Etiket arşivi: Prof. DR. Rifat OKÇABOL

Cumhuriyetimizin 100. Yılına Doğru Eğitimimiz: Sorunlar ve Çözümler Sempozyumu.. Çöken eğitime çözüm arayışı

Cumhuriyetimizin 100. Yılına Doğru Eğitimimiz:
Sorunlar ve Çözümler Sempozyumu.. 

Çöken eğitime çözüm arayışı

Akademisyenler eğitim sisteminin geldiği son noktayı ‘Cumhuriyetimizin 100. Yılına Doğru Eğitimimiz: Sorunlar ve Çözümler Sempozyumu’nda değerlendirdi (19 Ekim 2015).

Çöken eğitime çözüm arayışı
Aydınlık / 20.10.15

Bilim ve Ütopya Kooperatifi, Çankaya Belediyesi, Tüm Öğretim Elemanları Derneği ve
Ulusal Eğitim Derneği
’nin düzenlediği
  • “Cumhuriyetimizin 100. Yılına Doğru Eğitimimiz: Sorunlar ve Çözümler” sempozyumu
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlendi. Sempozyumu izleyenler arasında eski
CHP milletvekili Prof. Nur Serter, Birleşik Kamu İş Konfederasyonu Başkanı Hasan Kütük,
MÜZED Başkanı Refik Saydam, ÇYDD’den Hülya Küçükaras ve Rabia Şahin yer aldı.
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Ulusal Eğitim Derneği Başkanı Nazım Mutlu konuşmasına terör saldırılarını kınayarak başladı. Uygulanan politikalar nedeniyle eğitimin
tam bir karmaşa içinde olduğunu söyleyen Mutlu,
  • “Cumhuriyetimizin bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, karma ve laik eğitim çizgisi 2000’li yılların
    ilk çeyreğinde yerini tam karşıtı bir çizgiye bırakmıştır. Eğitimimiz hasta yatağındadır ve kendisini iyileştirecek hekimleri bekliyor. Durum bu iken bir yandan hepimiz bugünkü tabloyu son 70 yıldır karşıdevrimcilerin finali olarak görelim. Onların uzun vadede başarı şansı yoktur. Bizler yüzümüzü arkamızda dolaştırılan karanlığa değil önümüzdeki aydınlığa çevireceğiz. Kazanacağımızı bilerek programlarımızı oluşturacağız. Bugünkü etkinliğimizin asıl amacı da bu hazırlığa katkı sunacak ipuçlarını oluşturmak.”

    dedi.

    DOĞU PERİNÇEK’İN BAŞARISI GÖĞSÜMÜZÜ KABARTTI

    Sempozyumun ilk oturumunu “Temel Eğitimin Geleceği” başlığı oluşturdu. Oturumu yöneten Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Gözütok, “Kavramların içinin boşaltılması son 15 yılın esas sonucudur. Temel eğitim kavramı 1998’de
    8 yılla sınırlandırılmıştır. Bugün temel lise denilen saçma sapan bir kurum oluşturdular. Üniversiteleri hurafelerin merkezi haline getiren bir anlayış ve karanlığa doğru sürükleniş içinde.

    NOBEL ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın ‘Beni Cumhuriyet eğitimi bu günlere taşıdı’ demesi ve Sayın Doğu Perinçek’in AİHM başarısı göğsümüzü kabarttı” diye konuştu.

    ÖNCE ‘HANGİ İKTİDAR?’ DEMELİYİZ

    “Hangi Öğretmenle?” başlığı altında konuşan Emekli Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıfat Okçabol,

  • “Öğretmenin görevi fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir kuşak yetiştirmektir. Bu öğretmen nasıl yetişir? Bu sistemle yetişmediği kesin. Bu sistemi nasıl değiştireceğiz? Bizim temel sorunumuz laik, bilimsel kafada, gerici ve piyasacı olmayan iktidarı başa getirememek.
    O iktidar gelmeden öğretmenin ‘Ö’sünü yetiştiremeyiz. Bizim ‘hangi öğretmen?’ den önce ‘hangi iktidar?’ dememiz lazım.”
    dedi.

    Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Hazır Bıkmaz ise
    ders programları hakkında konuştu. Bıkmaz, olması gereken program hakkında şunları söyledi:

  • “Yüzeysel programlar yerine, bütünü öğretmeye dayalı olmalı. İlişkisellik olmak zorunda
    ve insanı insan yapan ulusal ve evrensel değerleri sanatla, kültürel aktivitelerle öğretmek zorundayız. Bütüncül öğrenme anlayışıyla, çocuğun ilgisinden yola çıkarak eğitim programları hazırlanmalıdır. Zihinsel becerileri geliştirmek için çeşitli yöntemler kullanılmalı.”

=========================================

Dostlar,

Bu kurultayı (simpozyumu) gün boyunca izledik (18.10.2015).
Çok yararlandık. Oturum sonlarında açılan tartışma bölümlerinde biz de katkı sunmaya çalıştık.
Sonuç bildirgesi üzerinde çalışılıyor. Umarız tüm katkılar kitaplaştırılarak yayımlanacak.

Toplantıya emek verenlere teşekkür borçluyuz..
Ayrıca, “Yarın” bir ulusalcı – devrimci siyasal iktidara ulaşılıdığında,
yapılacakları şimdiden planlamak gerek..

Bu toplantının duyurusuna web sitemizde yer vermiştik.
(http://ahmetsaltik.net/2015/10/16/cumhuriyetimizin-100-yilina-dogru-egitimimiz/)

Dileriz tutanaklar yayımlandığında yine haber yapabiliriz.

Sevgi ve saygı ile.
20 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ulusal Eğitim Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Bilimin İslamileştirilmesi!

Kırklareli’nde Köy Enstitüleri Sempozyumu’nda (18.04.2011) bir konuşma yapan Abbas Güçlü ‘Mücadeleyi imamlar kazandı.” dedi. Boğaziçi Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıfat Okçabol ise Erdoğan’ı eleştirdi:
“Başbakan Erdoğan’ın gece yattıktan sonra nasıl uyuduğunu da bilemiyorum ama yatıyor. Uykusundan sonra sabah kalktığındada Anayasanın 85’nci maddesini 3 kelime, Çarşamba günü geliyor 5 kelime, Cuma günü geliyor 7 kelime ve bunları Meclis’e onaylatıyor. Meclis’ten ne istiyorsa Meclis de onaylıyor. Bu gün artık gençlik gelmiyor. Gençlik artık açıyor gazeteyi gericiliği öğreniyor. Televizyonu açıyor gericiliği öğreniyor. İbrahim Tatlıses vuruluyor, akın akın peşinden gidiyorlar.”

Bilimin İslamileştirilmesi!

Dostlar,

Boğaziçi Üniversitesinden Saygın Eğitimbilimci Prof. Dr. Rifat Okçabol’un yazısına daha önce TÜBA ile ilgili birkaç yazımızı size sunduğumuzda vermeliydik. TÜBA Başkanı Prof. Yücel Kanpolat’ın, TÜBA kurucu başkanı Prof. Ayhan Çavdar’ın istifa mektuplarını yayımlamıştık.
Rifat hoca bu girişimlerin biraz geciktiği kanısında.

Bu tartışma bir yana ama bugün ülkemiz Türkiye’de “tam alamıyla” özerk olması gereken bilim kurumlarımız, YÖK başta, TÜBİTAK, TÜBA, üniversiteler, yüksek teknoloji enstitülerimiz… “TAM ANLAMIYLA” İKTİDARA BAĞLI ve BAĞIMLI..

Ülkemizde bilim özerkliği hiç ama hiç kalmadı..
Üstelik Anayasanın 130. maddesi yürürlükte iken :

“….bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler…”

Siz artık bu maddenin, hazırlanan sözde “yeni anayasa”da nasıl düzenleneceğini hayal edebilirsiniz dahası öngörebilirsiniz.

“Tam anlamıyla” özerk değil, yani hiç özerk değil..
demek istiyoruz. Bütünüyle siyasal iktidara bağımlı.

Böyle bir tablonun ülkeyi nereye taşıyacağı Okçabol hocamızın yazısının sonlarında var. Kurucu Başkan Ayhan Çavdar hocamız da istifa dilekçesinde vahim souçları aktarıyor.

Bu çemberin bir biçimde mutlaka ve gecikmeden kırılması gerek.

Acaba AKP kadroları içindeki akademisyenler gidişe ne buyururlar? Şimdiye dek aykırı ses hiç çıkmadı ama…

Sevgi ve saygı ile.
18.8.12, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=================================================

Prof. Dr. Rıfat Okçabol
02.09.2011

BİLİMİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ

Bu sayfalarda, 2010 Temmuz ve Ekim günlerinde, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’nin 2009 yılı bilim raporu ile ilgili yazılar yer almıştı. Bu raporda, “ülkenin en seçkin bilim insanlarını çatıları altında toplamaları, bütün görüş ve katkıların bu çok seçkin beyinlerin ürünü olması, bilim akademilerine saygınlık” (s.11) kazandırdığı vurgulanarak TÜBA’nın da, “uluslararası bilim akademileri modelinde gelişme gösteren saygın bir bilim akademisi” (s.13) olduğu belirtilmekteydi. Tüzel kişiliğe, bilimsel, idari ve mali özerkliğe sahip olan TÜBA’nın toplam 135 üyesi (11’i Konsey, 83’ü asli, 37’si şeref ve 15’i asosiye üyesi) vardı. TÜBA, bu bilim raporunda, AKP’in bilim dışı uygulamalarını ve TÜBİTAK ile YÖK’te yaptıklarını bile bile, “Şimdiki hükümetimizin politikaları, bilim adına memnunluk vericidir” (s.13) diyordu. Gerçek durum öyle olmasa da, “Bugün YÖK, kendini yeniden tanımlayıp üniversiteler arasında eşgüdüm sağlayıcı, düzenleyici ve kolaylaştırıcı bir rol oynama eğilimindedir.” (s. 17) demeyi de ihmal etmiyordu.

Ancak, “Korkunun ecele faydası yok” deyişinin bir kez daha gerçekleştiği görülüyor. TÜBA’nın 2009 bilim raporunda AKP’yi yücelten ifadelere yer vermesinin, TÜBA’nın saygınlığını, önemini ve bilimsel varlığını korumaya yetmediği anlaşılıyor.
Önce, TÜBA Başbakanlıktan alınıp Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlanıyor.
Sonra, TÜBA’nın patronu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, TÜBA’yı,
“… yaşını başını almış ünlü bilim adamlarımızın bir araya geldiği, adeta fonksiyonsuz bir yer” olarak gördüğünü açıklıyor (soL haber, 21. 8. 2011)! Üstelik onların niteliklerinin yetersiz olduğunu da ima ederek, “Bu kurumu, … yüksek nitelikteki bilim adamlarının yer aldığı, özel çalışmaların yapıldığı bir mekana dönüştürmeyi hedefledik.” (soL haber, 21. 8. 2011) diyor!

Bağlı oldukları bakanın bu açıklamasından sonra, saygın ve seçkin bilim adamlarından neden bir ses çıkmıyor, neden istifa eden olmuyor? Anlaşılmıyor!

İşi pişkinliğe vurup bakanın bu sözlerine aldırış mı edilmiyor? Bilinmiyor!
Daha sonra da, Ramazan Bayramı’ndan birkaç gün öncesinde, kamuoyunda hiçbir tartışma olmadan ve bir çırpıda, 651 sayılı KHK ile TÜBA’nın bilimselliği ve özerkliği
yok ediliyor; üye sayıları ve üye atama koşulları da değiştiriliyor.

TÜBA şeref üyelikleri ve genel kurul üyelikleri kaldırılırken asli ve assosiye üye sayıları 150’şer olmak üzere toplam üye sayısı 300’e çıkarılıyor. Akademi üye seçmede tümüyle özgürken üye belirlemede bir işlevi olmayan ve olmaması gereken Bakanlar Kurulu ile YÖK’e, hem de 100’er üye belirleme yetkisi veriliyor! 100 üyeyi belirleme yetkisi de, kısa bir sürede hükümet ve YÖK’ün belirleyeceği üyelerin çoğunlukta olacağı, akademiye bırakılıyor. Bu KHK öncesinde TÜBA Genel Kurulu’nun seçtiği aday akademi başkanı olurken, şimdi, başkanı belirleme yetkisi bakana veriliyor.
Bir ülke düşünün. O ülkenin yurttaşlarının, meclisinin ve hükümet üyelerinin önemli bir bölümü evrim kuramına inanmıyor, sorunların çözümlerini bilimsel buluşlarda
değil de inançlarında arıyor! Böyle bir ülkede, TÜBA’nın başına gelenler pek garip kaçmıyor.

Bu arada ve de ne yazık ki, TÜBA’yla ilgili bu değişikliğe, AKP’lileşen YÖK’ün
karşı çıkması beklenmiyor. YÖK’ün belirlediği rektör ve dekanların yönetiminde olan üniversite senatolarından da böyle bir şey beklenmiyor.

Peki! TÜBİTAK, YÖK, üniversiteler, medya ve yargı AKP’lileştirilirken, Feza Gürsoy Enstitüsü işlevsizleştirilirken sesini çıkarmayan ve üstelik 2009 bilim raporunu yazan TÜBA’dan böyle bir karşı çıkış bekleniyor mu?

Evet! Her şeye rağmen TÜBA’dan bir karşı çıkış bekleniyor.

Osmanlı padişahlarının bilimle aralarının iyi olmadığı, işleri şeyhülislam ve ulema ile hallettikleri biliniyor. Nazi Almanya’sında da siyasetin emrine sokulan bilimin faşistleştiği de tüm dünyanın yaşadığı bir gerçek.

Bizde de son yılarda, Osmanlı hayranlığı artıyor; kimileri padişahlığı özlüyor; Başbakan sıkışınca, “Ulemaya danışalım” diyor… İçinde bulunduğumuz süreçte,
laik, demokratik ve bilimsel anlayışlar güçlenmezse, bu hükümet ve YÖK’ün,
TÜBA üyelerini genellikle, AKP’nin mebus/belediye başkanı adayları, türban yanlıları ve de ilahiyatçılar arasından seçeceği biliniyor. En geç, Cumhuriyetin 100. yılında, TÜBA’nın adının Ali Meclis-i Ulema, Şurayı Ulema gibi bir adla değiştirilmesi
mümkün görünüyor.

Geçmişte AKP’nin TÜBİTAK, YÖK, medya ve yargıda kadrolaşmasını, günlük siyasetle ve hükümetin yürütme göreviyle ilişkili görüp sessiz kalanlar bile, 651 sayılı KHK ile başlayan değişimin, bilimin İslamileştirilmesi yönünde atılmış bir adım olduğunu görüyor.

TÜBA bu duruma da karşı çıkmazsa, neye karşı çıkacak?

Ortalıkta AKP’nin karar ve uygulamalarına etkin bir şekilde karşı çıkacak
muhalefet de yok; sivil toplum kuruluşları, bir zamanlar dördüncü kuvvet olarak göklere çıkarılan medya, üniversite ve üniversite gençliği de yok!

TÜBA karşı çıkmazsa, kim karşı çıkacak?

TÜBA, “Hiç değilse, TÜBİTAK’ta olduğu gibi bizim üyeliğimizi sona erdirmediler, halimize şükredelim” mi diyecek?

Hayır, hayır, bin kere hayır! TÜBA üyeleri herhalde bilimin İslamileştirilmesini kabul etmeyecektir. Yapabilecekleri en anlamlı karşı çıkış, akademi üyeliğinden topluca istifa etmek olacaktır.

“Bilime” rahmet okusak da, hiç değilse saygınlık baki kalacaktır.

okcabolr@gmail.com