Etiket arşivi: Türkçem

ALEVİLER NEYE, KİMLERE DÜŞMAN?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam, mademki Aleviler 72 millete aynı gözle bakıyorlar; dil, ırk, din, mezhep, cinsiyet, servet, makam, bölge… ayırımı yapmadıklarını söylüyorlar. Peki hiç kimseye, hiçbir şeye düşmanlık duymuyorlar mı?

Yanıtlarım kısa, özet olacak:

Aleviler de tıpkı öbür insanlar gibidir. Yemeleri, içmeleri, üretimleri, üremeleri, gerekli olan yaşam ürünlerini elde etmeleri ve tüketmeleri zorunludur. Yalnızca et ve kemikten üretilmiş, sinirleri alınmış, duyguları, fikirleri olmayan edilgen insanlar değillerdir. Bu açıdan, yaratılış, davranış, duygu ve düşünüş olarak tıpkı öbür insanlara benzerler.

Aleviler, bireysel ve toplumsal yaşayışlarında koşulsuz insan sevgisini (hümanistliği) aklı ve adaleti ön plana çıkarmış, “Eline, diline, beline sahip ol” diyerek nefis terbiyesini en önemli ilke kabul etmişler, yaşamlarını ahlak ve adalet ilkelerine göre düzenlemişlerdir. Bu nedenle, Aleviler, mevki, makam, konum, servet, yetki, renk ve cinsiyetlerden bağımsız olarak; yalnızca ve yalnızca, İNSANLIĞA DÜŞMAN OLANLARA, ADALETSİZ ve AHLAKSIZ YAŞAYANLARA KARŞI ya da DÜŞMAN OLABİLİRLER. Ancak Alevilerde cebir, şiddet, kin ve nefret olmaz. Amaçları salt adaleti sağlamak, sevgiyi ve kardeşliği egemen kılmaktır.

Yunus Emre diyor ki :

  • Adımız miskindir bizim
  • Düşmanımız kindir bizim.

Son diyeceğim o ki; Aleviler ırka, dile, dine, mezhebe, inançlara, renklere, cinsiyetlere, yani biyolojik ve kültürel farklılıklara dayalı düşmanlıklar gütmezler. Bu tür doğal farklıkları ötekileştirme konusu yapmalar. Ama İNSANİ, AHLAKİ ve HUKUKSAL DEĞERLERE uymayanlara ve adaletsiz yönetimlere tepki gösterir hatta isyan bile edebilirler. Tarihte siyasal iktidarlara isyanların bolca örnekleri vardır. Örneğin Baba İlyas Horasani ve Şeyh Bedrettin isyanları önemli iki tarihsel örnektir.

Alevilik öz olarak sevgi, adalet, eşitlik ve kardeşlik üzerine bina edilmiştir

Aleviler için dindar olmak ve ibadet etmek amaç değil, iyi insan olabilmek için birer araçtır.

Aleviler açısından temel alınan değerler ötekileştirmeler, ayrımcılıklar ve düşmanlaştırmalar değildir.

Tersine sevgi, barış, dostluk, kardeşlik, adalet, paylaşım ve dayanışma içinde kalarak, insan odaklı hümanist (insansever) ve demokratik bir toplumsal yapı içinde ortaklaşa yaşayabilmektir.

Bu nedenle Cumhuriyete ve laikliğe dört elle sarılırlar.
Aleviler için doğuştan, fıtrattan gelen ya da kültürel olarak aileden kazanılan biyolojik ve kültürel farklılıklar bir ayrılık ve düşmanlık nedeni olamazlar.
Her gerçek Alevi bunun bilincindedir.

Gerçeğe hü!!!” demek, gerçekleri koşulsuz kabul etmek demektir.
=====================================

ÜLKEM ve TÜRKÇEM

Can Türkiyem, ÖZ vatanım, canımdır.
Güzel Türkçem, SÖZ vatanım, kanımdır.
Yad-yabancı yerler, diller, incitir,
Vatan ve dil; aklım, ruhum tenimdir.

DİL DEVRİMİ

DİL DEVRİMİ

portresi

 

Ahmet GÜREL
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

 

 

Ülkemizde “Kurtuluş Destanı”nın gerçekleşmesinin ardından yapılan en büyük devrim “Yazı Devrimi” olmuştur. Yıl 1928, Türkiye’de okuryazar oranı %5-10 arasında… Birilerinin söylemiyle ülke yazı devrimi ile karanlığa karışır. Toplumumuzun ne kadarının
o tarihte karanlık olduğunu, Atatürk’ün, 9 Ağustos 1928 günü, Sarayburnu Parkı’nda yaptığı konuşmadan öğrenelim:

  • “…Bir ulusun, bir toplumun %10’u okuma yazma bilir, % 80’i bilmez türdendir, bundan insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış bir ulus değildir; övünmek için yaratılmış, tarihini övünçlerle doldurmuş bir ulustur. Ama ulusun % 80’i okuma-yazma bilmiyorsa bu yanlış bizde değildir. Türk’ün öz yapısını anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık geçmişin yanlışlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Yanlışları düzelteceğiz. Yanlışların düzeltilmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir. Ulusumuz yazısıyla, kafasıyla bütün uygar dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.”
Atatürk, Türkçeyi nasıl değerlendirdiğini bir konuşmasında şöyle belirtmektedir:
  • Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği bunca tehlikeli durumlarda, ahlâkının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının, özetle, bugün kendi ulusallığını yapan her şeyin dili aracılığıyla korunduğunu görüyor.
    Türk Dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”

1928 yılında, “Dil Kurulu” ve 1931 yılında da “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” kurulmuştur. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayında toplanan “Birinci Türk Dil Kurultayı” 26 Eylül 1932′de gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle “Türk Dil Kurultayı”nın ilk toplantı günü olan 26 Eylül günü, ülkemizde, “Türk Dil Bayramı” olarak kutlanmaktadır.

Ülkede bu gelişmeler olurken, neredeyse tamamı okuma yazmaya layık görülmeyen ve yüzyıllarca kul olarak yaşayan halk için ne yapılıyordu? Mevcut “Türk Ocakları” ve ardından kurulan “Halk Evleri”, 1928–1935 arasında, kent ve köylerde toplam olarak 1.376.074’ü erkek, 729.818’i kadın olmak üzere toplam 2.105.892 yetişkini okuma – yazma kurslarına almıştır.

17 Nisan 1940 günü, Köy Enstitüleri Yasası kabul edilmiş ve “Köy Öğretmen Okulları”, “Köy Enstitülerine dönüştürülmüştür. 1949 yılına dek açılan “Köy Enstitüsü” sayısı 21’e ulaşmıştı. 12 (AS: 14) yılda: 18.000 Öğretmen, 2.000 Sağlık Memuru ve 8.000 Eğitmen yetiştirmişti. Ne yazık ki 1952’de (AS: 1954) aydınlanma karşıtlarınca “Köy Enstitüleri” öğretmen okullarına dönüştürülmüştür.

“Türk Dil Bayramı”ndan korkanlar, “Köy Enstitüleri”nden korkanlar, yani Aydınlanma karşıtları ülkeyi tekrar kara günlere sürüklemişlerdir. Bu aymazlar, Anadolu’da 600 yıl önce hüküm sürmüş Karamanoğlu Mehmet Bey’i de bilmezler mi? Karamanoğlu Mehmet Bey, divanda konuşulan ile halk arasında konuşulan dilin birbirine uymadığını görerek,
bu ayırımı ortadan kaldırmak ve ülkenin her yerinde Türkçe konuşulmasını sağlamak üzere 13 Mayıs 1277’de yayımladığı fermanında şöyle buyurmuştur;

  • “Bugünden Sonra, Divan’da, Dergâh’da, Bergah’da Meclis’te, Meydan’da Türkçeden başka Dil konuşulmaya ve defterler dahi Türkçe yazıla.”
  • Bütün bunların dışında, önemli olan bir başka nokta da, kurucusu olduğu kurumların kendinden sonra da çalışmalarını sürdürebilmeleri için Türkiye İş Bankası’ndaki parasının ve paylarının yıllık gelirlerinin, kimi kişilere verilecek aylıkların dışındaki büyük bölümünün Türk Tarih ve Dil Kurumları arasında bölüştürülmesini dileyen Atatürk’ün Vasiyetnamesinde hiçbir önkoşul koymamasıdır. Gerçekten de O’nun, ölümünden “66” gün önce kendi özgür kararı ile düzenleyip 5 Eylül 1938’de Beyoğlu VI. Noterliği’ne teslim ettiği Vasiyetname’sinin 6. maddesinde şöyle denilmekteydi:

“Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına
tahsis edilecektir. K. ATATÜRK.”

Bu ülkenin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü biraz anlayabilseydik, Devrimlerinin gerçek izleyicisi olsaydık, ülkede Türkçe konuşmayan kalmayacak ve ana dilde eğitim gündeme gelmeyecekti.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’nın “Türkçe Katında Yaşamak” şiirinin son kıtası ile
yazımızı sonlayalım:

Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak … ki yüce atalar, bir al … ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım