Günlük arşivler: 30 Ekim 2012

Şırnak’ta emniyete roketatarla saldırı : 1 şehit 3 yaralı..

 

Şırnak’ta emniyete roketatarlı saldırı :

Polis memuru İbrahim ERGİN Şehit oldu,
İKİ Polis memuru yaralandı

Teröristlerin Şırnak’ta 5 ayrı noktaya roketatar ve uzun namlulu silahlarla düzenlediği
eş zamanlı saldırıda, Valilik binası önündeki kulubede nöbet tutun
ÜÇ polis memuru yaralandı.

Şırnak Devlet Hastanes’ne kaldırılan yaralı polislerden İbrahim Ergin şehit olurken, isimleri öğrenilemeyen yaralı İKİ polis ise ilk müdahalenin ardından
23’ncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı’ndaki Asker Hastenesi’ne kaldırıldı.

Saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin yakalanması amacıyla kent merkezinde başlatılan geniş kapsamlı operasyon devam ediyor.
(30 Ekim 2012, basın..)

Meşru bayram kutlama hakkımızı kullanmanın bedeli : Biber gazı ve basınçlı su..??

Dostlar,

Sayın Mustafa Acer’in iletisi aşağıda.. Çağrışımlarımız şöyle :

RT Erdoğan acaba hiç “hukukun temel ilkeleri” bağlamında eğitim almadı mı?

Bir türlü gör(e)mediğimiz İTİA İktisat diploması alırken, bildiğimiz kadarıyla dersler içinde epey de hukuk dersi var..

Neden böyle yapar? Niçin gerilimi sürdürür?
Bu günkü (30.10.12) partisinin TBMM grup toplantsında gerilimi aşağı çekmek bir yana iyice tırmandırdı. Cumhurbaşkanına da çattı hiç de örtülü olmayan biçimde ve “çift başlı yönetime olmaz, ülkeyi ben yönetiyorum..” demeye getirdi.

Hoş, Cumhurbaşkanı A. Gül’ün girişimi de buram buram seçim yatırımı kokuyor ayrıca. Kaldı ki, Ankara Valisi Alaaddin Yüksel de 2 arada 1 derede kaldı ve birkaç su sıkma seansı birkaç da gaz seansı ile barikatları kaldırdı ve halk yürüdü.. Tepedeki 2 amirinin istemlerini dengeledi!

Yüzbinlerce Cumhuriyet sevdalısı insan, coşku ile Ankara sokaklarına döküldük. Anıtkabir’e, Atamızı ziyarete koştuk. Topuk topuğa idik.

  • 29 Ekim 2012 günü 1 milyonu aşkın insan Anıtkabir’de şenlik içinde idi.. 

Öte yandan RT Erdoğan hipodromda devlet töreninde iken 15 dk. dolayında telefon görüşmesini kimle yaptı ve içerik neydi, “İLERİ DEMOKRASİ” lerde bilinmezlerimiz bunlar.. Efelenme ise üst perdeden sürüyor :

“..Barikat kaldırma emrini ben vermedim…” diye.

Anlaşılan, Kasımpaşalı metaforu hala “yurdum insanı” katında tutuyor olmalı ki,
yatırım bu yönde..

  • 40’a yakın örgütün hangisi illegal, Başbakan açıklamak zorundadır.
    Biz, 60 yaşında bir ak saçlı bir üniversite hocası olarak orada yer alan hiçbir “illegal” kuruluşun üyesi değiliz. Bayrama gider gibi giyinmiştik.. ADD ve Eğitim İş üyesiyiz.
  • Hiçbir hukuk dışı eylemimiz olmaksızın, Ulus Atatürk yontusunun altında durup dururken basınçlı su ile polis gazı ile aşağılanmayı – işkenceyi – şiddeti hak edecek ne yaptık?
  • Ankara C. Başsavcılığı soruşturma açıyormuş.. Kimler sanık, kimler yakınmacı, kimler tanık koltuğuna oturtulacak? Halka karşı işlenen suçun gerçek sanıkları kimler ve onlar bir yaptırım görecek mi?

Eğer Başbakan doğru söylüyorsa, yerden göğe dek meşru Cumhuriyeti kutlama girişiminde illegal örgütler var ise, Ankara Valiliği’nin bir Dernekler Müdürlüğü vardır ve çoğu yasal dernek statüsünde olan bu girişimci kuruluşlar hk. neden o güne dek herhangi bir yasal işlem yapmamaıştır?

Sonuç olarak;

  • Başbakan RT Erdoğan artık öfke denetimini sağlamakta çoook zorlanıyor.

Hem kendisine hem de ülkemize çok zarar veriyor. Barış iklimini zedeliyor. Başta eşi, yakın çevresindeki bürokratlar ve AKP yöneticilerine, dostlarına, danışmanlarına.. velhasıl O’nu yetiştiren hocalarına.. kimlerin sözü geçecekse ciddi ve ivedi görevler düşüyor..

Tabii hekimlerine de.. Hem insani hem de profesyonel kritik sorumlulukla..

Ülkenin tepe yöneticisinin ruh ve beden sağlığının tam anlamıyla yerinde olması kaçınılmazdır ve bunu istemek de yurttaşların en doğal hak ve ödevidir.
Sağlık verileri “Yurttaş Recep Tayyip Erdoğan” ın özelidir; anayasal-yasal kimi ayrıklarla (istisnalarla).

Ama “Başbakan RT Erdoğan” ın sağlık verileri asla O’nun kişisel özeli değil,
herkese açık kamusal veridir. Bunları bilmek istiyoruz. Başbakanın sözde ileri demokrasisi kendisinin olsun fakat normal demokrasi bağlamında bir açıklık istiyoruz.

Başbakanın sağlığı nasıl?
Saklanacak birşey yoksa, neden raporlar saydamlıkla açıklanmaz??

Sevgi ve saygı ile.
30.10.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HUKUK DEVLETİ DEĞİL Mİ  ??

Sayın Başbakan;

 

29 Ekim 2012 günü Ankara / Ulus’ta düzenlenen Cumhuriyet toplantısını “İllegal kuruluşların düzenlediği alternatif Cumhuriyet kutlaması” olarak nitelendirmiştir.

Ulus’taki Cumhuriyet toplantısına katılan 40 sivil toplum kuruluşunun hiçbiri hukuk dışı kurulmuş veya hukuk dışı faaliyet gösteren kuruluşlar değildir. Bu kuruluşları illegal olarak nitelemek, hukuk kurallarına aykırı faaliyet içinde olması halinde T. C. Adaletinin verebileceği bir karardır. Eğer T. C. bir hukuk devleti ise, bu kuruluşları hukuk dışı ilan etmek hiç kimsenin yetkisinde olamaz.

Başbakan bu kuruluşları kendi düşüncesine uygun olmadıkları için illegal örgüt olarak niteliyor ve hedef gösteriyorsa da bu ülkede demokrasiden söz edilemez.
Mustafa ACER

2012/10/30 mustafa <macer@ttmail.com>

 

Atatürk Cumhuriyeti ve İzdüşümü

Atatürk Cumhuriyeti ve İzdüşümü
(Cumhuriyet gazetesinin başyazısı, 29.10.23) 

Büyük Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bugün 89’uncu yılını kutluyor.

Ancak Cumhuriyetin, Kemalizm ilkelerine dayalı bir yaşam biçimi oluşundan rahatsızlık duyanların çarpıtmaları, artık onu geriye götürmeye niyetlenenlerin katkısıyla yaşama geçirilmek istenmektedir.

Tek ulusal bayram olan Cumhuriyet Bayramı ve ulusça kutlanması gereken önemli yıldönümlerinin “halktan kopuk kutlandığı” iddiası ile değiştirilmeye kalkışılması ve sonunda da halkın kutlama coşkusuna yasak getirilmesi geriye gitme niyetinin somut bir göstergesi olmuştur.

89’uncu yılında Cumhuriyetin durumu şudur    :

Cumhuriyetin “Atatürk Cumhuriyeti” olarak anılmasından doğan rahatsızlık her geçen gün biraz daha ortaya çıkmaktadır. Anayasadaki “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” nitelemesi bir süreden beri yalnızca kâğıt üzerinde kalmış ve neredeyse uygulamadan kaldırılmıştır.

Siyasetin yönetimce uygulanmasını tek kişinin tercihlerine bırakan bir demokrasi anlayışı hâkimdir. Laiklik ilkesi dinsel kuralların öne çıkarılması ve yaygınlaştırılması girişimleriyle örselenmiştir.

Sosyal yapı, tüm yurttaşların gönenç ve erinç içinde yaşamalarını sağlamak yerine belirli grupların sorunlarına çözüm üretilmesi için yeniden düzenlenmektedir.

Hukuk ise uluslararası ilkeler yerine siyasal iktidarın tercihlerine göre yapılandırılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bu durumu açıkça belgelemektedir.

Şikâyet edilen özel mahkemelerin görevde bırakılmasıyla daha da garipleşen yargı sistemi, salt vicdani kanaate dayalı bir ceza yargısı oluşturmuş, düşman yargı sistemi olarak nitelendirilen bu sistem, tutuklulukları ceza infazına dönüştüren ve her yurttaşı “terörist” konumuna indirgemeyi olanaklı kılan bir duruma gelmiştir. Çok sayıda gazeteci, asker, bilim insanı ve öğrenci iki bayramı da hapiste kutlamıştır.

Uygulanan dış politikanın ülke çıkarına olmayışı ile eğitim sisteminin düşürüldüğü düzey de Cumhuriyete yeni bir içerik kazandırmayı amaçlayan girişimlerin başkaca somut örnekleridir.

Cumhuriyetin ilanına ilişkin teklifin görüşüldüğü komisyonun sözcülüğünü yapan Yunus Nadi, Atatürk’ün önerisi ve adını koymasıyla gazeteniz Cumhuriyet’i yayın hayatına sokmuştu.

Amacını da Cumhuriyet’in ilk sayısına (27 Mayıs 1924) yazdığı başyazıda açıklamıştı:

“Cumhuriyet, yalnız Cumhuriyetin bilimsel ve yaygın anlatımıyla demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi fikir ve esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir. Cumhuriyet, Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı ‘aydınlanma’ yolunda, aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir.”

Cumhuriyet bugün de aynı yolda yürüyor.

  • Atatürk Cumhuriyeti bir darboğazdan geçiyor.
  • Ama Atatürkçülerin karamsar ve umutsuz olma hakları yoktur.

Yaşasın Cumhuriyet!

Cumhuriyet

Keman konçertosu : Amour..

Dostlar,

İçimizi ürperten aşk nağmaleriyle bir keman konçertosuna eşlik eden
fantastik bir gezi..

Sanal bir balayı ya da sevgililerin barışma şölenini çağrıştırırcasına..

İlgililerine ithaf olunur..

29 Ekim için çok yorulduk hatta örselendik..
Bu nefis konçerto ile biraz yorgunluk atalım..

Kendi akışında ve sesi açarak..
Lütfen tıklar mısınız..

Keman_koncertosu_amour

Sevgi ve saygı ile.
30.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dünya Bilimindeki Yerimiz…

POLİTİK BİLİM
Aykut Göker
www.ınovasyon.org
hagoker@ttmail.com;
Cumhuriyet Bilim Teknik eki, 28.10.12 

R. Oksay, Scientific American’daki “Dünya Biliminin Durumu”na ilişkin değerlendirmeyi CBT’ye (12.10.2012) aktarmakla iyi etmiş. Biz de bu hafta ülkemizin dünya bilimindeki yerine biraz daha yakından bakalım.

 Dünya Bilimindeki Yerimiz…

Doğa bilimleri ve mühendislik bilimlerindeki yayın sayısı, dünya bilimindeki yerimizi belirleyebilmek için iyi bir göstergedir. Bu konuda TÜBİTAK web sitesinde yer alan üç grafiğe göz atılırsa bunlardan ilkinde, yayın sayımızın, 2000 yılında 6.977 iken 2010’da 28.194’e çıktığı görülür. Sayının 10 yılda dört katına çıkması önemli bir başarı sayılabilir. İkinci grafik, yayın sayısı bakımından dünyadaki yerimizi gösteriyor: 2010 yılında dünya bilim maratonunda, 18’inci olmuşuz. Ancak, üçüncü grafikten görüyoruz ki, yayın sayımız nüfusumuza oranlandığında yerimiz değişiyor ve 18’incilikten 45’inciliğe düşüyoruz.

18’incilik ve 45’incilik ne ifade ediyor; dünya biliminde gerçek yerimiz nedir, onu tam anlayabilmek için, en azından hem bizden önceki hem de sonraki ülkelerin yayın ve bu yayınların aldığı atıf sayılarına bakmak gerekir. Bilemediğimiz bir nedenle TÜBİTAK bu sayılara yer vermemiş. Onun için biz, Scopus® veri tabanına dayanılarak geliştirilen SCImago Journal Rank’in (SJR) iki tablosuna göz atalım.

İlk tablomuz 2010 yılına, ikincisi 1996-2011 yıllarını kapsayan 15 yıllık bir dönemin toplu sonuçlarına ait… Bu tablolarda, yayın sayısı yanında, üç önemli ölçüte daha yer verilmiş: Alınan toplam atıf sayısı, yayın başına düşen ortalama atıf sayısı ve H endeksi…

2010 yılına ait ilk tabloda, Türkiye’nin, yayın sayısı bakımından 18’inci sırada yer aldığı görülüyor. TÜBİTAK’ın 2010 verileri doğrulanmış oluyor. Ancak bu tabloda sıralama yapılırken her bir ülkenin yayın sayısı da verildiği için, Türkiye’nin yerini daha iyi değerlendirebilme olanağını buluyoruz. Gözümüze çarpan noktaları not edelim:

Tabloda ayırt edilebilir 4 küme ülke var:

1. küme, yayın sayısı 100.000 dolayında ve bunun üzerinde olan 6 ülkeden oluşuyor: ABD, Çin, Birleşik Krallık, Japonya, Almanya ve Fransa

2.  kümede, yayın sayısı 40 binlerden başlayıp 70 binlere kadar çıkan 8 ülke yer alıyor: Kanada, İtalya, Hindistan, İspanya, Avustralya, Güney Kore, Brezilya ve Hollanda…

3.  kümedeyse yayın sayıları 20-30 binler dolayında olan 8 ülke yer alıyor:
Tayvan, Rusya Federasyonu, İsviçre, Türkiye, İran, Polonya, İsveç ve Belçika…

Son kümedeyse, bir kısmı 20-10 bin arasında ama ezici çoğunluğu 10 binin de altında yayını olan ülkeler var.

Bu ayrıma bakıldığında Türkiye’nin bilimdeki yeri azımsanmayabilir; ama şimdilik
şu kayıtla: İlk küme bir yana, ikinci kümedekilerle de aramızdaki yayın sayısı farkı azımsanmayacak kadar büyük… Bunların içinde Hindistan, Güney Kore ve Brezilya gibi iddialı ülkeler olduğunu da unutmayalım. Ama asıl kararımızı son 15 yılın toplu sonuçlarını ortaya koyan ikinci tabloyu da inceledikten sonra verelim.

Bu tabloya göre, yayın sıralamasında üç sıra daha geriye, 21’inci sıraya düşüyoruz.

Asıl önemlisi, sıralamayı ‘Yayın Başına Düşen Atıf Sayısı’ ve ‘H Endeksi’ne göre yaptığımızda çok daha gerilere düşmemizdir.

İlkine göre 69’uncu; ikincisine göreyse 37’nci sıradayız.

Bilimdeki düzeyimiz ya da etkinliğimiz açısından kanımızca H endeksi daha da önemlidir. Onun için H endeksiyle ilgili sıralamaya ve bir de üniversitelerimizin
dünya sıralamasındaki yerlerine gelecek hafta daha yakından bakarak dünya bilimindeki gerçek yerimizi ya da nereye doğru gittiğimizi görmeye çalışacağız.

Ama şimdiden birlikte düşünelim: Bir ülkenin dünya bilimindeki yerini belirlerken aslında o ülkenin bilim insanlarının dünyadaki yerini belirlemiş olmuyor muyuz?
Asıl değerlendirdiğimiz onlarsa, o zaman, atıf sayıları ya da buna bağlı endeksler
yeterli mi? Örneğin ‘toplumsal sorumluluk endeksi’ ya da benzeri bir endeks niçin yok?

Doğan Kuban : Bilimin Egemenliği Tek Koşuldur

Prof. Dr. DOĞAN KUBAN
Cumhuriyet
 Bilim Teknik eki, 28.10.12 

Bilimin Egemenliği Tek Koşuldur

Türkiye’de her şeyi politize eden ilkel davranış ve düşünceler güncel söylemin dengesini bozdu. Politikayı tarihten, dinden, sanattan, kültürden ayıramayanlar politikayı da politika olmaktan çıkardılar. Yaratılan kavramsal kargaşada Türkiye bazen bir kavanoz içinde dünyadan soyutlanmış uzay ülkesi gibi görünüyor. Bu kafa kargaşalığı Türkiye kendi iradesi ile yapabileceği şeyleri yapmakta zorlandığı zaman ortaya çıkıyor.

 Bu yazıda dünya ile kesinlikle ortak, fakat gerçekleşmesi kesinlikle bize bağlı o temel sorunlardan söz edeceğim. Bu konularda da karar sorumluluğu politikacılarda olsa bile, temelde içerikleri politik değil. Bunların ikisi kapıya dayanmış iklimsel kriz ve enerji krizi gibi yakın gelecekte ülkeyi sakat bırakacak evrensel gelişmelerdir. Üçüncü bileşen bunlara karşı ülkeyi hazırlayacak bilimsel programların hazırlanmasıdır. Dördüncüsü evrensel politik ortamın bu programın hazırlanmasında oynadığı roldür. Bu etkisi inkâr edilemeyecek ve iplerini Batılıların çektiği, bir kukla oyunudur. 1,5 milyar Müslüman bu söz ve tehdit sarmalının pençesindedir

Müslüman toplumlar 12. yüzyıldan bu yana birikmiş cehaletlerinden kurtulup bilimin kendi geleneklerini korumalarına yarayacak bir kalkan olduğunu öğrenemedikleri için, fakir, cahil ve sonuçta ekonomik olarak bağımlı statülerinden kurtulamıyorlar. Bunu Cezayir, Afganistan, Irak, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye, Yemen, Sudan, Somali bağlamında izliyorsunuz.

Oysa İslam ülkeleri dışında, Hıristiyan ve Yahudi baskısı altında yaşayan toplum pek kalmadı. Batının İslam ortaçağ motiflerini kullanarak Müslüman toplumları kendi içlerinde birbirlerine düşürmek için beyin yıkaması iklim, enerji, fakirlik, cahillik gibi artık ölümcül olan konularda örgütlenmesine engel oluyor. Bu baş eğiş sömürge döneminde kurulmuş büyük bir sömürü sisteminin şekil değiştiren göstergesidir.

TEK DÜNYA VAR

İletişim ve bilgi toplumunun dünya boyutunda örgütlenmesi, uluslararası ticaret ve ekonomik işbirliği, yaygınlaşan geç kapitalist sistemin evrensel bir alışveriş pazarı oluşturması, turizm, internet, sanayi ve ticaretin bilimi yönlendirmesi değişik oranlarda da olsa, tek bir dünya tanımlıyor. Bütün ülkelerin insanlarının birbirlerinden haberdar olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ulusal dillerin, geleneklerin etkisi giderek azalıyor. Bilimsel düşüncenin ve sanayi ürünlerinin paylaşılması bağlamında tek bir dünya var. Dışarıda kalmak olanaksız.

Ne var ki Türkiye’nin aydınları ve politikacıları bu ortaklığın ne gibi koşullar içerdiğini henüz anlamadılar. Bu zorunlu katılımın bileşenleri ithal edilen malla düşünceden oluşan ve toplumları yönlendiren evrensel bir kültür bileşeni.

Otomobil sahibi olmak hayali kurup, bilgisayar, tele-vizyon ve telefon kullanmak, fakat ortaçağda gibi yaşamak, alışveriş merkezlerinde dünyanın bütün markalarını görüp çarşaf ta ısrar etmek olanaksız.

KÖLE OLMAMAK İÇİN

İnsanlar dünyanın parçası olmazlarsa çağlarına ancak köle olarak katılacaklar. Türkiye’de nüfusun yarısını oluşturan 30 yaşından küçük olanları, daha yaşlı kuşaklardan farklı bir dünya vizyonuna sahipler. Onları nasıl bir eğitimden geçirirseniz geçirin, yeni dünyanın üyeleri olacaklar. Okulda Arapça sureler öğrenmeleri onları kendi kuşaklarının evrensel ilişkilerinden koparamaz. İran, Pakistan gibi açık dikta dini dikta rejimleri dışında, Müslüman dünyasındaki gençlerin yaşamını ve ideallerini inceleyin. Gençler iş ve özgürlük için Avrupa kapılarında ölümü bile göze alacaklar, ticaretinizi dünya şirketleriyle ortak kuracaksınız. Yaptığınız işler yabancı dillerde olacak. Türk üniversitelerini İngilizce dilli yapmaya kalkacaksınız. Sonra geleneksel yaşamdan söz edeceksiniz.

Geri kalmışlık ve kargaşalık, bu ikilemlerden kaynaklanıyor. Çünkü yerli kültürün etkili olacağı bir etkinlik alanı kalmadı. Müslümanlar hâlâ bilim ve bilimsel davranışdan bağımsız makine, silah, ilaç ithal ederek yaşanabileceğini sanıyorlar. Böyle bir dünya yok.

Davranışlar bağlamında toplumun çok ağır bir sorunu var: Kendi tarihini, ne yenisini ne eskisini bilmiyor. Cumhuriyetin kendilerini yarattığını da idrak edemiyorlar.

Osmanlı arkasında ne fabrika bıraktı ne de okumuş halk. Cumhuriyetin başında neredeyse hiç fabrikası olmayan bir Anadolu vardı. Bugün ülkenin geliştirebildiği sanayileşme tekstil ve inşaat. Bu ilk çağlardan öteye dokuma ve yapı olarak var olan sanayi. Gerisi, örneğin otomotiv ithal katkılı. Çağdaş uç sanayilerin hiçbiri yok.

Mühendis, fizikçi, kimyager, biyolog, jeolog, matematikçi yetiştirmenin makine ithal etmekten önemli olduğunu bizim toplum bilinçlendiremediği için müşteri olmaktan başlayıp sömürülen bir toplumuz. Amerika’dan sonra da, orantılı olarak, en çok borcu olan ülke.

Yakın geleceği planlamak için iyi yetişmiş bilim adamlarını ve uzmanları yetiştiremezsek, belki ülkenin sonu gelmez ama, bağımsızlığın sonu gelebilir.

Fakat yükseköğretimin bir bölümünü evrensel düzeye çıkarabilirsek iklimsel olumsuzlukları ve enerji krizini karşılayacak uzmanları yetiştirebiliriz.

GELECEĞİ TÜCCAR PLANLAYAMAZ

Küresel felaket senaryolarının, eğer çıkış yolları varsa, ancak bilim adamları bulabilir. Tüccarlar değil.

İklimsel değişmenin insanlığın geleceğini değiştirme olasılığı bilimsel niteliklidir. İklimsel değişim şimdiden Türkiye’yi etkileyen fiziksel olaylardan biri olarak Türkiye’nin birinci temel sorununu oluşturuyor. Türkiye’de tarım can çekişiyor. Bundan sorumluların ya da üniversitelerin ağırlıklı olarak söz ettiğini işittiniz mi? Hollanda bütçesine şimdiden her yıl bir fon koyuyor. Ülkeyi denize karşı koruyan setlerin yüzyıl boyunca yükselen denize karşı yükseltilmesi için..

İkinci küresel sorun çoktan çözüm yoluna girmesi gereken enerji üretimidir. Üstelik ülkenin satın alan bir ekonomiden üreten bir ekonomiye geçmesini sağlayacaktır. Türkiye ise petrol fakiridir. Oysa Türkiye’de bugün kullandığımız enerjinin üç katını rüzgârdan, altı katının güneşten elde etme potansiyelimiz var. Almanya nükleer enerji kaynağını dışladı. Bugün elektrik üretiminin %20’ sini rüzgâr ve biofüel’den elde ediyor.

Biz gazetelerde Taksim’e Osmanlı döneminin en çirkin ve özgün olmayan kışlasını yeniden yapmak, İstanbul’a bir kanal açmak, Köprü yapmak, iki milyonluk İstanbul daha yaratmaktan söz ediyoruz.

İklim ve enerji sorunları Almanya için, Çin için Amerika için neyse, bizim için de aynıdır. Nedense bu konular biz etkilemiyor.

Bu olasılıklara karşı politikacılar, bilim adamlarına baş vurmadan hiçbir program geliştiremezler. Yeteri kadar uzman yoksa onları yetiştirmek devletin görevidir. Yetişmiş uzmanların karar noktalarında bulunması, bundan sonra daha yoğunlaşacak sorunların önceden hesaplanması ülkenin bütün bu ölümcül olabilecek gelişmelere karşı gerekli programı hazırlaması bugünden yarına gerçekleşecek bir konu değildir.

Bilimden ve çağdaştan haberi olmayan toplumun psikolojik bir hazırlık ve uyarlama dönemine gereksinimi var. Üniversitelerle işbirliği yapacak bağımsız araştırma kurumlarına da gereksinme olabilir. Ve de farklı bir kurumlaşma gerekir.

Çok geç kaldığımızın bilincinde olarak akılcı bir yakın gelecek hesabı ve ülkenin yaşamının sürdürülebilmesinin teknik ve sayısal boyutlarının uzmanlar tarafından saptanmasını sağlamak zorundayız. Bu sorunların yanında seçimler, savaşlar, oy hesaplarının ülkenin geleceğinin ikinci, üçüncü derecede sorunlarıdır.

İnanılmaz Güzellikte Fotolar..

Dostlar,

Dostumuz Suna Gürkem hanımefendi lütfetmişler..

Kendilerine çook teşekkür eboçluyuz.

Seyrine doyum olmuyor..

29 Ekim gündemi hepimizi fazlasıyla yordu.

İzleyip biraz gevşemek yerinde olacak.

Lütfen tıklar mısınız ??

inanilmaz_guzel_fotolar

Sevgi ve saygı ile.
29.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net