Etiket arşivi: TEK PARTİ DEVLETİ

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN : Çizmelerimi çıkarayım mı?

Çizmelerimi çıkarayım mı?

Çizmelerimi çıkarayım mı?
Soma faciasından sağ kurtulan işçi Murat Yalçın, Türkiye’nin hafıza ve yüreğine,

– “Çizmelerimi çıkarayım mı?.. ..sedye kirlenmesin…” sözleri ile kazındı.

Soma faciasının yıl dönümündeyiz (AS: 2. yıl!).  Sarılamayacak, onarılamayacak büyük acıların üzerinden yılları deviriyoruz. Hamasetin ve dayatmanın öne geçtiği, büyük egoların yarıştığı siyaset, insanı ve insana dair her şeyi unuttu. İşçinin devlet ve devlet malını kendi canından öte görüşü kadar, kendi canının değerli olduğunu hissettirmeyen sistemi ifşa eden o sözlerden hepimiz nasıl da etkilendik… 301 işçimizi kaybettiğimiz faciadan kurtulan işçimizin hepimize verdiği insanlık dersi, insan ve haklarını anlatan tüm kaynaklardan daha etkili ve “her şey insan içindir, insanca yaşamak içindir” düşüncesini öne almamız için bir fırsattı.

Ne facia, ne de işçimizin insan odaklı düşünceden ne denli uzaklaştığımızı düşündürten sözcükleri etkili olmamış ki; her geçen gün biraz daha toplum ve sorunlarına odaklı yönetimden uzaklaşıyoruz. Kişi odaklı kurumsal yapılaşmanın önünü açmaya ve bir kişi üzerinden tanımlanacak bir rejim arayışını meşrulaştırma çabalarına girişenlerin işi hiç kolay değil aslında. Kimi Amerika’dan, kimi Fransa’dan, kimi kendimize özgü bir sistemden söz ederken, ne kadar zorlanıyorlar. Bir kişi yerine, hepimiz için düşünseler ne kadar kolay olacak işleri…

* Ne zor, ne yaman bir görev birisine yaranmak ve bu sayede bir yer edinmek, tutunduğu yerde kalabilmek, daha iyi bir yer beklentisiyle biat etmek…
Örnek verdikleri ülkelerin insan hakları karnesi ile Türkiye arasındaki derin farkları görmezden gelmeleri, gelir dağılımı adaletsizliğinin katlanarak arttığı yoksullaşan bir ülke olduğumuz gerçeğini atlamaları ne ironik… Tek kişi otoritesini meşrulaştıran bir sistem kurmayı yaşamsal temel sorunumuz gibi göstermeye çalışmaktalar. Oysa temel sorun, kurumsal geleneklere tutunarak gelen bir iktidarın her geçen gün, etki alanını genişleterek parti devlet bütünleşmesi yaratarak, tek parti devleti inşasını, tek kişiyi geniş yetkilerle donatarak yapmaya kalkışmasıdır. Bu, rejime karşı bir kalkışmadır.
* Yeni anayasa yapmaya kalkışmak, anayasa ihlalini meşru kılmaz.
Kendilerini getiren kurumları yok sayanlar, meşruluklarının dayanağını ortadan kaldırmış olmazlar mı? Bir işçi kurtulduğuna sevinmek yerine, çizmelerini çıkararak devleti korumayı düşünüyorken, birileri de; bir kişiye tüm yetkileri devrederek devleti bir kişiye nasıl giydiririz diye  düşünmekte…
Devlet hepimizin ve hepimiz için diye biliyorduk bugüne kadar. Bir parti ve kişiye ait değildi. Yapılan ve söylenenlere bakarak şimdi tek bildiğimiz başkancı sisteme geçişe mecbur edileceğimiz. Başka alternatif yok!… Neo-liberal politikaların ilerletilişinde kullanılan meşhur sözcük.

Türkiye’de, dayatılanın meşrulaştırılmaya çalışılması üzerinden rejim dönüştürülürken, kurumsaldan kişisele doğru bir tercihin, kurulacak sandıklardan çıkan sonuçla bile inandırıcı olmayacağını hepimiz biliyoruz.

Tek kişide tüm yetkilerin toplanması ve laiklikten bu yolla vazgeçilmesi,

toplumsal ve siyasal muhalefetin kıskıvrak bağlanmadığı, özgür iklimde yapılacak bir oylama ile mümkün olabilir miydi? Ülkede iktidarın değiştirilebilmesi olanağını bırakmayan baskıcı ve tasfiyeci süreci  sorgulamak yerine;

* “Herkes başkancı sistem istiyor, yeni anayasa yapılacak ve mevcut kişi başkan olacak” dayatması ile rejimin dönüşümünü hızlandıranlar ve dönüşüme destek olanların da vebali  büyük. Tıkanma yaşanınca, bulunan

– partili Cumhurbaşkanı
formülü, demokrasiden vazgeçmenin ilanıdır.

Bunu savunanların artık demokrasiye ilişkin tek bir sözü olamaz.

Cumhurun başı, herkese eşit uzaklıkta olmalı, belli bir kesim ve/veya zümreyi temsil etmemeli… Kendisini hiçbir kurum ve kişiden üstün görmemeli… Parlamentodaki çoğunluk ve tasfiye edilmiş, operasyon geçirmiş, geçirmekte olan dağınık muhalefet olmasa, Türkiye’de iktidar olanın böyle bir keyfiyeti olabilir miydi? Süreç içinde bir biçimde güçlenip, çoğunluktan dolanarak, sinmiş muhalefetten, hatta desteğinden medet umarak parti ile devlet bütünleşmesini (işlerine gelmediğinde tanımadıkları) anayasa üzerinden değişiklikle meşrulaştırarak, demokrasiyi gelmemecesine gönderilmesine aracılık etmekteler, Türkiye’ye özgü bir sistem bulmuş gibi kurumlar ve işlevlerini çarpıtanlar.

* “İnsanlar demokrasi kurallarını uygulamaya kararlı oldukları takdirde,
şimdiki siyasal kuruluşların boşluklarından ileri gelen güçlüklerin hiçbiri çözümlenemez değildir. Bütün sorun, bugün iktidarda bulunan kişilerin böyle bir iradeye ya da
iyi niyete sahip olup olmadıklarıdır.”

Bu sözler bana değil, Prof. Maurice Duverger‘ye ait. Bugün Türkiye’de; Başbakanı ne yapacağız, nerede eriteceğiz, nasıl düşük bir profil bulacağız da, Meclisteki sandalye üstünlüğü ve medya desteği ile fiilen oluşturulan başkancı sistemi, daha güçlü hale getireceğiz çabaları yerine; demokrasiyi nasıl güçlendirebiliriz, yurttaşın özgürlük alanını nasıl genişletebiliriz, “yurttaş kendi canını devletten daha az değerli bulmasın, devlet yurttaş için var güvencesi içinde yaşasın” çabalarının olması gerektiğini özetle anlatmış Duverger… Oysa bizim yurttaşımız, devletin canı, malı, güvenliği, huzuru, refahı için var olduğunu bile bilmiyor…

“İnsanlar demokrasi kurallarını uygulamaya kararlı oldukları takdirde…”
bizde kararlılık yalnızca Başkancı sistem üzerine, bu uğurda demokrasiden, haklardan, özgürlüklerden, muhalefet etme reflekslerinden vazgeçer duruma gelmişiz. Öyle ki; TOBB toplantısında, iktidar muhalefet çatışmasında, Birlik başkanının kendisine ve/veya temsil ettiği tabana ait görüşlerini açıkça söylemek yerine, “Muhalefet bizim işimiz değil” deyişi ile toplumsal muhalefet  alanındaki güçsüzlüğü vurgulaması, içinden geçtiğimiz baskı sürecinin de özeti. Bu sizin işiniz diyor, Kılıçdaroğlu’na, demokrasiyi sahiplenmek yalnızca siyasetin işiymiş… Toplumsal muhalefetin güçlü olmadığı yerde siyasal muhalefet ancak Meclis’e sıkışıp kalır, bunun bile farkında değiliz…

Acılı yıldönümde, bize insanı, insanlığın önemini anımsatan Murat Yalçın kardeşimiz kadar şanslı olamayan 301 işçimizi rahmetle anıyorum, zamanın dindiremeyeceği acı nedeniyle ailelerine ve Soma halkına, hepimize sonsuz sabırlar diliyorum.

============================================

Dostlar,

Sayın Prof. Tülay Özüerman hocamızın yazısına tek bir sözcük ekleme gereği duymuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
14 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

7 Haziran Seçiminin Verdiği Mesajlar


7 Haziran Seçiminin Verdiği Mesajlar

PORTRESİ

 

 

Dr. Haydar Ateş
08 Haziran 2015


Sevgili dostlar,
Türk Milleti 7 Haziran’da sandık başına gitti ve bir karar verdi. Bu kararın sonucunda herkes kendi açısından bir değerlendirme yapacaktır. Özellikle siyasi partilerin algısı
ne olmuştur, bu sonucu nasıl anlamalıdır, kısa ve uzun dönemde ortaya ne gibi fırsatlar çıkmıştır, seçim sonucu akepe ve rte’ye karşı bir avantaja dönüştürülebilir mi? gibi konular değerlendirilmelidir.
 
Öncelikle ortaya çıkan en büyük fırsat, akepe ve rte’ye geçmişte yapılan yanlışlarından dolayı hesap sorulabilecek bir durumun ortaya çıkmış olmasıdır.
 
Bu tabloda ortaya çıkan en iyimser durum şu olabilir:
 
CHP-MHP koalisyonuyla asgari 1 yıllık bir iktidar oluşturulup, aşağıdaki konular halledilip, süre sonunda düşürülen bir seçim barajıyla erken seçime gidilebilir;
1.  Akepe’nin 13 yıllık sürede çıkarmış olduğu ve ülkeyi demokratik uygulamalardan uzaklaştıran tüm yasalar elden geçirilip, düzeltilebilir.
2.  Eğitim sistemi ivedilikle rayına oturtulup, daha büyük yıkıma uğraması önlenebilir.
3.  Yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran tüm yasal düzenlemeler ve uygulamalar düzeltilebilir.
4.  HSYK’nın yapısı düzeltilip, güçler ayrılığı ilkesine uygun hale getirilebilir.
5.  Yüksek yargı organlarının bağımsız hale getirilmesi sağlanabilir.
6.  Yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının tümüyle ilgili Meclis soruşturma ve araştırma
komisyonları kurulup, konu bağımsız yargıya devredilebilir.
7.  17-25 Aralık yolsuzluk davası yeniden ele alınabilir.
8.  Bürokrasideki partileşme ve tek parti devleti uygulamaları düzeltilebilir.
9.  Usulsüz olarak yapıldığı iddia eden tüm ihaleler, Sayıştay denetiminden kaçırılan
tüm harcamaların hesabı sorulabilir.
10. Kaçak saray ODTÜ’ye yerleşke olarak devredilip, AOÇ’de özel koruma sağlayan bir yasa
ile ODTÜ’ye devredilebilir. Çankaya Köşkü eski görevine kavuşturulur.
(A.Saltık : AOÇ’nin özel bir yasa ile korunmaya alınmasından, ardıdan Kaçak Saray’ın da
      AOÇ’ye Bilim Merkezi ya da Tarım – Hayvancılık Müzesi olarak devrinden yanayız..)
11. Seçim barajı % 5 veya daha aşağıya düşürülebilir.
12. RTÜK’ün bir baskı aracı olması önlenebilir.
13. Sayıştay’ın anayasadaki görevini yerine getirerek devletin her kuruşunun hesabını sorması sağlanabilir.
14. Mülki amirlerin bir partinin değil, devletin görevlisi olacak şekilde ele alınması ve gerekirse       değiştirilmesi sağlanabilir.
15. TÜRGEV ve benzeri kurumlarla ilgili tüm iddialar ele alınıp, gerekirse hesabı sorulabilir.
16. Yandaşlara verilen tüm ihalelerle ilgili iddialar ele alınıp, gerekirse devlet hazinesinin zararına yapılan tüm harcamaların devletin kasasına dönüşü sağlanabilir.
17. Medya üzerindeki baskılar ortadan kaldırılabilir.
18. Gezinin hesabı sorulabilir.
19. Daha da önemlisi, iktidarı elinden kaybeden akepe gemisinden kaçışlar sonucu bu gemi
bir daha yüzmeyecek hale gelebilir.
20. Seçim yasası ve YSK ile ilgili şaibeli konular ortadan kaldırılabilir.
21. Meclisteki tüm yolsuzluk dosyaları yüce divana gönderilebilir.
22. Ve daha birçok acil ve önemli düzenlemeler yapılabilir.
Bu işlerin yapılması için gerekli durum oluşmuştur. Bunun önündeki engeller ne olabilir?
Öncelikle MHP lideri Bahçeli, 2002 yılında yaptığı hatayı yapmamalıdır. O dönemde,
2001 krizinden sonra ekonomiyi rayına oturtacak tüm önlemler için gerekli çalışmalar yapılmış, MHP’nin de ortak olduğu koalisyon hükümeti bu ekonomik kararların sonuçlarını almadan
ve vatandaşın bu konudaki güvenini tazelemeden, Bahçeli’nin ekonomik programa ilişkin
zafer sarhoşluğuyla koalisyonu bozması sonucu 2002’de erken seçime gidilmiş,
vatandaş henüz ekonomik önlemlerin sonucunu görmediğinden ve Bahçeli’nin koalisyonu bozma kararıyla endişeye kapılmış ve bir çıkış yolu diye gördüğü akepe iktidarı ortaya çıkmıştır.
Bahçeli hatalı kararıyla MHP’yi Meclis dışında bırakmış ve ülkeyi 13 yıllık bir akepe kaosuna terk etmiştir. Bu kaosun üzerine Baykal’ın büyük hatası sonucu rte Meclise girmiş ve demokrasimizi bugünkü sorunlu haline getirmiştir.
Bahçeli’nin dün akşam yaptığı açıklama, yani koalisyonda yer almayacağı ve erken seçim çağrısı, akepe ve rte’ye koltuk değneği olmak niteliğindedir ve büyük bir talihsizliktir.
Zaten rte’nin de tarafsız !!!!!! CB olarak bir süredir meydanlarda anlattığı ve halka inandıramadığı konuda tam da istediği ve başka türlü elde edemeyeceği fırsatı vermiştir.
rte halka, “Bunlar koalisyon kuramaz, dolayısıyla istikrar olmaz, en iyisi başkanlık sistemi” diye feveran etmişse de halk buna kanmamıştır. Ancak Bahçeli’nin dün akşamki talihsiz demeci
bu konuda rte için bir kurtarıcı olmuştur. Bahçeli’nin hatası sonucu Ekim ayında yapılabilecek bir erken seçimde, bu demeci rte için tam bir propaganda malzemesi olacak ve “Bakın ben size söylemiştim, bu ülkede koalisyon olmaz, dolayısıyla istikrar da olmaz” dedirtecektir.
Halk da bu kez rte’ye daha kolay kanabilecektir.
Bunun sonucu, koalisyon şansını değerlendiremeyen MHP seçmeninin oyları tekrar akepe’ye dönebilecek ve MHP tekrar Meclis dışında kalabilecek, akepe ve rte bu kez bir 13 yıl daha demokrasiyi kemirmeye devam edebilecektir.
Elimizdeki en önemli seçenek olan CHP-MHP koalisyonu olmadan yukarıda bir bölümünü
sıraladığım işler yapılamayacak ve bu kez akepe ve rte gerçekten ilelebet (AS: sonsuza dek) gitmemek üzere yeniden iktidar olma şansını yakalayacaktır. Oy oranı % 15-16 çizgisinde olan ve bunu Bahçeli’nin liderliğinde bir türlü artıramayan hatta Meclis dışı kalmayı da tarihinde yaşayan MHP aslında yol ayrımındadır. Ya akl-ı selim (AS: sağduyu) kararlar alacak,
ya da liderini yeniden değerlendirip belki de Meral Akşener veya başka bir seçenekle geçmişte yapılan büyük hataları yapmayacaktır.
CHP-MHP koalisyonu, belki dışarıdan da alınabilecek bir destekle en az 1 yıllığına görev almalı ve ülkenin normalleşmesini sağlamalı, seçim barajını mutlaka düşürerek,
akepe gibi bir partinin bir daha tek başına iktidar olmamasını sağlamalı,
akepe’den ve rte’den geçmişin hesabını sormalı, demokrasiyi ve Güçler Ayrılığı
rayına oturtmalı, ekonomik açıdan halkı rahatlatmalı ve eğer istenirse bir erken seçime
ancak o zaman gitmelidir. Aksi çok büyük hata olur.============================

Dostlar,

Değerli dostumuz, Eğitim Bilimleri Doktoru E. Alb. Haydar Ateş dostumuzun düşüncelerini,
tümüyle paylaşmasak da- size sunmak istedik.

Bu arada, E. Tümg. Naci Beştepe ile Dr. Ateş arasında internet ortamındaki gergin iletişimden mutlu olmadığımızı belirtmek isteriz. Her ikisi de Ordumuzun değerli subayları olan saygın kişilik bundan kaçınmalı bizce.. Çok saygılı ve ölçülü olmalı bir polemik yaşanacaksa..
Her iki kişilik de çok değerli ve bizim dostlarımız…

Sevgi ve saygı ile.
11 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Emin Çölaşan: Boşuna beklemişiz.. yazısı ve YSK Kararı..


Emin Çölaşan: Boşuna beklemişiz.. yazısı ve YSK Kararı.. 


Dostlar
,

YSK tüm meşru ve yasal, hukuka uygun beklentileri boşa çıkardı ve yalnız Türk Hukuk ve siyaset sistemine değil bizce dünya hukuk – siyaset bilimi yazınına da geçecek “Türkiye’ye özgü” bir karar verdi!

11 yüksek yargıçtan oluşan ama 7 üye ile çalışan Yüksek Kurul (AY md. 79) 4’ü yedek), onca somut ve net kanıtı görmezden gelerek Başbakan R.T. Erdoğan‘ın “kamu görevlisi” olmadığına hükmetti!? Buna göre, diyelim hakaret davalarında mahkemeler Erdoğan’ı kamu görevlisi say(a)mayabilecek.. Öyle ya, koskoca Yüksek Seçim Kurulu’nun 4’ü Yargıtay’dan, 3’ü de Danıştay’dan gelen yüksek yargıç üyeleri,
kendi türüne özgü bir içtihat kararı ürettiler! Hangi 1. derece (bidayet) mahkemesi ya da doktrin yazarı onlardan daha iyi bilebilir ki?

Anımsanacağı üzere, biz de bu sitede yayımladığımız bir dilekçe ile, bir dizi hukuksal gerekçe ve mahkeme kararını örnek göstererek, kişisel olarak YSK’na başvurmuş ve  Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanının seçiminde, kamu görevlisi olduğundan kalkarak 11.7.14 günü adaylar kesinleştirilirken kamu görevinden de kendiliğinden çekilmiş sayılması gerektiğine hükmedilmesini dilemiştik. Yurttaşlık hukukumuza dayanarak
AY md. 74 ile düzenlenen dilekçe hakkımızı kullanmıştık (http://ahmetsaltik.net/2014/07/08/yuksek-secim-kurulu-baskanligina/; 20686 kayıt no).

Yüksek Kurul, yasal süresi içinde dilekçemize yanıt verecektir umarız. O zaman
bu metni yayımlar ve sizlerle paylaşırız. Eğer YSK bu kararını kamuoyuna açıklamış olmasını biz çok sayıda olmayan dilekçe sahiplerine yanıt olarak saymazsa..
Burası Türkiye.. “Basın yayımladı, dünya alem duydu, bir de sana kişisel yanıt mı yazacaktık??” diyebilirler.. Böylelikle bir “hukuk dersi” daha vermiş olurlar hepimize..

Aşağıda Sn. Emin Çölaşan‘ın konuya ilişkin haklı sitemlerle yüklü yazısını paylaşalım istiyoruz.. İçimizi boşaltamıyoruz uğradığımız hukuk ve adalet beklentimizin karşılanmaması durumunda.. Sözcüklerimizin ölçüsünü azıcık kaçıracak olsak gelsin ceza ve tazminat davaları..

Peki… toplumun adalet duygusu böylesine sürgit zedelenir, toplumsal vicdan
tatmin edilmezse, hangi teknik ustalıklı virtüöz çıkarımlara – yorumlara maddi kanıtlara.. dayanırsa dayansın yargı kararları etkinliğini ve saygınlığını nereye dek sürdürebilir ve barışçı – demokratik adil – hukuk düzeni kaç vakte dek yaşatılabilir??
Temel sorunsal budur!

Bir ülkede hukukun siyasallaştırılması kadar korkunç bir başka tehlike
gösterilemez. Türkiye bu zor ve kritik dönemeçleri de aşarak yoluna devam edecektir. Tarih baba da sahnedeki tüm oyuncuları yerli yerince yargılayarak hükmünü verecek
ve herkesi hakettiği yere oturtacaktır. Heredot‘tan beri Tarih baba bu işi yapıyor, geleneğidir.

Sevgi ve saygıyla
13.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Boşuna beklemişiz! 

Emin Çölaşan
Emin Çölaşan

Sevgili okuyucularım,

Burada ben birkaç kez yazdım… Muhalefet partileri çeşitli zamanlarda dilekçeyle başvurup Yüksek Seçim Kurulu’na itirazda bulundular.

Neydi konu? İzin verin, bir kez daha yazayım.
Resmi Gazete’de 26 Ocak 2012 günü yayınlanıp yürürlüğe giren
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun 11. maddesi
 çok açık. Özetliyorum:

“Cumhurbaşkanı adayı gösterilen hakimler, savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, YÖK ve RTÜK üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ…
aday listesinin kesinleştiği tarih itibariyle görevden ayrılmış sayılır. Bu durum Yüksek Seçim Kurulu’nca aday gösterilenin bağlı bulunduğu bakanlığa veya KURUMA bildirilir.”

Kanun hükmü çok açık. Yorumlamak ve sonuca varmak için hukukçu olmaya gerek yok.

* * * * *

YSK, kesin aday listesini dünkü Resmi Gazete’de açıkladı. Üç kişinin aday olduğu belirtildi. Ekmel Bey, Selahattin Demirtaş ve Tayyip.
İlk ikisi kamu görevlisi değil. Tayyip’in durumu ise farklı.
Başbakanlık koltuğunda oturuyor ve resmen kamu görevlisi.
Maaşını devletten -Devlet Personel Yasası uyarınca- alıyor, hükümetin ve hatta devletin başında.Şimdi Yüksek Seçim Kurulu, herhalde şu karara varmış oluyor:
“Tayyip kamu görevlisi değildir!..”
O halde nedir? Özel sektörde mi çalışmaktadır, yoksa kanunda belirtildiği biçimde
işçi niteliği mi taşımaktadır?
Yüksek Seçim Kurulu bu sorulara açıklık getirmekle yükümlüdür.
Ancak böyle bir açıklamanın Tayyip’in Yüksek Seçim Kurulu tarafından yapılmasını beklemek abestir. Elbette ki suskunluğa bürünecek, bu konuda bir şey söylemeyecektir.

* * * * *

Yedi kişiden oluşan bu Kurul’un tüm üyeleri hukukçu. Dördü Yargıtay, üçü Danıştay Genel Kurulu tarafından seçiliyor. Hele hukukçulardan oluşan böyle bir yapının bu çok önemli olayı göz göre göre ıskalayıp boş vermesi, akıl alacak şey değildir.
Bu ıskalamanın mutlaka bir gerekçesi olması gerekir. Nedir o gerekçe? Bilinmiyor!

* * * * *
Şimdi şu önümüzdeki süreçte yaşayacağımız olaylara bakınız!.. Seçime üç aday katılıyor. Selahattin Demirtaş’ın kampanya için parası olduğunu sanmıyorum.
Ekmel Bey öyle. Peki ya Tayyip?..
Elinde sonsuz para gücü var. Buna ek olarak devletin parasını ve olanaklarını dibine kadar kullanıyor ve kullanacak.

Mitinglerine devletin uçakları ve helikopterleri ile gidiyor, miting harcamalarını
kim olduğu bilinmeyen birilerine yaptırıyor. Devletin valileri ve kaymakamları emrinde.
Devletin tarafsız olması gereken TRT’si yalnızca ve yalnızca O’na çalışıyor.
Satılık-yandaş-onursuz havuz medyası derseniz yine öyle.
Devletin bütün kurumları -asker, polis, MİT, üniversiteler, anket firmaları,
Tayyip tarafından semirtilen büyük işadamları ve müteahhitler, Meclis, hükümet,
aklınıza kim ve neresi gelirse Tayyip’in emir kulu. Paralar O’nun için su gibi akıtılıyor.
Zaten kurulmuş olan TEK PARTİ DEVLETİ, bütün gücüyle Tayyip’e çalışıyor.

* * * * * *
Yüksek Seçim Kurulu’nun görevi yalnızca oy sayım işlerini örgütleyip denetlemek ve kesin sonuçları ilan etmek değildir. En önemli görevlerinden biri yasada yer alıyor:

Seçimlerin adaletli, eşit koşullarda ve tarafsızlık içinde yapılmasını sağlamak.
Şimdi böyle bir seçim ortamında, Tayyip o makamda oturduğu sürece adaletten,
eşit koşullardan
 ve bu YSK’nın tarafsızlığından söz etmek mümkün müdür?
Elbette ki değildir.

* * * * * *
Yüksek Seçim Kurulu’na kendi genel kurulları tarafından seçilen dört Yargıtay ve üç Danıştay üyesi, bu görevleri nedeniyle hakim maaşları dışında yüklüce bir ödenek-tazminat alıyor. Bu kurula üye seçilmek çoğu Yargıtay ve Danıştay üyesi tarafından bir angarya olarak görülür ve her iki kuruluşta bu işlem öncesinde toplantılar yapılarak dostça kararlara varılır:

“Falanca arkadaşımızın ev borcu var… Filancanın çocukları yurt dışında okuyor. YSK’ya onları seçelim de parasal açıdan biraz rahat etsinler.”
Yedi üyenin hepsi için olmasa bile, seçimler genelde böyle yapılır. Seçilecek kişinin de onayı alınınca iş tamamdır ve üye seçimi gerçekleşir.

* * * * * *
Hiç kuşkunuz olmasın, Tayyip bu cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı takdirde, Yüksek Seçim Kurulu’na olan manevi borcunu ömrü boyunca ödeyemez.
Onu yasanın açık hükmüne karşın görevinde tutan, kamu görevlisi olduğunu bir türlü anlamak istemeyen Yüksek Seçim Kurulu’nun yedi üyesi hem millet, hem de tarih önünde sorumlu olacaktır.

Bu kadarı ayıptır, yazıktır, günahtır.

* * * * * *
Burada sık sık her kesimden yandaşlara değiniyorum.

Lütfen, Allah rızası için söyleyin, bundan daha büyük yandaşlık olur mu? Hem de
seçim güvenliğinin emanet edildiği yedi hukukçu bu gerçekleri nasıl olur da görmez?
Şimdi bunları okuyunca belki içlerinden diyecekler ki;

“Sen cahilsin, kardeşim, sen hukuktan ne anlarsın! Kararımızın gerekçesi açıktır. Tayyip kamu görevlisi değildir. O yüzden de, seçime kadar görevinden istifa etmesine gerek yoktur… Dolayısıyla seçime başbakan olarak girip devlet parasını kullanmasında hiçbir sakınca yoktur. Öteki iki aday da başlarının çaresine baksınlar. Aday gösterilirken bize mi sordular!”

* * * * * *
Ey seçim güvenliğinin, eşitliğinin ve adaletinin emanet edildiği Yüksek Seçim Kurulu!..
Bu kadar suçlanmaktan, eleştirilmekten ve böylesine zan altında kalmaktansa,
bir zahmet edip bir açıklama gönderin, şu kararınızın gerekçesini bu naçiz ve
cahil kulunuza da bir anlatıverin… Ve aynen yazayım, herkes öğrensin!