Dostlar,
ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan nitelikli ve kıdemli bir hukuçudur.
Danıştay Başsavcılığı görevinden emekli olmuş, İdare Hukuku alanında uzmanlaşmıştır. Aşağıdaki yazı bu yetkinlikle, sağduyu ve serinkanlılıkla, olabildiğince de nesnellikle yazılmıştır.
İlgililerinin dikkatle, belki de 2 kez okumalarında, üzerinde düşünmelerinde
büyük yarar vardır.
Hukuk devletinden uzaklaşmak, demokrasi dışına savrulmak,
ülkemizde despotik eğilimleri ve özlemleri hatta planları olanlar dışında
kimenin işine yaramaz
.
Bu özlem, eğilim ve de plan içinde olan kişi ve kurumlar artık çok nettir.
Başbakan RT Erdoğan ve partisi AKP..
Üstelik bu özlem, eğilim ve de plan “yeşil” renklidir,
tek boyutlu faşizm değil ek olarak “Kur’an dışı İslami – dinci faşizm” dir.
Artık ülkemizde askeri vesayet söz konusu değildir.
TSK, -şık olmayacak ama- “ehlileştirilmiş”, devşirilmiştir.
O’nu da kurtartmak ve yeniden özgün işlev ve konumuna taşımak gerekecektir.
Yeşil olmayan (laik?) sermaye de kendi içinde ve küresel bağlaşıkları (müttefikleri) ile ortaklığını pekiştirmedikçe ve de ulusal demokratik yapılarla dayanışmadıkça bedel ödemeye, tarihte örneği görülmemiş milyarlaca dolarlık sözde vergi usulsüzlük cezalarına çarptırılarak bir tür terbiye edilecektir,
edilmektedir.
Zaman içinde de yeşil sermayenin lehine dengeler değiştiğinde,
artık Hemingway’in çanları bile çal(a)mayacaktır..
Sermayenin geleneksel oportünizmi, tüm hünerine ve deneyimine karşın,
bu kez işe yaramayacak gözükmektedir.
Sayın Çölaşan’ın yazısını biz de içerik olarak paylaşıyoruz..
Süreç, Batı’lı “demokrat” ve “insan hakları savunucusu” dostlarımız için de
apaçık bir sınav olarak algılanmalıdır.
Sevgi ve saygı ile.
Sivrihisar, Eskişehir, 7.8.13
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
====================================
BU HUKUK KATLİAMI KABUL EDİLEMEZ!
Tansel ÇÖLAŞAN
ADD Genel Başkanı
I. Ergenekon davası, soruşturma aşamasından
karar aşamasına kadar her aşamada hukuksuzluğun sergilendiği bir dava olmuştur:
Delillerin toplanmasından gizli tanığa, dijital sahte verilerden savunmanın engellenmesine dek 5 yıl boyunca adil yargılanma ilkesi yok sayıldı.
Hukuk işlemedi.
- Sanıklar, varlığı ispat edilmeyen terör örgütü üyeliği ile suçlandı.
- Olmayan terör örgütünün üyesi olmadıklarını ispat etmeye çalıştılar.
II. Özel yetkili mahkemeler kaldırılıp, terörle mücadele mahkemeleri kurulduğu halde, bu davanın mahkeme ve yargıçları değiştirilmedi. “özel olarak” göreve devam ettirildi. Davanın bu yargıçlar eliyle karara bağlanması sağlandı.
III. 5 Ağustos (2013) karar gününden önce yapılanlara bakalım:
Sanık yakınlarının ve halkın duruşmayı izlemesini engellemek için her türlü yola başvuruldu. Önce mahkeme, duruşmaya sanık yakınları dahil, izleyici alınmayacağına karar verdi. 12 Eylül darbe dönemi sanık yakınlarına bu engeli konmamış iken, “ileri demokrasi” iddiası ile iktidara gelen bu “güya demokrasi” ortamında, sanık yakınlarına, babalarını, eşlerini görme olanağı bile tanınmadı.Türkiye’de uzun süredir sıklıkla tanık olduğumuz yetki gaspı örneklerine
bu dava nedeniyle yeniden tanık olduk.
- İstanbul Valisi yargı yerine geçti.
- Mahkemenin izleyici kısıtlama kararını açıkladı ve buna dayanarak, ne sanık yakınlarının, ne de duruşmayı izlemek üzere halkın Silivri’ye gelmemelerini, gelirlerse engelleneceklerini “idari tedbir” olarak açıkladı. Arkasından gözdağı vermek üzere Silivri’ye çağrı yapan kuruluşlardan, İP, TGB,
Ulusal Kanal ve Aydınlık Gazetesi yönetici ve çalışanlarına
baskın gözaltılar uygulandı.
Her şeye karşın kararlılıkla yola çıkan otobüsler tüm yurtta durduruldu.
Silivri’ye varabilenler ise biber gazı, toma-basınçlı su ve hatta (inanılmaz ama)
yol boyu otlar ateşe verilerek halkın duruşma alanının yakınına bile girmeleri engellendi.
Böylece, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve İstanbul Valiliğinin,
ne anayasada yer alan “seyahat özgürlüğünden” ne de gizlilik kararı alınmamış duruşmaları izlemenin “demokratik hak” olduğu gerçeğinden haberleri (!) olmadığı anlaşıldı.
- Kısacası: Devlet eliyle şiddeti gördük.
IV. Açıklanan karar ise zaten beklenen karardı. 5 yıl önce verilmiş olduğu kaygısı hakimdi.
Yargı süreci henüz sonlanmadı. Yargıtay aşaması var. Ne var ki, 2010 Anayasa değişikliği sonrası yargı (Anayasa Mahkemesi – HSYK – Danıştay – Yargıtay ve Mahkemeler) yeniden ve çoğunlukla siyasal iktidarın güdümünde yapılandırıldı.Bu davada temyiz incelemelerini yapacak olan Yargıtay’a bu dönemde bir kezde 160 üye toptan atandı ve mevcut “yeni” üyelerle “yenilendi” dairelerin üye tablosu değişti “yenilendi”. Bu yapıda bir Yargıtay bu davanın temyiz incelemesini yapacak.V. Önümüzdeki dönem yargının kendisini sorgulaması gereken bir dönem.Yargı; yasama ve yürütmeden ayrı, bağımsız örgütlenmezse yargı bağımsızlığı, yargının tarafsızlığı sağlanamaz.
Adil yargılanma hakkı ihlallerinin
önü alınamaz. Sonuçta adalete güven sarsılır. Hukuk Devleti ilkesi yara alır.
Bugün ülkemiz bu sorunu yaşamaktadır.
Bugün siyasal kadrolarla uyum içinde çalışmanın zararını görmeyen yargı kadroları, değişen siyasal konjonktürde, aynı yasal dayanaklar nedeniyle hedef haline
bile gelebilirler.
Bu nedenle yargıda bağımsız örgütlenmenin önü açılmalıdır.Meclis’teki Anayasa çalışmaları çerçevesinde siyasal partilerin üzerinde anlaştıkları ileri sürülen Meclis ağırlıklı model de ne yazık ki soruna çözüm getirici nitelikte değildir. Türkiye’deki demokrasi kültürü yargının; Batı’yı model alarak değil, ancak kendi ülke gerçeğinden hareketle Yasama ve Yürütmeden bağımsız örgütlenmesi ile bağımsız olabileceğini gösteriyor.
12 Eylül döneminde yargı üzerindeki Yürütme ağırlığı arttı. 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile ise “Yürütme ağırlıklı” Yasama destekli model yargıyı yürütmenin emrine soktu ve siyasallaştırdı. Bugün Meclis’te görüşülmekte olan modelle bu kez de yine Yürütme ve “Meclis ağırlıklı” bir modelin tartışıldığı anlaşılıyor. Anlaşılan
o ki siyaset elini yargı üzerinden çekmek istemiyor. 1982 Anayasasından beri siyaset ağırlıklı yargı modelinin Türkiye’yi getirdiği yer bellidir.
- Bugün siyasallaşmış yargının Silivri’de verdiği kararla; Cumhuriyeti
temsil eden kadroları tasfiye etmek amacında olduğu ortaya çıkmıştır.
- Yargının siyasallaşmasının acilen önüne geçilmesi gerekir.
Türkiye’nin bu çok önemli sorununu, Yargının bizzat ele alarak ve Yasama ile yürütmenin her anlamada Yargı üzerinden elini çekeceği bağımsız bir modeli gündeme getirerek kendi bağımsızlığını, kendi insiyatifi ile yaratması için
adım atması, böylece Türkiye’nin çağdaş, demokratik bir ülke olmasına
katkı sağlamasını beklemek hakkımızdır.
Ancak bundan sonra, yeniden yapılandırılmış bir Yargıtay’da yapılacak
temyiz incelemesi halkın gözünde saygınlık kazanabilecektir.
(www.add.org.tr, 7.8.13)