Günlük arşivler: 27 Ekim 2012

DİNSİZ KAFİR FAMİLYASINDAN AHMET ve MEHMET ALTAN

Dostlar,

Sayın Rıza Güner, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlere yaklaşık 3 yıl önce yazdığı mektubu ulaştırdı. Güncelliğini koruduğunu düşünüyor yazdıklarının.

Görünürde muhataplar, kadim Çetin Altan‘ın “ünlü mü ünlü” 2 oğlu Altan kardeşler de olsa, ben kendi adıma, “kızım sana söylüyorum, gelinim anla..” çıkarımı yapıyorum.

Mektupları paylaşmak istedik.

Sevgi ve saygı ile.
27.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

 

Rıza GÜNER
ALEVİ YAZAR ve DÜŞÜNÜRÜ
4-07-2009,   0536 625 78 06

 

DİNSİZ KAFİR FAMİLYASINDAN AHMET ve MEHMET ALTAN

Ahmet Altan 3-Temmuz-2009 tarihindeki yazısını, en azgın holiganların kafasıyla yazmıştı, insanlık ve uygarlık adına utanç verici fikirler ileri sürmüştü. Aleviliği ağzına alması da, çok iğrenç bir sahtekarlıktı.

Ahmet Altan, demokrasiyi Sünni din adamlarının Türkiye Cumhuriyeti üstünde kuracakları Engizisyon Baskısında arıyordu. Din adamlarının kendi idealleri ve programları olduğuna akıl erdiremeyen “din adamlarının arkasına takılan” 1970’lerdeki İran’ın aydınları gibi düşünüyordu. Onlar; “Şah giderse demokrasinin geleceğini,” sanacak kadar ahmakça, budalaca ve aptalca düşünmüşlerdi..

Şah gidince demokrasi yerine din adamları gelmiş, kendi ideallerini gerçekleştirmeye ve kendi programlarını uygulamaya başlamışlardı. Bu nedenle; ayaklarına köstek olabilecek Ahmet Altan gibi adamları herkesten önce astılar, kurşuna dizdiler ya da kör bıçakla kestiler. Demokrasi rüyası korkunç bir kabusla bitti.

Ahmet Altan gibi demokrat kişiler, köprüyü geçtikten sonra; hiçbir davanın adamı olmayan üçkağıtçılar olarak muamele görürler. Sünni din adamları, böyle adamlara,
bir düşünme zamanı tanımazlar. Ya bir duvarın önüne çekerek, ya bir ağacın altına götürerek, ya boğazına çöküp yere yatırarak olduğu yerde işlerini bitirirler…

Bugün ne diyor Ahmet Altan?..

“Dindarlar yobaz,
Aleviler mum söndü yapan ahlaksız,
Kürtler bölücü,
Solcular hain gösteriliyormuş…”

Bunu da “Oligarşik Cumhuriyet” yapmışmış…

Cumhuriyet, Ahmet Altan’ın deyimiyle Oligarşik Cumhuriyet, dindarlara yobaz demek şöyle kalsın, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile herkesi dindar yapmaya çalışmış, istisnasız bütün Sünni din adamlarına itibar, mevki, unvan dağıtarak hazineden beslemiş ve hatta devlet memuru yapmıştır.

  • İmam Hatipliler ve İlahiyatçılar adıyla YENİ İKİ DİN ADAMI SINIFI YARATMIŞ, Diyanet İşleri Başkanlığı adıyla dünyanın en büyük Halifelik Örgütünü kurmuştur.

Bundan sonra Sünni din adamlarının kendi ideallerini gerçekleştirmeye, kendi programlarını uygulamaya çalışmaları, eşyanın doğası gereğidir.

Sünni din adamlarının, “önce; Kıyamete kadar sürecek bir din ve mezhep davaları var!.. Sonra; bu dava için zorunlu idealleri ve siyasi programları var… Sistemin zayıflıklarından yararlanıp güç kazanmaları, en büyük siyasal güç olmak için çalışmaları hakları.. En büyük siyasal güç olduktan sonra ideallerini gerçekleştirip siyasal programlarını uygulamaları doğal. Kimseye; “sen  elindeki gücü kullanma, benim zayıflığımı değer haline getiren bir demokrasi kur ya da benim zayıflığım 1920’lerdeki Cumhuriyeti savunmamı gerektiriyor, ona göre hareket et!… Kendi ideallerini gerçekleştirme, kendi programını uygulama..” diyemezsiniz.

Ahmet Altan, Sünni din adamlarından şunları yapmalarını bekliyor:

Oligarşik Cumhuriyet’i tasfiye etmelerini…

Oligarşik Cumhuriyet, tasfiye edildikten sonra da;

– “Ben Kürdüm diyen bir Cumhurbaşkanı,
– ben Aleviyim diyen bir Başbakanımız,
– Cuma namazlarını kaçırmayın diyen bir Genelkurmay Başkanımız…”
olmakla kalmayacak,
– “ben Marksistim” diyen bir meclis başkanımız olacakmış…

Azınlığın sultası sona erecekmiş…

Ahmet Altan’ın kafası, Sünni Yezitçi din adamlarının demokrasiye aykırı bir şey yapacaklarına ermiyor… Alevilere, “Rafızi ve dinsiz kafir,” denildiğini, Marksistlerle, Ahmet ve Mehmet Altan gibilerin; “Ateist dinsiz kafir” diye damgalı olduğunu bilmiyor. Sünni Yezitçi Siyasal Sistemin yalnızca Müslüman dediği Sünnilere yaşama hakkı tanıdığını, İran Şiileri ile Vehhabi’lere bile “bidat ehli diye” sert ve hoşgörüsüz davranmayı emrettiğini hayal bile etmiyor. Hırıstiyan ve Yahudilere “Kitaplı Kafir,” denildiğini, diğer dinlerin mensuplarının “Kitapsız Kafir!” diye damgalı olduğunu aklına getirmiyor. Hitler’le Musollini’nin zulüm ve zorbalıkta; Yezitçiliği örnek aldığını hiç düşünmüyor… Sünni yezitçi din adamlarının, demokratlığından hiç kuşku duymuyor; böylece, kendisi de demokrat oluyor!

Ahmet Altan’ın Sünni Yezitçi din adamlarının demokrasi kuracaklarına inanan kafası benim aklıma, Kazak Abdal’ın bir şiirini getirdi :

  • Eşeği saldım çayıra 
  • Otlaya karnın doyura 
  • GÖRDÜĞÜ DÜŞÜ HAYIRA 
  • YORANIN DA  …

Batıda, Cumhuriyet Sisteminin iki büyük temel hatası olduğu, biri İyi’nin Kötü’ye üstünlük kuramadığı, diğeri devletin gerçek bir sahibinin olmadığı, Fransa ve Amerika’daki iç savaştan sonra kabul edildi. Sistemin hata ve yanlışları, 1870’den itibaren, Balzac’ın eleştirileri doğrultusunda düzeltildi. Demokratikleşme de bu düzeltmenin eseri oldu.. Türkiye ise; Cumhuriyet’in 1789’daki hatalarına İslam Ülkeleri’nin hatalarını ekleyerek, başörtüsü seviyesinde Engizisyon baskısı altında kaldı.

Batıda Rönesans ve Reform Hareketleriyle, Hırıstiyan Engizisyonu yenilgiye uğratılmış, ruhban sınıfının gücü kırılmış, Engizisyon faaliyetinde bulunmanın koşulları ortadan kalkmıştı.

Kemalizm; Engizisyonu, eğitimle, aydın din adamı yetiştirmekle, düzeltilecek bir cehalet hali sanmış, diğer yanlışlarıyla birlikte kuvvetli olanı haklı çıkaran bir sistem öngörmüştür. Bu nedenle, iyi kötüye, üstünlük kuramamış… Eline bir güç geçiren her kişi, kendini başkalarından üstün tutmuş, eşit ve özgür insan olmanın düşmanı olmuştu..

Ahmet ve Mehmet Altan’ı medyaya salanlar, “Kemalizm’in kuvvetliyi haklı çıkaran özelliğinden yararlanarak,” dünyanın en büyük Halifelik örgütlerini kurmuşlar, dünyanın en büyük Halifelerini yetiştirmişler; yalnızca oligarşik Cumhuriyeti (!) değil, Afganistan’daki Talibanlar gibi bütün uygarlığı yok edecek korkunç bir güç kazanmışlardı.

Halifeliğin resmen ilanı için Holiganlara ihtiyaç duyulması; demokrasiden, hukuktan, insan haklarından holiganlar gibi söz etmeyi gerektirmişti  Lafta herkes demokrattı.

  • Ama gazetelerde, hem günah olduğu, hem efendileri  izin vermediği için,
    Alevi bir köşe yazarı yoktu.

Bu nedenle; “Bir Alevi başbakan olacak,” demek, ya düpedüz aptallıktı, ya da buna inanacak kadar aptal Alevi aramaktı… Sünni Yezitçi din adamları, Türkiye’ye demokrasiyi getirirlerse; bir Alevi’yi Başbakan yapacaklardı; ama, demokrasiyi savunmak üzere kurdukları gazetelerde bile Alevi bir köşe yazarına izin vermiyorlardı.

  • Sünni Engizisyonu’nun Ak Partisi, çok titiz bir Sünnileştirme programı izliyordu.

Devlet ve devlet örgütleri içindeki Alevi oranı gittikçe düşüyordu.

  • Aleviler, artık çöpçülük gibi işlere bile alınmayarak %100 Sünnileştirme hedefleniyordu..

Çoğu Ak Partili belediyede, %100 Sünnileştirme gerçekleştirilmiş durumdaydı!..

Medya ise Taraf’tan Cumhuriyet’e kadar, oto sansür yoluyla %100 Sünnileştirmeyi gerçekleştirmiş, Engizisyon Cellatlığına kendiliğinden soyunmuştu.

Ak Parti’nin sözde ve sözüm ona demokrasi programı, devlet ve belediye personelini, önce Sünnileştirmekle, Sünnileşmiş personele Yezid’in dört mezhebine göre ibadet ettirmekle, Cennet’te mekan sahibi yapmakla, sonra da Halifeliği ilan etmekle sınırlıdır.

Halifelik ilan edildikten sonra; Ahmet ve Mehmet Altan gibi demokratlara artık ihtiyaç kalmayacak, bunlara Cehennem’in dibinde yer bakılacaktır… Başka bir hak ve hukuk tanınması Halifeliğin ideallerine ve siyasal programına aykırıdır.

Halifeliğin ilanından sonra; “Cuma namazını kaçırmayın!..” diyen bir Genelkurmay başkanı olacağına kuşku yok. Bunu söylemekte Ahmet Altan çok haklı.. .Bunu söyleyen bir genelkurmay başkanı olduğu an; bu işin holiganlarına duyulan ihtiyaç ortadan kalkacaktır… Ve Sünni Yezitçi (ya da Engizisyoncu) din adamlarının arkasında demokrasi arayanlara, “halkın iradesine tabi demokratik Cumhuriyeti” daha rahat kurabilmeleri için Cehennemin dibinde yer gösterilecektir.

Hangi demokratik ülkede; askerlik sanatının en yüksek aşamasında örgütlenmiş, kurumlaşmış, eğitilmiş, disipline edilmiş güçlü bir ordu yoktur ?

Hangi demokratik ülkede; vatan toprakları üstünde var olan canlı ve cansız her şeye sahip çıkan bir ordu yoktur ?

Hangi demokratik ülkede; “doğruya doğru, eğriye eğri!..” demeyi ilke edinmiş, “İyi’nin Kötü’ye üstünlük kurmasına yardımcı olan,” bir ordu yoktur?..

Hangi ülkede; orduyu basit, pasif ve etkisiz bir seyirci durumuna düşürmekle demokrasi kurulmuştur?

Ordunun dünyanın en güçlüsü olduğu ABD’de, ikinci en büyüğü olduğu Birleşik Krallık’ta, üçüncü en büyüğü olduğu Fransa’da demokrasinin olmasının hiç önemi yok mudur ?

Halifeliğin yeniden kurulmasının, Ahmet ve Mehmet Efendiler gibi holiganlara ihtiyaç göstermesi, bu işin ustalarının büyüklüğü, yiğitliği ve kahramanlığıdır!.. Buna alet olanların zerre kadar katkısı yoktur. Bu nedenle, demokrasiyi, insan haklarını, Aleviliği öne sürerek Holiganlık yapanlara ödenecek bir diyet borcu asla olmayacaktır.

Holiganların, Alevilikten, Demokrasiden, İnsan Haklarından söz etmesi, yalnızca; bu kavramların içini boşaltmak ve kirletmek içindir. Söz ettiğimiz yazıda, Ahmet Altan, Aleviliğin, Demokrasinin, İnsan Haklarının içini boşaltmış ve bu kavramları kirletmişti.

Sünni Engizisyonuna göre; her şeyi kirleten, elini sürdüğü her şeye pislik bulaştıran, ağzına aldığı her şey haram eden bir dinsiz kafirdi. Halifeliğin ihtiyacı gereği kullanılmasının kendisine zerre kadar yararı olmayacaktı.. Halifelik mücadelesi, Ahmet ve Mehmet Atlan gibi yüzlerce dinsiz kafir kandırmayı gerektirir. Kandırılmak, aldatılmak, aptal yerine konulmak isteyenlerin bu arzusunu yerine getirmek de suç olamaz.

===============================================

Sayın Mehmet Altan,

İslam ülkelerinde, demokrasinin kurulması ne kadar zor ise; Modern ordunun kurulması da o kadar zordur. Çünkü; modern ordu da inançlardan bağımsız bir laiklikle, hatta matematik gerçeklikle kuralların belirlenmesini gerektirir. Bu nedenle; çoğu İslam Ülkesi’nde Modern Ordu da kurulamamıştır.

Osmanlı, 1299’da, batı ülkelerinden bin yıl ilerde olan Aleviliğe göre kurulmuş,
bir “bu dünyanın devleti,” idi… Osmanlı’da, modern ordu bu nedenle kurulabildi.
Türkiye ise; bu dünyanın devleti olamadı… Cumhuriyet döneminin yanlış politikalarıyla her bakımdan gerileyerek, büyük bir cennete adam gönderme bürosuna dönüştü.

1950’li yıllarda; her zengin ‘Müslüman’ın ON DAVA ADAMI yetiştirmesine karar verildi.

1960’lı yıllarda, yetişen dava adamları, Alevilere karşı, “AHLAK MÜCADELESİ,” yapmaya başladılar: Örneğin bir öğretmene uyuşturucu verip bayıltarak penisini kestiler ve “bir erkek öğrencisine tecavüz etmek isterken…” diyerek bugünün belgesi gibi kamuoyuna duyurdular!

Kemal Abbas’ın penisi ile ahlak mücadelesi kazanılmış oldu,”
ve Manevi Kalkınma Seferberliği başladı; özellikle babanız Çetin Altan’a atılan dayaklarla ve “Moskova’ya…” diye koparılan bağırtılarla bu mücadele de kazanıldı; komünistler, sosyalistler, devrimciler de Alevilerle birlikte devlet ve toplum hayatından silindiler.

1980’li yıllara doğru, AĞIR SANAYİ HAMLEMİZ DÖNEMİ BAŞLADI. Yeşil sermaye grupları oluştu, büyük sermaye gruplarının gücü kırıldı, devletin temel çekirdeği değişti. Merkez sağ ve merkez sol partilerin altı oyuldu ve bu partiler, güvenirliklerini yitirdiler.

12 Eylülcü’lerin “gençler ilerci düşüncelerden uzak dursun diye,” dine yaklaşması, “SESSİZ VE DERİNDEN GİTME HAREKETİNİ” doğurdu ve iktidara yürüyüş başladı.

1990’lı yıllarda, sözde, “ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİ’yle” Sünni Yezitçi Halifelik Hareketi iktidar oldu… Ve Halifeliğin resmen ilanı için fırsat kollamaya başlandı.. Ve buna bağlı olarak; Sünni Yezitçi din adamlarının ve Sünni Yezitçi Halifelik Hareketi’nin arkasında demokrasi arayan sizler ortaya çıktınız.

  • Sünni Yezitçi Halifelik Hareketi’nin “demokrasicilik” oynayan sizlere,
    artık ihtiyacı kalmadı.

Demokrasi hayaliniz, Kemal Abbas’ın penisi gibi elinizde kalabilir ..
Ama, gerçekleşme şansı hiç yoktur.
Halifelik Harekatının size vereceği bir değer de…

Bilginize…

2009-07-04

Rıza GÜNER
ALEVİ YAZAR VE DÜŞÜNÜRÜ
536 625 78 06

 

Neo “Şerif Hüseyin” Barzani?!

Dostlar;

Hayrullah Mahmud Özgür‘den müthiş bir yorum :

Neo “Şerif Hüseyin” Barzani?! 

Mutlaka okunmalı..

Sevgi ve saygı ile.
27.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net


Neo “Şerif Hüseyin” Barzani?!

Hayrullah Mahmud Özgür

 

“Biz dünya  medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz.
Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.” 

Başkumandan (Mareşal) Mustafa Kemal Atatürk
http://www.ataturktoday.com/ataturksozleri.htm

Star Wars?!
Eksen Savaşları?!
Acem HAARP’i?!
Avrupa’da derin işsizlik, ekonomik bunalım!?
Yaşlı kıtada Neo Nazi rüzgarları?!
Neo II. Dünya Savaşı süreç’i?!

Bu kapsamda birkaç satır daha…

Osmanlı nasıl parçalandı?!

Bu kapsamda birkaç basit soru: Bugünün; Lawrence’leri kimler?!

Bugünün; Vahideddin’leri, Damad Ferid’leri, Ali Kemal’leri, Dürizade fetvacıları kimler?!

Bugünün ve/veya Neo Milli Mücadele’nin Mustafa Kemal’leri, Mehmed Akif’leri, İsmet İnönü’leri, Fevzi Çakmak’ları, Kazım Karabekir’leri kim ya da kimler?!

Demem o ki: Bugünün Şerif Hüseyin’leri kim ya da kimler?!
Bugünün Kuşçubaşı Eşref’leri kim ya da kimler?!

Demem şu ki: Bugünün hikayesi geçmişte yazıldı.
Bugünün Kuşçubaşı Eşref’leri, o günün Kuşçubaşı’ları gibi değil!
Neo Şerif Hüseyin’leri indirmek için izin istemiyor!

Sözün özü:

Ben Devlet’im!
Ben Millet’im!
Ben Atatürk’üm!
Biz Atatürk’üz.

Kısa ve net mesajımız şudur:

Vatanı bölmek, parçalamak isteyen, “İngiliz casusu”nun uşağı Şerif Hüseyin’in seslendirdiği “Arap Devletleri Federasyonu”nun bir benzeri proce’yi, “Büyük kürt devleti” proce’sini seslendiren Barzani ve tayfasını bir gecede sorgusuz sualsiz indiririz.

“Beş yıldız”lı bir “dünya”nın içindeyiz.
Emir almayız, soru sormayız, emir veririz, ihtiyaç hasıl olursa anında defter düreriz.
Çekilmemesi gereken taşları, büyük satranç tahtasından tek tek çekeriz, düşürürüz.
500 yıllık hesabı bir gecede kapatırız.
İshak Alaton sana söylüyorum, İsak Haleva sen anla!
ANKA.
Nokta.

2013 Şita bağlamında, stratejik aklı olmayan siyasal dincilere 100 puanlık uzman sorusu: II. Dünya Savaşı sonrasında, İsrail devleti kurulmamış olsaydı, Londra tarafından yönlendirilen “Sünni Müslüman” coğrafyave/veya Suudi tarzı devletçikler İngiliz Krallığı’na karşı “cihad” ilan ederler miydi?!

Elcevap: ?!

O halde, soru ortada!

İsrail’e duyulan öfke kadar, Londra’ya da benzer bir öfkenin duyulması gerekmez mi?!

So what?!

Sözün özü: Neo Osmanlı coğrafyasına iliştirilmiş “İsrail” demek, Müslüman coğrafyasının Londra tarafından yönlendirildiğini ayıktırmak için Allah tarafından yapılmış “ilahi” bir uyarı demek!

Peki ya İsrail olmasaydı, Şerif Hüseyin’in torunlarını kim uyandıracaktı, ayıktıracaktı?!

Misal, Abdullah Gül?!
Kraliçe’nin yanında ne işi var?!

Netice: İshak Alaton sana söylüyorum, İsak Haleva sen anla!

ANKA.
Nokta.

Allah isteseydi tüm inanmayanları yok ederdi?!
Yok etmediğine göre bir bildiği olsa gerek!

Bu kapsamda enaniyeti azmış Erdoğan’ın Zerdüşt söylemi hakkında ne düşünmeliyiz?!

a. Allah ile aldatanlardan olmaktansa, saf inanmayanlardan olmak daha evladır.
b. Kul hakkı yiyenlerden olmaktansa, ateist olmak daha evladır.
c. Kula kulluk edenlerden olmaktansa, Allah’ı arayanlardan olmak daha evladır.
d. Hasan Sabbah’ın, Muaviye’nin torunlarından olmaktansa, insan olmak daha evladır.
e. Hepsi.

Sözün özü: Allah isteseydi yok ederdi.
Bakınız, Lut kavminin sonu ve/veya Nuh Tufanı!
Allah ile aldatanlar için “Kıyamet” zaman’ı?!
Nokta.

Kaddafi’yi tokatlamak isteyen yüksek demokrat (!), yüksek delikanlı (!)
Hüseyin Gülerce için birkaç iç gıcıklayıcı soru:

* Abdullah Öcalan neden infaz edilmedi, paketlenip Türkiye’ye teslim edildi?!
* Öcalan’ı asmayıp besleyen düzen, Saddam, Kaddafi, Ladin’i neden assın, infaz etsin?!
* Adı geçen bu isimlerin, kendilerini asmak, infaz etmek isteyen sistem hakkında kozmik sırları olamaz mı?!
* Batı içinden bu isimlerle iş yapan ve/veya bu isimlerden rüşvet alan istihbaratçı, siyasetçi, asker, medya mensubu, işadamı var mıdır?!
* Var ise asmak o kadar kolay mıdır?!
* Saddam, Ladin, Kaddafi öldükten sonra ortaya çıkan çok büyük bir belge var mıdır?!

Kaldı ki, Sarkozy sadece bir mesajdı, belge değil!

Demem o ki: Hayalet başka ölmek başka!

Demem şu ki: BOP’un hayaletleri işbaşında ve kendilerini ‘satan’lardan öç/intikam alacaklar!

Neo Roma’da yaşanan iç HAARP bağlamında, Öcalan’ın elinde kendini astırmayıp besletecek kadar belge, bilgi, arşiv olduğuna göre, diğer isimler hakkında daha derin düşünmek gelmez mi?!

Sözün özü: Bumerang zamanlar.
Nokta.

Ar’sız!?
F’arsız?!
Çalık’ın, Gül’ün küfreden ağzı Engin Ar’sız demiş ki:
Sansür, işten attırma falan yok!
Şöhret olmak isteyen böyle yapıyor!
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2012/10/22/beni-basbakan-mahvetti

Olabilir!
Star’dan bizleri çıkardıklarında da benzer şeyler söylemişti.
Kolpacı olduğu için her daim yazar!?

Demem şu ki: Elma’nın denenmesi yenmesidir.
Çok merak ediyorsa kendini sınayabilir!
RTE ve/veya Gül ya da Gülen’i eleştirsin de akibetini görelim!

Serencebey’in kapısında hela bekçisi yapıyorlar mı yapmıyorlar mı anlayalım?!

Sözün özü: Ardıç, insan zekası ile alay edip Gül’ü, Gülen’i koruyor, Erdoğan’ı övüyor adı altında yeriyor.

Vs.

Ar’sız’a, Kasımpaşalı’dan güz bonus’u!?
http://www.uzmantv.com/vibrator-nedir
Nokta.

Ve.. Son olarak…

Demem o ki: Küresel aks’ta alakart zamanlar?!

2013 Şita bağlamında,

  • Neo Şerif Hüseyin Barzani’nin günahlarının faturasını yüklenecek takkeli/kippalı aranıyor?!

Demem şu ki: DİRİLİŞ?!
Bumerang zamanlar!?

Sözün özü:

“Derin U dönüşü” yaşanan ‘Neo Roma’da ortak menfaat:
Yeniden Atatürk, yeniden Laik Türkiye, yeniden çağdaş Türkiye!

Nokta.

(Hayrullah Mahmud Özgür, 26.10.12)

 

Can Dündar’ı unutmayalım, ne yazmıştı : BU YAZIYI OKUMANIZI İSTİYORUM..

Fotoğraf: BU YAZIYI OKUMANIZI İSTİYORUM..<br />
___<br />
Türkiye’de kaç okul var?<br />
67 bin…<br />
Kaç hastane var?<br />
1220…<br />
Kaç sağlık ocağı var:<br />
6 bin 300…<br />
Peki kaç cami var?<br />
85 bin…<br />
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.<br />
Peki kaç kilise var?<br />
270…<br />
Kaç cemevi var?<br />
100.<br />
* * *<br />
Türkiye’de kaç doktor var?<br />
77 bin…<br />
Peki kaç din görevlisi var?<br />
90 bin…<br />
Türkiye’de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor.<br />
Eğitim-Sen’e göre Türkiye’nin 200 bin öğretmen açığı var.<br />
* * *<br />
Türkiye’de kaç kütüphane var?<br />
1435…<br />
Almanya’da kaç kütüphane var?<br />
11 bin…<br />
Türkiye’nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var?<br />
13…<br />
Kaç kentte kuran kursu var?<br />
81…<br />
Bu kursların toplam sayısı kaç?<br />
3852…<br />
* * *<br />
Türkiye’de 1 opera derneği var; 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var.<br />
Peki kaç tane “cami yaptırma derneği” var?<br />
35 bin…<br />
* * *<br />
İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi ne kadar?<br />
783 trilyon…<br />
Ulaştırma Bakanlığı’nın?<br />
678 trilyon…<br />
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın?<br />
677 trilyon…<br />
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın?<br />
632 trilyon…<br />
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın?<br />
280 trilyon…<br />
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın?<br />
249 trilyon…<br />
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın?<br />
404 trilyon…<br />
Sadece Sünnileri temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi ne kadar?<br />
1.3 katrilyon…<br />
8 bakanlığın bütçesi kadar…<br />
22 üniversitenin toplam bütçesine denk…<br />
* * *<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:<br />
1997′de 66 trilyon.<br />
1998′de 119…<br />
1999′da 180…<br />
2000′de 270…<br />
2001′de 302…<br />
2002′de 553…<br />
2003′te 771…<br />
2004′te 1 katrilyon…<br />
2005′te 1 katrilyon…<br />
2006′da 1,3 katrilyon…<br />
2007′de 2.7 katrilyon…<br />
* * *<br />
Bir ülke, Diyanet’e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay ayırıyor ve bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa, doktordan, öğretmenden fazla imam yetiştiriyorsa, hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden çok Kuran kursu açıyorsa, o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez mi?<br />
[Can Dündar]

BU YAZIYI OKUMANIZI İSTİYORUM..Türkiye’de kaç okul var?
67 bin…
Kaç hastane var?
1220…

Kaç sağlık ocağı var:
6 bin 300…
Peki kaç cami var?
85 bin…
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
Peki kaç kilise var?
270…
Kaç cemevi var?
100.
* * *
Türkiye’de kaç doktor var?
77 bin…
Peki kaç din görevlisi var?
90 bin…
Türkiye’de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor.
Eğitim-Sen’e göre Türkiye’nin 200 bin öğretmen açığı var.
* * *
Türkiye’de kaç kütüphane var?
1435…
Almanya’da kaç kütüphane var?
11 bin…
Türkiye’nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var?
13…
Kaç kentte kuran kursu var?
81…
Bu kursların toplam sayısı kaç?
3852…
* * *
Türkiye’de 1 opera derneği var; 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var.
Peki kaç tane “cami yaptırma derneği” var?
35 bin…
* * *
İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi ne kadar?
783 trilyon…
Ulaştırma Bakanlığı’nın?
678 trilyon…
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın?
677 trilyon…
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın?
632 trilyon…
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın?
280 trilyon…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın?
249 trilyon…
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın?
404 trilyon…
Sadece Sünnileri temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi ne kadar?
1.3 katrilyon…
8 bakanlığın bütçesi kadar…
22 üniversitenin toplam bütçesine denk…
* * *
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:
1997′de 66 trilyon.
1998′de 119…
1999′da 180…
2000′de 270…
2001′de 302…
2002′de 553…
2003′te 771…
2004′te 1 katrilyon…
2005′te 1 katrilyon…
2006′da 1,3 katrilyon…
2007′de 2.7 katrilyon…
* * *
Bir ülke, Diyanet’e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay ayırıyor ve bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa, doktordan, öğretmenden fazla imam yetiştiriyorsa, hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden çok Kuran kursu açıyorsa, o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez mi?
[Can Dündar]

Nadi Evsen’den şiir : SEVGİ

 

*SEVGİ* İnsan’a sevgiyi ikrar getirdik, Adem...
Nadi Evsen 26 Ekim 22:18
*SEVGİ*

İnsan’a sevgiyi ikrar getirdik,
Adem Ata Zahir yazmış adımız,
Ehlibeyt demimiz talib seçildik,
Sevgi dinimiz bizim yola dizildik…

Haydar aslımızı turab getirdik,
Şahımerdan Zülfükar yazmış adımız,
Gerçeğe demimiz şiir seçildik,
Sevgi dinimiz bizim yola dizildik…

Evrensel Haklar’a semah getirdik,
Kırklar’ın Cemine yazmış adımız,
Alevilik demimiz Saltık seçildik,
Sevgi dinimiz bizim yola dizildik…

*Yazan ; Nadi (Hadi) EVSEN*
*Batıni Mahlası ; EVRENSEL HAKLAR*
*Zahiri Mahlası ; Zahir ZÜLFÜKAR*
*Yol Mahlası ; HAYDAR*

Yenisini isterken eldekini tırtıklamak

Yenisini isterken eldekini tırtıklamak

Ali Rıza Aydın
Em. Anayasa Mahkemesi Raportörü 

19 Ekim 2012 günlü soL gazetenin “Dünya anayasayı konuşuyor” başlıklı, Wall Street Journal (WSJ) gazetesi kaynaklı haberinde, demokratik yeni anayasa beklentileri ile bu beklentileri engelleyen iç ve dış koşullar anlatılıyordu. WSJ, yorumcusuna dayanarak, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yılsonundan önce bir anlaşmaya varmasının mümkün görülmediği saptamasını yapıyor ve bu durumun “Türkiye için kaçırılmış bir fırsat anlamına geleceği”ni söylüyordu. Son Avrupa Birliği İlerleme Raporunu çöpe atan iktidar, her halde bu habere sarılacak ve “fırsat kaçmamalı, uzlaşma olmaz ise biz tek başımıza yaparız” tehdidini yinelemeye devam edecektir.

AKP’nin anayasa sahnesinde iki oyun bir arada oynanmaktadır.

Birinci oyun;

TBMM’deki 4 partinin oluşturduğu Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun, temel hak ve özgürlüklerle ilgili maddeler üzerinde yaptığı, soyut ve muhalefet şerhli “at sepete” oyunudur. Oyun, Komisyon üyelerinin, kırka yakın maddede “kim daha özgürlükçü tümce yazacak” çekişmesi içinde, bu günlerde “vatandaşlık” tanımına gelip dayanmıştır.

İkinci oyun ise;

doğrudan AKP tarafından yürürlükteki Anayasa’yı tırtıklama oyunudur.

İkinci Cumhuriyet’in düzeni için, siyasal ve toplumsal alanda hız kesmeyen AKP,
yeni anayasa ısrarına karşın, koşullara göre eldeki Anayasa ile oynamaya da kararlı gözükmektedir. Bu oyun, yenisinden umut kesme ya da yeniyi sürekli koz olarak kullanmadan daha ince daha anlamlıdır ve soyut yazılar yerine, doğrudan uygulamaya yöneliktir; “gereksinime göre anayasa”, “gereksinime göre hukuk” tercihine de uygundur.

İlkin, yerel yönetim seçimlerinin öne alınması girişimi yapılmış, Cumhurbaşkanı’nın önüne gidip dönen Anayasa değişikliği için çözüm yolları aranırken, ardından seçilme yaşının 18’e düşürülmesi önerilmiştir. Bu girişimlere bir de Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), Hakimler ve Savcılar Kurulu gibi sözde “demokratikleştirilmesi” eklenecek gözükmektedir. 2010 yargı operasyonunun, AKP yönünden, seçimlerin denetimini ele geçirmede yeterli olmadığı anlaşılmıştır.

Yerel seçimin öne alınması, ekonomiye ve kış koşullarına bağlanıp, 18 yaş ve YSK’yi değiştirme girişimleri başka ülke örnekleriyle beslenirken, tartışmalar da “teknokrat” söylemine hapsedilmektedir.

  • Sorulması gereken soru;
    AKP’nin bu değişiklikleri “neden istediği”, “neden şimdi istediği”dir.

Geleceğini görmek isteyen AKP ile geleceğinden korkan AKP arasındaki boşluk, şimdilik, ipleri elinde tuttuğuna inanan AKP tarafından tehlikeli derinliklere inmiyor izlenimi vermektedir. AKP’nin her önerisini meşrulaştırmada, -karşı duruşu dikleştiremediği için- biraz farkında, biraz da farkında olmayarak, şöyle ya da böyle destek veren Meclis içi muhalefet ise bu görüntüyü beslemektedir.

Sonuç ortadadır:

  • AKP, “dönüştürme”ye devam etmekte, “son nokta” olarak gördüğü
    yeni anayasayı da çevresini beslemekte koz olarak kullanmaktadır.

Toplum, ne AKP’den ne de TBMM’deki 3 muhalefet partisinden ibarettir.

Yeni bir anayasa da, ne “uzlaşma olmazsa biz yaparız” diyen AKP’nin ne de 3 muhalefet partisinin tekelindedir.

Ne AKP ne de TBMM kurucu iradedir.

Aksi düşünce, 12 Eylül darbesinin komutanlarının “biz kurucu iradeyiz,
bizi yargılayamazsınız” savını destekler.

Toplumu oluşturan -ayrık düşünceli bir kişi bile olsa- herkes, yürürlükteki Anayasa’nın içinde olduğu gibi, yeni anayasanın da içinde olacaktır. Nasıl olacağı konusu, kurulu düzen içinde hiç olmazsa “burjuva demokrasisi”nin içinden çıkan “çoğulculuk” ilkesiyle çözümlenmeli, “çoğunluk” savı içinde tırtıklamaya terk edilmemelidir.

AKP, tırtıklama politikasıyla kendisini de yok etmeye doğru yöneldiğini de göstermiştir. Herkesi ve her şeyi yönlendirip yönetme sevdasındaki AKP tarafından duyulmayan ya da duyulmak istenmeyen toplumsal gerçeğin sesi, AKP boşluğunda sallananlar tarafından duyulsa iyi olur. Yoksa onların yanında sele kapılmaktan kurtulamayabilirler.

  • Bilinmelidir ki, sermayenin ve onların varlığını koşulsuz kabul edenlerin
    razı olduğu kurtarma sandallarına, emekçiler razı değildir.

GİZLİ İŞBİRLİĞİ

E. Amiral Türker ERTÜRK

GİZLİ İŞBİRLİĞİ

Geçtiğimiz Salı günü ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone basınla bir araya gelerek bazı açıklamalarda bulundu ve soruları cevaplamaya çalıştı.

Ricciardone basın mensuplarına “Türkiye’ye terörle mücadelede işbirliği konusunda yeni bir öneri getirdik. Usame Bin Laden operasyonunda da kullanılan yöntemleri paylaşmayı önerdik……Biz daha yakın şekilde çalışmaya hazırız. AKP hükümetiyle yaptığımız gizli çalışmalara girmeyeceğim.” dedi.

  • ABD’nin PKK ayrılıkçı terörünün bitirilmesi için Türkiye’ye samimi bir teklif getirmesi ve bu mücadelede Türkiye’nin yanında olmasının imkan ve ihtimali yoktur.

Yakın tarihimiz bunun sayısız örnekleri ile doludur. ABD’nin bu teklifleriyle niyeti, Türkiye’yi oyalamak ve kandırmaktır. Bugüne kadar PKK konusunda ne yaptıysa şimdiden sonra da aynısını yapmayı planlamaktadır.

PKK, ABD’nin operasyonel silahıdır !

1999’da Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Türkiye’ye teslim edilmesinden itibaren sürdürülen politikalarla PKK, ABD’nin operasyonel silahı haline gelmiştir. ABD’nin Ortadoğu’ya ve Türkiye’ye yönelik planlarının gerçekleştirilmesinde PKK ABD lehine top koşturan önemli bir oyuncudur. ABD işi bitene kadar bu oyuncunun yok olmasına asla müsaade etmeyecektir.

  • PKK terörünün bataklığı Kuzey Irak’tadır

Türkiye’nin yapması gereken birincil iş bu bataklığı yok ederek kurutmaktır. Fakat ABD bugüne kadar bunu bazen oyalayarak bazen de diş göstererek engellemiştir.

21 Şubat 2008’de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ağır kış şartlarında Irak’ın kuzeyine PKK terör yuvalarına karşı hava harekatı ile de desteklenen bir kara harekatı başlatmıştır. Fakat harekat hedeflerine ulaşmadan ABD’nin baskısı ile 29 Şubat 2008 tarihinde TSK’ya bağlı birliklerin Türkiye sınırları içine dönmesi ile son bulmuştur.

Çünkü ABD PKK varlığının Kuzey Irak’tan yok edilmesi tehlikesi belirdiğinde duruma müdahale etmiş ve harekatın sonlanmasını sağlamıştır. İşin acı tarafı ABD baskısını Türk halkından gizlemek amacıyla yapılan “Harekatın süresi önceden belliydi” açıklamasının TSK’nın en tepesinden yapılmış olmasıydı.

ABD, PKK’ya yardım etmiş ve etmektedir

ABD, bölgeye ve Türkiye’ye yönelik siyasi hedeflerinin gerçekleşmesi için kullandığı ve kullanmaya devam ettiği PKK’yı aynı zamanda aktif olarak da destekledi ve desteklemeye devam ediyor. Bu konuda da sayısız örnekler var. Saddam döneminde Irak’ta 36. paralelin kuzeyinde Çekiç Güç kapsamında denetleme görevi yapan ABD’ye ait uçak ve helikopterlerin PKK’ya yardım malzemesi attığı ve istihbarat desteği verdiği belirlendi ve ABD ilgililerine de anlatıldı. Cevap; yalan dolan, yanlış anlaşılma feşmekan.

ABD yalnızca şehitlerimizin sayısı çok arttığında mahdut hedefli ve gaz alıcı operasyonlara müsaade etmekte nihai hedefi PKK’yı Irak’ın kuzeyinden temizleyecek operasyonlara bugüne kadar müsaade etmemiştir ve etmeyecektir. Hal böyle iken siz terörle mücadelenizi ABD ile götürmeye kalkarsanız bu ihanet olur.

Sayın Büyükelçi “Biz daha yakın çalışmaya hazırız.” demiş. Esas sorun çok yakın olmaktan kaynaklanıyor, aynı yataktayız zaten. Bu kadar tecavüz yeter, kalkmalıyız artık bu yataktan. Ricciardone sözlerine devamla

  • AKP hükümetiyle yaptığımız gizli çalışmalara girmeyeceğim.” demiş.

Askerler ABD’nin düşmanı, Erdoğan ise dosttur

Bakınız selefi Robert Pearson (2000-2003) 1 Mart 2003 tezkeresinin Meclis’te reddedilmesi üzerine 22 Mart 2003’te Washington’a gönderdiği raporda

“Generallerin tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Kendisine desteğin devamı halinde Türk hava sahasını, kara ve demir yolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir.”
 
şeklinde yazıyor.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin ülkesine gönderdiği bu raporu tam olarak okursak;

  • “Askerler ülkelerinin çıkarları peşindedir işbirlikçilik yapmayı kabul etmemektedirler. Erdoğan ise, eğer O’nu destekler ve askerin tepesine binmesine imkan sağlarsak, ABD çıkarlarına hizmet edeceğine dair söz veriyor.” şeklinde anlamlandırabiliriz.

Sanırım gizli işbirliği bu sözün üzerine inşa edilmiş, bugüne kadar başarı ile götürülmüştür. Silivri, Hasdal ve diğerleri ABD ve Erdoğan arasında varılan bu mutabakatın toplama kamplarıdır.

  • Türkiye, bütünlüğünü koruyabilmek ve terörle etkin bir şekilde mücadele edebilmek için bölge ülkeleri ile işbirliği yapmak zorundadır. 
  • Ülkemizin çıkarları Rusya, İran, Irak ve Suriye ile ortak hareket edilmesini gerektirmektedir.
  • PKK ile mücadelede ABD ile işbirliği yapmak kafaya kurşun sıkarak intihar etmek anlamındadır. Bölge ülkeleri ile itişmek ve düşmanca ilişkiler geliştirmek ise uçurumdan aşağıya atlamakla eş anlamlıdır.
    AKP hükümeti ikisini birden yapmaktadır.

Bunu anlamamak, analiz edememek ve resmi görememek, ya saf olmak, ya kişisel çıkarların esiri olmak, ya da işbirlikçi hain olmak durumu ile açıklanabilir.

Saygılar sunarım.

(İLK KURŞUN, 19.10.12)

Cumhuriyetin öncü mevzisinde olmak!


DOĞU PERİNÇEK

Cumhuriyetin öncü mevzisinde olmak!

AYDINLIK 24 Ekim 2012

Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Birliği’nin 14 Ekim 2012 Pazar günü Berlin’de düzenlediği Milli Anayasa Kurultayı’nı Ulusal Kanal 20 Ekim 2012 Cumartesi günü baştan sona yayımladı. Kurultay’ın canlı yayınında yalnız ilk konuşmacıları dinleyebilmiştik. Bu kez 18 konuşmacının hepsinin görüşlerini öğrenme olanağı bulduk. Ama çok daha anlamlı olan salonun havasıydı.

Berlin’de toplum kürsünün çok ilerisinde

An der Urania salonu ünlüdür. Berlin Türk toplumunun öncüleri, toplantının asıl kahramanlarıydı. Salonu dolduran binin üzerinde izleyici, kürsüdeki konuşmacıların çok ilerisindeydi.

İlerisinde derken tanımlayalım: İzleyici kitlesi, kürsüden daha devrimci, daha cesur, daha kararlı, daha sorumlu ve daha bilinçliydi. Bunu konuşmalara gösterdikleri tavırlardan, alkışlanan görüşlerden, yoğunlaşan duyarlılıklardan ve salondan yükselen taleplerden herkes saptamıştır. Manzara çok açıktı.

Hemen belirtelim, salondaki kitle İşçi Partililer değildi. Arkadaşlarımın verdiği bilgiye göre, salonun hollerinde ve bina önünde 2 binin üzerinde Berlin gurbetçisi toplanınca, İşçi Partililer yerlerini ayakta kalan yurttaşlarımıza verdiler. O nedenle salonda, Berlin’deki gurbetçilerin öncü kesimi diyebileceğimiz işçi önderleri, aydınlar ve öğrenciler bulunuyordu.

Berlin’de salon hangi mevzideydi

Salondaki kitle,

– Türkiye’nin sorunlarını demokrasiye indirgeyen, bağımsızlık ihtiyacını gözardı eden görüşleri desteklemiyordu. Özellikle ABD emperyalizmine karşı kararlı mücadele talep ediyordu.

Laiklik ve aydınlanma konusunda açık ve kesin mücadele yanlısıydı.

– Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet kurumlarının yıkıma uğradığını yoğun bir duyarlılıkla saptıyor ve bekçi tavrını değil, devrimle yeniden kurumlaşma programını onaylıyordu.

– Vatanı ve Cumhuriyeti savunan güçlerin teferruatı bırakıp birleşerek iktidar hedefli bir mücadeleye girmesini ateşli olarak arzuluyordu.

AKP’nin yasadışı olduğu yönündeki saptamaları hararetli olarak onaylıyor;
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül iktidarının yıkılması çağrılarını alkışlıyordu.

– CHP ve MHP yönetimlerinin AKP ve BDP ile birlikte Anayasa yapmalarına şiddetle karşı çıkıyordu.

– Sistem içi çözümlere iltifat etmiyordu.

– Vatan ve Cumhuriyet için fedakârlık, fedailik, kendimizi adama gibi geleneksel devrimci değerlere sahip çıkıyordu.

– Gençlikten umutluydu; Türkiye Gençlik Birliği’ne çok sıcak bir sevgi gösteriyor ve güveniyordu.

Bursa Nutku rüzgârı

Özetle salonda Atatürk’ün Büyük Nutku’nun sonundaki rüzgâr esiyordu. Berlin toplumu, Türkiye’nin içinde bulunduğu “ahval ve şartları” gerçekçi olarak saptamış ve ileri atılmak için gereken fedakârlık ve kararlılık çağrılarına coşkuyla cevap veriyordu.

Büyük çoğunluğu CHP’li, MHP’li ve bağımsız Atatürkçülerden oluşan salondaki kitle,
İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey ve TGB Genel Başkanı
İlker Yücel’in konuşmalarını ayağa kalkarak uzun uzun coşkuyla alkışlayarak,
beklentisini ortaya koydu. Ataol Behramoğlu’nun

  • “Nerde varsa böyle zulüm
  • Çaresi isyan olmuştur”

dizelerinin uyandırdığı coşku, toplumun ruh halini yansıtıyor.

Yine Maltepe Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Zengin’in ABD İstanbul Başkonsolosu’na karşı onurlu duruşunun büyük sevgiyle karşılanması da
dikkat çekiyordu.

Cumhuriyetin öncü müfrezesini örgütlemek

Berlin’deki Urania salonunda toplanan öncüler ile İstanbul ve Ankara Barosu’nun onbinlerce avukatının kararlı yönelişleri, önümüzdeki süreçte Türkiye halkına önderlik etmek isteyen herkes için ders olmalıdır.

Bugün en büyük yanlış, günlük hayhuy içinde ne yapacağını bilmeyen sıradan insanlara göre tavır ve siyaset saptamaktır.

Cumhuriyet bu yıkımdan kurtarılacaksa, ilk önce Cumhuriyetin öncülerinin başına geçmek gerekir. Atatürk de öyle yapmıştır; 1908 devrimcileri de öyle yapmışlardı;
1876 Meşrutiyetini gerçekleştiren Namık Kemaller de öyle yapmıştır.

Bugün kitle kuyrukçuluğuyla yapılabilecek iş, düzene teslim olmaktır.
Büyük kitleyi harekete geçirecek olan, Cumhuriyetin öncü müfrezesidir.

İlk iş o öncü müfrezenin birleştirilmesi ve örgütlenmesidir.

Türkiye Hatay olacak

Bu açıdan Berlin’deki salonda toplanan kitlenin kürsüdeki seçkinlerin ilerisinde olması, çok önemli bir uyarıdır.

İstanbul ve Ankara’nın onbinlerce avukatı da o uyarıyı yapmıştır.

Anketlerde meclisteki AKP, CHP ve MHP’ye sırtını dönen % 60 da aynı uyarıyı yapıyor. Çünkü bu % 60, sistem partilerinden vazgeçmeye yöneldiğine göre, statüko içindeki tavırların o büyük çoğunlukla birleşme şansı olmayacaktır.

16 Eylül 2012 günü Hatay halkının o sistemin duvarlarına hapsolmayan kararlığını da dikkate almak zorundayız.

  • Hatay, öncüdür. Yarın Türkiye Hatay olacaktır.

Bugün Cumhuriyetin öncülerinin mevzisinde olmak ve o öncüleri örgütlemek, ilk yapılacak iştir.

  • Tepesinde AKP’nin oturduğu statüko içinde hiçbir çözüm yoktur.

SİLİVRİ’DEN BAYRAM İSTEĞİ:
Ulusal Kanal Berlin toplantısını sık sık göstermeli.
Ama araya 45 dakika reklam koymadan.

(Son Güncelleme: Perşembe, 25 Ekim 2012 18:34)