtmakla yükümlü.

Bu asgari gerekliliklere uyulmaz ise, yasama yetkisi kötüye kullanılmış olur. Basın da, yasama faaliyetlerini ve bu çerçevede yapılan yayınları kamuoyuna çarpıtarak yansıtırsa, basın özgürlüğünü kötüye kullanmış olur.

DÜN NEREDEYDİNİZ?

Sadece birkaç yıl sonrası, 2010 değişiklikleri için “bizi yanılttılar” şeklinde bir savunma yapıldı. Şimdi, 2017 değişikliklerini, TBMM içinde ve dışında cansiperane savunmak için, tıpkı geçen yıllarda olduğu gibi eleştirenleri karalayanların tavrı, benzer soruyu çağrıştırıyor: yoksa yine yanılma-yanıltma oyunu mu oynanıyor?

Onlara şimdiden sorum hazır: dün neredeydiniz?

BirGün için çağrı

Bağımsız medya, demokrasinin can damarıdır.
Bağımsız medyaya yönelik türlü baskıların yaşandığı bu dönemde BirGün gazetesinin üyelik kampanyası #BirGün Benim demokrasi ve insan hakları için çok önemli.
Herkesi, iktidarın her türlü baskısına rağmen ayakta durmaya çalışan BirGün’e destek ve abone olmaya çağırıyorum.