TTB – Türk Tabipleri Birliği’nde yeni dönem…

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzm.
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli  
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com 


TTB – Türk Tabipleri Birliği’nde yeni dönem…

TTB, 1953’te 6023 s. yasa ile kuruldu. Ama İstanbul, Ankara Tabip Odaları öncüydü, 1928’de açıldılar. 1953’te 22 Tabip Odası kuruluydu ve Türkiye’de 7432 hekim, 1242 dişhekimi vardı. Hekimler örgütlü olmasalar da özgürlükler konusunda hep önder oldu ve sıklıkla cezalandırıldı. Örneğin 1897’de Sultan 2. Hamid’e Tıbbiye’de isyan edilmesi yüzünden pek çok tıp öğrencisi ve hekim Fizan’a sürüldü. Henüz öğrenci iken Tıbbiyenin odunluğunda kurdukları (1892) İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tıp öğrencileri padişahlığı sorguladı, 1908’de 2. Meşrutiyetin ilanını sağladı.
Son verilerle 65 Tabip Odamız var ve dişhekimleri dışında tüm hekimlerin yaklaşık %45’i üye (103 bin/229 bin). Dr. Erdal Atabek öncülüğünde başlayan yükselme dönemi 12 Eylül 1980’de kesildi. Darbeciler asker hekimlerin üyeliğini engelledi, salt kamuda çalışanların üyeliğini isteğe bağladı, Merkez Konseyi’ni Ankara’ya aldı. Üç yıl kapalı kalan TTB ve Odalar derlenmeye başladı, 1983’te kalpaksız Kuvvayı Milliyeci Prof. Nusret FİŞEK Başkan seçildi. Kurumlaşmaya ve evrensel tıp etiği ilkelerine özen gösterildi, işkenceye karşı duruldu, yargılandılar! Hacettepe’de öğrencisi ve asistanı olmanın gururunu taşıdığımız Prof. Fişek, 1990’da öldü ve O’na başlatılan muhalefet, TTB’yi günümüzdeki ağır açmazlara sürükledi. O denli ki; üç onyıldır TTB yönetimleri ideolojik savrulmalarla, giderek, ilkel etnik mikro-milliyetçilik batağına saplandı.
Dört yıl önce, hakkında ciddi suçlamalar olan bir hekim, epey karşıduruşa (muhalefete) karşın Merkez Konseyi Başkanı seçildi. İki yıl sonra, ideolojik körlükle bir daha! Bu kez TSK’nin kimyasal silah kullandığı zırvaları döküldü; yargılandı, hapis yattı, kesin hüküm giydi. Konsey üyeleri şafak baskını ile evlerinden kelepçelenerek toplandı. Son olarak MK yargı kararı ile görevden alındı ve beş Oda başkanı kayyım atandı. Bunlar çok onur kırıcı ve sorumluları özeleştiri vermeli.
Karar İstinafta iken Haziran 2024 sonunda olağan seçimler yapıldı ve yeni Kurullar oluşturuldu (Merkez Konseyi, Yüksek Onur Kurulu ve Denetleme Kurulu).
76. Büyük Kongre seçimli idi 28-30 Haziran 2024’te. “Etkin Demokratlar-ED” 34 yıldır
hep seçimleri kazandılar!? Ancak TTB sürekli güç yitirdi, üye sayısı 103 binde kaldı. Yeni mezun hekimler uzak duruyor. Halk Sağlığı ve Hekim Hakları sorunları yakıcılaşırken, ED’lar utandıran bölgesel-etnik milliyetçiliğe saplandı. Hekim Sendikaları öne çıktı, genç hekimler bunlara yöneldi. AKP iktidarları TTB’yi çok hırpaladı, Sağlık Bakanları görüşme randevusu vermedi.
Ama olsun, un ufak da olsa ED’ların oyuncağı idi TTB!!? Oda seçimlerinde giderek azalan ve %30’u bulmayan katılımlarla, olağanüstü katı oligarşik yapı ile hep kazandılar (!) seçimleri.
Ancak sonunda duvara dayandılar. Yurtsever Hekim kamuoyu harekete geçti.
İki liste daha çıktı. Yükselen ve güçlenerek yaygınlaşan karşıtlar, bu kez ED’lara bırakmayacaktı TTB’yi. Tabip Odaları İnisiyatifi ile son gün “uzlaşıldı” ve Çağdaş Hekimlik Grubu yalnız kaldı.
Bu son Grup için olmadık, olumsuz hatta kara propaganda yapıldı; AKP-MHP ittifakıydı bu hekimler ve iktidar güdümlüydü. Bu suçlama ideolojik temelliydi gerçekte. İçlerinde yakından tanıdığımız çok sayıda yurtsever – ulusalcı – Atatürkçü – Kuvvayı Milliyeci meslektaşlarımız vardı ve iktidar güdümlü de değiller. ED’lar eliyle, kör ideolojik saplantılarla açmaza ve dağılmaya sürüklenen TTB’yi kurtarmak istiyorlardı. Üç liste yarışırsa, kazanma şansları ciddi idi.
Son olarak 487 temsilci (delege) vardı, Oda Başkanları ile üye sayılarına orantılı Oda delegeleri ve ağırlıklı olarak ED’larca belirlenmişti. Ancak muhalefet ciddi düzeyde idi. ED’lar çaresiz,
ödün vermek zorunda kaldı, sosyal demokrat çizgideki Tabip Odaları İnisiyatifi ile
son gün uzlaştılar.
Hangi ilkesel düzlemde uzlaşıldı, göreceğiz. İlki, TTB artık asla etnik mikro-milliyetçilik yapmayacak? Kuruluş yasası gereği “Halkın Sağlığı + Hekim hakları” birlikte ana eksen olacak, us ve bilim ideolojinin önüne konacak?
11 üyeli MK’de ED’lar 6, Tabip Odaları İnisiyatifi 5 üyeli ama Başkan sonki listeden.
   Ne yapmalı             ???
– TTB yasası değiştirilerek seçimlere tüm üye hekimler katılmalı ve elektronik oy kullanmalı.
– Anayasanın buyruğuna uyulmalı :
– “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” (m.67)
– Tüm hekimlerin üyeliği zorunlu kılınmalı.
– 11 kişilik MK, kritik konularda hekimler arasında eğilim yoklamalı.
– Organlara seçilenler, seçenlerce geri çağrılabilmeli.
– Meslek örgütleri alanında tek, dolayısıyla tüm üyelerin adil temsili ancak göreli temsille sağlanabilir.
– Şimdiki yöntem çok katı oligarşik yapılar üretiyor ve çoğunluk diktası dayatıyor (Majority), Anayasaya aykırı.
– Oysa demokrasi azınlıkta kalanları gözetir, bu da “Çoğulculuk”la (Pluralism) olanaklı.

Yeni seçilen meslektaşlarımız, ülkemizin olağanüstü yakıcı bunalımında tarihsel sorumlulukla davranmalı, tüm hekimleri kucaklamalı.

“Görevden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen”

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 04.07.24,BİRGÜN

“F. KOCA’dan  boşalan Sağlık Bakanlığına K. MEMİŞOĞLU, M. ÖZHASEKİ’den boşalan  Çevre… Bakanlığına M. KURUM, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104’üncü ve 106’ncı maddeleri gereğince atanmıştır.”

Resmi Gazetede yayımlanan (2 Temmuz) bu atama işleminin Anayasal dayanağı belirtiliyor; ama  “Görevden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen” kaydı, dayanaksız ve tümüyle Anayasa dışı.

Milletvekili seçilme yeterliği olanlar arasından atanan ve görevlerine son verilen Bakanların ve Cumhurbaşkanı yardımcılarının, Cumhurbaşkanına karşı sorumluluğu (md.104 ve 106) siyasal nitelikte; çünkü görevleriyle ilgili suç işledikleri iddiasıyla, CB yardımcısı ve bakanlar hakkında, TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenir. Yargılama yetkisi ise, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nin.

“HİÇBİR KİMSE…”

Egemenlik normu olarak Anayasa’da yazılı olmayan hiçbir yetki kullanılamaz:

-Hakimiyet bila kaydü şart milletindir (Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir) (1921, 1924,1961 ve 1982).

Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” (1961, 1982).

Anayasa, af yetkisini yalnızca TBMM’ye tanıyor; CB’nin kesinlikle böyle bir yetkisi yok.

Bu nedenle, her bakan değişikliği işleminde kullanılan “af istemi ve af istemini kabul” kaydı, tümüyle Anayasa dışı ve hukuken yok hükmünde.

HANGİ İSTİKRAR?

Parlamenter rejime yöneltilen istikrarsızlık eleştirisi açısından, 6 yılda değiştirilen bakan sayısını hatırlayan var mı? Hangi siyasal istikrar? Ama bu konuya girmiyorum. Parlamenter rejimde hiç değilse Bakan değişikliği nedeni bilinir. Keyfilik ile özdeşleşen Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) ise, halkı bilgilendirme gereği bile duymuyor.

SUÇ ve HUKUK

Bakanlar suçlu ise, süreç belli; o durumda bile suçsuzluk karinesi ilkesi geçerli.

Sn. KOCA ve HASEKİ, suçunuz ne? Af konusunu bilmek, bütün yurttaşların hakkı; zira görev alanınız, yaşam hakları üzerine.

Sn. KOCA, toplum sağlığı üzerinde ne tür sakıncalar yarattınız? 2023 seçimlerinde milletvekilliği adaylığına karşı direnebilen 2 bakandan biri oldunuz. Şu halde suç tarihi son bir yıl!

Sayın HASEKİ, Türkiye ekosistemi üzerinde ne tür zararlar verdiniz? Zira ekokırım suçu, en başta Kurum çağrışımı yapıyor.

Kamuoyu önünde  şaibelisiniz. Açıklayın: Hangi suçlar af kapsamında?

Soruyorum; TBMM üyeleri ve TBMM’de temsil edilen siyasal parti genel başkanları, neden susuyorsunuz, egemenlik yetkisinin bir kişi tarafından gaspedilmesi karşısında?

CHP girişimlerine “hukuka çağrı” diyordum? Çünkü PBDBY, normalleşmeye kapalı.

PBDBY’E SON

2017 kurgusu, Hükümet başta gelmek üzere, Fatih’ten bu yana oluşan anayasal kurum ve kuralları bir çırpıda yok etti; bütün yetkileri tek kişiye verdi. Buna karşın, Anayasa’da yer almayan “yetki yaratma”! girişimi, ‘Anayasa üstü’ olma arzu ve iradesinin dışavurumu olup, başlıbaşına PBDBY kurgusunun neden sürdürülemez olduğunun açık bir göstergesidir. (Demokratik hukuk Devleti ile bağdaşmayan düzenleme ve uygulamaları çok yazdım.)

PBDBY’e son vermek, aslında FETRET ayracını kapatmak demek. Türkiye Cumhuriyeti’ni ayraç içine alan FETRET dönemi  neden bir an önce sona ermeli? Her gün tanık olduğumuz demokrasi ve hukuk dışı eylem ve işlemler, bu soruya yeterli yanıtı oluşturuyor.

Sözde kabine değişikliği, sözde af talebi (istemi) ve af lütfu vb. Anayasa dışı fiili işlem ve uygulamalara, kısacası keyfi, gayri ciddi ve laçka yönetime son vermek için “Ayracı kapatmak”, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının en güncel ve ivedi sorunudur.

Anayasal dezenformasyon suçu yoluyla halk iradesini gasp eden uygulamalara seyirci kalmak yerine, PBDBY kurgusunu aşmaya yönelik söylem ve çalışma kararlılığı sürekli kılınmalıdır.

RODOS’TAN İZMİR’E

Profile PhotoSuay Karaman 

2023 yılı Nisan ayında Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı’nın “Rodos’tan İzmir’e 68’li Göçmen Bir Bilimcinin Anıları ve Düşün Dünyası” adlı kitabı okurlarıyla buluştu. Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, 1945 yılında Rodos’ta doğdu ve ailesiyle birlikte Rodos’tan göç ederek İzmir’e yerleşti. İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü’nden 1969 yılında mezun oldu. 1978 yılında doktorasını tamamladı. Konuk araştırıcı olarak 1980 yılında İskoçya Roslin Enstitüsü’nde bulundu. 1983 yılında doçent, 1988 yılında profesör unvanını aldı. 2012 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü’nden emekli oldu. 

Bilimsel çalışmaları yanında kimi gazete ve dergilerde, üniversite, tarım ve bilim konularında yazılar yazmakta, kooperatifçilik eğitimi konusunda etkinlikler düzenlemektedir. Çok sayıda kitabı yayınlanmıştır. Mustafa Kaymakçı’nın birçok başarı ödülü vardır; bu ödülleri 2004 yılında Ankara’da aldığı “TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bilim Ödülü” taçlandırmıştır. Birçok demokratik kitle örgütüne üye olan Mustafa Kaymakçı, “Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği” Başkanıdır. 

Mustafa Kaymakçı, 6 yaşında, yaşadığı Rodos’tan İzmir’e kalıcı göç olayından etkilenmiştir. Göç olayının halkları birbirine düşman eden, ırkçılığı ve ayrımcılığı besleyen işleyişin emperyalizmin sonucu olduğunu gözlemlemiştir. Böylece küresel kapitalizme karşı tutum geliştirmiştir. Yıllar sonra neden Rodos’tan göç ettiklerini babasına sorduğunda, “Gelmeseydik, Türklüğümüzü, kimliğimizi kaybedecek, yok olacaktık.” sözlerini duymuştu. Kitabında Türklük bilincine verdiği değeri de anlatıyor ve Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlaşma temelinde kültür milliyetçiliğini savunurken, kültürel kimliğin korunmasından yana tutum alıyor. 

Türk kimliğini korumak için Türkiye’ye göç etmiş bir ailenin çocuğu olmasının yanında, 1961 Anayasası’nın özgürlük ortamında yetişmesi ve 68 Kuşağında bilinçlenmesi Mustafa Kaymakçı’nın gelişiminde büyük rol oynamıştır. Bilimi, doğa bilimcileri ve sosyal bilimcilerle bir bütünsellik açısından değerlendirmiş, bir süre akademik çalışmalar için gittiği Avrupa ülkelerinin çoğunda Emperyalist Batı‘yı yakından tanımış ve Doğuya bakışlarında, en yüce değer denilen emek yerine sömürgeciliği görmüştür. 

Mustafa Kaymakçı’nın kitabında, salt özyaşam öyküsü yok; seçme yazıları, bilimsel çalışmaları ve demokratik kitle örgütlerindeki çalışmaları da özet olarak sunulmuştur. Seçme yazılarında geleceğin bilim ve tarım politikaları ile daha yaşanılır bir dünyanın neler olması konusunda görüşlerini kaleme almıştır. Türkiye ve dünyada yaşanılan olumsuz olayların daha iyiye dönüştürülebileceği konusunda hep umutlu olmuş, çünkü yaşamın inişli ve çıkışlı zamanlarında göreceli olarak ilerlemeci olabileceğini kavramış ve görmüştür. Bilimsel çalışmaları ile ülkemizin, özellikle de tarım konusunda nasıl daha ilerleyebileceğinin örneklerini sunmuştur. Demokratik kitle örgütlerindeki çalışmaları ise, her bakımdan, herkes için örnek alınması gereken değerdedir. 

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, tarım bilimi hakkında kitaplar yazarken, yazdığı bilgileri çiftçilere iletmiş ve örgütlenmelerine katkı sunmuştur. Bilimin ekonomi politiğini bilerek toplumsal olayların içinde yer almış, çiftçiler ve işçilerle birlikte eylemlere katılmıştır. Bu nitelikleri nedeniyle 12 Eylül darbesiyle birlikte üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Ancak yılmamış, yıllarca özel sektörde çalışarak, Anadolu yollarında mal pazarlamış, ailesinin geçimini sağlamış ve açtığı davaları kazanarak üniversiteye tekrar dönmüştür. İzmir Öğretim Elemanları Derneği Başkanıyken özelleştirmelerin durdurulması ve laikliğin korunması konusunda yaptığı eylemler unutulmamıştır. 

Rodos’tan İzmir’e göç etmiş bir bilim insanının yaşadığı deneyimleri ve düşünce dünyasını konu alan kitap, göçmen bir bilim insanının yaşadığı zorlukları, uyum (adaptasyon) sürecini ve bilim alanındaki çalışmalarını anlatarak okuyucuya farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Rodos’un tarihçesi, doğal güzellikleri, ekonomisi, Osmanlı yapıtlarının (eserlerinin) tanıtımı, işgal altında yaşamanın zorluklarını ve demokrasi havarisi kesilen ülkelerin soydaşlarımıza yaşattığı acıları, 1950 ve sonrasının İzmir’i, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri ve aydınlarımızın yaşadığı sıkıntılar, emperyalist ülkelerin, kendisine hizmet edecek kişileri devşirme etkinliklerini,
bu dönemlere ışık tutacak biçimde kitabında yer vermiştir. Özyaşam öyküsü gibi gözükse de,
bu dönemi inceleyecek araştırmacılar için iyi bir kaynak niteliğindedir ve üniversitelerimizde görev yapan akademisyenlerin nasıl olması konusunda da yol gösterici bir kitaptır.
Başarılı çalışmalara imza atan değerli Mustafa Kaymakçı’ya saygılarımızı ve teşekkürlerimizi iletiyoruz.
 

Azim ve Karar, 1 Temmuz 2024
==============================================

Rodos'tan İzmir'e - OLAY NET

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Temmuz 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KAÇAKÇI

İki yıl önce birinci sıradan tuğgeneralliğe terfi ettirilen Bilal Çokay’ın insan kaçakçılığı suçundan tutuklandığı MSB‘ce doğrulandı.

YAŞ‘da siyasal iradenin egemen olmasının getirdiği başarı!

Adam değil, adamlarını seçiyorlar…

FARK

CHP Manavgat Belediye Başkanı Niyazi Nefi Kara’nın, beş yeğenini belediyede
işe aldığı açıklandı.

Bıktığımız AKP’li belediyeleri aramayacağız herhalde…

ŞERİAT

Cumhuriyetçi aydın ilahiyatçıların “şeriat İslam değildir” açıklaması Cübbeli’nin hoşuna gitmemiş. RTE’nin sözlerini örnek göstererek DİB’lığından kınayıcı açıklama istedi.

Aman çıkarcı, soytarı dincilerin önü kapanmasın!…

BECERİKLİ

Hastane sekreteri, Ticaret Bakanlığı’na daire başkanı yapılmış.

Kim bilir ne becerileri vardır??…

UÇUŞ

AKP’nin Avrupa kolu kabul edilen UID üyeleri THY’da indirimli uçacak.

Uçtu uçtu adalet, eşitlik, haksızlık uçtu…

VARLIK

MHP Gn. Bşk. Yrd. Semih Yalçın, “Ülkü Ocakları Türkiye’nin varlık refleksidir.” dedi.

Ülkü Ocaklarını gören var mı?..

OĞUL

AKP’li eski Bakan ve Gen. Bşk. Yrd. F. Betül Sayan Kaya’nın oğlu LGS’de Türkiye birincisi olmuş.

Kesinlikle kendi başarısıdır. Aklıma hiçbir kötü düşünce gelmez…

DEVLET

Veryansın TV haberine göre, Turizm Bakanı’nın eşinin, gezmeye gittiği yerlerde harcamaları devlet bütçesinden karşılanmış ve kendisine devlet protokolü uygulanmış.

Liyakatsizler devleti eline aldı, geriye devlet mi kaldı?..

İKRAMİYE

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 20-27 Haziran tarihleri arasında 2 milyon 786 bin 451 aracın denetlendiğini ve 433 bin 207 araca/sürücüye işlem yapıldığını bildirdi.

Vatandaştan hazineye bayram ikramiyesi…

HAYAL

RTE, “Nun Okulları” töreninde öğrencilere, ”Ülkeniz için hayaliniz olsun..” dedi.

Kendininkilere benzerse…

ZAM

RTE, “Görüyoruz, muhalefet belediyelerinde vaat yağmurlarının yerini, zam yağmurları aldı.”

İktidar ekonomiyi şahlandırmışken bu CEHAPE’li belediyelerin yaptığı kabul edilebilir mi?

İLK-SON

Kayseri’de bir Suriyelinin 7 yaşındaki çocuğa cinsel tacizi sonrasında çıkan olaylarda
halk “Erdoğan istifa!” sloganları attı.

23 yıl sonra bir ilk. Bu ilk, sonun habercisi…

SİVAS – MADIMAK KIRIMININ 31. YILI…

Dostlar,

Bizden kısa notlar; 31 yılın dinmeyen acısı, yarasıyla…

  • Sivas-Madımak kırımı davasında, 30 yıllık zamanaşımı süresi nedeniyle dava geçen yıl düşürüldü. Kaçak (firarda) sanıklar Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın yargılandığı davada, savcının zamanaşımı istemi mahkemece kabul edildi ve dava sonlandırıldı. Toplu insan  yakma, “insanlığa karşı suç” olarak kabul edilemedi.
    Çünkü, suç  Tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı önceki Ceza Yasasında insanlığa karşı suçların tanımı, dolayısıyla yaptırımı yer almamıştı. Bu suçlar 5237 sayılı yeni TCK (Türk Ceza Kanunu) ile hukuk sistemimize girmiştir (1.6.2005). Aleyhte hükümler Ceza hukukunda geriye yürütülememektedir. (Suç ve cezada yasallık evrensel ilkesi gereği ve Anayasa m.38/1)
  • Ancak, Ceza Yargılamaları Yasası m.309, olağanüstü bir yasa yolu olanağı veriyor. Kesinleşmiş yargı kararlarında hukuka aykırılık düşünüldüğünde, Adalet Bakanı kendiliğinden (res’en) ya da kendisinden istenmesi üzerine, geriye doğru “yasa yararına bozma” isteme yetkisine sahip. Dileğini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına sunar ve Yargıtay’ın ilgili birimi (son kararı veren yere göre Daire, Hukuk / Ceza Genel Kurulu,
    Büyük Genel Kurul) kesin karar verir. Adalet Bakanı böylesi bir eyleme çağrılabilir,
    reddi durumunda ya da Yargıtay’dan red durumunda tüm iç hukuk yolları tüketilmiş olacağından, AİHM‘ne gidilebilir. AİHM, uluslararası hukukun genel kurallarına göre,
    iç hukuk yolları tüketildikten ve son karardan başlayarak altı ay içinde yapılan başvuruları kabul edebilir (AİHS m.35)
  • Adalet Bakanlığı bu davada “yasa yararına bozma” istememiştir. Ancak Sivas – Madımak davası nedeniyle Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürülen davalar olmuştur. Özellikle, bu toplu kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin aileleri ve avukatları, adaletin sağlanamaması, suçluların cezasız kalması ve zamanaşımı kararları nedeniyle AİHM‘ne başvurmuşlardır. AİHM, Türkiye’yi, etkili soruşturma yapmamak ve adil yargılanma hakkını çiğnemekle (ihlal etmekle) suçlayarak, davacılara  giderim (tazminat) ödenmesine karar vermiştir. AİHM, özellikle zamanaşımı kararlarının insan hakları çiğnemi (ihlali) oluşturduğu görüşündedir. Ulusal mevzuatta yasal hüküm bulunmaması geçerli gerekçe değildir. Suçun cezasız kalmasına hukuk düzeni izin vermez, vermemelidir.
  • Bu düşme kararı, Alevi toplumu ve kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin yakınlarınca,
    ilerici toplum kesimlerinde yoğun protestolara neden oldu. Alevi dernekleri, adliye önünde
    oturma eylemi yaparak ve basın açıklamaları ile adil olmayan karara tepki gösterdi.​
  • Davada kaçak olan sanıklar hala (31 yıldır!) yakalan(a)mamıştır ve adaletin sağlanamaması nedeniyle büyük bir toplumsal üzüntü ve öfke yaşanmaktadır..
    Kuşaklar arası aktarılan kalıcı travma..
    Bu olgu başlı başına hedeftir ve ulusal birliği ciddi biçimde yaralar.
  • Yargı kararının siyasal bir cinayet olarak görülmesi ve cezasız kalmasının yeni kırımları, cinayetleri özendireceği yönünde endişeler haklı ve yaygındır.
  • Kurbanların avukatları, tüm yasal yolları kullanarak savaşımı (mücadeleyi) sürdürmekte kararlıdır.

Madımak Oteli, 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas kırımında 37 kişinin yaşamını yitirdiği yer. 2010’da otel kamulaştırıldı ve ertesi yıl “Sivas Bilim ve Kültür Merkezi” olarak yeniden açıldı.
Bu merkezde, kırımda yaşamını yitirenler için bir anı köşesi oluşturuldu​​.

Bina, bilimsel ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği bir merkez olarak hizmet veriyor.
Alevi toplumu ve insan hakları örgütleri, bu otelin bir “utanç müzesi“ne dönüştürülmesi gerektiğini savunuyor. Bu istemler, kırımın 30. yıldönümünde (geçen yıl) daha yüksek sesle dile getirildi. “Bilim ve Kültür Merkezi” adının değiştirilerek, “Madımak Utanç Müzesi” olması isteniyor.​

  • Devletin en başat ödevi, ülkesindeki tüm insanların yaşam hakkını korumaktır.

Bu gibi kırımlar ulusal birlik – dayanışma ve ülkenin sağkalımına (bekasına) çok büyük darbelerdir. Mutlaka dış güçlerin kışkırtıcı (provokatif) payı vardır. Türkiye, 1952’de NATO‘ya yalvar – yakar alındıktan sonra (18 Şubat), kontr-gerilla / Gladyo çetesi ülkemize yerleşmiştir ve zaman zaman Devlet güçleri bile kışkırtıcı cinayetleri önlemede yetersiz kalmaktadır!?

Bu durum kabul edilemez. Türkiye NATO’dan çıkmalı, bağımsızlık ve güvenliğini tehdit eden
tüm dengeli olmayan (asimetrik) uluslararası yapılardan çekilmeli, ülkemizde kaynayan
yabancı ajanlardan arınmaya çabalamalıdır.

Ulusal dayanışma, ülkemizin sonsuza dek sağkalımı (bekası) için en temel ve yeterli güvencedir.

Sevgi, saygı ve derin acı ama UMUT ile. 02 Temmuz 2024, Ankara

Yazımız ADD web sitesinde de yayımlandı : SIVAS-–-MADIMAK-KIRIMININ-31.-YILI-3.pdf (add.org.tr)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Madımak kırımına şiir : SÖNMEDİ SİVAS’TA KÖZÜMÜZ BİZİM

ŞİİR KÖŞESİ

 

Mustafa AYDINLI
Eğitimci / Yazar
Halk Ozanı

 

SÖNMEDİ SİVAS’TA KÖZÜMÜZ BİZİM

Doksan üç yılında yakıldı ateş
Sönmedi Sivas’ta közümüz bizim
O gün utancından karardı güneş
Sevgi, insanlıktı kozumuz bizim

Zalimlerle doldu koca bir meydan
Hedefinde vardı bir avuç insan
Oysa bizim için kutsaldı her can
Sevgi hamurundan özümüz bizim

Ölüm fermanı var kanlı ellerde
Ölenler yaşıyor tüm gönüllerde
Bin yıl geçse söylenecek dillerde
Çalacak Sivas’ta sazımız bizim

Bir yobaz sürüsü kalktı yürüdü
Madımak üstünü duman bürüdü
Yetkililer sağır, devlet körüdü
Görmeyen gözlere sözümüz bizim

Koca Pir Sultan’ı örnek alırız
Zalimin zulmüne karşı geliriz
Yaşam hakkı kutsal, böyle biliriz
Barış üstünedir tezimiz bizim

Aydınlı gidenle geri gelinmez
Elin kana batırarak gülünmez
Sanman bu gidişin sonu alınmaz
Bir gün ak olacak yazımız bizim

02 Temmuz 2014’te, bu şiirin ilk biçimini web sitemizde yayınlamıştık..
MUSTAFA AYDINLI’dan SİVAS ŞİİRİ : SÖNMEDİ SİVAS’TA KÖZÜMÜZ BİZİM | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

MADIMAK OLAYI: DİNSEL KUTSALLARIN KÖTÜYE KULLANILMASI ile İLGİLİ İRTİCACI BİR KALKIŞMA DENEMESİ…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
(AS: Bizim birkaç notumuz yazının altındadır..)

 

Bundan tam 31 yıl önce Sivas’ta,, Pir Sultan Abdal Etkinlikleri bahane edilerek gerici, Cumhuriyet, Atatürk ve laiklik karşıtı bir kalkışma tezgahlanmıştır. Madımak Oteli, içindeki aydınlar ve sanatçılarla birlikte , “yak, yak, yak !”
vahşi çığlıkları arasında benzin dökülerek ateşe verilmiştir. İkisi otel çalışanı ve biri de kalkışmacı olmak üzere toplam 37 kişi yanarak yaşamını yitirmiştir. Gözleri dönmüş, buram buram kin ve nefret kokan iç ve dış şer ittifaklarının ortaklaşa tezgahladıkları mürteci güçlerin bu utanç verici ve insanlık dışı eylemleri toplumda, ulusal boyutta büyük ve çok yönlü bir psiko-sosyal örselenme (travma) yaramıştır.

Madımak’ta irtica ve cehalete kurban gidip yakılarak yaşamlarını yitiren aydın ve sanatçılara Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk aydın ve sanatçılarına da başsağlığı dilerim.

Bu dizelerin (satırların) yazarı da, aynı etkinliğe çağrılı olduğu halde, Tokat’tan Aydın’a
ev taşıması nedeniyle, biraz da eşinin engellemesi sonucu, ilgili çağrıya katılamadığı için,
belki de ölümün eşiğinden dönmüş olabilir.

1993 NASIL BİR YIL ?

1993 Yılı, Türkiye açısından oldukça önemli bir yıldır.
– 24 Ocak 1993’te gazeteci Uğur Mumcu katledilmiştir.
– 17 Şubat 1993’te, Orgeneral Eşref Bitlis‘in uçağı düşmüş ya da düşürülmüştür.
– 17 Nisan 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut özel ölmüş, ölüm nedeni kuşkulu görülmüştür.
(AS: Adli tıp raporları arsenik zehirlenmesini dışladı, “olağan ölüm” dedi.)
– Yine aynı yıllarda İran’daki şeriatçı Humeyni darbesinin benzerini Türkiye’de gerçekleştirmek isteyen kökten dinci gerici güçlerin çeşitli eylemleri vardır.

MADIMAK KALKIŞMASI SIRASINDA TÜRKİYE’NİN ÜST YÖNETİM KADROSUNDA
KİMLER VARDI?

– Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
– Başbakan Tansu Çiller
– Başbakan Yard. Erdal İnönü
– Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş
– İçişleri Bakanı M. Gültekin Gazioğlu
– Sivas Valisi Ahmet Karabilgin
– Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu
– Sivas Emn. Müdürü Sayın Doğukan Öner
– Pir Sultan Abdal Etkinleri düzenleme kurulu başkanı Murtaza Demir

ETKİNLİKTEN ÖNCE SİVAS’ta YEREL GAZETELERDE NEFRET SÖYLEMLERİ

– Kızılbaşlar camileri yakıyor!
– Aziz Nesin Allah’a, dine küfretti, şeytan Aziz!
– İşgalciler defolun!
– Burası Moskova değil!
– Cumhuriyet burada (Sivas’ta) kuruldu, burada yıkılacak!
– Kahrolsun laikler, yaşasın şeriat!
– Kanımız aksa da zafer İslam’ın!
– Şeriat gelecek, her şey bitecek!
– Müslüman Türkiye!
.- Vali istifa, dinsiz vali!
– Sivas Aziz’e (Aziz Nesin) mezar olacak!

ÜST MAKAMDAKİ DEVLET YÖNETİCİLERİNDEN
İNSAN YAKMA VAHŞETİ ile İLGİLİ KİMİ AÇIKLAMALAR

“Sivas Valisi ve İçişleri Bakanı ile görüştüm. Gerekli önlemler alındı. Fevkalade hassas bir konu.
Devlet güçleri ile halk karşı karşıya getirilmemelidir (Yani asker, polis saldırganlara
engel olmamalıdır. H.Ç.). Buna gayret ediliyor.”
Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı.

“Sayın İçişleri Bakanı oradadır. Bütün güvenlik güçlerimiz oradadır. Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza (yani saldırganlara!) zarar gelmemiştir. Onlardan ölen, yaralanan yoktur.
Sayın Aziz Nesin’in oradaki konuşmasından sonra halkın tahrik içerisinde olduğu anlaşılmaktadır.”

Tansu Çiller, Başbakan

“Devletin valisi, % 99’u müslüman olan bir ülkede, halkımızın dini duygularını rencide eden
bir konuşmacıya tepkisiz kalmışsa milletin o valiye güvenmesini bekleyemezsiniz.”

Mesut Yılmaz. Ana Muhalefet partisi genel başkanı.

SAPTAMALAR

1- Madımak olayı devlete, Cumhuriyete, laikliğe, meşru anayasal düzene karşı kalkışmadır. Yürürlükteki anayasal meşru düzen yerine şeriat düzeni istemi vardır.
2- Yakılan, yangından kurtulan aydınlar ve sanatçılara karşı irticacı (gerici) soykırım denemesidir. Kanımca başta ABD olmak üzere, emperyalist Batı Blokunun komünist rejim karşıtı
işbirlikçi YEŞİL KUŞAK Tasarımının uzantısı ve uygulamasıdır.
3- Toplumsal açıdan seküler, sivil ve laik yaşam biçimine ve genelde bu yaşam biçimini benimseyen Alevilere ve laik Sünni aydınlara karşı bir saldırı olarak değerlendirilebilir.
4- Devleti yönetenlerin konuyla ilgili bilgi ve bilinç eksiklikleri içinde oldukları, olayları ve
bu olayların nedenleri, etkileri ve sonuçları hakkında en hafifinden aymazlık içinde kaldıkları;
hatta mürteci, saldırgan güruhtan yana tutum alma eğiliminde oldukları izlenimi edinilmektedir.
5- Madımak kalkışmasının gerçek suçlularının günümüze dek her süreç ve yargılamada
tüm sağ iktidar ve partilerce el altından korunup kollandığı görülmektedir.
6- Olayın üzerinden 31 yıl geçmiştir. Şu an için hükümlü-tutuklu hiçbir Madımak sanığı yoktur!?

SON SÖZ

Madımak kalkışması, Türkiye’deki demokrasinin, din ve vicdan özgürlüğünün, Devlete, Cumhuriyete, seküler / laik yaşam biçimine karşı, özellikle sağ iktidarların içtenlik (samimiyet) testi ve turnusol kağıdıdır.

  • Bir toplumda en önemli ve tehlikeli silah, örgütlenmiş ve kışkırtılmış dinsel cehalettir.

Geliş amacına uygun olarak barış, esenlik ve sevgi temelli bir inanç sistemi olan İslam dininin, her türlü dinbazlıklardan, zor (cebir) ve şiddetten arındırılması gerekir.

Madımak Oteli, bu tür vahşetlerin yeniden yaşanmaması için, temel ve evrensel insan hakları; din ve vicdan özgürlüğünün zorunlu bir gereği olarak mutlaka İNSANLIK MÜZESİ olarak düzenlenmelidir.
===================================
Dostlar,

Bizden kısa bir – iki not…

  • Madımak kırımı davasında, 30 yıllık zamanaşımı süresi nedeniyle dava düşürüldü.
    Kaçak (firarda) sanıklar Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın yargılandığı davada, savcının zamanaşımı istemi mahkemece kabul edildi ve dava sonlandırıldı. Toplu insan  yakma, “insanlığa karşı suç” olarak kabul edilemedi. Çünkü, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı önceki Ceza Yasasında insanlığa karşı suçların tanımı ve yaptırımı yer almamıştı. Bu suçlar 5237 sayılı yeni TCK (Türk Ceza Kanunu) ile hukuk sistemimize girmiştir (1.6.2005). Aleyhte hükümler Ceza hukukunda geriye yürütülememektedir.
    (Suç ve cezada yasallık evrensel ilkesi gereği…)
  • Ancak, Ceza Yargılamaları Yasası m.309, olağanüstü bir yasa yolu olanağı veriyor. Kesinleşmiş yargı kararlarında hukuka aykırılık düşünüldüğünde, Adalet Bakanı kendiliğinden (res’en) ya da kendisinden istenmesi üzerine, geriye doğru “yasa yararına bozma” isteme yetkisine sahip. Dileğini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına sunar ve Yargıtay’ın ilgili birimi (son kararı veren yere göre Daire, Hukuk / Ceza Genel Kurulu, Büyük Genel Kurul) kesin karar verir. Adalet Bakanı böylesi bir eyleme çağrılabilir, reddi durumunda ya da Yargıtay’dan red durumunda tüm iç hukuk yolları tüketilmiş olacağından, AİHM‘ne gidilebilir. AİHM, uluslararası hukukun genel kurallarına göre, iç hukuk yolları  tüketildikten ve son karardan başlayarak altı ay içinde yapılan başvuruları kabul edebilir (AİHS m.35)
  • Adalet Bakanlığı bu davada “yasa yararına bozma” istememiştir. Ancak Sivas – Madımak davası nedeniyle Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürülen davalar olmuştur. Özellikle, bu kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin aileleri ve avukatları, adaletin sağlanamaması, suçluların cezasız kalması ve zamanaşımı kararları nedeniyle AİHM‘ne başvurmuşlardır. AİHM, Türkiye’yi, etkili soruşturma yapmamak ve adil yargılanma hakkını çiğnemekle (ihlal etmekle) suçlayarak, davacılara giderim (tazminat) ödenmesine karar vermiştir. AİHM, özellikle zamanaşımı kararlarının insan hakları çiğnemi (ihlali) oluşturduğu görüşündedir. Ulusal mevzuatta yasal hüküm bulunmaması geçerli bir gerekçe değildir. Suçun cezasız kalmasına hukuk düzeni izin vermez, vermemelidir.
  • Bu düşme kararı, Alevi toplumu ve kırımda (katliamda) yaşamını yitirenlerin yakınlarınca,
    ilerici toplum kesimlerinde yoğun protestolara neden oldu. Alevi dernekleri, adliye önünde
    oturma eylemi yaparak ve basın açıklamaları ile adil olmayan karara tepki gösterdi.​
  • Davada kaçak olan sanıklar hala (31 yıldır!) yakalan(a)mamış ve adaletin sağlanamaması nedeniyle büyük bir toplumsal üzüntü ve öfke hala yaşanmaktadır..
    Kuşaklar arası aktarılan kalıcı travma..
    Bu olgu başlı başına hedeftir ve ulusal birliği ciddi biçimde yaralar.
  • Yargı kararının siyasal bir cinayet olarak görülmesi ve cezasız kalmasının yeni kırımları, cinayetleri özendireceği yönünde endişeler haklı ve yaygındır.
  • Kurbanların avukatları, tüm yasal yolları kullanarak savaşımı (mücadeleyi) sürdürmekte kararlıdır.

Madımak Oteli, 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas kırımında 37 kişinin yaşamını yitirdiği yer. 2010’da otel kamulaştırıldı ve ertesi yıl “Sivas Bilim ve Kültür Merkezi” olarak yeniden açıldı.
Bu merkezde, kırımda yaşamını yitirenler için bir anı köşesi oluşturuldu​​.

Bina, bilimsel ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği bir merkez olarak hizmet veriyor.
Alevi toplumu ve insan hakları örgütleri, bu otelin bir “utanç müzesi“ne dönüştürülmesi gerektiğini savunuyor. Bu istemler, kırımın 30. yıldönümünde (geçen yıl) daha yüksek sesle
dile getirildi. “Bilim ve Kültür Merkezi” adının değiştirilerek, “Madımak Utanç Müzesi” olması isteniyor.​

  • Devletin en başat ödevi, ülkesindeki tüm insanların yaşam hakkını korumaktır.

Bu gibi kırımlar ulusal birlik – dayanışma ve ülkenin sağkalımına (bekasına) çok büyük darbelerdir. Mutlaka dış güçlerin kışkırtıcı (provokatif) payı vardır. Türkiye, 1952’de NATO‘ya yalvar – yakar alındıktan sonra (18 Şubat) kontr-gerilla / Gladyo çetesi ülkemize yerleşmiştir
ve zaman zaman Devlet güçleri bile kışkırtıcı cinayetleri önlemede yetersiz kalmaktadır!?

Bu durum kabul edilemez. Türkiye NATO’dan çıkmalı, bağımsızlık ve güvenliğini tehdit eden tüm dengeli olmayan (asimetrik) uluslararası yapılardan çekilmeli, ülkemizde kaynayan yabancı ajanlardan arınmaya çabalamalıdır.

Ulusal dayanışma, ülkemizin sonsuza dek sağkalımı (bekası) için en temel ve yeterli güvencedir.

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Demografik işgal

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Dünyadaki demografik değişimleri, dönüşümleri ve denetimsiz, plansız göç, göçmen, mülteci, sığınmacı sorununu kökten engellemenin tek yolu, dünyadaki sömürüyü ve adaletsizliği bir bütün olarak engellemektir.

Bunu engellemenin tek yolu da kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele etmektir. Çünkü bugün yeryüzündeki ekonomik ve sosyal adaletsizlikler, sömürü düzeni, savaşlar ve çatışmalar, kapitalizmin ve emperyalizmin sonuçlarından başka bir şey değildir. Neden ve sonuç ilişkisini doğru bir biçimde kurmadan bu küresel sorunu çözmek olanaklı değildir.

Dünyadaki tüm ülkelerde sömürü, ekonomik ve sosyal adaletsizlik, savaş, iç savaş ve çatışma olmasa, insanlar başka ülkelere göç etmek zorunda kalmazdı.

Ancak kapitalizm ve emperyalizm sorununu çözmek uzun zaman alacağına göre, dünyada en çok göçmeni, sığınmacıyı ve mülteciyi barındıran ülkelerden biri olan Türkiye’de, bu soruna karşı kısa vadeli (erimli) çözümlerin getirilmesi gerekir.

Bunun üç nedeni vardır :

Birincisi; Türkiye, ekonomik açıdan daha gelişmiş olan ABD, Britanya ve Avrupa Birliği ülkeleriyle aynı kategoride değildir. Türkiye ekonomik açıdan bu ülkelerden çok daha zayıf olduğu gibi, büyük bir ekonomik krizin ortasındadır ve milyonlarca göçmeni, sığınmacıyı, mülteciyi kaldırabilecek ekonomik güce sahip değildir.

İkincisi; Türkiye, siyasal açıdan da ABD, Britanya, Avrupa Birliği ülkeleriyle aynı kategoride değildir. Demokrasi, laiklik, hukuk devleti, insan hakları, düşünceyi ifade, yayın ve örgütlenme özgürlüğü konularında Türkiye, özellikle AKP döneminde, dünyadaki en geri kalmış ülkelerden biri konumundadır. Böyle bir ülkede

  • Radikal demografik değişimler ve dönüşümler, ekonomik sorunların da tetiklemesiyle, din, mezhep, felsefi görüş, etnik kimlik üzerinden büyük çalkantılara, çatışmalara, bölünmelere, parçalanmalara, kutuplaşmalara ve büyük bir ulusal güvenlik sorununa yol açar.

Üçüncüsü;

Demokrasi ve laiklik karşıtı AKP hükümeti, çoğunluğu dinci, şeriatçı
ve laiklik karşıtı olan göçmenleri, sığınmacıları ve mültecileri,
Türkiye’de teokratik bir devleti kurmak için bir araç olarak kullanmaktadır.

Türkiye bu nedenle de din, mezhep, felsefi görüş ve yaşam biçimi üzerinden bölünme, parçalanma, kutuplaşma ve çatışma riskiyle ve büyük bir ulusal güvenlik sorunuyla karşı karşıyadır.
***
Türkiye’deki denetimsizlikten dolayı, göçmenlerin, sığınmacıların ve mültecilerin toplam sayısı konusunda sağlıklı bir veriye ulaşmak da olanaklı değildir. Resmi açıklamalara göre bu sayı yaklaşık 5 milyondur. Kimi resmi olmayan açıklamalara göre bu sayı yaklaşık 8 milyondur.

Bu sayılar, verili nüfusun yaklaşık %6’sına veya %9’una denk gelmektedir.
Böyle bir oranı, ekonomisi ve siyaseti sağlam olan bir ülke bile kaldıramaz!

Onlarca yıldır laik ve anti-laik, Sünni ve Alevi, Türk ve Kürt ayrımları üzerinden bölünme, parçalanma ve kutuplaşma yaşayan Türkiye; bu gidişle, laik ve anti-laik çatışmasını daha derin bir biçimde yaşayacağı gibi, Türk ve Arap ile Kürt ve Arap etnik kimlikleri üzerinden de yeni bölünmeleri, parçalanmaları ve kutuplaşmaları yaşayacaktır.
***

Bu sorunun kısa vadede (erimde) tek çözümü                         :

  • Türkiye’deki göçmenlerin, sığınmacıların, mültecilerin tamamının
    en geç iki yıl içinde ülkelerine gönderilmeleri;
  • Sınırlardaki denetimlerin ve gözetim noktalarının personel ve araç-gereç desteğiyle
    acil olarak en yüksek düzeye getirilmesi;
  • Ottawa Andlaşması’ndan çekilerek İran, Irak ve Suriye sınırlarındaki uygun yerlerin,
    en geç bir yıl içinde, uyarı levhalarıyla ve dikenli tellerle birlikte mayınlanmasıdır.
    (Biz de ekleyelim : AB
    Geri Kabul Anlaşması feshedilmelidir.)

Dünyadaki bütün ülkeler ulusal çıkarlarını korurken, Türkiye’nin bunun dışında kalması
hem aptallıktır hem de vatana ihanettir!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Demografik işgal1 Temmuz 2024
Diamond Tema24 Haziran 2024

Denizlerimizin Ulusallaştırılması: Kabotaj Hakkı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 

98 yıl önce 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Yasası ile Osmanlı İmparatorluğunca denizlerimizde yabancı devletlere verilen ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) kaldırılmış, denizlerimiz ulusallaştırılmıştır (millileştirilmiştir).

Öncesi

Büyük devrimci Atatürk, bağımsızlık savaşının hedefini “ulusal sınırlar içinde ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız yeni bir devlet kurmak” olarak belirlemişti. Ulusal sınırlar kuşkusuz karasularımızı da kapsıyordu.

Tarihte ilk kez başarı ile verilen anti-emperyalist bağımsızlık savaşı sonunda ulusal sınırlarımız belirlenmiş ve Lozan’da düşmanlarımıza kabul ettirilmiştir.

Bu sınırlar içinde tam bağımsızlığın ön koşulu, Osmanlı imparatorluğunca yabancılara verilen ve İmparatorluğun çöküşünde ana etken olan kapitülasyonların kaldırılması idi.

  • Lozan’da bu hedefe ulaşılmış, kapitülasyonlar tüm yönleri ile kaldırılmıştır.

Kapitülasyonların denizlerimizdeki uygulaması liman işletmelerinin yabancılara bırakılması, limanlarımız arasındaki taşımacılığın yabancı gemilerle yapılması idi. Bu durum denizciliğimizin gelişmesine engel olmanın yanında, ekonomik yitiklere yol açıyordu. Tam bağımsız bir devlette yabancılara bu tür ayrıcalıklar kabul edilemezdi.

Büyük Atatürk, henüz Lozan görüşmeleri tamamlanmadan, yeni devletin ekonomi politikasını saptamak amacıyla 17 Şubat 1923’te geniş katılımlı Türkiye İktisat Kongresini İzmir’de  düzenlemiştir. Bu Kongrede alınan kararlardan biri de, kendi limanlarımızda kendi bayrağımızı taşıyan gemilerden başkasının ticaret ve yük – yolcu taşımacılığı yapamaması (Kabotaj Hakkı) idi. Bu hedefin gerçekleştirilmesi, Lozan’da kapitülasyonların tümüyle kaldırılması ile olanaklı olmuştur.

1926’da yoğunlaşan hukuk devrimi kapsamında yapılan yeni yasalardan biri de, Türk karasularında her türlü denizcilik eylemlerinin Türk yurttaşlarınca yapılmasını öngören 815 sayılı Kabotaj Yasasıdır. Yasa 19 Nisan’da kabul edilmiş, 1 Temmuz’da yürürlüğe girmiştir.

Kabotaj Yasası kıyılarımız arasındaki taşımacılığı Türk gemilerine özgü kılmanın ötesinde,
tüm denizcilik eylemlerinin Türk yurttaşlarınca yürütülmesini de öngörmüştür. Bu nedenle,
1 Temmuz salt “Kabotaj Bayramı” değil, Kabotaj ve Denizcilik Bayramıolarak kutlanmaktadır.

Değerlendirme

  • Kabotaj Yasası, Atatürk devriminin denizlerimizdeki uygulamasıdır.

Yasa ile denizlerimiz bizim olmuş, denizcilik gücümüz gelişmiştir. Denizcilik gücü; deniz gücünden (Donanmadan) öte, ulusun denizle ilgilenmesi, denizi sevmesi, denizden yaralanması, limanlarımızın, tersanelerimizin ve deniz ticaret filomuzun geliştirilmesini, kısaca denizci ulus olmayı kapsar.

Bugün gelinen noktada, karşı devrim süreci içinde, limanlarımızı işletme hakkının uzun sürelerle (49 yıllığına!?) yabancılara verilmesi, Kabotaj Hakkından geriye gitmektir.

Donanmamızın yanında denizcilik filo gücümüz de coğrafyamızın gerektirdiği düzeye yükseltilmeli, yabancılara verilen liman işletme ayrıcalıkları kaldırılmalı, Kabotaj Yasası duyarlıkla uygulanmalıdır..

Kabotaj ve denizcilik bayramı kutlu olsun!

Halil Çivi şiiri : ALİ YOKSA…

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk ozanı

ALİ YOKSA…

Ali yoksa; kitap, Kur’an, din yoktur.
Ali yoksa; geçmiş, tarih, dün yoktur.
Ali yoksa; kültür, inanç, yön yoktur.
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Ali yoksa; İslam diye çağ yoktur.
Ali yoksa; Muhammed’le bağ yoktur.
Ali yoksa; adaletle ağ yoktur.
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Ali yoksa, ayrıştırır bölerler,
Seni, sana düşman edip salarlar,
Zayıflatır, kanadını yolarlar,
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Adaletin özgün adı Ali’dir.
Ali, Alevininin irfan yoludur,
Ali’den ayrılan bence delidir.
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Ali yoksa Ehlibeyt’in nesli yok,
Kerbela yok, Yezit “astı, kesti”, yok,
On iki imamın aslı, faslı yok,
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Ali yoksa Rıza Şehri yıkılır,
Ali yoksa Kırklar cemi sökülür,
Ali yoksa Alevilik yok olur,
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Gerçek Aleviler Ali’ye uyar,
Ali sevgisini yürekten duyar,
Alisiz olanı Harici (1) sayar,
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu.
Xxx
Kadim Alevilik, şaşmaz yolumdur,
Ali gönül bahçem, solmaz gülümdür,
Ali’sizlik, Alevi’ye zulümdür,
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Alevilik Hak, Muhammet, Ali’dir,
Ser çeşmesi Hacıbektaş Veli’dir.
Nesimi’nin; Pir Sultan’ın yoludur,
Hiç Ali’siz Alevilik olur mu?
Xxx
Halil Çivi der ki, inancım, kârım;
Hak Muhammet Ali, ahlak ayarım,
Onlarla oluştu, tarihte yerim.
Hiç Alisiz Alevilik olur mu?

(1) Sıffin Savaşında, Muaviye’ye karşı, Hz. Ali’ yi terk edip
ayrılanlara HARİCİ denildi.
Xxx
24 Haziran 2024
Doğanbey / İZMİR