Günlük arşivler: 8 Kasım 2012

“Sessiz Çığlık” Eyleminde aşağıda yazılan mektup halka dağıtıldı..


“Sessiz Çığlık” Eyleminde aşağıda yazılan mektup halka dağıtıldı.. 

HALKIMIZA MEKTUPLAR (5.11.12)

Balyoz davasında müebbet hapse mahkum edilen, daha sonra cezası
16 yıl ağırlaştırılmış hapse çevrilen Sivil Memur Güllü Salkaya’nın mektubunun özeti aşağıdadır:

“Ben Güllü Saklaya.Hani şu 2003 yılında yapıldığı iddia edilen Balyoz Darbe Planı’nın Silivri’de süren duruşmaları sonunda müebbet hapis cezasına çarptırılan tek sivil memuru var ya, işte o benim(…)
Ben, 27 yıl ekmeğini yediğim bir kuruma ihanet edecek kadar hainleşmedim. Ama Sayın Mahkeme, Sayın Heyet dedi ki; “Güllü Saklaya sen darbecisin”.
İlk gün sorduğum soruyu bugün yine soruyorum: “ Neymiş benim darbeciliğim?”
Koca koca generallerin amirallerin, albayların komutanlarımın suçu neyse benim ki de o; Güllü Saklaya adına tahsisli bir bilgisayarda son kaydedeni benim gözüktüğüm birkaç sözde dijital belgenin varlığı.
Peki, 2003 senesinde benim bu isimde bir bilgisayarım mı vardı?(…)
Bir yerde imzama mı rastladılar? Değil. Peki, ben ne demeye
16 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldum o zaman? (…)
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi hakkımda öyle kötü bir karar verdi ki;
diğer 300 küsur erkek sanıkla birlikte beni de babalıktan ve kocalıktan men etti. Ya onlar benim kadın olduğumun farkında değiller ya da bizleri tek tek yargıladıklarını unutup basmakalıp bir karara imza attılar.
 
Söyleyecek sözüm kalmadı artık.
Aklım ve beynim durdu.
Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevi’nin halihazırdaki tek kadın tutuklusu olarak yalnız başıma bir koğuşta kalıyorum. (…)
Kendimi birdenbire demir parmaklıklar ardında buldum.
Artık mutlu değilim.
Üzgünüm, şaşkınım, kırgınım ama umutsuz ve onursuz asla değilim.
Güllü SALKAYA,
Hasdal Askeri Cezaevi, Hasdal-İstanbul

Bekir Coşkun : 10 Yıldır Şu Cumhuriyeti Yıkamadın Gitti…

Bekir Coşkun

10 Yıldır Şu Cumhuriyeti Yıkamadın Gitti…

7 Kasım 2012, Cumhuriyet

 

İlk on yılda:

Saltanat kaldırıldı…
Ankara başkent oldu..
Cumhuriyet ilan edildi…
İlk anayasa yapıldı…
Medeni Kanun ilan edildi…
Birden fazla kadınla evlenme yasaklandı…
Mirasta ve boşanmada kadın-erkek eşitliği geldi…
8 Mayıs 1928’de Borçlar Kanunu…
10 Mayıs 1928’de Ticaret Kanunu, 1 Temmuz 1928’de Ceza Kanunu yürürlüğe girdi…
Eğitim öğretim laikleştirildi.
Bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.
Medreseler kapatıldı…
Latin alfabesi kabul edildi…
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kuruldu…
Topkapı Sarayı müze haline getirildi.
Etnografya Müzesi ve Güzel Sanatlar Akademisi, İstanbul Üniversitesi ve
Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi açıldı.
“Şapka Kanunu” çıkarıldı…
Tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı…
Hicri ve Rumi takvimler kaldırılarak Miladi takvim kabul edildi…
Okka, arşın yerine kilo, metre ve litre gibi ölçümlere geçildi…
Hafta sonu tatili cumadan pazar gününe alındı…
Soyadı sistemine geçildi…
Türk kadınına siyasi haklar tanındı…
İlk “Beş Yıllık Kalkınma Planı”nın uygulanmasına başlandı…
Köylünün durumunu düzeltmek için aşar (öşür) vergisi kaldırıldı…
Çiftçiye damızlık hayvan, tohum, fidan, borç para verildi…
Sümerbank, Etibank, MTA, Demir Çelik Fabrikaları, İş Bankası, Tarım Kredi Kooperatifleri, Denizbank, TCDD kuruldu…
4078 kilometre demiryolu…
22 bin kilometre karayolu yapıldı…
Bakırköy Bez Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası, Kayseri Bez Fabrikası, Paşabahçe Cam Fabrikası, Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası, Çubuk Baraj, İzmit Birinci Kâğıt Fabrikası, Nazilli Basma Fabrikası, Ereğli Bez Fabrikası, Gemlik Suni İpek Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, Divriği Demir Madeni İşletmesi açıldı…

*

Ne sayayım, sığmaz buralara…
Savaştan çıkmış, yoksul, aç, çıplak…
Her şeyini kaybetmiş bir millet, on yılda bağımsız, laik, çağdaş, saygın, başı dik, özgür bir cumhuriyet kurdu size…
Daha ne olsun?..

*
Son on yıldır: Yıkamadın gitti…

 

Şiir… AÇIK..

A Ç I K….

Biz hep açık konuştuk.
Gökyüzünden maviydi sözlerimiz.
Sığ bataklarda değildik, kuşlar gibiydik,
Uçarıydık. Gözlerimizde
Şavkıyan parıltılar gibiydik.

Biz iyiye iyi, güzele güzel dedik.
Masallardan çekerdik mısraları, tülbent gibi.
Yalnız, şiirlerde yalan söylemezdik,
Umutlarımızda, hayallerimizde de yalancı değildik.

Biz buğday tarlalarında buğday,
Ağu yeşili bahçelerde ot,
Trenlerde düdük sesiydik.
Yıldızlara çobandık, değirmenlere su,
Bozkırlara bulut gölgesiydik.

Seller aktı gitti. Biz kaldık.
Bulutlar uçtu gökyüzünden.
Rüzgarlar darmadağın etti.
Ne bahçesinden hayır var, ne güzünden.
Akıl da bulutlar gibi çekip gitti.

Nerden bilirdik, çalışmaktan
Kocayacağını sevgililerin,
Yaşamanın güzelliği kadar
Hoyratlığını, bezginliğini…
Biz kaldık, koyup gitti bahar,
Her şeyi nerden bilirdik.

Cahit Külebi

Mehmet Ali Güller : AKP 2014’te çözülür..

AKP, 2014’te çözülür..

AKP, 2014’te çözülür
Mehmet Ali Güller
AKP ile MHP’nin iki bin küsur hedefleri ilan etmeleri ne anlama geliyor?Erdoğan Malazgirt’in bininci yıldönümü olan 2071’i, Bahçeli de Anadolu’daki
ilk Türk devletinin bininci yıldönümü olan 2077’yi hedef ilan etti kongrelerinde…İki olasılık var: Ya her iki parti de önümüzdeki 65 yılı hedef ilan edecek kadar güçlü, planlı ve stratejik hesaplar yapabiliyorlar ya da aslında önlerini bile göremiyorlar!
Yanıtı biliyoruz.

AKP’nin 2014’te Çankaya’ya kimi çıkaracağını tartıştırması, işte bu önünü görememe halindendir. “Erdoğan mı, Gül mü” diye sordurulan ve bir papatya falına dönüştürülen bu illüzyonun en çok ana muhalefet partisi CHP’yi etkilemesi,
kuşkusuz Cumhuriyet için ayağa kalkan kitle tarafından not edilmektedir.

ABD FERMANLI MİLLİYETÇİLİK

Peki, gerçekte durum ne?
Somut olguları da sıralayacağız ancak önce AKP’nin mimarlarının analizlerine bakalım.

AKP’nin 7 akıl hocasından biri olan CFR üyesi Stephen Larrabee, anımsayacağınız gibi bir tehlikeye dikkat çekmişti iki yıl önce. Larrabee,
Türkiye’de yeni bir milliyetçiliğin yükseleceğine dikkat çekmişti.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Larrabee’nin bu sözlerinden hareketle
şu saptamayı yapmıştı:

ABD, yükselen milliyetçiliği AKP ile denetlemek isteyecek ve ortaya
“ABD’nin fermanlı milliyetçisi” olan bir AKPçıkacaktı.Nitekim öyle de oldu: AKP son iki yılda Kıbrıs, Ermeni ve Kürt meselelerinde
“milliyetçi” bir görüntü ve söyleme yaslandı. Ancak Türkiye açısından daha önemlisi, CHP’nin bir operasyonla “yenileştirilmesi” ve milliyetçi, ulusalcı dalgayı etkisiz kılacak bir yapıya dönüştürülmesiydi.Yani ABD bu iki yıl içinde milliyetçi dalgayı çeşitli araçlarıyla denetlemişti…

AKP’NİN DAYANAĞI CONİ

Ahmet Davutoğlu’na “danışmanlık” yaparak Türk Dış Politikasını biçimlendiren isimlerden biri olan Stephen Larrabee’nin öngörüsünün elbette maddi bir zemini vardı. Ki o zemin, AKP’yi iktidar yapan ABD’nin bölgesel ihtiyaçlarıydı. Daha somut söylersek, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için Irak’a saldırmasıydı. Bölgedeki ABD askeri,
AKP iktidarının en önemli dayanağıydı.

Nitekim bu gerçek nedeniyle iki yıldır şu iki saptamayı vurguluyoruz:

1) AKP, ABD askeriyle geldi ve ABD askerinin bölgeden çekilmeye başlamasıyla da gidecek.
2) AKP, Irak’la geldi, Suriye’yle gidecek.YENİ BİR MERKEZErdoğan’ın siyasi hayatı açısından en kilit role sahip olan kişi kuşkusuz
Morton Abramowitz’dir. ABD’nin bu etkili eski Ankara Büyükelçisi, Erdoğan’ı
daha Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı’yken keşfetmişti.
Erdoğan ile Abramowitz görüşmesini ayarlayan kişi ise Ruşen Çakır’dı…

Her neyse… İşte bu kilit konumdaki Abramowitz, National Interest’te
Sallantıdaki Türkiye” başlıklı bir makale yazdı. Kürt meselesi ile Suriye konusunun AKP açısından içerdiği tehlikelere dikkat çeken Abramowitz makalesini şu sözlerle bitiriyor:

– “2014 itibarıyle, içerde ve yanı başında devam eden karmaşa yeni partilerin
ortaya çıkışına ve hatta belki de AKP’nin çözülmesine yol açabilir.”
(Sendika.org, 27 Eylül 2012)YENİDEN İNŞA DÖNEMİNE GİRİLDİKuşkusuz Abramowitz’i bu saptamaya götüren, bize göre, iki temel neden var:

1) AKP’nin dışarıda Suriye kayasına çarpması.
2) İçeride büyüyen Cumhuriyetçi dalga:* Milli Anayasa Forumlarının “Milli Merkez”e dönüşebilme işaretleri,
. TGB’nin 19 Mayıs’ta 250 bin genci seferber etmesi,
. Hatay’da AKP’nin dış politikasına karşı yapılan taarruz eylemi,
* 29 Ekim’de Ulus-Anıtkabir hattında ortaya çıkan seferberlik ve
* Milyonların, Türkiye’nin dört bir köşesinde Cumhuriyet’i yeniden inşa etmek
için
ayağa kalkması…

  • ABD’nin ne yükselen milliyetçi dalgayı denetleyebileceği partileri ne de bu dalgaya set çekecek gücü var.
Bu gerçek, 10 Kasım’da daha da net anlaşılacak!(www.ulusalkanal.com.tr, 07.11.12)

Prof. Dr. Erinç Yeldan: Kriz Ne Zaman Sona Erecek?

EKONOMİ POLİTİK
Prof. Dr. Erinç Yeldan
Kriz Ne Zaman Sona Erecek?

Bu sorunun yanıtı neredeyse altıncı senesine giriyor. Anımsamakta zorlanabilirsiniz ancak daha iki sene önce İstanbul’da toplanan IMF zirvesi “artık krizden çıkıldığını” muştulamış; hatta 2010 yılını “toparlanmanın idaresi” gündemiyle görevlendirmişti. Şimdi bundan sadece iki sene sonra IMF tarafından yayımlanan Dünyanın Ekonomik Görünümü (World Economic Outlook) dokümanının tanıtımı sırasında IMF Başekonomisti Olivier Blanchard’ın sözleri ürkütücü ve bir o kadar da gerçekçidir:

  • “Küresel krizden çıkış daha en az on yıl sürecektir.”

Blanchard’ın savı IMF tarafından artık kabullenilmek zorunda kalınan “yeni” bir bulguya dayalı:

IMF istikrar paketlerinin uygulanması sırasında varsayılan çarpan mekanizmasının öngörülenden çok daha yüksek olduğunu fark ettikleri itirafında bulunmakta.

***

İstikrar ve daraltıcı maliye politikaları üzerine yapılan ısrarlı vurgular, ulusal ekonomilerde talebin daralmasına ve çarpan etkisiyle birlikte ekonominin bütününde gelir ve harcama kayıplarına yol açmakta.

Neoliberal iktisatçıların bir inanç düzeyinde savladıkları “devletin küçültülmesi gereği” önermesi, giderek ekonomileri daha da daraltan; toplam talebi ve dolayısıyla geliri gerileten bir çıkmaza sürüklemiş durumda. Krizden çıkış için devletin daha da daraltılmasını savunan Ortodoks muhafazakâr istikrar reçeteleri, krizden “özel sektör ağırlıklı olarak çıkılacağı” beklentilerinin tersine, küresel ekonomide ulusal gelirlerin daha da daralmasına ve ticaret akımlarının tahrip edilmesine neden oluyor.

Bütün bunların üstüne, ABD’de seçim sonrasında kamu maliyesini “dengeye getirmek için” uygulanması olası daraltıcı harcama ve vergi artırımı politikaları sonunda ABD’den tüm küresel ekonomiye yayılacak bir durgunluk dalgasının tehdidiyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. “Mali kayalıklar” (fiscal cliff) tanımıyla betimlenen bu tehdit, ABD’de aşırı daraltıcı maliye politikası uygulanması durumunda krizin bir on yıl daha bizlerle olabileceği tespitine dönüşüyor.

***

Dolayısıyla, krizden çıkış için tek bir yol kalmış durumda:

– Başta Avrupa’nın borçlu ekonomileri (Yunanistan, İspanya, İtalya vs.) olmak üzere,
tüm küresel ekonomide eş anlı bir borç moratoryumu… (Ya da daha yumuşak ifadeyle, borçların yeniden yapılandırılması diyelim.) Borçların silinmesi ya da
en azından ötelenmesi, dünya ekonomisinde cılızlaşan yatırım ve tüketim talebini yeniden ivmelendirerek üretim-talep döngüsünü yeniden kuracak biricik almaşık olarak gözüküyor.

Ancak, böylesi bir borç yapılandırılması operasyonu küresel finans sermayesi tarafından kabul edilemez durumda. Finans şebekesi böylesi bir almaşığın fısıltısına dahi tahammül edemeyecek denli bunalmış konumda.

Oysa artık 2007 öncesinin ucuz kredi ve yüksek getirili spekülasyon dünyasına dönülmesinin mümkün olmadığının kabul edilmesi gerekiyor.

‘Sağlıkçı olmayan yönetici istemiyoruz’

 

‘Sağlıkçı olmayan yönetici istemiyoruz’

Sağlık emekçileri, 5 yıl herhangi bir iş deneyimi olan birinin dahi kamu hastanelerinde yönetici olmasının önünü açan kanun hükmünde kararnameyi yürüyüşle protesto etti.Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Dev Sağlık-İş Sendikası, Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Hemşireler Derneği’nin de aralarında bulunduğu 15 sağlık örgütü, Türkiye genelinde eylemler gerçekleştirdi.İstanbul’da Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimlik binası önünde toplanan
sağlık emekçileri;

  • – “Hastaneler halkındır satılamaz”, 
  • “Sağlıkta ticaret ölüm demektir” 

yazılı dövizler taşıyarak sloganlar eşliğinde yürüdü.

Grup adına açıklama yapan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri
Dr. Ali Çerkezoğlu
;

  • AKP yandaşlarının, vergilerimizle yapılan hastanelerin başına “partisinden veya tarikattan alınan icazetle atandığını” söyledi.
  • TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk de Türkiye genelinde oluşturulan 87 Kamu Hastane Birliği’nin üst yöneticisi (CEO) olarak atanacak kişilerde, sağlık mensubu olma özelliği aranmadığına dikkati çekti. (http://www.istabip.org.tr/, 7.11.12)

Mustafa Balbay: AKP’nin S-on Yılı!


Mustafa Balbay:

AKP’nin S-on Yılı!

AKP iktidarı 10. yılını doldurdu! Çalkantılı koalisyon hükümetlerinin ardından işbaşına gelen AKP, kökenlerinin etrafında oluşturduğu yelpazeyi 10. yıla kadar uyumlu getirmeyi başardı. Bundan sonrası için aynı şeyi söylemek daha zor.

Önce AKP’nin başlangıç yıllarını,
sonra da içinde bulunduğumuz son yılını sütuna yatıralım.

AB süreci, AKP’yi içeride ve dışarıda güçlü tutan dayanakların başında geliyordu.
O dönemde Başbakan’ın Brüksel seferleri neredeyse iç hatlar gibi bir şeydi. Küçük bir ilerlemenin bile AB’ye tam üyelikle eşdeğer görüldüğü o günlerde yabancı gazeteciler bize de uğruyordu. Pek çoğu bizim düşüncelerimizi öğrenme çabasından çok, kendi gözlemlerini bize doğrulatma arayışındaydı. Kimi endişeleri dile getirince de bizleri
büyük reformlara karşı çıkan tutucu çevreler olarak tanımlıyorlardı.

Bu gözlemi Silivri’de ziyaretimize gelen bir Avrupalı parlamenterle paylaştığımızda
şunu söyledi:

“Bizim de bazı kuşkularımız olmuştu ama atılan kimi adımların devamı gelir mi diye bekledik…”

***

AKP bugün, AB sürecinden, içeride güçlenmek anlamında alacağını almış,
devamını dalgalanmaya bırakmış durumda.

Zamanla kendi genlerine dayalı başkalaşım geçiren AKP, Türkiye’yi pek çok bakımdan sorunlu bir noktaya getirdi.

İç barışımız, 10 yıl önceye oranla daha kırılgan, daha umutsuz hale geldi.
Yıllardır neredeyse hiçbir ulusal bayram ağız tadıyla kutlanamıyor.

Dış barış diye bir kavramdan söz etmek neredeyse olanaksız. Dünyanın en sorunlu bölgelerinden biri olan Ortadoğu’da, birbiriyle kavga edenler dahil tüm ülkelerle diyalog kurabilen ender ülkelerden biriydik. Bugün değil böyle bir diyalog ortamı, ülkelerin içindeki taraflar arasında yan tutuyoruz.

Özellikle Suriye ile birlikte Türkiye, Ortadoğu sorununun bir parçası haline geldi.

Siyasette ortak dil diye bir şey kalmadı.
Bugün Meclis’ten tartışmasız ortak imza ile çıkar diyebileceğimiz bir payda yok.

Yargı sistemimiz allak bullak. Her reform paketinden sonra sorunlar daha da artıyor. Çözüm için yeni bir paket hazırlanıyor. Yargıdaki erozyon o kadar hızlı ki, AKP’nin çıkardığı yasalar bile mürekkebi kurumadan iktidarın özel isteklerine karşılık veremez hale geliyor. Yargıda terazinin tutamağı koptu.

Medya, denetim gücünü büyük ölçüde yitirdi.

Medyanın sayısı artarken işlevi değişti. Bu iktidar döneminde işsiz kalan tanınmış gazeteciler, ne zaman ekrana dönme fırsatı elde edebileceklerine ilişkin soruyu şöyle yanıtlıyorlar:

“Bunu Başbakan’a sormanız gerekir.”

Eğitim sistemimiz için artık bir kurallar bütününden söz etmek olanaksız. Her şeyi bozmanın adı değişim, reform.

Özgürlükler hemen hiçbir alanda ilerlemedi. Alabildiğine geniş kullanılan tek özgürlük, hükümeti destekleme ve amaçlarının parçası olma hakkı.

***

Bu tablo nasıl devam eder?

Yerel seçimlerin 6 ay öne alınmasına ilişkin anayasa değişikliğinin yapılamaması, AKP’nin çantada keklik gördüğü “ikinci on yılın” istenilen şekilde planlanamayacağını gösteriyor.

Bir kişinin en zayıf anı kendisini en güçlü hissettiği andır. Başbakan açısından böyle bir gerçeğin içindeyiz. Yakın tarihimizde neredeyse bütün başbakanlarla cumhurbaşkanları arasında en hafif anlatımla gerilim çıkmıştır. Bunun başlıca nedeni bu koltukların yerleşik kurallarla değil, üzerinde oturanların ağırlıklarıyla doldurulması.

Bugün de dönemin koşulları içinde ciddi bir gerilim yaşanıyor.

Vazo çatlamış görünüyor.

Başbakan’ın anlayışı şu:

Her şeyin bir fazlasını isterim!

AKP, sınırsız iktidar özgürlüğünü kullanırken her iktidarın düştüğü,
“alternatifim yok” hastalığına kapıldı.

Son olarak şunu soralım:

İktidarda 10. yılı dolduran AKP,
Cumhuriyet kurumlarına, değerlerine ve onu temsil edenlere karşı
bunca kini nasıl biriktirdi?

Bu soru, AKP kin güden bir parti yorumunu beraberinde getirebilir ama, ben bu görüşe katılmıyorum.

AKP kin gütmüyor, kin AKP’yi güdüyor.

Böyle bir partinin de düşmana ihtiyacı yoktur!
(Cumhuriyet, 04 Kasım 2012)