Yaşadığımız günlerin sert tartışmaları bu kilit taşlarını hatırlattı birdenbire bana…
Pek yakında yüzüncü yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyetimizin de her tarafı kemerlerle dolu maşallah…
Ama şu güzel, lakin yalnızlaştırılmış, halkı ekonomik gidişattan bunalmış Türkiye Cumhuriyeti’nin üç kemeri ve kilit taşı var ki; üzerinde tartışılamayacak derecede hayati önemde…
Bunlardan birincisi Lozan kemeri…
Yüzyıllardır Avrupa, Afrika, Ortadoğu’dan sürüldükten, ecdadımız Osmanlı (AS: Osmanlı bir hanedandı, Türk milletinin ecdadı olamaz) imparatorluğu egemenliği altındaki 1.000.000 km karenin üzerinde toprağı yitirdikten sonra, akıllara durgunluk veren, dünyanın mazlum ülkelerine örnek olan bir destansı bir kurtuluş, varoluş savaşından sonra yaşamını sürdürebilen 13 milyon atamızın, altından yoksul ama güzel bir vatana sahip olabilmenin coşku ve kıvancıyla geçtiği kemer…
Şimdilerde 80 milyonun üzerinde yurttaşın güvenle yaşadığı bu güzelim vatanın tapusunu, dünyanın sağlam tapusunu taşları arasına özenle sakladığımız kemer…
İkincisi Montrö kemeri…
Dünyanın en stratejik alanlarından biri olan Boğazlarımızı egemenliğimiz altına almamızı sağlayan, Karadeniz’i bir barış gölü haline getiren, ülkemizi denizlerden gelecek tehditlere karşı koruyan ve dünya barışına da hizmet ederek Lozan kemerini tamamlayan kemer…
Üçüncü yaşamsal kemer ise Laiklik kemeri…
Binlerce yılın taş taş üzerine koyarak oluşturduğu güzelim Anadolu kültür, uygarlık, din, mezhep ve de geleneklerinin özgürce, barış ve hoşgörü içinde yaşanabilmesini sağlayan,
ciddi sosyo-kültürel, sosyo-politik nitelikler taşıyan kemer…
Demem o ki; bu kemerlerin kilit taşlarıyla oynanmadıkça tanrıya şükür, yakın tarihimizde de görüldüğü üzere her türlü güçlüğün, sorunun, felaketin üstesinden gelecek ölçüde dayanaklı, dirençli bir milletiz…
Ancak atalarımızın oya gibi, özenle, canı, kanı pahasına oluşturduğu milletin altında güvenle yaşamak istediği, bu kemerlerin kilit taşlarıyla oynanmasının, rahmetli hocamın bizlere çok güzel açıkladığı gibi ne denli üzücü, vahim sonuçlara, çöküş ve felaketlere yol açacağını bilmem ki daha ayrıntılı biçimde açıklamaya gerek var mı?
İşte bu nedenle anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı Başkanlığında Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterinin katılımı ile aylık olağan toplantısını yapmıştı.
Kurul’un bu toplantısında, ilkeleri ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dinci düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı etkinlikler ve yapılan bildirimler ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmişti.
Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda;
*Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasanın tanımladığı demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimize karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu
*Cumhuriyet ve rejim karşıtı aşırı dinci grupların lâik ve anti-lâik ayırımı ile demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,
Türkiye’de lâikliğin yalnızca rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da güvencesi ve bir yaşam biçimi olduğu,
*Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı uygulamaların izlemesiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı hususlarında görüşbirliğine varılmıştı.
Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda;
Türkiye’de Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci kesimlerin, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla; aşağıdaki önlemlerin kısa, orta ve uzun erimde alınmasının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine,
2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Yasasının 9. maddesine uygun olarak MGK Genel Sekreterliği tarafından, aşağıda belirtilen önlemlere ilişkin Bakanlar Kurulup Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı durumuna getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içinde, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK’na bilgi verilmesi kararlaştırılmıştı
Öngörülen önlemler ise şöylece sıralanmıştı:
*Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile güvence altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve duyarlıkla korunmalı, bunun korunması için eldeki yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, varolan yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
*Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığına devri sağlanmalıdır.
*Genç kuşakların körpe beyinlerine öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve Millet sevgisi Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli odakların etkisinden korunması bakımından 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalıdır.
*Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve denetiminde çalışmaları için gerekli yönetsel ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
*Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve devrimlerine sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, Millî Eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanununun (Öğretim Birliği Yasasının) özüne uygun, gereksinim düzeyinde tutulmalıdır.
*Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dinsel kuruluşlar belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasal sömürü konusu yapılmamalı, bu tesislere gerek varsa bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek yerel yönetimler ve ilgili makamlar arasında eşgüdüm sağlanarak gerçekleştirilmelidir.
*Varlıkları 677 Sayılı yasa ile yasaklanmış tarikatların ve bu yasada belirtilen tüm ögelerin etkinliklerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasal ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.
*İrticai çalışmaları nedeniyle Yüksek Askeri Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nden ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan kimi medya kesimlerinin Silahlı Kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları denetim altına alınmalıdır.
*İrticai çalışmaları, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle bağları nedeniyle TSK’den ilişkileri kesilen personelin başka kamu ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik edilmesine olanak verilmemelidir.
*Türk Silahlı Kuvvetlerine aşır dinci kesimden sızmaları önlemek için eldeki mevzuat çerçevesinde alınan önlemler, öbür kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve başka eğitim kurumları ile bürokrasinin her basamağında ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
*Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din sömürüsünün neden olabileceği olası bir çatışmadan korumak için, İran İslam Cumhuriyetinin ülkemizdeki rejim karşıtı çalışma, tutum ve davranışlarına engel olunmalı, bu amaçla İran’a karış komşuluk ilişkilerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak ama yıkıcı ve zararlı çalışmaları önleyecek bir önlemler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır.
*Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körükleyerek toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli çabalar yasal ve yönetsel yollarla mutlaka önlenmelidir.
*T.C. Anayasası, Siyasal Partiler Yasası, Türk Ceza Yasasına ve özellikle Belediyeler yasasına aykırı sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve yönetsel işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların yinelenmemesi için her basamakta kesin önlemler alınmalıdır.
*Giysilerle ilgili yasaya aykırı olarak ortaya çıkan Türkiye’yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara engel olunmalı, bu konudaki yasa ve Anayasa Mahkemesi kararları ödün verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurumu ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
***
Bu önlemler herhalde itiraz edilebilecek önlemler değildi ve nitekim oybirliği ile kabul edildi…
Ancak bu çaba normal ve doğal anayasal süreç ve işleyişten sorumlu tutulan yüksek rütbeli askerlere yıllarca uygulanan zulüm ve bu zulmün yol açtığı ölümleri ise yaşadığımız günleri anımsatarak okurların vicdan ve takdirlerine sunuyorum…
Lakin az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik…
Çeyrek yüzyıl sonra hala bu yaşamsal kemer taşı ile uğraşılmaya, onu söküp atmaya yönelik çabalar artarak ve bu alandaki sorunlar ağırlaşarak ne acı ki sürüyor…
Ne diyelim, öninde sonunda yenilecek pehlivan güreşe doymazmış…